Project Description

19. Sayı

Azerbaycan

DİPLOATLAS – MAYIS 2013

19. Sayı

DiploAtlas

Mayıs 2013

Merhaba,

Kafkasların parlayan yıldızı Azerbaycan, bu yıl, Cumhuriyet ilân edişinin 95. yıldönümünü kutluyor. Başka bir deyişle, 1918 yılında, Azerbaycan bir ilke imza atmış ve bütün Türk ve islâm dünyası içinde bağımsız “Cumhuriyet” olmayı seçen ilk ülke olmuştu. Ne var ki, o zamanki adı “Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti” olan bu devlet, kuruluşundan iki yıl sonra bolşevik’lerin işgaline uğradı ve daha sonra da Sovyetler Birliği’ni oluşturan bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne dönüştü.

1918-1920 yılları arasındaki bağımsızlık döneminde, Azerbaycan’ın çağdaş bir cumhuriyet oluşturma yolunda attığı adımlar, deyim yerindeyse, inanılmaz. Kadınlara oy hakkı vermek gibi, o yıllarda batıda bile uygulanmayan siyasi haklardan, gençlerin bir an önce yararlı birer vatandaş olması amacıyla düzenlenen eğitim seferberliklerine kadar bir çok konuda gerçekleştirilen projeler, genç cumhuriyetin kısa sürede kurumsallaşmasını da sağlamış.

Azerbaycanlılar, 1991’de ikinci kez Cumhuriyetlerini ilân ettiklerinde, ilk cumhuriyetin izlerinden yürümeyi seçmişler. Zaten, 1991 yılını, yeni bir Cumhuriyetin kuruluşu olarak değil, araya kendi iradeleri dışında giren bir kesinti döneminin sona ermesi gibi görüyorlar.

Bu yıl ayrıca, Azerbaycan’ın millî lideri Haydar Aliyev’in de 90. doğum yılı. Haydar Aliyev’in Azerbaycan tarihindeki yeri çok önemli. Sovyetler Birliği döneminde, 14 yıl süreyle “Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” başkanlığı, bağımsızlık sonrasında
da 10 yıl Cumhurbaşkanlığı yapan Aliyev, 1991 yılındaki bağımsızlığın ardından, ülkenin kaosa sürüklenme tehlikesinin baş gösterdiği bir dönemde, 1993 yılında, halkın çağrısıyla yeniden Devletin başına geçmiş ve kısa sürede istikrarı sağlayabilmişti. Haydar Aliyev’in Azerbaycan’a yurt içinde ekonomik gelişme ve refah, yurt dışında da saygı ve itibar kazandıran siyasî vizyonu, ölümünden 10 yıl sonra, bugün de aynen uygulanıyor.

DİPLOATLAS’ın bu sayısında Azerbaycan’ı bu yönleriyle ele aldık. Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Faig Bağırov da kendisiyle yaptığımız mülâkatta, bize bilmediklerimizi anlattı. Türkiye’ye en yakın kardeş ülke olan Azerbaycan’ı bu farklı yönleriyle de tanımanın bizi olduğu gibi okurlarımızı da hoşnut edeceğinden eminiz.

Kaya Dorsan

95 YILLIK CUMHURİYET
AZERBAYCAN

Bundan tam 95 yıl önce, 1918 yılında “Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti” ilân olunmuştu. Demokratik ilkelerin ön plânda olduğu bu cumhuriyet, Türk ve İslâm dünyasının da ilk Demokratik Cumhuriyetiydi. Bu yıl, Azerbaycan halkı bu cumhuriyetin yıldönümünü gururla kutluyor.

20.yüzyıl, Türk ve İslâm tarihinde bir çok değişime sahne olan bir zaman dilimi olarak görülüyor. Örneğin, bu dönemde bir çok doğu ülkesinde “Demokratik Cumhuriyetler” kurulmuştur. Bu cumhuriyetlerin ilki ise, 1918 yılının 28 Mayıs tarihinde kurulan “Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti”dir.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin, gerçek demokratik ilkeler ve ülkede yaşayan millî ve dinî azınlıklara hoşgörü temelinde kurulmuş olması dikkat çekicidir. Yaklaşık iki yıllık bir süre tarih sahnesinde kalmasına rağmen, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulması ve uluslararası sisteme entegre olma çabaları, Azerbaycan halkının tarih bilincinde derin izler bırakmıştır.

Kuruluş dönemi

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilân etmesi tüm dünyanın ilgisini çekmiş ve haber, o zamanın en yaygın medya aracı olan radyo aracılığıyla, Berlin, Londra, İstanbul, Moskova gibi dünyanın önemli başkentlerinde yayınlanmıştır.

O tarihte, Güney Kafkasya’da Azerbaycanlıların yoğun yaşadıkları alan yaklaşık 150,000 kilometrekare idi. Ama Cumhuriyet bu toprakların sadece 114,000 kilometrekarelik kısmında kurulmuştur. Çünkü, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk dönemde, Bakû şehri, «Bakü Halk Komiserleri Konseyi» olarak bilinen Bolşevik-Taşnak hükümetinin elinde bulunuyordu. Bolşevikler, 1918 yılı baharında Ermeni Taşnaklar ile anlaşmışlar, Azerbaycan’da iktidarı ele geçirmek ve bağımsızlık ilânını engellemek için Bakû’de ve diğer bazı illerde soykırım başlatmışlar ve sonuçta Bakû’yu kontrol altına almışlardı. Bu nedenle, Cumhuriyet’in ilk döneminde Gence şehri geçici başkent ilân edilmişti.

Aynı yılın 15 Eylül tarihinde ise, yeni Cumhuriyet’in askeri güçleri, Osmanlı’nın “Kafkas İslâm Ordusu”nun da yardımıyla, Bakû’yu kurtarmış ve 17 Eylül’de, Bakû başkent ilân edilmiştir. Bakû Parlamentosu 07 Aralık 1918’de açılmış ve 17 ay görev yapmıştır. Bu süre zarfında 145 oturum yapılmış, arasında 230’u kabul olunan 270’den fazla kanun taslağı görüşülmüştür. 21 Haziran 1918 tarihinde kabul edilen, kırmızı fonda beyaz ay ve sekiz köşeli beyaz yıldızdan oluşan devlet bayrağı, 09 Kasım 1918’de üç renkli (mavi, kırmızı, yeşil) zeminle değiştirilmiştir.

Devletin kurumsallaşması

Cumhuriyetin ilk günlerinde, devlet yapısının oluşturulması ve karşılaşılan sorunların giderilmesine yönelik temel faaliyetler gerçekleştirilmiştir. 26 Haziran 1918’de cumhuriyetin milli ordusu kurulmuş, kısa süre sonra kendi harp uzmanlarını yetiştirmek için askeri okul, istihkamcı, askeri demir yolcuları ve askeri sağlık memurlarını yetiştiren okullar açılmıştır. 27 Haziran 1918’de ise Azerbaycan Türkçesi devlet dili olarak ilan edilmiştir. Bu süreçte, ayrıca eski okullar devletleştirilmiş, yeni okullar ve kurslar açılmış, imparatorluk yıllarında adları değiştirilen şehirlere eski isimleri yeniden verilmiştir. Örneğin Rusya İmparatorluğu yıllarında Yelizavetpol olarak bilinen, Azerbaycan’ın ikinci büyük şehri Gence’ye tarihî adı tekrar kazandırılmıştır. Bunun dışında askeri seferberlik yapılmış, 11 Ağustos 1918’de askerlik hizmetine dair karar alınmıştır.

Ekonomi alanında ise, liberal bir ekonomi oluşturulmaya çalışılmış, ve önemli başarılar elde edinmiştir. Bu çerçevede, Bakû-Batumpetrol boru hattı tekrar çalışır vaziyete getirilmiş, Bakû-Culfa demiryolu inşaatı devam etmiş, Azerbaycan devlet bankası kurulmuş, kendi banknotları çıkarılmış, Hazar denizinde gemiciliğin gelişmesine ilişkin çeşitli projeler uygulanmıştır.

Eğitim, kültür ve basın alanında yürütülen ve devletin güçlenmesine önemli katkılar sunan çalışmaları da vurgulamak gerekir. Örneğin «İgbal» gazetesi cumhuriyetin toplumsal ve siyasî amaçlarını kavramsal bir şekilde yaymaya başlayan ilk basın organı olarak özel bir öneme sahiptir. Bunun dışında «İstiklal », «Azerbaycan», «Ovragi-Nafise», «Müslümanlık » ve «Kurtuluş» gibi başka gazeteler de millî ideolojiyi benimsetmek için çok emek harcamışlardır.

Azerbaycan hükümetinin ilk eğitim faaliyetleri arasında Transkafkasya Öğretmen Okulu’nun Azerbaycan Şubesinin Tiflis’ten Gazah şehrine taşınma olayını vurgulamak gerekir. Gazah Öğretmen Okulu, Azerbaycan’ın yeni okulları için öğretmen yetiştiren ilk eğitim kurumu olmuştur. İlk yüksek öğretim kurumu olan “Bakû Devlet Üniversitesi” ise 1919 yılında açılmıştır.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti yöneticileri, gençlerin yurtdışındaki üniversitelerde eğitim görmelerine de büyük önem veriyorlardı. 1919-1920 öğretim yılında, yüksek eğitim almak üzere devlet hesabına 100 gencin yurtdışına gönderilmesine karar verildi ve 45 öğrenci Fransa’ya, 23 kişi İtalya’ya, 10 kişi Büyük Britanya’ya, 9 kişi de Türkiye’ye gönderildi. Tüm masrafları devlet tarafından karşılanan bu öğrenciler eğitimleri bittiğinde 4 yıl süreyle tayin oldukları yerde çalışmak zorundaydılar.

1919 yılında Bakü Üniversitesinde “Müslüman Şarkın Araştırılması Derneği” kurulmuştur. Aralık 1919’da ise “Bağımsızlık Müzesi”nin açılmış olması, ülkenin kültürel hayatında önemli bir olay olmuştur. 1920 yılının başında da Milli Eğitim Bakanlığında arkeoloji bölümü açılmıştır. Aynı günlerde «Yaşıl Gelem» (Yeşil Kalem) edebiyat derneği, “Müslüman Kültürü ve Sanatının Korunması Derneği”, «Türk Ocağı» ve diğer dernekler de faaliyet göstermişlerdir. Ayrıca, Azerbaycan alfabesinin Latin grafiği temelinde değişmesi ile ilgili bir de komisyon kurulmuştur.

Bağımsız devletin 03 Mart 1919 tarihli hükümet kararıyla kurulan bağımsız haber ajansı olan Azerbaycan Telgraf Ajansı’nın kurulması, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin önemli başarılarından biriydi.

Dış politika

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Doğu dünyasında halkın iktidarda olduğu ilk devlet, ABD ve birçok Batı ülkesinden çok daha önce kadınlara oy hakkını veren bir cumhuriyet olmuştur.

Kurulduğu ilk günlerden itibaren aktif bir dış politika yürütmüş, ilk olarak «Osmanlı İmparatorluğu ve Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümetleri Arasında Barış Anlaşması» imzalanmıştır. Avrupa ülkeleri ile diplomatik ilişkileri kurmak için 03 Ağustos 1918 tarihinde Ali Merdan Bey Topçubaşov olağanüstü elçi ve yetkili bakan mevkiinde İstanbul’a gönderilmiştir, ayrıca, 28 Aralık’ta Paris Barış Konferansına gönderilen heyetin de başkanlığını yapmıştır. 02 Mayıs 1919’da, ABD cumhurbaşkanı Woodrow Wilson’un girişimiyle, Azerbaycan konusu Paris Konferansı Dörtlü Konseyinin toplantısında ilk defa ele alınmıştır. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, Kasım 1919’da Avam Kamarası’ndaki konuşmasında “Azerbaycan’ın tanınmasının ve ona yardım edilmesinin gerekliliğini” vurgulamıştır. İngiliz tarafının önerisiyle 10 Ocak 1920 tarihinde Paris Barış Konferansının Yüksek Konseyinin oturumu açılmış, ertesi gün ise İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un önerisiyle şu karar alınmıştır: «Antant müttefikleri Azerbaycan hükümetini “de facto” tanımaktadırlar ». Bu tanınma sonucunda genç cumhuriyetin diplomatik ilişkileri genişlemiştir. Önce, Bakû’da Belçika, İsviçre, Hollanda, Çekoslovakya, Finlandiya ve daha birkaç devletin konsoloslukları açılmış, 20 Mart 1920’da İran’ın Azerbaycan’ı tanımasıyla, önce Tahran’da Elçilik, sonra da Tebriz’de Başkonsolosluk açılmıştır.

