Project Description

6. Sayı

Bulgaristan

DİPLOATLAS – NİSAN 2009

6. Sayı

DiploAtlas

Nisan 2009

Merhaba,

“Bulgaristan ve Türkiye halkları genellikle birbirlerine “komşu” diye hitap ediyor. Bu yalnızca kelimenin sözlük anlamıyla, coğrafi bir kavram olarak kullanılmıyor. Özel bir yakınlığın ve sıcaklığın da göstergesi.”

Bu sözler, Bulgaristan’ın Ankara Büyükelçisi Branimir Mladenov’a ait. Gerçekten de, tarihten gelen bağların yanında, her iki toplum arasındaki insani ilişkiler iki ülkeyi birbirine o kadar yakınlaştırmış ki, Bulgaristan, deyim yerindeyse, Türkiye’nin “en yakın” komşusu olmuş. İki ülke arasındaki ortak unsurların çokluğu insanı gerçekten şaşırtıyor. Basit bir örnek vereyim: Nasreddin Hoca, Bulgar folkloru içinde de yer alıyor.

Özellikle 1989 yılından sonra, Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ticari ve kültürel değişimlerin büyük bir hızla arttığını ve bu artışın bugün de devam etmekte olduğunu görmemek mümkün değil. Günümüzde, aralarında hiçbir siyasi sorun olmayan bu iki ülke, uluslararası platformlarda da etkin bir dayanışma örneği sergiliyorlar. Örneğin, Türkiye, Bulgaristan’ın NATO’ya üyeliğini desteklemişti, şimdi de Bulgaristan Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine tam destek veriyor.

DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısını hazırlarken, bu dayanışma anlayışının tipik bir örneğini de biz yaşadık. Ankara’daki Bulgaristan Büyükelçiliği ihtiyacımız olan her konuda bizlere her türlü desteği sağladı. Derginin hazırlanmasında, Büyükelçi Sayın Branimir Mladenov ve Müsteşar Sayın Darinka Petrova’nın önemli katkıları oldu. Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerin ve karşılıklı yatırımların önemli ölçülere ulaşmasının iki ülke arasındaki bağları pekiştirdiği bir gerçek. Örneğin, Bulgaristan’ın makine yağları üreten büyük firması Prista Oil Türkiye’de önemli yatırımlar yaparken, başta Şişecam olmak üzere, bir çok önemli Türk firmasının da Bulgaristan’da fabrikalar kurması, iki ülke arasındaki karşılıklı güven duygusunun yüksek olduğunu kanıtlıyor.

DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısında siyasi ve ekonomik konuların yanında, bazı Bulgar kentlerinde gezinecek, müzik ya da folklor gibi bazı alanlarda ortak değerlerimizin ne kadar çok olduğunu keşfedecek, Bulgar yemeklerinin Türk damak tadına ne kadar uyumlu olduğunu görecek ve belki de tatilinizi Varna kıyılarında ya da Pamporovo kayak merkezinde geçirmeye karar vereceksiniz.

Kaya DORSAN

BEYAZ, YEŞİL, KIRMIZI
BARIŞ, BEREKET, CESARET

Bulgaristan, bir Balkan ülkesi. Doğu-batı ekseninde dağlar ve ovalar şeklinde bölünmüş üç ana bölgeden oluşuyor: Kuzeyde Tuna Ovası, orta kısımda Balkan Dağları (Stara Planina) ve güneyde Rodop ve Rila sıradağları ile Trakya ve Sofya ovaları.

Bugün Bulgaristan’ın yer aldığı topraklarda binlerce yıldır uygarlı klar birbirini izliyor. Ülkenin kuzeybatısında yer alan Belgradçı k’ta taş devrinden kalma mağara resimleri bulunmuştu; Varna’da bulunan arkeolojik objelerin ise M.Ö. 5000 yılına ait olduğu biliniyor.

Trak’lardan Avrupa Birliği’n

Antik dönemde Bulgaristan toprakları nın sakinleri bir Hint-Avrupa kavmi olan Traklardı. Sonra Romalı lar, 6.yüzyıldan itibaren de Slavlar geldi. 7.yüzyılda ise sahneye Orta Asya’dan gelen eski Bulgarlar çıktı. Pamir ve Hindikuş Dağları yöresinden göç eden Bulgarlar, Don bölgesinde ikiye bölündüler: Kuzeye çı- kanlar Volga Bulgaristanı’nı kurarlarken, Asparuh Han’ın önderliğindeki diğer bölüm batıya göç etti ve 681 yılında Tuna Bulgaristanı’nı kurdu. Bu güçlü Devlet, yaklaşık 200 yıl süreyle Hanlar tarafından yönetildi.

Proto Bulgarlar olarak da bilinen eski Bulgarlar, Tangrizm adı verilen ve felsefi yönü ağır basan bir dine ve “Tangra” adını verdikleri bir Tanrıya inanıyorlardı. 860’ların ilk yarısında ise Ortodoks Hristiyan oldular. Aynı dönemde Kiril adlı bir filozof ve kardeşi Metodi, bugün hâlâ Bulgaristan’da ve bazı Slav ve Balkan ülkelerinde kullanılmakta olan Kiril alfabesini topluma arma- ğan ettiler. X. yüzyıl başlarında, Kral Simeon zamanında, Bulgaristan en geniş sı- nırlarına ulaşmıştı. Ancak onun ölümünün ardından ülke gücünü yitirmeye başladı ve sonuçta Bizans imparatorluğ unun yönetimine girdi.

1186’da Bulgarlar bağımsızlıklarını yeniden kazanıp, ikinci Bulgar Krallığını kurdular. Ama, 14. yüzyı lda, bu kez de Osmanlılar tarafından toprakları zaptedildi ve Bulgar Krallığı 1396 yılında ortadan kalktı. Osmanlı hükümranlığı 500 yıl kadar sürdü. Bu dönemde, Rumeli Beylerbeyinin yönetimindeki Sofya başkent oldu. Ülke kısmen islâmlaştı ama Bulgar ortodoks kilisesi de varlığını sürdürdü ve Slav geleneklerini korudu.

Bulgaristan üzerindeki Osmanlı hakimiyeti 1876 isyanı ile son buldu. Ardından 1877 Osmanlı–Rus savaşı ve 1878 Ayastefanos anlaşması geldi. Bu anlaşma ile Bulgaristan özerk bir Prenslik oldu. Tam bağımsızlık ise 22 Eylül 1908’de geldi.

Bulgaristan 1912 ve 1913’te komşuları ile Balkan savaşlarına girdi. Daha sonra, her iki dünya savaşı sırası nda da kaybedenler tarafında yer aldı.

1946’da sosyalizmi inşa etmek üzere Halk Cumhuriyetine dönüşen ve Sovyetler Birliği’nin etkisi altına giren Bulgaristan izlediği politikalarla Batı dünyasından uzaklaşmıştı ve soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı üyesiydi. Sosyalist dönemin 1989’da son bulmasının ardından, çok partili parlamenter rejime geçildi ve bugünkü Devlet düzeni başlamış oldu.

Yeni Avrupalılar

Bugün bir parlamenter demokrasi olan Bulgaristan’ın güneyinde Türkiye ve Yunanistan, batısında Makedonya Cumhuriyeti ve Sırbistan, kuzeyinde de Romanya yer alıyor. Ülkenin yüzölçümü 110 000 km2, nüfusu ise 8 milyona yakın. Bayra- ğı, eşit boyutlarda üç farklı renkte yatay şeritlerden oluşuyor: üstte beyaz, ortada yeşil ve altta kırmızı. Beyaz barışı, yeşil Bulgar toprakları nın bereketliliğini, kırmızı da halkı n cesaretini temsil ediyor.

Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı 5 yıllığına seçiliyor. Georgi Parvanov 2002’dan beri bu görevde. Parlamento ise tek Meclisten oluşuyor. Başkanı Georgi Pirinski. Meclis’te 4 yıl için seçilen 240 milletvekili var. Bir partinin veya koalisyon listesinin Mecliste yer alabilmesi için oyların en az yüzde 4’ünü alması gerekiyor. En son 2005’te yapılan seçimlerde, Bulgar Sosyalist Partisi, oyların yüzde 30’u ile iktidara gelmiş. Ülkede halen Başbakan Sergey Stanişev’in liderliğinde 3 partili bir koalisyon hükümeti var. Hükümetin ortaklarından “Hak ve Özgürlükler Hareketi” Türk kökenli Bulgar vatandaşları nın yoğunlukta olduğu bir siyasi parti olarak biliniyor.

1989 yılındaki rejim değişikliğinin ardından, kısa sürede hızlı bir toplumsal gelişim gösteren Bulgaristan 2004’te NATO’ya katıldı. 1 Ocak 2007 tarihinde de Avrupa Birliği üyesi oldu.

Dağlar, ovalar ve nehirler

Bulgaristan bir dağlar ve verimli ovalar ülkesi. Doğuda Karadeniz kı- yılarında başlayan yükseltiler, karaya doğru yükseklikleri artarak ilerliyor. Bulgaristan’ın batısı sadece dağlık alan. 200 metreden daha alçak ovalar ülkenin yüzde 30’unu, 200-600 metre yükseklikte yer alan platolar yüzde 40 kadarını, dağlar da kalanını oluşturuyor. Ülkenin ve Balkanlar’ın en yüksek dağı olan 2.925 metre rakımlı Musala Dağı, Rila’da. Pirin ise, 2.917 metrede Vikhren ile zirve yapıyor.