Aynı günlerde, Azerbaycan parlamentosu İngiltere, Fransa, İtalya, ABD, İsviçre, Polonya ve Rusya gibi ülkelerde diplomatik temsilcilikler açılmasına ilişkin kanunu kabul etmiş, İngiltere, Yunanistan, Belçika, Gürcistan, Danimarka, İtalya, Litvanya, Polonya, İran ve ABD gibi bir çok ülkenin temsilcilikleri Azerbaycan’da faaliyet göstermeye başlamıştır.

İşgale rağmen

Azerbaycan’ın uluslararası ilişkiler sistemine katılımı, ne yazık ki, Nisan 1920’da Sovyet Rusya’nın askeri müdahalesi sonucunda kesintiye uğramıştır. 27-28 Nisan 1920 tarihinde Azerbaycan, Kızıl Ordu tarafından işgal edilmiş ve bu tarihten sonra tüm iktidar Bolşeviklerin oluşturduğu Azerbaycan Geçici Devrimci Komitesi’nin eline geçmiştir.

Ancak, bu işgale rağmen, halkın milli düşünceye ve milli devletçiliğe isteği ve bağlılığı değişmemiş, hep aynı kalmıştır. Ne mutludur ki, araya giren kesinti dönemine rağmen, Azerbaycan devleti yeniden kurulmuş, 20.yüzyılın sonunda ülke dünya siyasi haritasındaki yerini yeniden almıştır. 1991 yılında tekrar bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan devleti Birinci Cumhuriyetin geleneklerine bağlılığını sürdürmektedir. İlk Cumhuriyetin kurulduğu 28 Mayıs tarihi bugün Cumhuriyet Günü olarak resmen kutlanmaktadır.

Azerbaycan halkı, bu yıl, Cumhuriyet’in kuruluşunun 95. yıldönümünü büyük bir gururla kutluyor. Bu çerçevede son aylar boyunca Azerbaycan Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler, kutlama törenleri ve bilimsel konferanslar Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nde yapılan çalışmaların bugünkü çağdaş Azerbaycan açısından ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor ve aynı zamanda Azerbaycan halkının geçen 95 senede kat ettiği yolun ve kazandığı başarıların yüksek değerini gösteriyor.

MİLLÎ LİDER
HAYDAR ALİYEV

Azerbaycan halkının millÎ lideri Haydar Aliyev, dünyanın çalkantılı bir döneminde yaşamış ve tarihte önemli izler bırakmış uluslararası bir siyaset ustasıydı. Türkiye ile Azerbaycan’ı “Bir millet, iki devlet” diyecek kadar birbirine yakın görüyordu. Bu yıl, Haydar Aliyev’in 90. doğum yıldönümü.

Sovyetler Birliği’nin parçalanmasının ardından 1991 yılında bağımsızlığını ilân eden Azerbaycan’ın 3. Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, 1993-2003 yılları arasında görev yapmış ve zor koşullara rağmen ülkesine istikrar ve refah kazandırmıştı. Uluslararası alanda da Azerbaycan’a saygın ve etkin bir konum sağlayan Haydar Aliyev’in sosyal ve kültürel yaşamın pek çok yerinde de imzası var.

Başarıya giden yol

Haydar Aliyev, 10 Mayıs 1923 tarihinde Nahçıvan’da doğmuş. 1939 yılında, Nahçıvan Pedagoji Yüksek Okulu’nu bitirmiş. Yüksek öğrenimini ise, 1957 yılında, Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nin Tarih Fakültesi’nde tamamlamış.

1964-1968 yılları arasında Azerbaycan Devlet Güvenlik Komitesi’nde görev alan Aliyev’in, başarılı bir grafik çizdiği ve yüksek makamlarda çalıştığı görülüyor. Bu başarılı dönemin sonucunda, 1969 yılında, Haydar Aliyev’in SSCB içindeki Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkanı olması bir sürpriz değil.

Haydar Aliyev, 14 yıl süren başkanlık döneminin ardından, 1982 yılında, hem SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro üyeliğine seçilmiş, hem de SSCB Başbakan birinci yardımcısı olmuş. Bu görevlerle Aliyev’in SSCB yönetiminde söz sahibi olan tek Türk olarak tarihe geçtiğini de bu arada belirtelim.

Ancak, 1987 yılına gelindiğinde, Aliyev artık SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin politikalarını yanlış bulmakta ve onaylamamaktadır. Bu nedenle bütün görevlerinden istifa eder. Bunu, 1991 yılında Komünist Partisi’nden de istifası izliyor. Bu istifanın nedeni de, Bakû’de bağımsızlık talep eden sivil halka karşı SSCB ordusunun 20 Ocak 1990 tarihinde uyguladığı katliamın sorumlularının cezasız bırakılması ve Dağlık Karabağ sorunu karşısında SSCB yönetiminin taraflı bir tutum sergilemesidir.

Önce Bakû’ye, sonra da doğduğu yer olan Nahçıvan’a dönen Haydar Aliyev, halkın israrlı talepleri üzerine, 1991-1993 yılları arasında Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Yüksek Meclisi Başkanı olarak yeniden siyasete dönmüş, 1993 yılında ise Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Başkanlık dönemi

1993 yılında ilk kez Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçilen Haydar Aliyev, 1998 yılında, bu kez oyların yaklaşık yüzde 75’ini alarak yeniden seçilmiş, böylece, 2003 yılına kadar, 10 yıl süreyle Cumhurbaşkanlığı görevinde kalmıştır.

Bu 10 yılın Azerbaycan tarihinde çok önemli bir yeri var. Çünkü, bu dönem Azerbaycan’da istikrarlı bir dönemin yerleşmesi, ekonominin sürekli bir iyileşme süreci içine girmesi ve refahın artması, ülkede sanat ve kültür hayatının gelişmesi ve uluslararası arası arenada Azerbaycan’ın saygın ve vazgeçilmez bir yer edinmesi anlamına geliyor.

Haydar Aliyev, Cumhurbaşkanlığı döneminde bir yandan Dağlık Karabağ gibi son derece önemli ve hassas bir konuyu çözmek için büyük gayret sarf ederken, bir yandan da, “Bakû-Tiflis- Ceyhan Petrol Boru Hattı” gibi büyük ekonomik projelerin hayata geçirilmesine çalışıyor, bir diğer yandan da Azerbaycan’da yeni müzelerin ve konser salonlarının açılması gibi kültür ve sanat altyapısı oluşturmaya büyük önem veriyordu.

Haydar Aliyev, 12 Aralık 2003 tarihinde vefat etti. Ülkesine yaptığı müstesna hizmetler nedeniyle, özellikle de Azerbaycan’ın bağımsızlığını dış tehditlerden koruduğu ve ülkeyi iç savaşlardan ve ekonomik problemlerden kurtardığı için Azerbaycanlılar tarafından “Milli Lider” olarak kabul ediliyor. Ama o bütün Türk dünyasının da önemli bir lideridir ve aziz hatırası kalplerde ebediyete kadar yaşayacaktır.

HAYDAR ALİYEV’İN
DIŞ POLİTİKA VİZYONU

Azerbaycan’ın kendi ulusal çıkarları doğrultusunda rasyonel politikalar üretmesi, Haydar Aliyev’in iktidara gelmesiyle başlamış. Çok zor bir dönemde Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Aliyev’in, üstün bir dış politika vizyonuyla, ülkesini sürüklenmekte olduğu yalnızlıktan çıkardığı ve diğer ülkelerle çok yönlü ve dengeli ilişkiler kurduğu görülüyor.

Azerbaycan ekonomisi, bugün dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden birisidir ve ülkedeki her alanda gelişimin rayına oturduğu hissedilmektedir. Bütün bunların mimarı ise, Azerbaycan halkının “Millî Lideri” Haydar Aliyev’dir. Her devletin oluşum sürecinde veya hayatî krizlerin yaşandığı dönemlerde yegâne kurtarıcısı rasyonel bir politik vizyon olmaktadır. Bu vizyonu siyasî şahsiyetler ortaya koyarlar ve ülkelerin iç ve dış politik dengelerinin zorlu sınavlarından geçerek hak ettikleri konuma otururlar.

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bir devlet olarak kendi ulusal çıkarları doğrultusunda rasyonel politikalar üretmesi de Haydar Aliyev’in iktidara gelmesiyle başlamıştır. Hatırlanacak olursa, Haydar Aliyev’in iktidara gelmesi, ülkede kaosun, iç çatışmaların ve ekonomik zorlukların hüküm sürdüğü, ayrıca Ermenistan’la savaş nedeniyle beliren bitkin bir halk psikolojisinin olduğu bir ortamda, sanki bir zorunluluk olarak gerçekleşmiştir. O dönemde, halkın bütün kesimlerinde, “ülkeyi bu durumdan sadece Haydar Aliyev kurtarabilir” inancı oluşmuştu.

İç durum böyleyken, Azerbaycan, diğer devletlerle, özellikle de komşu devletlerle olan ilişkileri hususunda da yalnızlaşmış bir ülke görünümündeydi. Kısacası, Haydar Aliyev’in iktidara geldiğinde bir enkaz devraldığını söylemek mübalağa olmaz.

Aliyev’in tecrübesi

Haydar Aliyev için, iktidara geldikten sonra ülkedeki en önemli mesele öncelikle iç istikrarın sağlanması idi. Bunun için ilk olarak Ermenistan’la ateşkes antlaşmasının imzalanması gerekliydi. Daha sonra ülkedeki yasadışı silahlı örgütlenmeler etkisiz hale getirilmeli ve halkta bulunan yasal olmayan silahlar toplanmalıydı. Haydar Aliyev sahip olduğu engin devlet tecrübesiyle bunların tümünü başarıyla gerçekleştirdi.

Hükümeti şimdi, ekonomiyi canlandırmak ve ülkeyi düştüğü yalnızlaşmış durumdan çıkarmak gibi zorlu görevler bekliyordu. Ancak, bunları yaparken devletlerarası ilişkilerin o zamanki durumu iyi değerlendirilmeli, mevcut güç odakları dikkate alınmalı, gerçekler göz ardı edilmemeli ve çıkılan yolda aşılması güç engellerin belirmesini önleyici bir strateji benimsenmeliydi.

Azerbaycan halkının lideri ülkesinin dış politika stratejisini bu cümlelerle özetliyordu: “Dış politikamızın özü, bölgemizde ve dünyada barışın temin edilmesi amacını taşımaktadır. Azerbaycan’ın dünyada daha iyi tanıtılması, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde güvence altına alınması, diğer tüm devletlerle barışçıl ve karşılıklı faydalı işbirliklerinin kurulması, ülkemizin uluslararası düzeydeki konumunun güçlendirilmesi, bilim ve kültürünün geliştirilmesi bizim asıl amaçlarımızdır.”

İlk adım olarak yakın komşular olan Rusya ve İran ile ilişkilerin iyileştirilmesi gerekiyordu. Haydar Aliyev’in iktidarından önce, bu iki ülke ile Azerbaycan’ın ulusal çıkarlarına asla hizmet etmeyecek sebepler dolayısıyla ilişkiler kopma noktasına getirilmişti. Şimdi, tecrübeli devlet adamı bu gerçeği seziyor ve komşularla ilişkilerin iyileştirilmesini mevcut durumun bir gereği olarak görüyordu. Bu doğrultuda Haydar Aliyev, değişik çevrelerce haksız yere eleştirilmeyi de göze alarak ilk yurtdışı gezisini Rusya’ya yaptı ve Azerbaycan’ın Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) üye olmasını sağladı. Bu süreç zarfında Azerbaycan, Rusya ile 60, Ukrayna ile 15, Gürcistan ile 69, Orta Asya ülkeleri ve Türkmenistan ile 79 anlaşma imzalamıştır.

Sırf bu adımların sonucu olarak, kısa sürede Rusya’nın Azerbaycan’a karşı politikalarında önemli değişiklikler gözlemlenmeye başlandı. Hazar Denizi’nin hukuki statüsü konusunda Rusya ve Kazakistan ile ortak görüşün elde edilmesi sağlandı. Bu gelişmeler Hazar Denizi’ne kıyısı bulunan 5 ülkenin devlet başkanlarının zirve toplantılarına giden yolu açtı.

Rusya’da Vladimir Putin’in iktidara gelmesinden sonra, Azerbaycan ile Rusya arasındaki ilişkilerin daha pragmatik ve rasyonel bir çizgide ilerlemeye başladığı görüldü.

Türkiye sevgisi

Haydar Aliyev iktidarında, Azerbaycan’ın Türkiye ile ilişkilerini farklı boyutlarda değerlendirme ihtiyacı doğuyor. Haydar Aliyev’in Türkiye’ye karşı hissettiği derin sevgi, daha cumhurbaşkanı olmadan önce, henüz Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin meclis başkanıyken kurduğu sıcak diyalogda ve o zamanki icraatlarında bariz bir şekilde görülüyordu. Haydar Aliyev için Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ilişkiler herhangi iki devlet arasındaki ilişkilerden çok daha farklı ve dünyada benzeri olmayan ilişkilerdi.