Bulgaristan’ın tahıl deposu Tuna Ovası, Karadeniz’e kadar uzanıyor. Stara Planina dağlarının zirvesi Botev 2376 m yükseklikte. Ünlü “Güller vadisi” Stara Planina ile dar bir şerit halinde uzanan Sredna Gora dağları arasında. Ormanlık alanlar yüzölçümünün yüzde 35 kadarını oluşturuyor. Sulanan topraklar ise 12.370 km2.

Ülkenin en büyük nehri Tuna, Romanya- Bulgaristan sınırını da çiziyor. Ulaşım işlevi gören tek nehir. Suların en fazla yükseldiği dönem haziran. Yılda yaklaşık 40 gün de donuyor. Bir başka önemli nehir de Bulgaristan’da doğup Yunanistan- Türkiye sınırını oluşturarak Ege Denizi’ne dökülen Meriç. Kollarıyla birlikte Trakya ovasını suluyor. Iskar hariç Bulgaristan’ın bütün nehirleri Balkan Dağları’ndan doğuyor. Iskar’ın kaynağı ise Rila dağları. Struma ve Mesta nehirleri de Yunanistan’ı aşıp Ege’ye ulaşıyorlar.

Karadeniz’e ve Tuna’ya çıkış, Çanakkale Boğazı ve Boğaziçi’ne bu kadar yakınlık, ayrıca Ege’ye, Adriyatik Denizine ve Akdeniz’e ulaşma imkanı Bulgaristan’ı stratejik anlamda hayli önemli kılıyor. Avrupa’nı n güney doğusunda küçük bir ülke olsa da, Bulgaristan iklim anlamı nda çeşitlilik gösteriyor. Karasal bölgelerde (Tuna boyları dahil) kışlar çok sert, yağışlı. Aynı yükseklikte olmasına rağmen Avrupa’nın di- ğer ülkelerinden daha soğuk. Rodop’un güneyindeki vadilerde ve 354 km uzunluğundaki Karadeniz kıyısında ılımlı bir iklim hakim ama kışın şiddetli rüzgarlar ve fırtına hiç eksik değil.

AB ÜYESi BULGARiSTAN

Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne tam üye olmasının üzerinden iki yıl geçti. Henüz diğer AB ülkelerinin yaşam düzeyine ulaşılmış olmasa da, Bulgarlar geleceğe umutla bakıyor.

Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne tam üye olmasının üzerinden iki yıl geçti. Henüz diğer AB ülkelerinin yaşam düzeyine ulaşılmış olmasa da, Bulgarlar geleceğe umutla bakıyor.

Bulgaristan, 1 Ocak 2007 tarihinde, Romanya ile birlikte, Avrupa Birliği üyesi oldu. Üyelik öncesi hazırlıklar sırasında gerekli reformlar ve uyum düzenlemeleri yapılmış ve bunlar AB ülkeleri tarafı ndan yeterli bulunmuştu. Bu uyum düzenlemelerinin Bulgaristan açısından önemli kazanımlar olduğu kuşkusuzdur.

Kazanılanlar ve henüz kazanılamayanlar

Coğrafi açıdan bir Avrupa ülkesi olmanın yanı sıra bir Karadeniz ülkesi de olan Bulgaristan’ın katılı- mıyla, “Kiril” alfabesi, Latin ve Yunan harşerinden sonra, AB’nin 3. resmi alfabesi olurken, Avrupa Birliği’nin sınırları da Karadeniz’e dayanmış oldu. Bu durum doğal olarak Bulgaristan’a stratejik bir önem kazandırıyor. Nitekim, Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı, 2007 yılında “Karadeniz Bölgesinde Güvenlik ve Siyaset Konsepti”ni hazı rlayarak, bölgenin Bulgaristan ve AB açısından güvenlik ve ekonomik refah alanına dönüştürülmesi konusunda bölgesel işbirliği girişimlerine önderlik etme talebini dile getirmiştir. Görüldüğü gibi, Bulgaristan AB üyeliğiyle birlikte AB’nin ortak savunma ve güvenlik girişimlerine aktif olarak katılma ve karar alıcı konumda bulunma hakkına da kavuşmuştur. Peki, bu siyasi kazanımların dışında, AB üyeliği Bulgar toplumuna neler kazandırmıştır? AB üyeliği, ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmesine ne yönde etkide bulunmuştur? Bu sorulara somut yanıtlar bulabilmek için henüz yeterli bir sürenin geçmiş olmadığı görülüyor. AB üyesi olarak yaşanan 2 yılın ardından, ülkede yabancı yatırımların arttığı, gayrımenkul piyasasında canlanma olduğu, Bulgar ekonomisinin rekabet gücünü arttırmayı ve insan kaynaklarının geliştirilmesini amaçlayan projelerde başarılar elde edildiği bir gerçek. Ancak, üyelik süresinin henüz çok kısa olmasının, sıradan vatandaşın yaşam kalitesinin yeteri kadar iyileşmesine izin vermediği de bir diğer gerçek. Dublin merkezli araştırma kuruluşu Eurofound tarafından Eylül 2007 ile Şubat 2008 arası dönemde gerçekleştirilen bir ankete göre Bulgarlar, yaşamdan memnuniyet konusunda 5,8 puanla AB üyesi ülkeler listesinin en altında yer alı- yorlar. Tabii, “yaşamdan memnuniyet “ konusu daha çok gelir ve istihdam koşullarını ön plana çıkarıyor. Bu sonuçlar, henüz 2 yıllık AB üyeliğinin ardından, Bulgar halkı- nın henüz yüksek bir refah seviyesine ulaşmış olmadığını gösteriyor. Zaten, Bulgar devleti de, AB üyeli- ğinin ardından Bulgar vatandaşları- nın refah düzeyinin ancak önümüzdeki 12 yılda artacağını düşünüyor ve bu aşamada çeşitli AB fonlarını en önemli araç olarak görüyor. Bulgar halkı ise, artık Avrupa’lı olmanı n verdiği moral desteğin de etkisiyle, geleceğe umut ve güvenle bakıyor.

AB’nin yanılgısı

Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine tam üye olması ile Batı Avrupa yönüne bir göç dalgasının başlaması ndan korkan ve bu konuda önlemler alan bazı AB ülkeleri yanılmı ş bulunuyor. Böyle bir göç furyası olmamış, korkular asılsız çıkmı ştır. Yine AB ülkelerini ürküten diğer bir konu, Moldova, Ermenistan, Gürcistan gibi çevre ülkelerden, Bulgaristan yoluyla kayıt dışı göç ve insan kaçakçılığı faaliyetlerinin AB’ye sızmasıdır. Ancak, Bulgaristan yönetiminin bu konuya da ciddi bir biçimde eğildiği görülüyor. Zaten 2011 yılında, Bulgaristan “Schengen” alanına dahil olacak. Bulgaristan, 2013 yılında da “Euro” bölgesine dahil olmayı ve parası nı değiştirmeyi hedeşiyor. Madeni paraların üzerindeki ulusal figürün ne olacağı şimdiden belirlenmiş bile. Paralarda “Madara süvarisi” yer alacak. Yüksek yaşam standartları bakı- mından AB içindeki değerlendirmeler göz önünde tutulduğunda, Bulgaristan’ın diğer üyelerin ortalama gelişmişlik endekslerinin gerisinde kaldığı görülüyor. Ancak bu durumun önümüzdeki yıllarda hızla değişeceği beklentisi de Bulgaristan’da oldukça yüksek seviyede bulunuyor.

BÜYÜKELÇi BRANiMiR MLADENOV: “iLiŞKiLERiMiZ BiR BAŞARI HiKAYESi”

Bulgaristan ve Türkiye, diplomatik ilişkilerinin 130. yılını kutlarken, Bulgaristan’ın Ankara Büyükelçisi Mladenov yalnızca tarihe değil, iki halk arasındaki ilişkilerin bugünkü dinamizmine de dikkat çekiyor.

DiPLOMAT ATLAS: Bu yıl, Bulgaristan ve Türkiye arasındaki resmi diplomatik ilişkilerin 130’uncu yıldönümü. Neler söylemek istersiniz?

BRANiMiR MLADENOV: Genç Bulgar Krallığı ilk diplomatik temsilciliklerini 19 Temmuz 1879’da istanbul’da, Belgrat’ta ve Bükreş’te açmıştı. O zamandan bugüne, ilerleme dönemleri de oldu, hassas dönemler de yaşandı. 130 yıl gibi uzun bir sürede, ilişkilerimizin bu gibi iniş-çıkış dönemlerinden geçmesi normaldir. Ama genelde, Bulgaristan ve Türkiye daima iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerini koruma gayreti içinde olmuşlardır. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sırasında, Bulgar hükümeti Atatürk’e ve yeni kurulmuş olan Türk devletine maddi ve hatta askeri- teknik destek verdi. Daha sonra, Atatürk izmir’deyken, Bulgaristan Başbakanı Edirne’deki başkonsolosumuzu Atatürk’le görüşmeye yolladı. Bu görüşme esnası nda Atatürk şunları kaydetti: “Balkanlarda bize dost bir millet lazımdır ve Bulgar milleti bu ihtiyacı mıza en iyi cevabı vermektedir. Halklarımız arasındaki dostluk hem bizi, hem de sizi daha güçlü ve bağımsız yapacaktır”.