Haydar Aliyev, Türkiye’ye karşı duyduğu sevgi ve yakınlığı bu kelimelerle özetliyordu: “Biz iki devletin bir milletiyiz.” Bu slogan, aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerde işbirliği ve ortak adımlar doğrultusunda gerçekleştirilmiş icraatları da özetliyor. Haydar Aliyev yönetimi ile birlikte Azerbaycan’ın dış politikasına çok yönlülük ve denge kavramları hâkim olmaya başladı. Yakın komşularla ilişkilerin iyileştirilmesinin yanında ABD, Batı Avrupa devletleri, Çin, Japonya ve Ortadoğu ülkeleriyle de ilişkilerin geliştirilmesi ihmal edilmedi.

Ayrıca uluslararası ve bölgesel örgütlerle işbirliği kuruldu, geliştirildi ve bugün de geliştirilmeye devam ediliyor. Bugün eğer dünyanın en önemli devletleri ve en saygın uluslararası kuruluşları Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün sağlanması hususunda ülkemizi savunuyorlarsa, bu Haydar Aliyev’in gayretlerinin ve azminin sonucudur.

Azerbaycan halkının lideri, ilk olarak AGİT’in 1996 yılında Lizbon’daki zirvesinde dünyanın önde gelen ülkelerinin bu gerçeği teyit etmelerini sağlamakla bunu başardı. 1994 yılının 20 Eylül tarihinde ise “Asrın Antlaşması” imzalandı. Daha sonra Aliyev, o zaman için bir hayal sayılan Bakû-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı için kolları sıvadı. Zorluklara, bu proje için “ütopya” diyenlere ve ortaya çıkan engellere aldırmadı, amacına ulaştı. Bugün BTC ile dünya piyasasına Azerbaycan petrolü sunuluyor, bu hattın ters istikametinde ise Azerbaycan’a bilimsel, kültürel ve ekonomik gelişim geri dönüyor.

İşte tüm bunların bir mimarı var ve o da Azerbaycan halkının lideri Haydar Aliyev’dir. Bu sene, Haydar Aliyev’in doğumunun 90. yılı. Her yıl 10 Mayıs tarihinde olduğu gibi, Azerbaycan halkı ve Türk dünyası onun doğum gününü kutluyor ve onu bir kez daha rahmetle anıyor.

HAYDAR ALİYEV’İN MİRASI

Haydar Aliyev’in 2003 yılında vefat etmesinin ardından, Azerbaycan’da bir takım değişiklikler olacağını düşünenler yanıldılar. Aliyev’in mirasına sadık kalan Azerbaycan halkı ve yönetimi, bugün de onun izinden gitmeye devam ediyor.

Haydar Aliyev, Azerbaycan’da 10 yıl Cumhurbaşkanı olarak görev yaptıktan sonra, 13 Aralık 2003 tarihinde hayatını kaybetti. Ama, prensipleri, ülkesinin kalkınması için başlattığı çalışmalar ve dış politika vizyonu bugün halâ canlılığını koruyor. Çünkü, Aliyev’in mirası aslında ülkenin temel taşlarını oluşturuyor.

Aliyev’in siyasî mirası

Haydar Aliyev’in ülkesine bıraktığı en güçlü miras, hiç kuşkusuz gerçek anlamda bağımsız bir Azerbaycan Devleti’dir. Azerbaycan’ın başına 1993’de geçen Haydar Aliyev, 1991’de bağımsızlığını ilân ettikten sonra henüz yeni bir devlet olmanın getirdiği bocalama dönemini atlatamamış ve iç istikrarını sağlayamamış olan ülkede, istikrarlı bir düzen kurma konusuna öncelik vermiştir. Kısa sürede başarıya ulaşan ve ülkede huzurlu bir ortamın yerleşmesini sağlayan yönetim tarzı bugün de devam etmekte ve Aliyev’in belki de en önemli mirası olarak işlevini sürdürmektedir.

Ekonomik miras

Ülkenin siyasî bağımsızlığını kazanmasından sonraki dönemde, Haydar Aliyev, Hazar Denizi’ndeki petrol kaynaklarını iyi bir ekonomik koz olarak kullanıp Azerbaycan’a ekonomik bağımsızlık da kazandırmıştır. Usta siyasetçi Aliyev, ülkesindeki zengin enerji kaynaklarını bir yandan Azerbaycan’ın ekonomik kalkınması için kullanırken, bir yandan da dış politikada önemli bir koz oluşturduğunu biliyordu. 1994 yılından itibaren dünyanın ilgisini Hazar enerji kaynaklarına çeken ve ABD’nin bölgeye yönelmesini sağlayan Azerbaycan, bağımsızlığının ilk yıllarında sorunlar yaşadığı İran ve Rusya ile dengeli ve eşit ilişkiler kurabilmenin yanında, ABD’nin de bu dengeye katılmasını başarmıştır. Böylece, bölgede “önem verilmesi gereken” bir ülke konumu elde edilmiş, bu da güvenliği tehdit eden unsurlar üzerinde caydırıcı etki oluşturarak Azerbaycan’ın bağımsızlığını pekiştirmiştir.

Dış politika

Bugün, Azerbaycan’ın enerjisinin ve gücünün yükseldiğini ve etkisinin bölgesini aştığını görüyoruz. Bu değerlendirme pek çok kriterle desteklenebilir, ancak özellikle Hocalı Soykırımı’nın dünya devletleri parlamentolarında tanınmaya başlamasını ön plana almak gerekir. İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği’nde Hocalı’da yaşananları soykırım olarak tanımlayan ve Ermenistan’ı kınayan kararı ile başlayan sürecin Meksika, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti’nde ve ABD’nin bazı eyaletlerinde alınan parlamento kararları ile devam edebileceğini kim düşünebilirdi ki? İslam İşbirliği Teşkilatı kararını ilk izleyen ülkenin Pakistan olması, Pakistan’ın ezeli Türk dostu ve Müslüman kimliğiyle örtüşmesi nedeniyle “beklenen” bir karar olmasına rağmen rotanın Güney Amerika ve Avrupa’ya uzaması gerçekten de güçlü ve kararlı bir çalışmanın sonucu olmalı. Örneğin, bir etnik grubun diğerini veto etmesi nedeniyle herhangi bir kararı kolay kolay çıkaramayan Bosna-Hersek parlamentosundan Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıyan bir kararın vetoya uğramadan çıkarılabilmesi Azerbaycan Hükümeti’nin başarısıdır ve bu da Haydar Aliyev’in dış politika vizyonunun bir sonucudur.

Sosyal miras

Haydar Aliyev’in ülkesine verdikleri bunlarla sınırlı kalmıyor. Günlük yaşamda da, Aliyev’in çizdiği yol Azerbaycan halkına çeşitli avantajlar sağlıyor. Örneğin, eğitime ve kültür konularına çok önem veren Aliyev’in oluşturduğu imkânlar çerçevesinde çok sayıda Azerbaycan’lı genç iyi bir eğitim görme, hatta yabancı ülkelerdeki üniversitelerde öğrenci olabilme şansına sahip. Ülkedeki gelişmiş kütüphaneler tam bir bilgi deposu konumunda. Kütüphanelere büyük önem veren Aliyev, “kütüphaneler halk için, ulus için kutsal bir yer, ahlâk, bilgi ve zekâ kaynağıdır” demiş.

Müzik, tiyatro veya edebiyat gibi sanat çalışmalarını da her zaman desteklemiş olan Aliyev’in bu alanlardaki faaliyetlere verdiği önemi bu etkinliklere bizzat katılarak gösterdiği de biliniyor.

Sonuç olarak, Haydar Aliyev’in prensipleriyle ve ülkesine bıraktığı eserleriyle yaşamaya devam ettiği söylenebilir. Zaten Azerbaycan halkının da Aliyev’in mirasını daha ileriye götürmeye kararlı olduğu da görülüyor.

HAYDAR ALİYEV VE
MİLLÎ KÜLTÜR

Azerbaycan’ın millî lideri Haydar Aliyev büyük bir siyasî lider olarak ün yapmıştı ama aynı zamanda bir kültür adamıydı. Millî kimliğin korumasında kültür’ün önemini görmüş ve ülkesinde kültürel uyanışın önünü açan kişi olmuştu.

Her milletin tarihinde önemli rol oynamış, milletinin ve devletinin kaderine yön vermiş, devirler ve nesiller değişse de hiç bir zaman unutulmayacak olan büyük liderler vardır. Bu liderlerden biri de hiç kuşkusuz Azerbaycan halkının Milli Lideri Haydar Aliyev’dir.

Zor dönemler

Haydar Aliyev daha çok büyük bir siyasetçi ve devlet adamı olarak ün kazanmıştı ama çok zengin bir kültür ve sanat dünyasına da sahipti. Özellikle, millî kimliğin korunmasında kültürel gelişmenin müstesna rolüne her zaman inanmış ve yaratıcı insanları himayesine alarak, Azerbaycan’da kültürel uyanışın önünü açmıştı. Sovyetler Birliği döneminde, Azerbaycan’da ana dilin ve milli ruhun korunması ve bağımsızlık mücadelesine zemin oluşturması Haydar Aliyev’in sayesindedir.

Haydar Aliyev Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi Başkanı olana kadar Azerbaycan dili, kültürü, millî ve manevî değerleri ciddi tehdit altında idi. Fakat Haydar Aliyev’in Sovyet Azerbaycan’ının yönetimine gelmesiyle durum hızla değişmeye başlamıştır. Milli kültürün sadece anadil ekseninde var olabileceğine inanan Aliyev, Azerbaycan dilinin edebiyat alanında, çeşitli sanat dallarında, medyada ve resmî dairelerde kullanılmasına her zaman dikkat göstermiş ve yasal düzenlemelerle bunu güvence altına almıştır.

Bu sayede, dönemin politik şartlarının zorlamasıyla resmî dairelerden çıkarılmış olan Azerbaycan dilinin itibarı tekrar iade edilmiş, yasaklı eserlerin üzerindeki sansür kaldırılmış, millî kültürü ve düşünceyi yansıtan eserlere devlet ödülleri verilmiş ve müellifleri koruma altına alınmıştır. En önemlisi ise, Aliyev’in bu süreçte Azerbaycan dilinin ve kültürel değerlerinin yaşatılması konusunda bizzat örnek olmasıdır. O her türlü ortamda konuşmalarını hep ana dilinde yapıyor ve bunu teşvik ediyordu.

Bu sürecin doğal sonucu olarak Azerbaycan’da edebiyat, tiyatro, sinema, resim, mimarlık ve diğer sanat dallarına ait millî kültürel miras muhafaza edilmiş ve devlet desteği ile daha da geliştirilmiştir. Bu gün seve seve okunan bir çok edebi eser, izlenen tiyatro oyunları ve sinema filmleri o dönemin ürünleridir.

Arka plana itilen Azerbaycan folklorunun daha derinden araştırılması, geleneksel âşıklık sanatının gelişimi ve diğer eski geleneklerin canlandırılması yönünde atılan adımlar da ayrıca önemlidir. Devrin resmi ideolojisinin yasakladığı millî ve dinî bayramların yeniden halka sunulması da Aliyev’in özel çabalarıyla olmuştur. Bütün bu kültürel uyanış, doğal olarak millî bilinci oluşturmuş ve ulusal bağımsızlığa zemin hazırlamıştır.

Bağımsızlık dönemi

Millî liderin bağımsız Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra da kültür ve sanata desteği devam etmiş, özellikle Azerbaycan’ın kültür ve sanat mirasının dünyada tanıtılmasına ağırlık verilmiştir.

Azerbaycan kültür mirasının tanıtımında UNESCO ile yapılan işbirliği çok önemlidir. Bu kurumla ilişkilerin gelişmesindeki en önemli adım, Haydar Aliyev’in Aralık 1993’te UNESCO Genel Direktörü Federico Mayor ile görüşmesinde atılmıştır. 1996 yılından itibaren ise, Azerbaycan UNESCO’nun bir dizi sözleşmesine katılmış ve UNESCO himayesinde bilim, eğitim ve kültür alanında projeler gerçekleştirilmiştir. 2000 yılında Azerbaycan’da Uluslararası Barış Kültürü yılı etkin bir şekilde kutlanmış, Manifesto-2000 adı altında seminerler, sergiler, konserler düzenlenmiştir. Azerbaycan muğameserleri UNESCO’nun “Şaheserler”, Gobustan anıtları ise “Dünya kültür mirası” listesine alınmıştır.

Bunun yanı sıra, farklı yıllarda, dâhi Azerbaycan şairi Muhammet Fuzuli’nin 500.doğum yıldönümü, seçkin besteci Kara Karayev’in 80.doğum yıldönümü, “Kitab-ı Dede Korkut” destanının 1300.yıldönümü, seçkin bilimadamı Yusuf Mehmetaliyev’in ve ünlü ressam-halı uzmanı Letif Kerimov’un 100. doğum yıldönümleri UNESCO’nun merkez binasında kutlanmıştır.