DiPLOMAT ATLAS: Bu yılı nasıl kutlayacaksınız?

BRANiMiR MLADENOV: Bu yıldönümünü gerektiği şekilde kutlamaya hazırlanıyoruz. 22 Mayı s’ta, Ankara’da, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Sofya Üniversitesi’nin işbirliğiyle bilimsel bir konferans düzenliyoruz. Ayrıca, Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin çeşitli boyutlarını anlatan bir kitap ve sergi üzerinde çalı şıyoruz.

DiPLOMAT ATLAS: ilişkilerin bugünkü durumunu nasıl görüyorsunuz?

BRANiMiR MLADENOV: Siyasi ilişkilerimiz hiç bu kadar iyi olmamıştı. Her iki taraf da Bulgaristan-Türkiye ilişkilerinin son 20 yılda gösterdiği gelişmenin Güneydoğu Avrupa’daki tüm ülkeler için örnek teşkil edecek bir başarı hikâyesi olduğunu düşünüyor. Bunun son göstergesi, Başkan Parvanov’un 2008 Aralık ayında Ankara’ya yaptığı resmi ziyarettir. iki ülke arasında hiçbir siyasi sorun bulunmuyor. Elbette ki, her iki ülkenin bazı kesimlerinin, dolayısıyla da bizatihi ülkelerimizin çıkarına yönelik çözüm bulmaya çalı ştığımız konular vardır. Görüşmeler sırasında, Cumhurbaşkanları mız bu gibi konulara çözüm bulacak bir Ortak Komisyon kurulması konusunda mutabakata vardı lar. Bu komisyon ilk toplantısını bu ay yapacak. Biz, sadece komşu ve dost değil, aynı zamanda ortak ve müttefikiz de. Türkiye bizi NATO’ya üyelik sürecimizde destekledi; Bulgaristan da Türkiye’nin Avrupa Birliği ile müzakere sürecini destekliyor.

DiPLOMAT ATLAS: iş ilişkileri hakkında neler söylenebilir?

BRANiMiR MLADENOV: Ekonomik ve ticari ilişkilerimiz, ikili ilişkilerimizde en dinamik biçimde gelişen bölüm oldu. 2001 ve 2008 yılları arasında karşılıklı ticaret hacmi 700 milyon dolardan 4.3 milyar dolara yükseldi. Türkiye, Bulgaristan’ın güneydoğu Avrupa’daki bir numaralı ortağı ve Bulgaristan’ın ihracatında en büyük pazar. Aralık 2008’de Cumhurbaşkanı Parvanov’un Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında, kendisi, Cumhurbaşkanı Gül ve iş Konseyimizin üyeleri 10 milyar dolarlık bir rakamı hedef olarak ortaya koydular. Bunun sadece iyi niyetli bir temenni olmadığını düşünüyorum. Ortada bir potansiyel var. Şu anda, Bulgaristan’daki en büyük Türk yatırımcı, üç yeni modern cam fabrikasıyla, fiişe Cam. Diğer büyük yatırımcılar arasında ise, Kastamonu Entegre Ağaç Sanayi, Sarten Ambalaj Sanayii, Dedeman otelleri ve Doğuş inşaat gibi firmalar var. Türkiye’deki en önemli Bulgaristan yatırımı ise, izmit’de modern bir motor yağı fabrikasına sahip olan Prista Oil. Elbette küresel ekonomik ve mali kriz ticari ilişkilerimizi etkiliyor ancak içinde bulunduğumuz günler, her iki hükümetin de iş çevrelerini cesaretlendirecek yeni teşvik tedbirleri alması için doğru bir zaman.

DiPLOMAT ATLAS: insani ve kültürel düzeyde de Bulgaristan ve Türkiye birbirlerine çok yakın…

BRANiMiR MLADENOV: Bulgaristan ve Türkiye halkları genellikle birbirlerine “komşu” diye hitap ediyor. Bu yalnızca kelimenin sözlük anlamıyla, coğrafi bir kavram olarak kullanılmıyor. Özel bir yakınlığın ve sıcaklığın da göstergesi. Bulgaristan ve Türkiye’de yaşayan Bulgaristan Türkleri karşı lıklı ilişkiler açısından bir diğer önemli unsur. Türkiye’de yerleşmiş Bulgar vatandaşları da var. Kültürel paylaşımlar oldukça yo- ğun. Biz de, Büyükelçilik olarak, bu paylaşımları desteklemeye çalı şıyoruz. Geçtiğimiz yıl, yalnız Ankara’daki özel galerilerde 25 resim ve heykel sergisi açıldı. Son olarak da, Sofya’daki film festivalinde, en iyi yönetmen ödülünü “Sonbahar” filmiyle Alper Özcan aldı. Hüseyin Karacabey de en iyi Balkan filmi ödülünü “Benim Marlon ve Brandom” filmiyle kazandı.

DiPLOMAT ATLAS: Bulgaristan’a ait, Türk insanının henüz keşfetmediğini düşündüğünüz bir özellik var mı?

BRANiMiR MLADENOV: Bence Türkiye’nin iş çevreleri, entelektüelleri ve akademisyenleri Bulgaristan’ı iyi tanıyor. Pek çok kişi kaşkaval peynirini, Bulgar şarapları nı, Karadeniz kıyılarını ve kayak merkezlerini biliyor. Son yirmi yılda gerçekleşen demokratik değişikliklerin de bilincindeler. Bunlar memnuniyet verici ancak, biz ayrıca Bulgaristan’ın Avrupa Birliği üyeliğini, dinamik ekonomisini ve yatırım fırsatlarını da ön plana çıkarmak istiyoruz. AB üyeliğ i, nüfusun yaşam standartlarında gözle görülür ölçüde bir değişme ve AB’ye bakışta olumlu algı- lamalar sağladı. Ülkelerimizin sivil toplum örgütleri arasındaki işbirliği de geliştirilmeli. Aslında, Büyükelçilik olarak bu alanda bazı faaliyetlerimiz de var. Türk Sivil Toplum Örgütleriyle iyi ilişkiler içindeyiz. Gerek ikili ilişkiler, gerekse de AB konularında ortaklaşa konferanslar ve atölye çalışmaları düzenliyoruz. Kısacası, ilişkilerimizi tarihsel perspektiften değil, günümüz ve gelecek açısından değerlendirmeliyiz.

DiPLOMAT ATLAS: Bulgaristan’ı n AB üyeliği deneyimi konusunda başka neler söyleyebilirsiniz?

BRANiMiR MLADENOV: Tabii, en önemli yasal, yapısal ve kurumsal değişiklikler 1 Ocak 2007 tarihinden önce yerine getirilmişti. Ama, Avrupa ülkeleri ve halkları içindeki yerimizin tescil edildiği bu tarih bir dönüm noktasıdır. Son 3-4 yılda, yüzde 6-7 civarında bir ekonomik büyüme kaydettik. Yabancı yatırımlarda, ücretlerde iyi artışlar oldu, dış borçların milli gelire oranında ise azalma görüldü. Genelde, ülkede fiyatlar da yükseldi ama bu yükseliş diğer yeni AB üyesi ülkelere göre daha küçük düzeyde kaldı. Son iki yılın en önemli hususu, kamuoyu yoklamaları nda da görüldüğü gibi, AB’ye katılım sonrasında Bulgaristan’da halkın hayal kırıklığına uğramamasıdır. Tam tersine, olumlu duygular ve iyimserlikte artış gözlemleniyor.

DiPLOMAT ATLAS: Peki, Türkiye ile ilişkilerde önümüzdeki 130 yıl nasıl geçecek?

BRANiMiR MLADENOV: Türkiye ve Bulgaristan çok iyi iki dost ve komşu ülke. Bulgaristan, iki ülke arasında var olan ortaklık ve işbirliğini daha da geliştirmek konusunda güçlü bir siyasi iradeye sahip. inanıyorum ki, aynı istek ve irade Türkiye’de de var. Bu, aynı zamanda, oldukça güçlü bir irade çünkü hem Bulgar halkının, hem de Türk halkının duygularını ve isteklerini yansıtıyor.

ZARiF BiR BAŞKENT SOFYA

Sofya, Batı Avrupa’yı Orta-Doğu’ya, Tuna kıyılarını Akdeniz’e, ve Karadeniz’i Adriyatik kıyılarına bağlayan hatların kavşak noktasında yer alan önemli bir başkent.

Bulgaristan’ın başkenti Sofya yaklaşık 1 200 000 nüfuslu bir şehir. Ülkenin batı kesiminde, ünlü Vitosha dağlarının kuzey eteklerinde kurulmuş. Tarihi oldukça eskilere gidiyor. Burada yerleştikleri bilinen en eski topluluk, bir Trak kabilesi olan Serdi’ler. Daha sonra, burayı işgal eden Romalılar kente Serdika adını vermişler. 9. Yüzyılda, Han Krum liderliğindeki Tuna Bulgaristanı döneminde ise, Sredets ismini almış. Kentin 11. yüzyılda, Bizans hakimiyeti sırasındaki ismi ise Triaditsa. Sofya isminin ortaya çıkması ise, 14. yüzyıla rastlıyor. Sofya, 1879 tarihinde Bulgaristan’ın başkenti ilan edilmiş.