13 Ağustos 2004’te Azerbaycan’ın sözlü halk edebiyatının ve müzik mirasının korunması ve geliştirilmesi, müzik eğitimi ve dünya kültür mübadelesi alanındaki hizmetlerinden dolayı, “first lady” Mehriban Aliyeva UNESCO’nun iyi niyet elçisi unvanına layık görülmüştür. Görüldüğü gibi, zaman içinde çok zorlu süreçlerden geçmiş olan Azerbaycan, yabancı kültürel tehditlere ve asimilasyon politikalarına rağmen, Haydar Aliyev’in göstermiş olduğu yolda kendi kültürünü yaşatmayı ve zengin kültürel mirasını korumayı başarmıştır.

BÜYÜKELÇİ FAİG BAĞIROV:
“HAYDAR ALİYEV’İN
SİYASETİ BUGÜN DE YAŞIYOR”

Azerbaycan’ın Ankara büyükelçisi Faig Bağırov, daha 1996-2000 yılları arasında Türkiye’de konsolosluk görevini yaparken, Azerbaycan’ın efsanevî Devlet Başkanı Haydar Aliyev’in etkisine, politikalarına ve Türkiye’ye olan sevgisine yakından tanıklık etmiş. Azerbaycan’ın, 1918’de kurulan ilk cumhuriyetinin 95. yıldönümünü kutlamaya hazırlandığı şu sıralarda, Büyükelçi Bağırov ile geçmişi bugüne bağlayan bir söyleşi yaptık.

DİPLOATLAS: Azerbaycan’da bugünlerde neler konuşuluyor? Son 1-2 yılın önemli gelişmeleri nelerdir?

FAİG BAĞIROV: Son iki yılda hem ülkemizde hem de uluslararası platformlarda birçok yeni gelişmeler oldu. Azerbaycan, 2012-2013 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde daimi olmayan üye olarak görev yapıyor. Üyelik seçimlerinde 155 ülkenin ülkemize güven göstererek Azerbaycan lehine oy kullanması bizim için çok önemli. Böylece Azerbaycan bu uluslararası platformda kendini ispatlamış oldu. Henüz yirmi yıllık bir bağımsız devletin uluslararası alanda bu şekilde temsil edilmesi gurur verici bir hadisedir. Bu arada, çeşitli ülkelerle olan ilişkilerimiz de çok taraflı ve ikili alanlarda gelişmektedir.

Öte yandan, Azerbaycan ekonomisi de hızla büyüyor. Özellikle de petrol dışı sektörünün hızlı gelişimi dikkat çekicidir. Siyasi istikrarın, ekonominin hızla gelişmesini sağladığı, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve Standard and Poor’s gibi uluslararası finans kuruluşları tarafından teyit edilmiştir. Ayrıca, mart ayında, Azerbaycan’ın ilk defa Dünya Ekonomik Forum’un bölgesel bir toplantısına ev sahipliği yaptığını da belirtmek isterim. Sosyal ve kültürel hayattan bahsedecek olursak, bildiğiniz gibi 2011 eurovision şarkı yarışmasını kazanmıştık ve 2012’de şarkı yarışmasını düzenleme sırası Azerbaycan’daydı. Çok başarılı geçen bu organizasyondan sonra, Azerbaycan, artık 2015’de ilk kez yapılacak olan Avrupa Olimpiyat oyunlarına da ev sahipliği yapacaktır. Çeşitli alanlarda kazanılan bu başarılar, Azerbaycan’a duyulan güvenle Azerbaycan’a gösterilen itibarının hangi seviyelere ulaştığı ortaya koymak bakımından son derece anlamlıdır.

DİPLOATLAS: İlk Azerbaycan cumhuriyetinin ilanının 95. yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyorsunuz. Bugün bu olay Azerbaycan halkına ne ifade ediyor?

FAİG BAĞIROV: 1918 yılında kurulan bu devletin esas önemi, doğuda kurulan ilk demokratik cumhuriyet olmasıdır. Demek ki, daha o yıllarda Azerbaycan o seviyeye gelmişti. Maalesef bu ilk cumhuriyetin ömrü sadece iki yıl sürmüş, 1920 yılında o zamanki Bolşevik yönetim tarafından işgal edilen Azerbaycan, ardından kurulan Sovyetler Birliği’ne dahil edilmiş ve 70 yıl boyunca tarihine böyle devam etmiştir. O tarihte İslâm âleminde örneği olmayan cumhuriyet usulü bir yaşam biçiminin, o zamanki Azerbaycan aydınlarının büyük çabaları sonucu gerçekleşmiş olması, bugün de bizim için tabii ki büyük bir gurur kaynağıdır. Aslında, 1991 yılında Azerbaycan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanmadı, sadece, 1918’de elde ettiği bağımsızlığını yeniden yürürlüğe koydu. Bunun için 1918, özellikle Azerbaycan’daki gençler için çok önemli bir tarihtir. Dolayısıyla bu yıl Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin tesisinin 95. yılını Azerbaycan’da, Türkiye’de ve her yerde, tüm dostlarımızla, konferanslar ve diğer etkinliklerle kutlamaktayız.

DİPLOATLAS: Gelelim Haydar Aliyev’in 90. doğum yılına. Haydar Aliyev bugün en çok hangi özellikleriyle anılıyor?

FAİG BAĞIROV: Haydar Aliyev, herkesin bildiği gibi, modern Azerbaycan’ın kurucusu diyebileceğimiz büyük bir lider, Azerbaycan’ın bugün geldiği noktaya ulaşmasında en büyük payı olan kişi ve esas sebebidir. Haydar Aliyev, Azerbaycan’a iki defa yöneticilik etmiş bir insan. Bu dönemlerden ilki, Azerbaycan’ın Sovyetler Birliği’nin içinde yer aldığı 1969-1982 yılları arasındaki dönem, ikincisi ise, Azerbaycan’ın artık bağımsız bir devlet olduğu 1993-2003 yılları arasındaki dönem. Haydar Aliyev, her iki dönemde de yapıcı ve yaratıcı bir siyaset izlemiştir. İlk döneminde, Azerbaycan Sovyetler Birliği’nde geri plânda kalan bir cumhuriyet iken Azerbaycan’a büyük yatırımların gelmesini, reformlar yapılmasını ve çok sayıda tesisin inşa edilmesini sağlamıştır. 1993’te ise, Azerbaycan kritik bir durumdayken halkın davetiyle başa geldi, 1-2 yıl gibi kısa bir sürede Azerbaycan’ın tarihî istikrarına ulaşmasını başardı. Böylece Azerbaycan’ın gelecekteki iktisadî yükselişinin temellerini atmış oldu. 1994 yılında uluslararası petrol şirketleri ile yapılan ve ‘Asrın Anlaşması’ diye adlandırılan anlaşmada onun imzası vardır. Azerbaycan’ın, demin anlattığım her alandaki gelişimi, Haydar Aliyev’in uzak görüşlü siyasetinin neticesidir.

DİPLOATLAS: Haydar Aliyev ile ilgili kendi şahsi hatıralarınız vardır mutlaka…

FAİG BAĞIROV: Türkiye’ye sık sık resmî ziyarete gelirdi, biz de heyetlerin mensupları olarak çalışmalarına şahit olduk. İnsanlarla ilişkilerinde çok sade, çok mütevazi bir insandı. Azerbaycan’ın tarihini, uygarlığını, her yönüyle çok iyi biliyordu. Gerçek bir liderdi. Her devlet adamı lider mertebesine ulaşmaz; liderlik ebedî bir meseledir. Haydar Aliyev’in yaptığı işlerin, Azerbaycan için gösterdiği faaliyetlerin yıllar boyunca insanların hatırasından hiç silinmemesi liderliğini göstermektedir.

DİPLOATLAS: O dönemde Azerbaycan’ın Türkiye ile olan ilişkileri nasıldı?

FAİG BAĞIROV: Haydar Aliyev’in Türkiye’ye olan sevgisini, hürmetini ve Türkiye’ye verdiği önemini vurgulamak lâzım. Bugünkü işbirliğimiz, ister ekonomik ister politik bakımından, Haydar Aliyev’in eseridir. Çünkü Azerbaycan topraklarındaki zenginliğini Türkiye’ye emanet etmiştir. Azerbaycan petrolü ile doğalgazının Türkiye üzerinden ihraç pazarlarına ulaşması, Haydar Aliyev’in cesaretinin ve becerisinin ürünüdür. Bakû-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı ile Bakû- Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı inşa edilmiştir. Bakû-Tiflis- Kars demiryolu projesi de, aynı stratejinin, Türkiye’ye olan o sevgi ve itibarın, ulaşım alanındaki devamıdır. Bir de son aylarda gündeme gelen, Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanacak Trans Anadolu Boru Hattı konusu vardır. Tüm bunlar, Haydar Aliyev’in ’90’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında izlediği siyasetin, bugün de yaşadığını göstermektedir.

DİPLOATLAS: Haydar Aliyev’in o meşhur “bir millet, iki devlet” sözü hala geçerli mi?

FAİG BAĞIROV: Haydar Aliyev, Türkiye ile Azerbaycan’ın işbirliğini ve birbirine olan bağlılığı görmüş, gördüklerini de bu güzel ifade ile dile getirmiştir. Gerçekten de dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bir ilişkimiz var. Sevinçlerimiz de hüzünlerimiz de birdir. Türkiye’nin bugün de Azerbaycan’ın yanında olması, Azerbaycan’ı uluslararası platformlarda desteklemesi bizi çok gururlandırıyor Azerbaycan’ın başarıları Türkiye’nin de başarılarıdır. Bugün Azerbaycan ile Türkiye arasında ilişkilerin altın dönemini yaşamaktayız, görüşlerimiz her alanda örtüşmektedir. Tüm bunlar o ünlü sözü bir kez daha doğrulamaktadır.

BAKÛ’NUN KALBİ
“İÇERİ ŞEHİR”

Azerbaycan’ın başkenti Bakû insanı şaşırtan bir şehir dokusuna sahip. Eski ile modernin yan yana olduğu kentte, bazen bir Batı Avrupa kentinde olduğunuzu, bazen de tarihî bir mekanda bulunduğunuzu düşünüyorsunuz.

Başkent Bakû, 2010 yılında Avrupa’nın en güzel sekizinci şehri seçilmiş. Gerçekten de, bu yemyeşil ve bakımlı şehir hem çok şık ve modern görünümü, hem de tarihi zenginliğiyle göz kamaştırıyor. 4 milyon nüfuslu Bakû’de görkemli kamu binaları ve geçen yüzyıldan kalan zarif villalar anıtsal eserlerden farksız. Cepheleri süsleyen heykel ve kabartmalardan, kemerlerden, ustalık ürünü balkonlardan, kapı bezemelerinden, sıra dışı pencerelerden ve sütunlardan etkilenmemek mümkün değil. Akşamları ise, Bakü ayrı bir güzel; bütün tarihi binalar ışıklandırılıyor. Tarihi dokusunu koruyarak gelişen bu şehirde Sovyet döneminin, birbirinin kopyası ve estetikten uzak yapıları da var. Ama şehir müthiş bir şehircilik hamlesiyle toparlanmış; özellikle de “İçeri şehir”. Yüksek binalar ve geniş caddeler şehrin modern yüzünü yansıtırken surlara çevrili bölge, yani İçeri Şehir, geçmişin ruhunu bugüne taşıyor.

Bakû’nün Kalbi

Bakû’nun Hazar denizi kıyısında, etrafı surlarla çevrili tarihi merkezine “İçeri Şehir” deniyor. Bakû, 12.yüzyılda, önce burada kurulmuş. İlk Azerbaycan devletini kuran Şirvanşah Hanedanlığı döneminde altın çağını yaşayan şehir, 19.yüzyıl başında üç bin nüfuslu bir kasaba iken, 20.yüzyıla doğru Kafkaslar’ın en büyük ve en önemli kültür ve ticaret merkezi olmuş. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış, Azerbaycan’ın can damarına dönüşmüş. Petrol ve tuz zenginliğiyle Kafkasya’da türlü hesapların ve mücadelelerin çekim noktası olmuş. Coğrafi koşullarının yanı sıra İpek Yolu üzerindeki en önemli kavşak noktalarından birini teşkil etmiş.

Bugün Bakü’nün tarihi merkezini 12.yüzyıl surlarıyla çevrili, daracık sokakların yer aldığı “İçeri Şehir” oluşturuyor. Çoğu cumbalı, tek ya da birkaç katlı taş evler, şimdilerde restore edilip butik otellere dönüştürülüyor ama bir kısmında da mahalleli oturmaya devam ediyor. Açık hava müzesini andıran İçeri Şehir ve barındırdığı Şirvarşahlar Sarayı ile Kız Kulesi, 2000 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi‘ ne dahil edilmiş.