Zarif ve keyifli

Sofya, iskar nehri boyunca ve nehrin sol kollarına paralel şekilde kurulmuş. Bulgaristan’ın sosyalizm döneminde kurulan fabrikalar ve şehir etrafındaki hüzünlü, tekdüze apartman blokları kente ağır ve ciddi bir görünüm vermiş. Artık gerilerde kalmış olsa da, Sofya’da bu dönemin izleri hala biraz hissediliyor. Ama 19.yüzyıl ürünü Rus neoklasik mimarisinin örnekleriyle dolu balkonlu, işlemeli, zarif yapılar; yemyeşil ağaçlarla süslü geniş caddeler; parklar, antikacılar, sahaşar ve zengin cafe kültürü, bu ciddi havayı yok ediyor. Cana yakın insanları, bol karlı kışları, 24 saat boyunca akan renkli gece hayatı, şehrin merkezini boydan boya kesen ışıltılı Vitoşa caddesi ve meydanı, lüks otelleri, etrafındaki huzur dolu gölleri ve tavernaları ile keyif almanın kaçınılmaz olduğu bir yer Sofya. Şehrin her köşesinde çiçek satan çingeneleri, sokak müzisyenleri, yeşilin her tonuyla kaplı sokakları ve parkları ile Sofya’da hayat hem ucuz, hem keyişi, hem de güvenli.

Sofya’nın ortasında, şehre ismini veren St. Sofia’nın heykeli var. Eski şehrin sevimli binalarla bezeli sokakları nın açıldığı meydandaki bu heykel, azize Sofia’nın elinde tuttu- ğu defne dalı ile bilgeliğin sembolü. Yüz hatları çok belirgin olan heykel, güzelliğin yansıması gibi.

Bir diğer heykel olan Stefan Stambolov anıtı ise yeni, 1995 tarihli. Kristal parkında. Park adını, sosyalist dönemde çok popüler olan bir cafe’den alıyor. Stambolov, Kurtuluş savaşının önemli bir şahsiyeti. Anıt, politikacının öldürüldüğü sokağın çok yakınında. Bir başka önemli anıt da Vasil Levski anıtı. Osmanlılara karşı geniş bir kurtuluş örgütü kuran Levski’nin asıldığı yere yapılmış. Bir diğer örnek de, Kiril alfabesinin mucitleri olan Kiril ve Metodi kardeşlerin heykeli.

Görülmesi gerekenler

Görkemli Alexander Nevski Katedrali şehrin simgesi. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında ölen Rus askerlerinin anısına inşa edilmiş. Neo- Bizans stilinde ve Rus kiliselerinin tipik özelliklerini taşıyor. Altın kaplı kubbesi ile Ortodoksluğun en büyük ibadet mekanlarından biri ve Bulgar Patrikhanesinin de merkezi. 1912 tarihli katedralin iç tasarımı Doğu Ortodoks geleneklerine göre yapılmış. Bulgar, Rus, Avusturyalı ve Macar sanatçılar çalışmış yapımında. 2005’te baştan başa restore edilmiş. Bulgar ikonalarının en ender öneklerini görmek mümkün burada. Sekiz bin kişi alabilen katedralin girişinde mermer kullanılmış. Çanların ağırlığı 23 tonu buluyor. 1924 yılında kültürel anıt ilan edilen katedralin önündeki meydandan, Rakovski sokağı boyunca ilerlenince Sofya operasına ulaşılıyor. fiehrin en önemli meydanlarından biri de Alexander Nevski Meydanı.

Aya Sofya Bazilikası: Katedralin hemen yanıbaşında, bir erken dönem Bizans örneği. Sofya’nın bu en eski Ortodoks kilisesi, Bizans’ın, istanbul dışında inşa edilmiş önemli bir eseri. 5-6.yüzyıla tarihlenen, kırmızı kiremitlerle inşa edilmiş bu sade yapı, Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş. Bağımsızlık sonrası nda yeniden kiliseye dönüşmüş.

Arkeoloji Müzesi: Sofya’daki ilk cami külliyesini Fatih Sultan Mehmet yaptırmış. Külliyenin ana binası olan Büyük Cami bugün Arkeoloji müzesi olarak kullanılıyor. Aslında, bu mekan 1880 yılında Kütüphane olarak hizmete açılmış ama nem oranının yüksekliği ve alanın darlığı nedeniyle bundan vazgeçilmiş ve 1905 yılında Arkeoloji Müzesinin açılışı yapılmış. Balkanlar’ı n bu zengin müzesinde, Avrupa’nı n en eski kemik parçaları ve taş üzerine yapılmış en eski resimleri segileniyor.