Şirvanşahlar Sarayı, aslında çeşitli yapılardan oluşan bir külliye. Yüksekçe bir alana kurulmuş olan sarayın yakınında bir cami, zarif bir Divanhane, Şirvanşahlar ve Seyid Yahya Bakuvi türbeleri, sarnıç, hamam gibi yapılar var. Divanhane’nin giriş kapısında, alışılmadık güzellikte yazı ve süslemeler yer alıyor; incir ve asma yaprakları hemen göze çarpıyor. Divanhane’nin adaleti sağlama amaçlı kullanıldığı, burada duruşmaların ya da infazların gerçekleştiği veya hazine işlerinin görüldüğü düşünülüyor.

Hanedan fertlerinin mezarlarının bulunduğu Şirvanşahlar türbesi ise, dört köşeli bir yapı. Ama tepesinde yıldızlarla süslenmiş, altı köşeli bir kubbesi var. Kubbenin içi eskiden mavi mine kaplı tuğlalarla döşeliymiş.

Külliyenin aşağı terasında bulunan 26 odalı hamam, ışığın içeri girebileceği deliklere sahip kubbelerle kaplı. Sıcaksoğuk su bölümleri, soyunma odaları, yeraltına döşenmiş su kanalları, rezervuarı, küçük yuvarlak havuzları ile tam donanımlı. Külliyenin güney kısmındaki, daha çok Derviş türbesi olarak anılan Seyyid Yahya Bakuvi türbesi sekizgen biçimde. Bakuvi bir sufi, bilim insanı, filozof, astronom ve matematikçi.

Şirvanşahlar Sarayı, Asya taş mimarisinin en görkemli örneklerinden. 10 yılda inşa edilen bu mükemmel mimariye, zaman içinde birçok kez bütünü bozmayan eklemeler yapılmış. Kubbeleri ve kemerleri ile gayet iyi durumda olan Saray, külliye içindeki en büyük ve en eski yapı. Giriş katındaki odalar, hizmetçiler ve yiyecek depolamak için kullanılmış.

Saray, daha sonraki dönemlerde kimi zaman kışla olarak, kimi zaman da ahır, depo ya da hastane olarak kullanılmış. Sonra, 1964’te müzeye dönüşmüş.

Küçük bir havuzu, kuyusu ve 22 metrelik tek bir minaresi olan Cami ise, külliyenin aşağı avlusunda. Bir zamanlar taştan olan şerefesi, şimdi demirden.

“Qız Qalası”

İçeri şehir’deki yapılardan en ünlüsü olan 27 metre yüksekliği olan Kız Kulesi, Bakû’nun en önemli simgesi sayılıyor. Azerbaycan lehçesinde “Qız Qalası” diye adlandırılan kule, milattan önceye ait yapıların kalıntılarının üzerine, 12.yüzyılda inşa edilmiş. Havadan bakıldığında, “Q” harfi şeklinde görünen kulenin terasından bütün Bakü’yü seyretmek mümkün. Gövdesi kireç taşından, cephesi içe meyilli yatay, siyah taş sıraları ile döşeli yapı, Bakü’nün en çarpıcı anıtlarından. Bir zamanlar Hazar dalgaları dibine dek ulaşırmış. Masallardan çıkmış gibi deniz kıyısında yükselen ve geceleri ışıl ışıl olan Kule için birçok opera ve bale sergilenmiş, şiirler yazılmış.

Kız kulesiyle ilgili pek çok efsane anlatılıyor. Ama, kulenin bir gözlem evi olduğunu ya da savunma amaçlı inşa edildiğini düşünenler çoğunlukta. Kesin olarak bilinen ise, 18. ve 19.yüzyıllarda deniz feneri olarak kullanıldığı. Ama Bakü sürekli büyüdüğü ve fenerin ışıkları şehir ışıklarıyla karıştığı için, fener Nargin Adasına taşınmış.

Geleneksel Azeri müziği dinlemek için İçeri Şehir’e uğramak gerekiyor. Hediyelik eşya dükkânlarının çoğu da burada. Ayrıca, burası antika meraklıları ve koleksiyoncular için de bir cennet. Sokak tezgâhlarında, yaşlıların evlerinden getirdikleri eski Sovyet madalyaları, nişanları ve paralarını ucuz fiyatlara satın almak çok mümkün.

Sahil şeridi

İçeri Şehir’in doğusunda, surların hemen dışında, Hazar Denizi’ne bitişik sahil şeridi yer alıyor. Bugün, burası çok şık, çok keyif verici bir bölge. Hazar sahili boyunca restoranlar, cafe’ler ve yepyeni alışveriş merkezleri uzanıyor. İster plaj keyfi, isterseniz nefis bir manzara eşliğinde yürüyüş keyfi yapabilirsiniz. Kilometrelerce uzanan sahil bulvarı insanın içini açıyor. 150–200 metre genişlikte park ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiş sahil boyunca, özellikle akşamüstü ve hafta sonları şehrin ışıltılı devinimini izlemek gerçekten çok hoş. Ferah caddeler, açık alan heykelleri, havuz-lamba-bank gibi ayrıntılar göz okşayıcı.

Aslında, eskiden, İçeri Şehir’in dış kale surları deniz kıyısı boyunca uzanıyormuş. Bu dış surlar, 1800’lü yıllarda şehri denizden ayıran ve “havanın serbest dolaşımını engelleyen yararsız bir yapı” olarak nitelendirilip yıkılmış. Sahil şeridi de taş dolguyla doldurularak genişletilmiş. Genişleyen araziye kısa sürede zarif binalar inşa edilince, güzel bir sahil şeridi ortaya çıkmış. 1900’lerin ilk yarısında, bu bölge şehrin incisi sayılıyormuş. Sahilde yapılan bu düzenlemelerin öncüsü, ünlü Azerbaycanlı mimar Kasım Bey Hacıbabayev sahil şeridindeki bir çok yapıyı ve fıskiyeleri tasarlayan ve inşa eden kişi. Bugün bile saygı ile anılıyor.

1900 yılında, sahil şeridinin ağaçlandırılmasına karar verilmiş ve uygulama başlatılmış. İki tarafı ağaçlı olan bulvar o günlerin eseri. 1936 yılında, 70 metre yüksekliğinde bir de Paraşüt Kulesi inşa edilmiş. Kule halâ yerinde duruyor ama 1950’den beri kullanılmıyor. Bakû Sahil Şeridi, 1998 yılında, Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in kararnamesiyle Millî Park ilân edilmiş. 1990’larda, Hazar Denizi’nin seviyesinin ani yükselişi nedeniyle hasar gören “Yat Kulübü” binası, bugün yeniden yapılmış bulunuyor. “Azneft” meydanında ise çok iyi tasarlanmış bir fıskiye sistemi yapılmış. “Hükûmet Evi”nin karşısında kurulan bir diğer fıskiye sisteminin ise dünyada benzerinin olmadığı söyleniyor.

Bugünkü adı “Bakû Bulvarı” olan sahil yolu, Bakû’lülerin ailece dinlendikleri, dostlarıyla buluştukları huzurlu bir yer ve yenilenmiş ruhuyla başkentlilerin gurur kaynağı.

Haydar Aliyev Vakfı

Azerbaycan’ın Millî Lideri Haydar Aliyev’in ideallerini ve hatırasını yaşatmak için kurulmuş olan “Haydar Aliyev Vakfı”nın çalışmaları ülke içindeki faaliyetlerle sınırlı kalmıyor, ülke dışında da eğitim, kültür ve sanat projelerine
destek veriliyor.

Azerbaycan’ın önde gelen sivil toplum kuruluşlarından olan “Haydar Aliyev Fondu”, yani “Vakfı”, 2004 yılında kurulmuş. Vakfın başkanlığını Azerbaycan’ın “first lady”si Mihriban Aliyeva yapıyor. Genel olarak, Azerbaycan’ın Millî Lideri Haydar Aliyev’in fikirlerini ve ilkelerini canlı tutmak ve hayata geçirilmesine destek vermek amacını taşıyan Vakfın çok geniş sosyal, kültürel ve insanî hedefleri var.

İç ve dış hedefler

Haydar Aliyev Vakfının temel hedeflerinin bazıları yurt içine yönelik. Örneğin, bilim, eğitim, sağlık, spor ya da çevrecilik gibi alanlarda projeler hazırlayıp hayata geçirmek; sosyal problemlerin giderilmesine yardımcı olmak; Güzel Sanatlar konusunda sanatçılara destek vermek.

Ama, Vakfın hedefleri arasında Azerbaycan sınırlarını aşan faaliyetler de var. Bunların başında, yabancı ülkelerdeki benzer Vakıflarla işbirliği yaparak ortak projeler hazırlamak konusu geliyor. Azerbaycan’ı diğer ülkelerin kamuoyunda tanıtmak, diğer ülkelerdeki eğitim kurumlarıyla işbirliği yaparak Azerbaycan gençlerinin daha iyi yetişmesini sağlamak ve diğer ülkelerle bilimsel konularda bilgi alışverişinde bulunmak, hep Vakfın amaçları arasında yer alıyor.

Somut örnekler

Haydar Aliyev Vakfı, kurulduğundan bugüne kadar, eğitim, bilim, kültür, sağlık, spor ve çevre gibi bir çok alanda yüzlerce projeye imza atmış. Ülke genelinde bir çok okulun, kreşin ve sağlık ocağının açılışını gerçekleştirerek Azerbaycan’ın sosyal kalkınmasında öncü bir rol oynamış. Bu faaliyetler bugün de devam ediyor. En son, geçtiğimiz Nisan ayında, Vakıf tarafından onarımı yapılarak yepyeni hale getirilen 2 çocuk yuvasının açılışı, Haydar Aliyev Fondu Başkanı Mihriban Aliyeva tarafından yapıldı.

Bu arada, Vakfın çalışmaları yurt dışında da devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde, Vakıf tarafından derlenen bir dizi kitap, Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Pretoria şehrinde bulunan Millî Kütüphaneye armağan edildi. “Hocalı Katliamı” na dikkat çeken bir fotoğraf sergisi de İsrail’de sergileniyor.

Birkaç yıl önce, Pakistan’ın Muzafferabad şehrinde, kız öğrenciler için gerçekleştirilen ortaokul projesi, Azerbaycan’dan Pakistan’a uzanan bir kardeş eli olarak görülmüş ve takdir toplamıştı. Eğitime olduğu kadar kültür ve sanata da büyük önem veren Vakıf, Fransa’daki Louvre Müzesi ile Versailles Sarayı’nın onarımı için parasal destek sağlamıştı. Yine Fransa’daki Strasbourg Katedrali’nin ünlü vitraylarının yenilenmesine destek sağlanmış, ayrıca Berlin’deki Şehir Sarayı’nın yeniden inşasına katkıda bulunulmuştur.

Bütün bu katkıların Azerbaycan’ın uluslararası itibarını yükselttiğine ve ülkenin tanıtımına hizmet ettiğine hiç kuşku yok. Zaten, Fransa’nın “Legion d’Honneur” nişanına sahip olan Mihriban Aliyeva, UNESCO ve ISESCO tarafından dünya iyi niyet elçisi ilân edilmiş bulunuyor.

Haydar Aliyev Fondu’nun ülkesine ve toplumuna yaptığı hizmetler saymakla bitmez. Vakıf, “Bakû Modern Sanatlar Müzesi”nden, Gence’de açılan “Fiziksel Engelliler Merkezi” ne, Şirvan Millî Parkı’ndaki ceylanların koruma altına alınmasından, Hazar ilçesindeki Bina’da FIFA koşullarına uygun bir stadyum inşa edilmesine kadar yüzlerce projeyi hayata geçirmeye devam ediyor. Çok çeşitli alanlardaki bu projelerin devam edeceği ve ülke kalkınmasına büyük katkılar sağlayacağı da kesin gibi görülüyor.

AZERBAYCAN’DA BİR ÖZERK CUMHURİYET
NAHÇIVAN

Nahçıvan, Azerbaycan’a ait ama coğrafi açıdan Azerbaycan sınırları dışında kalan bir özerk bölge. Kuzeyinde Ermenistan, güneyinde de İran yer alıyor. Batısında ise, Türkiye ile sınır komşusu. Nahçıvan ile yaklaşık 15 km.lik bir ortak sınırımız var.

A z e r b a y c a n ’ ı n “Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti”nin başkenti Nahçıvan, deyim yerindeyse Türkiye’nin kapı komşusu ve Iğdır’a sadece 160 km uzaklıkta. Nüfusu 90.000 olan şehir, Nahçıvan Çayı kıyısındaki düzlük alanda kurulu, tertemiz, yeşil ve huzur dolu bir kent. Sovyet dönemindeki ana iskeleti korunarak yenilenen Nahçıvan, bugün hayli modern bir görünüme sahip.

Kültür mirası

Şehirde en çok ziyaret edilen yerlerden biri olan Mümine Hatun Türbesi, 12.yüzyılda Atabey Şemseddin İldeniz tarafından, gencecik yaşta vefat eden eşi Mümine Hatun için yaptırılmış. Hafif eğri duran Selçuklu eseri türbe, Horasan harcı kullanılarak tuğladan inşa edilmiş. Dış cephesindeki yüksek nişler, aralarında turkuaz çinilerin parladığı geometrik desenler ve çok özenli hatlarıyla müthiş estetik bir başyapıt.

Halk kahramanı Köroğlu’nun heykeli, kılıç elinde, şahlanmış atının üstünde şehri korurken ana vatanı Nahçıvan olan Dede Korkut’un heykeli de çok güzel bir meydanda masallarını anlatmak üzere ziyaretçilerini bekliyor. Şehre hakim bir tepede bulunan ve Nahçıvan’ın en göz kamaştırıcı binası sayılan Han Sarayı ile altın gibi parlayan kubbeleri ve masmavi çinileri ile dikkat çeken İsmailhan Hamamı dikkat çeken diğer eserler.

Nahçıvan Kalesinin yanındaki Nuh Peygamber Türbesi de şehirdeki önemli kutsal yerlerden. Rivayete göre Nuh Tufanı, türbenin tam karşısında, ortasındaki yarıkla olağanüstü bir görüntü sergileyen Haça Dağı’nda, diğer adıyla Yılanlı Dağ’da yaşanmış. Dağın yarılıp Nuh’un gemisine yol verdiğine ve o yarıktan geçen geminin Gemikaya’ya çıktığına inanılıyor.

Şehirden 20 kilometre uzaklıktaki bir tepede, inanışa göre Yedi Uyurların saklandığı Ashab-ı Kehf Mağarası da ziyaretçi akınına uğruyor.

Nahçıvan’daki Devlet Halı Müzesinin ise dünyada bir benzeri yok. 14.yüzyılda kışla olan bir binada sergilenen halılara paha biçilemiyor. Müzenin en kıymetli eseri, sekiz kadın tarafından sekiz ayda tamamlanan ve 1.200.000 adet ilmeği olan Haydar Aliyev halısı; dünyanın ikinci önemli halısı. Nahçıvanlı olan merhum Cumhurbaşkanı’nın anısının yaşatıldığı Haydar Aliyev Müzesi ise özellikle geceleri ışıl ışıl.

Duzdağ Mucizesi

Nahçıvan’a 12 kilometre uzaklıkta, deniz seviyesinden 1.173 m yükseklikte bulunan Tuz Dağı Mağarası (Duzdağ) astım, bronşit ve nefes darlığı çeken hastalara şifa dağıtıyor. Burada bir Astım hastanesi kurulmuş. Yerin 180 metre altında bulunan hastane dünyada tek.

Tuz Dağı Astım Terapi Merkezi adı verilen mağarada ısı yaz-kış 18-20 derece. Dokuz galeriye dağılan 47 oda, 128 yatak, kafeterya, TV salonu ve kitaplığın bulunduğu merkezde galerilerin uzunluğu 30-40, eni 8-10, yüksekliği ise 3,5 metre. Özel olarak ışıklandırılmış mağarada ziyaretçiler için kılavuz yollar yapılmış. Bu yollar haricinde her yer tuzdan. Sabit barometrik basınca sahip mağaranın mikro iklimi sodyum ve klor iyonları bakımından zengin. Karbondioksit, metan ve azot gazları yok, küf mantarları da bulunmuyor. Havalandırma doğal, mikroplar düşük seviyede, alerjenler de yok denecek kadar az.

Mağaranın yatay yapısı nedeniyle hastalar yeraltına girerken rakıma hemen adapte oluyorlar, bu da kendilerini daha rahat hissetmelerine ve tedavinin daha etkili olmasına sebep oluyor. Hastalar geceyi burada geçirip sabaha kadar o serin ve tertemiz havayı teneffüs ediyorlar. Birkaç gün içinde olumlu gelişmeler başlıyor; balgam ifrazatı azalıyor, bronşlar temizleniyor, boğulma krizleri hiç yaşanmıyor. Hırıltılar azalırken kan değerleri normale dönüyor, nabız normalleşiyor ve tansiyon düzeliyor.

HIZLA YÜKSELEN REFAH

Azerbaycan ekonomisini petrol ve doğalgaz sırtlıyor. Zengin enerji kaynakları sayesinde hızlı bir kalkınma süreci yaşayan ülkede, refah seviyesi hayli yükselmiş durumda. Bu da ekonominin diğer sektörlerindeki büyümeyi beraberinde getiriyor.

Bir çok ekonomi gözlemcisine göre, Azerbaycan, son yıllardaki ekonomik performansıyla, Kafkasya’nın parlayan yıldızı haline gelmiş bulunuyor. Gerçekten de, enerji sektörünün lokomotif görevi yaptığı Azerbaycan ekonomisi, inşaat, turizm ve otelcilik ya da ticarî kuruluşlar açısından göz kamaştırıcı bir gelişme içinde.

Zaten, son yıllarda, Azerbaycan’ın ekonomik açıdan istikrarlı bir kalkınma içinde olduğu biliniyordu. Uygulanan tutarlı ekonomi politikalarının sonucunda, 2005- 2010 yılları arasındaki dönemde, hem genel açıdan, hem de petrol dışındaki sektörlerde düzenli bir ilerleme kaydedilmiş ve 2010 yılında GSMH yüzde 5 oranında artarken, kişi başına düşen millî gelir de yüzde 3,7 oranında artmış ve 5800 ABD doları olmuştu. Bu rakam, 2012 yılı itibariyle 7490 ABD doları seviyesine yükselmiş bulunuyor.

Yayınlanan verilere göre, 2012 yılını yüzde 2,2’lik büyüme ile kapatan Azerbaycan, şimdi yeni bir kalkınma hamlesine hazırlanıyor.

Yer altı servetleri

Azerbaycan doğalgaz, petrol, demir cevheri, kurşun, çinko, kobalt, tuz rezervleri, bakır ve kükürt yatakları ile çok zengin yeraltı kaynaklarına sahip. Ama, ekonomide en büyük pay petrolün. Petrol ve doğalgaz, ülke ekonomisinin yaklaşık yüzde 75’ini oluşturuyor. Bu zenginlik her ne kadar bir avantaj gibi gözükse de, Azerbaycan yönetimi ekonomiyi çeşitlendirmek ve petrol dışı ürünlerin ekonomideki payını arttırmak için büyük çaba sarf ediyor.

Azerbaycan ekonomisinin temel taşlarını oluşturan petrol ve doğalgaz, aynı zamanda ülkenin en önemli ihraç ürünleri. Petrol üretimini ve ihracat organizasyonunu bir kamu şirketi olan SOCAR gerçekleştiriyor. SOCAR’ın açık adı “Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi”. SOCAR’ın, Azerbaycan’daki petrol üretimindeki payı yüzde 20. Geriye kalan bölüm ise, BP yönetimindeki “Azerbaijan International Operating Company (AIOC) tarafından üretiliyor. Aslında AIOC de uluslararası bir şirketler konsorsiyumu. Üyeleri Chevron, Statoil, Exxon ve Türkiye Petrolleri A.O.

Üretilen Azerbaycan petrolü 3 farklı boru hattıyla ihraç ediliyor. Bunlar, Bakû-Tiflis- Ceyhan, Bakû-Norossiysk ve Bakû-Supsa hatları. Üretimin yüsde 80’lik çok önemli bir bölümü Bakû- Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattıyla ihraç ediliyor.

BTC, BTE ve TANAP

Türkiye, bir yandan TPAO aracılığıyla Azerbaycan enerji sektöründeki varlığını güçlü bir biçimde sürdürürken, bir yandan da Azerbaycan ile yapılan enerji projeleri iki kardeş ülkeyi birbirine daha da yakınlaştırıyor. İki ülke arasındaki, stratejik önem taşıyan enerji projeleri küresel düzeyde de çok önemli. Petrolün taşınmasına yönelik BTC boru hattının ardından, Bakû-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattının da devreye girmesinden sonra, şimdi de, Azerbaycan doğalgazının Avrupa’ya taşınmasını amaçlayan “TANAP” üzerinde çalışılıyor.

“TANAP”, Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi anlamına geliyor. Geçtiğimiz yıl, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladıkları 7 milyar dolar maliyetli proje, 2018 yılında gerçekleşmiş olacak. TANAP’ın yüzde 20’lik hissesinin BOTAŞ-TPAO konsorsiyumuna, yüzde 80’inin de SOCAR’a ait olması öngörülüyor.

Projeye göre, Azerbaycan doğalgazı, TANAP ile Gürcistan üzerinden Türkiye’ye girecek, Yunanistan veya Bulgaristan üzerinden de Avrupa’ya ulaşacak. Türkiye’ye, eski adı “Badele” olan “Türkgözü” sınır kapısından girecek olan boru hattından yılda 16 milyar metreküp doğalgazın geçmesi, bunun 6 milyarlık bölümünün Türkiye’ye verilmesi, 10 milyar metreküplük kalanının da Avrupa’ya gönderilmesi plânlanıyor.

Gözle görülen refah

Azerbaycan’ın sanayi tesislerinin çoğu Apşeron bölgesinde. Ağır sanayide enerji, metalurji, makina imalâtı, kimya ve orman ürünleri öne çıkıyor. Hafif sanayi ise petrokimya, gıda, giyim, dokuma, deri, kürk ve kundurada yoğunlaşıyor. Son dönemde silah sanayiinde ve elektronik malzeme üretiminde de artış kaydedilmiş. Turizm ve otelcilik alanındaki olağanüstü gelişmeler de bunlara eklenince, kalkınmanın boyutları belli oluyor. Toplumun refah seviyesinin her gün daha da artmasının başlıca nedeni bu olsa gerek.

Son dönemde, Azerbaycan’da ortalama ücretler önemli ölçüde artış göstermiş. Önceki yıllarda 200 dolar civarında olan ortalama işçi ücretleri, geçtiğimiz 2012 yılında 500 dolar seviyesindeydi. Enflasyon oranı ise, 2010 yılında yüzde 5,7 iken, 2012’de yüzde 1,1 oldu. Böylece, halkın satın alma gücü daha da arttı. Refah düzeyindeki yükselmeyi, Bakû sokaklarında trafiği yoğunlaştıran lüks otomobillerden, ya da şehirde yükselen rezidans bloklarından kolayca görmek mümkün. Ayrıca, şehir merkezindeki ışıl ışıl caddelerde yan yana uzanan şık mağazalarda uluslararası lüks markaların ürünlerini kolaylıkla bulabilirsiniz.

İnşaat sektöründeki büyüme de ayrı bir zenginleşme göstergesi. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in vizyonu doğrultusunda başlatılan yapılanma hamlesi, deyim yerindeyse ülkenin çehresini değiştiriyor. Çok katlı dev binalar, modern alışveriş merkezleri, plazalar ve yüksek rezidans binaları Bakû’nun siluetini değiştirirken, yollar ve kaldırımlar da sil baştan yenileniyor. Bakû, yakında pahalı Avrupa kentleri ile yarışır hale gelecek. Deniz manzaralı dairelerin kira fiyatları şimdiden aylık 3000 doları aşmış.

Türkiye ile ilişkiler

Türkiye, Azerbaycan’ın en önemli ticarî partnerlerinden biri. İki ülke arasındaki geleneksel kardeşlik ilişkileri göz önüne alındığında, bunda elbette ki şaşırtıcı bir taraf yok. 2012 yılında, iki ülke arasındaki ticaret hacmi 3,5 milyar doları aşmıştı. Bu dönemde, Türkiye’nin Azerbaycan’a ihracatı 2,2 milyar doları, Azerbaycan’dan yaptığı ithalat ise 1,2 milyar doları geçiyordu.

Türkiye, Azerbaycan’a ağırlıklı olarak demir-çelik, inşaat ve aksamı, kablolar ve teller, plastik borular ve hortumlar, hijyenik kağıt ürünleri, temizlik maddeleri, alüminyum inşaat aksamı, döşeme malzemeleri, buzdolapları ve dondurucular, elektrikli makine ve mekanik cihazlar, mobilya, otomotiv yedek parçaları, optik aletler, tuz, kükürt, taş, alçı, çimento, sabun, sebze ve meyve ihraç ediyor. Bu ihraç kalemlerine karşılık Türkiye’nin Azerbaycan’dan yaptığı ithalatta en büyük pay, yüzde 90 oranında, petrol gazı ve diğer gazlı hidrokarbonlar ile petrol yağlarına ait.

Genellikle Türk malı ürünler Azerbaycan’da revaçta. Türk ürünleri, piyasadaki Çin ve Rus malı ürünlerle rekabette pek zorlanmıyor.

Bakû Uluslararası Havalimanını, Merkez Bankasının görkemli binasını, Bakû Tersanesi’ni, Bakû-Supsa Petrol Boru hattının bir bölümünü, Severnya Kombine Elektrik Santralını ve daha bir çok önemli yapıyı Türk firmaları inşa etmiş. Türk firmalarının Azerbaycan ekonomisi içinde yer almaları ve katkıda bulunmaları her iki ülke arasındaki ilişkileri daha da güçlendiriyor.

Yatırım fırsatları

Siyasi ve ekonomik istikrarı, zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla zenginlik yolunda hızla ilerleyen Azerbaycan, doğal olarak yabancı yatırımcıların da ilgisini çekiyor. Zaten, ülkede yabancı yatırımcıları cezbedebilmek için bir dizi reform hayata geçirildi, bürokratik mekanizmalar nisbeten kolaylaştırıldı, sistem libere edildi. Şimdi, ülkeyi incelemek için ziyaret eden firmaların sayısının arttığı gözlemleniyor. Nitekim Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 2012 yılında 22 milyar dolarlık yatırım yapıldığını belirtti ve bu rakamın içindeki 9 milyar dolarlık bölümün yabancı firmalara ait olduğunu vurguladı.

Yatırım için Azerbaycan’da birçok sektörde önemli fırsatlar mevcut. Eski binaların yıkılıp, yerine yenilerinin yapıldığı ülkede inşaat sektörü cazip imkânlar sunuyor. Organik tarım ve hayvancılık, enerji, turizm ve sağlık sektöründe de yatırım için büyük fırsatlar söz konusu.

“KOBUSTAN” VE
MİLLÎ PARKLAR

Azerbaycan’da, UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde bulunan iki yer var: Bakû’deki “İçeri Şehir” ve neolitik çağdan kalma kaya resimlerini barındıran “Kobustan”. Ülkede, ayrıca 8 tane de “Millî Park” bulunuyor.

Başkent Bakû’nun şehir çekirdeği olan ve U N E S C O ’ n u n Dünya Mirası listesinde yer alan “İçeri Şehir”i, Azerbaycan’ı ziyaret edenlerin hemen hepsi görmüştür. Ama, yine UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde bulunan “Kobustan”ı ziyaret edenlerin sayısı çok fazla değil. Oysa, burası Azerbaycan’da görülecek yerlerin başında geliyor.

Kobustan

Kobustan, Bakû’ye 65 km uzaklıkta. Bu açık hava müzesinde, neolitik çağda kayalar üzerine yapılmış binlerce resim bulunuyor. Bu resimlerin, sayıca çok olmaları yanında çizgilerinin de yüksek kaliteli olması, onları dünyada benzersiz kılıyor. En eskisinin M.Ö.12. yüzyıla ait olduğu belirlenen bu kaya resimlerinde, insan figürleri yanında, at, öküz, geyik ve balık gibi hayvan figürleri, av sahneleri, dinî törenler, kullanılan el âletleri ve şaşırtıcı gemi resimleri görülüyor. Bu resimler sayesinde, tarih öncesi dönemlerdeki yaşam hakkında pek çok bilgi edinilmiş.

Kobustan’daki kaya resimleri, Beyukdash (Büyüktaş) ve Kichikdash (Küçüktaş) tepeleri ile Jingirdag ve Yazılı tepe’deki kayaların üzerine kazınmış. Sayısı 6000’den fazla olan bu resimlerden en büyük olanının genişliği 9 metreyi buluyor. Bu arada, “Gaval dash” (Kaval taşı) adı verilen bir kaya kütlesini de unutmayalım. Bu kaya parçasına küçük bir taş ile vurursanız, tam-tam’ı andıran melodili sesler duyuyorsunuz.

Millî Parklar

Bakû’ya çok yakın olan Abşeron Millî Parkı, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in inisiyatifi ile 2005 yılında kurulmuş. Burada ceylanlar, Hazar fokları ve çeşitli su kuşları yaşıyor. Aslında, bölge Sovyet döneminde de koruma altındaymış. Çöl ve step iklimi karışımı bir havanın hüküm sürdüğü alanda bitki örtüsü zayıf görünüyor ama, tuza ve rutubete karşı dayanıklılık sağlamış özgün bitki türleri var. Kuru alanlarda, çakal, tilki ve tavşan gibi hayvanlara rastlamak da mümkün. Ama kıyılarda görülen kısa boylu Hazar foklarının eşi, benzeri yok.

Ağ-Göl Millî Parkı da, Merkezi Azerbaycan’ın güney kesiminde yer alıyor. Kura- Aras ovasındaki bu Park, aslında çok değerli bir kuş cenneti. Burada 140’dan fazla kuş çeşidi belirlenmiş; bunların yaklaşık 90 çeşidi yıl boyu bu alanda yaşıyor. En çok görülenler, keklik, kaşıkçı balıkçıl, kuğu, yaban ördeği ve toy.

Ülkenin kuzey-doğusundaki Altıağaç Millî Parkı ise ormanlık bir alan. Burada meşe, dişbudak ve gürgen gibi kıymetli ağaçların yanında, “demir ağacı” denen nadir bir türe de bolca rastlanıyor. Tabii, ormanlık yerde hayvanlar da eksik olmaz; burası, sadece Kafkasların bir bölümünde yaşayan bir antilop türünün mesken tuttuğu bir alan. Parkta ayrıca, karaca, ayı, sırtlan, tilki ve kurt gibi hayvanlar da var.

Ülkenin doğusundaki Göy Göl ve çevresi de 2008 yılında Millî Park ilân edilmiş. Göy Göl, Azerbaycan’daki en güzel ve temiz göllerden biri. Çevresi tamamen ormanlarla kaplı. Bu ormanlık alanda 420 değişik türden bitki bulunuyor ve bunlardan 20’si dünyada sadece burada var. Göy Göl Millî Parkının hayvan popülasyonu arasında, geyik, karaca, boz ayı gibi memeliler ve akbaba, kuzgun, keklik gibi kuşlar bulunuyor.

Azerbaycan’ın en güneyinde, Hazar Denizi kıyılarına yakın bir alanda, Lenkoran ovasında yer alan Hirkan Millî Parkı’nın yüzölçümü yaklaşık 400 km2. Parkın yüzde 99’u ormanlarla kaplı. Buradaki bitki örtüsünün önemli bir bölümünü, dünyanın başka bölgelerinde rastlanmayan özgün türler oluşturuyor. Örneğin sadece bu bölgede yetişen “Hirkan Kutu Ağacı”, “Kestane yapraklı meşe”, “Hirkan Ayvası”, “İpek Akasya” ve “Kafkas Palmiyesi” bunlardan bazıları. Dikkatli olun; bu ormanlarda karşınıza leopar da çıkabilir. Nesli tükendi sanılıyormuş ama, 2007 yılında bir tane görülmüş.

Şahdağ Millî Parkı ise, yaklaşık 1300 km2’lik yüzölçümüyle, sadece Azerbaycan’ın değil, bütün Kafkas bölgesinin en büyük millî parkı. Azerbaycan’ın en yüksek noktası olan “Bazardüzü Dağı” bu millî parkın içinde yer alıyor. Yöreye has bitki örtüsü ve hayvan popülasyonunun yanında, Şahdağ Millî Parkı bir turizm bölgesi olmaya da hazırlanıyor. Dağ turizmi için gerekli tesislerin plânlamasına çoktan başlanılmış.

Bakû’ya çok uzak olmayan Şirvan Millî Parkı 2003 yılında kurulmuş ve “ceylanların yeri” olarak biliniyor. Yarı çöl görünümünde olan arazide küçük göller, bataklıklar ve kum tepeleri var. Burası da bir kuş cenneti ve kuğular, flamingolar gibi çok zengin ve değerli türler barındırıyor. Ama, öncelik ceylanlarda. Bu güzel hayvanlar, parkta yaşayan en büyük memeli hayvan topluluğunu oluşturuyorlar.

Nahçıvan’da da Zangezur Millî Parkı var. Özerk Cumhuriyetin güney doğusunda, Ermenistan sınırına yakın bir alandaki bu park, biyolojik çeşitliliğinin zenginliği ile tanınıyor. Burada, 35’i omurgalı, 23’ü de böcek olmak üzere 58 canlı türü var. Artık Türkiye’de soyu tükenmiş olan “Anadolu Leoparı” bu parkta yaşamını sürdürüyormuş. “Beyaz kuyruklu deniz kartalı”, “altın kartal” ve “Toy kuşu” da göklerde gezinmeye devam ediyor.

AZERBAYCAN’DA NEVRUZ

Türk dünyasının en büyük bayramı olan Nevruz, Azerbaycan’da da her yıl büyük bir coşku ile kutlanıyor. Azerbaycan halkı, Nevruz kutlamalarına kendi geleneklerini de eklemiş ve onu daha özgün ve çekici bir şölen haline getirmiş.

Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar bütün Türk halkları tarafından kutlanan Nevruz, baharla beraber bolluk ve bereket döneminin gelişini, doğanın uyanışını, bir başka deyişle yeni bir bereket yılının başlangıcını simgeliyor. Nevruz’un kutlandığı 21 Mart tarihi hem baharın ilk günü, hem de gece ile gündüzün birbirine eşitlendiği gün. Bu tarih, 2010 yılında Birleşmiş Milletler tarafından da “Dünya Nevruz Bayramı” olarak ilân edilmiş.

Azerbaycan lehçesinde “Novruz” olarak telâffuz edilen bu renkli bayram, her yıl 19-20- 21 Mart’ta büyük törenlerle ve keyifle yaşanıyor. Kutlamalar, tazeliğini ve orijinalliğini koruyarak binlerce yılın süzgecinden geçip bu günlere ulaşan oynak ve şirin türküler, oyunlar, adetler ve geleneklerle süslü.

Hazırlıklar

Eskiden, bayram günü herkesin güzel giyinmesi ve sofraların dolu olması için Nevruz hazırlıkları çok erkenden başlarmış. Yayıklar çalkalanıp yağ yapılır, ellerine kına yakan kadınlar rengârenk iplikler eğirip elbiseler diker, bayram için halılar, kilimler dokurlarmış. Bugün, yine Nevruz öncesinde bir hazırlık dönemi yaşanıyor. Her şeyden önce, Nevruz’un simgesi olan “semeni”nin birkaç hafta önceden hazırlanması gerekiyor.

Semeni, çimlendirilmiş buğday anlamına geliyor. Bir avuç buğdayın, bir kabın içinde her gün ılık suyla ıslatılmasıyla elde ediliyor. Türk kültüründe “yaşam otu” sayılan semeni’nin Nevruz’a kadar yeşermiş olması gerekli. Öte yandan, bayram gelmeden evlerin temizlenmesi, ağaç diplerinin bellenmesi, bağlardaki kıştan kalma sararmış yaprakların yakılması ve ağaçların kurumuş dallarının kesilmesi de diğer hazırlıklardan bazıları.

Adetler, Törenler, Oyunlar

Ama, asıl ilginç olanı, Nevruz öncesindeki “Son Çarşamba” günü yapılanlar. O gece, evin bereketinin de onunla birlikte gideceği inancıyla, komşuya elek verilmiyor. Mumlar sürekli yanar halde tutuluyor. Akrabalar ve komşular ziyaret ediliyor veya misafir ağırlanıyor, hediyeler veriliyor. O gece dedikodu yapılmıyor, küsenler barışıyor. Kapılara torba atılıyor, içlerine bayram şekeri doldurularak geri veriliyor. Dilek tutuluyor, ateş yakılıp üzerinden atlanıyor. Yeni giysiler alınıyor, yumurtalar boyanıyor.

Son Çarşamba’ya özel oyunlardan biri “Lal Su”. Bu oyunda bir kişinin testiyle su getirmesi ve suyu taşırken kesinlikle konuşmaması gerekiyor. Zaten bu oyuna “konuşmaz su” diyenler de var. Getirilen su bir kaba dökülüyor, ipliğe geçirilen iki iğne farklı taraflardan suya daldırılıyor. İğnelerin su yüzünde birbirine doğru yaklaşması hayra alâmet sayılıyor. Son çarşamba gecesi gençler özellikle geç yatar, yatmadan önce tuzlu ekmek yer ama su içmezlermiş. Rüyalarında onlara su veren kimse rüya görenin kısmeti, yani evleneceği kişi olarak yorumlanırmış. Bazılarıysa niyet ederek yatar, gece yarısı kalkıp mum yakarmış. Mumu alıp aynaya yaklaşan kimse aynada evleneceği kişiyi görürmüş. Aynaya bakan kişi korkarsa niyeti gerçekleşmezmiş.

En sevilen oyunların başında ise “Köse” oyunu geliyor. Çevik bir gence kürk ve şapka giydirilip, yüzü una bulanıyor, boynuna zil takılıp elbisesinin altından karnına yastık bağlanıyor, eline de bir kepçe verilip şarkı eşliğinde kapı-kapı gezdirilerek Nevruz hediyesi toplanıyor.

Nevruz sofraları

Nevruz bayramının kendine özgü, nefis bir sofrası var. Sofrada, yemek ve tatlıların yanı sıra badem, fıstık, fındık, ceviz, kuru üzüm gibi çerezler yer alıyor. Son çarşamba akşamında çoğu zaman “yedi sin” sofrası hazırlanıyor, yani “s” harfiyle başlayan yedi ürünün mutlaka yer aldığı sofra. Sofrada, sağlık simgesi olan “sarmısak”, tat ve zevke işaret eden “sirke”, insanlara ümit veren “sebze”, bereket getiren “sumak”, zenginlik göstergesi olan “sikke”, uzun ömür simgesi “saat” ve aydınlığın belirtisi “su” sofrada bulunduruluyor. Bu sofraya “honça” deniyor.

Nevruz tatlılarından en önemlileri şekerbura, baklava ve şeker çöreği; en yaygın olanı da baklava. Yine Nevruz akşamı geleneklerinden biri de her evde pilav pişirilmesi: döşemeli pilav, çığırtma pilav, sebzeli kavurma pilav ya da sütlü pilav. Hangisini beğeniyorsanız onu seçebilirsiniz.

Tablo Gibi Halılar

Azerbaycan halı ve kilimleri, mükemmel tasarımları ve zengin renkleriyle tüm dünyada ün yapmış birer sanat eseri. Bazıları adeta bir tablo gibi olan bu halılarda çok çeşitli motifler yer alıyor.
Azerbaycan kültürel yaşamının öne çıkan unsurlarından biri olan halı ve kilim dokumacılığının kökleri çok eski tarihlere kadar uzanıyor. Neredeyse Bronz çağından beri yapılan halı dokumacılığı bugün artık bir sanata dönüşmüş ve dekorasyonun ana unsurlarından biri haline gelmiş. Yüksek kalitesi, mükemmel kompozisyonları, çok özenli olması ve zengin renkleriyle hemen fark edilen dünyaca meşhur Azeri halı ve kilimlerinde her türlü motif mevcut. İpek, altın ve gümüş ipler ya da inci ve mücevherle dokunanlara paha biçilemiyor. Bazıları tablodan farksız; çiçek, insan, hayvan, geometrik desen, minyatür gibi öğeler, lirik ve romantik stiller içeriyor.

Azerbaycan’da halı dokumak bir sanat, bir yaşam biçimi ve bir sembol. Her bölgeye göre halıların rengi, stili, kenar süslemeleri ve kompozisyonları değişiyor.

Maharetli halı ustalarının elde dokudukları, dünyada benzeri olmayan halı ve kilimler Ermitage, Louvre ve Topkapı müzeleri yanı sıra Washington’daki tekstil müzelerini de süslüyor. Halılardaki dikkat çekici süslemeleri ve ince ince işlenmiş motifleri, ünlü Avrupalı sanatçıların tablolarında, minyatürlerde ve diğer eserlerde de görmek mümkün.

Bölgesel özellikler

18.yy’da Azerbaycan’ın kuzeyi küçük hanlıklara bölününce halı ve kilim sayısında da artış olmuş. Her hanlığın kendi dokuma atölyesi varmış. Bu dönemde dokumacılık sanatının ilerlemesi, halı ekollerinin de doğmasına yol açmış. 19.yy’da bu ürünlerin en güzel örnekleri Moskova’da ve Viyana’da sergilenmiş ve madalyalarla ödüllendirilmiş. 1900’lü yılların ilk yarısında Torino, Londra ve Berlin gibi şehirler de Azerbaycan halılarıyla tanışmış.

Dokumada çok çeşitli yöntemler var. Kilimler, dokuma stilleri, kompozisyonu, süslemelerin zenginliği ve renkleri itibariyle sekiz kategoriye ayrılıyor: palas, cicim, ladi, kilim, şedde, verni, zili ve sumakh. Halılar ise, coğrafi konumu, kenar süslemelerinin özellikleri, kompozisyonu, renkleri ve teknik özelliklerine göre yedi ekole ayrılıyor: Guba, Bakû-Apşeron, Şirvan, Gence, Gazak, Karabağ ve Tebriz.

Guba ekolünde bitki figürleri, bazen de hayvan ya da geometrik motifli süsler var; yuvarlak çerçeveli kabartmalar yaygın. Bakû ekolü yumuşaklık, renk yoğunluğu, sanatsal öğelerin orijinalliği ve desenlerin inceliği ile fark ediliyor. Öne çıkan süslemeler oval şekiller ve kavisli çizgili çiçekler. Bakü grubu halılarında en çok lacivert kullanılıyor, kırmızı ve sarıya ise çok ender rastlanıyor. Şirvan ekolü halılarının zengin ve karmaşık kompozisyonu Orta Çağ’dan beri tanınıyor ve artistik değeri çok yüksek. Gence ekolü, 10-11.yy’lardan beri yüksek kalitedeki ipek ve yün halılarıyla meşhur. Çevre bölgeleri de etkileyen dokuma stili diğerlerinden hayli farklı. Gence ve G a z a k e k o l ü süs lemeleri Avrupalı ressamların tablolarında yer almış. Satışı yüksek Karabağ ekolü halıları ise genelde yünlü ve pamuklu oluyor. Klasik figürlerin yanı sıra yepyeni süslemeler de kullanılmış ve çok zengin renk çeşidi var.

1800’lerde Rus-İran savaşında Azerbaycan bölününce, Tebriz, İran topraklarına dahil olmuş ve ürünler İran halıları olarak tanınmış. Aslında, 16-17.yy’da zirveye ulaşan Tebriz ekolü, Azerbaycan’ın en eski ve en ünlü ekolü. Bu halılar, dekoratif olması, renklerinin uyumu ve süslemelerinin çeşitliliği ile diğerlerinden ayrılıyor. Bu ekolün en muhteşem örneği, 1539’da Tebriz’de dokunan “Şeyh Safi” halısı (56,12 m2). 1 milyon 205 ilmeğe sahip bu dünyanın en değerli halısı, Londra’daki “Victoria and Albert Museum”da sergileniyor.

NOTALARIN BÜYÜSÜ

Azerbaycan müziği Türkiye’de çok beğenilir ve sevilir. Gerçekten de, ritmi ve melodisiyle insanın içine işleyen bu zengin müzik Azerbaycan kültüründe büyük bir yer tutuyor.

İnanılmaz bir zenginliğe sahip olan Azerbaycan müziğinde Kafkas, Orta Asya ve İran etkileri görülse de, özgün bir müzik türünden söz etmek mümkün. Müziğe biraz meraklıysanız, Azeri müziğini diğerlerinden kolaylıkla ayırt edebilirsiniz. Azerbaycan melodilerinde kullanılan geleneksel enstrümanlar da müziğin türünü ve kalitesini belirlemekte hayli yardımcı oluyor.

Özgün çalgılar

Azerbaycan müziğinde, tar, kemençe, ud, saz, balaban, goşa nağara, garmon, tütek, tef, davul, tulum, klarnet ve zurna gibi müzik âletleri geniş yer tutuyor. Tar uzun saplı, telli bir saz, diz üzerinde tutularak çalınıyor. Çubuklarla çalınan goşa nağara ise bir tür davul; iskeleti çınar ağacından veya demirden, derisi ise deve derisinden yapılıyor. Bir tür akordeon olan garmon, Çerkez ve Gürcü halk oyunlarının vazgeçilmezi; iskeleti çınar ağacından, perde ve klavyeleri ise plastikten. Kafkasya müziğinin temel aletlerinden olan tütek ise üflemeli bir çalgı. Erik ve yaban elması ağacından yapılıyor, en makbul olanı da çürümeye yüz tutmuş göl kamışından yapılanı. Balaban da üflemeli bir çalgı ama “dilli” diye anılan türden. Gürgen, ceviz, erik gibi sert ağaçlardan yapılıyor, ama en kıymetlisi kayısı ağacından olanı.

Virtüozlar

Çeşitli ödüllere sahip Alihan Samedov, bir balaban virtüozu. Şevket Alakbarova ise hem “kemençe” ustası hem de ülkenin en ünlü halk türkücüsü. Mirza Sadık Esadoğlu ve Ramiz Guliyev ise tar’ın önde gelen isimleri. Bir de 19.yüzyıl saz üstadlarının en önemlisi sayılan Aşık Elesker var; bütün Kafkasya’da tanınıyor.

Karma ritmli ezgilerden oluşan “muğam” Azerbaycan’a özgü çok değerli bir müzik türü. Bu müziği dünyada tanıtanlardan Alim Kasımov Sufi ve Âşık geleneğinden esinlenmiş. Muğam müziğine senfonik özellikler eklemesiyle bilinen Fikret Amirov da ünlü bir besteci. Zaten, babası Meşhedi Cemil Amirov da tanınmış bir muğam şarkıcısı ve tar ustasıymış.

Üzeyir Hacıbeyov ise, “Leyla ile Mecnun”, “Köroğlu”, “Aslı ile Kerem” gibi operaları sahneleyerek Doğu âleminde operanın yaratıcısı olmuş. Hacıbeyov, Azerbaycan Milli Marşını da bestelemiş. “Arşın Mal Alan” gibi müzikalleri, yazarlığı, şairliği, eğitmenliği ile çok yönlü bir kişilik sergileyen bu sanatçı, halk edebiyatını ve müziğini klasik batı müziği ile birleştirmiş. Doğum günü olan 18 Eylül tarihi bugün Azerbaycan’da Müzik Günü olarak kutlanıyor.

Besteci Kara Karayev de aşırı modernist yaklaşımları ve cesaretiyle biliniyor. Çeşitli türde 110 eser ile Azeri müziğinde derin izler bırakan müzisyen, baleye yeni bir yol açmış; “Yedi Güzeller” adlı çalışması ilk Azeri balesi. Aynı zamanda uluslararası ün kazanan ilk Azeri besteci olan Karayev, çok sayıda müzisyen ve besteci yetiştirmiş, birçok orkestra, müzik okulu ve mekan onun adıyla anılıyor, adına müzik festivali düzenleniyor.

Muğam ve Jazz

Her yıl düzenlenen ve birçok ülkeden ustaların katıldığı Bakü Uluslararası Jazz Festivali, Azerbaycan’ın en önemli kültürel etkinliklerden biri sayılıyor. Bir jazz ikonu olan besteci-piyanist Vakıf Mustafazade, muğam ile jazz’ı biraraya getirmesi ve doğaçlamaları ile ünlü. Jazz, bir dönem “kapitalist müziği” olarak nitelenip yasaklanmış olsa da, o yoluna devam etmiş. Uluslararası bir üne sahip olan kızı Aziza Mustafazade de babasının peşinden gitmiş, jazz ve mugam uyumunun geleneğini sürdürüyor. Diğer kızı Lala Mustafazade ise yetenekli bir klasik piyanist.

“ARMUDΔ
Bardakta Çay Keyfi

Azerbaycan’da çay, fincanda ya da kasede değil, bizim “ince belli” dediğimiz “armudî” bardakta içilir.

Azerbaycan günlük yaşamında çay’ın çok önemli bir yeri var. Bazılarına göre, çay sosyal yaşam tarzının bir ifade biçimi haline gelmiş. Her an, her durumda çay ikramı yapılabiliyor. Cenaze törenlerinde, düğünlerde, iş yerlerinde veya iş çıkışından sonra yorgunluk atmak için, çay her yerde içilebilir. Ama, mutlaka “armudî” bardakta olacak.

Armudî bardak

Bizim “ince belli” dediğimiz çay bardaklarına Azerbaycan’da “armudî” bardak ya da “boğmalı” bardak deniyor. Çay servisinin başka bir tür bardakla yapılması pek mümkün değil. Armudî bardaklar genellikle camdan olsa da, çini, seramik ya da gümüşten yapılmış olanları da var. Eğer yanın da bir de semaver varsa, harika bir çay takımı oluşmuş demektir. Yaşı 4000 yılı aşan en eski semaverin vatanının Azerbaycan olduğunu da bu arada belirtelim.

Estetik görünümün yanında, armudî bardakların işlevsel yanı da önemli. Anlatıldığına göre, bardağın ince beli, sıvı sıcaklığının yukarıya akışını engelleyip çayın soğumasını engelliyor, tadının tazeliğini de muhafaza ediyormuş.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da, bardağın tam olarak doldurulmayıp, üstte bir-iki santim boşluk bırakılması. Türkiye’de olduğu gibi, Azerbaycan’da da buna “dudak payı” deniyor.

Çayın böylesine popüler olduğu bir ülkede çok sayıda “Çayhane” olması da kaçınılmaz. Azerbaycan’da isterseniz çayınızı Çayhane’de arkadaşlarınızla birlikte tavla oynayarak veya sadece sohbet ederek de yudumlayabilirsiniz. Çayhanelerde genellikle yerli Lenkeran çayı kullanılıyor. Bu aroması güçlü ve sert bir çay. İyi bir çayın koyu kırmızı bir rengi olmalı ve en geç iki saat önce demlenmiş olmalıymış. Yapıldıktan iki saat sonra, çayın tadının ve aromasının kaybolduğu söyleniyor.

Sayfalar