Milli Kütüphane (Kiril ve Metodi Kütüphanesi): Sofya Üniversitesinin hemen yanında. Yüzyılların tarih ve kültürünü saklayan, ülkenin en büyük kütüphanesi. Kiril alfabesini bulan kardeşlerin adını taşıyor. Kütüphane önünde iki kardeşin heykeli de var.

Ivan Vazov Ulusal Tiyatrosu: Önce kırmızı rengi ile dikkat çekiyor. içerde de aynı renk hakim. Büyük salonunda kırmızı kadifeden büyük koltuklar göz dolduruyor. Bulgarları n en ünlü yazarının adını taşıyan bu tiyatro, 1900’lerin ilk yıllarında yapılmış. Viyanalı mimarları H.Helmer ve F.Felner, zamanın en ünlü mimarlarından. Viyana, Prag, Budapeşte, Odessa, Zagreb tiyatro ve operalarını da onlar inşa etmiş. Bina 1923’te tamamen yanmış, altı yıl sonra Alman mimar Martin Dulfer tarafından sıfırdan restore edilmiş. Tiyatronun tam karşısında park var; su fışkırtan çeşmeleri, gölgeli koca ağaçları, her öğleden sonra konuk ettiği satranç oyuncuları ve kalabalık seyircisi, park içindeki parkurlarda halka açık sergileri ile bir huzur kaynağı.

Ulusal Tarih Müzesi: Sahip olduğu koleksiyonla Avrupa’nı n en büyük tarih müzeleri arasında. Etnoğrafya Müzesi ise, Bulgar halkının gündelik hayatını ve geleneklerini yansıtan 50 bin sanat eseri barındırıyor. Ulusal Meclis ve Meydanı: Viyana eğitimli mimar Konstantin Yovanovich tarafından 1886 yılında yapılmış. Kentin tam merkezinde yer alıyor. Binanın ana giriş kapısında, “Birlikten Kuvvet Doğar” yazıyor. Meclisin bulunduğu meydan ise yıllarca halkın başkaldırılarına ve protestoları- na tanıklık etmiş.

Sofya Merkez Hamamı: Renkli seramik mozaiklerle kaplı, çeşmelerinden mineralli suların aktığı tipik bir Osmanlı hamamı. 1900’lerin başında kullanıma açılmış. Bu günlerde restorasyonu sürüyor; bir bölümü müze, bir bölümü de kaplıca olarak kullanılacak.

1400’lü yıllarda 25 sancaklı bir Osmanlı eyaleti olan Sofya’da inşaat ve imar oldukça gelişmiş: cami, mescit, medrese, tekke, zaviye, imaret, han, kervansaray gibi toplam 170 vakıf eseri varmış. Bugün kalabilen eser sayısı çok az. 16. yüzyıldan günümüze erişebilmiş olan Banyabaşı Camii bugün de ibadete açık. Sofya’nın merkezinde, yedi küçük, ortada bir büyük kubbe ve tek minaresiyle ilginç bir mimari örnek olan yapının duvarları taş ve tuğladan örülmüş, taş sıraları arasında kırmızı tuğlalar yer alıyor. Kemerler kesme taştan, sütunlar yekpare ve koyu renk. Büyük kubbe kurşunla kaplı. ince bir sanat eseri olan minaresi birçok onarımdan geçmiş. 1920’li yıllarda mermer minber, ahşap bir minberle değiştirilmiş. Birkaç yıl önce cami duvarları Kütahya çinileriyle süslenmiş, minber de artık çinilerle bezeli. Banyabaşı Camii, Mimar Sinan’ın eseri. ismini hemen yanındaki termal ve şifalı sulara sahip hamamdan almış.

Kültür zenginliği : Sofya’nın zengin kültürel geçmişi her yerde karşımıza çıkıyor. Örneğin metroda bile Roma dönemine ait sur kalıntılarını görmek mümkün, hem de antik bir Roma yolu üzerinden geçerek. Ya da bir otelin arka bahçesinde, aniden bir kilise çıkıyor karşınıza; yüzyılları aşarak bugünlere gelen freskleriyle Aya Yorgi Kilisesi gibi. Bulgar Ortaçağının mimari stili ile göz dolduran bu nadide eseri, 4.yy tarihli, etrafında Roma kalıntıları var ve UNESCO Dünya Mirası listesinde.

Kültür hayatı çok hareketli olan Sofya’nın Ulusal Kültür Sarayı, 2005 yılında Avrupa’nın en iyi kültür kompleksi seçilmiş. Sekiz bin kişi kapasiteli, modern bir yapı. Burada, oldukça düşük tutulan bilet fiyatlarıyla seçkin tiyatro, opera, bale eserleri ve konserler izlemek mümkün. Sofya Uluslararası Kitap Fuarı da her sene burada düzenleniyor.

Sofya üniversiteleri binlerce yerli-yabancı öğrenciye sahip. 1888 yılında kurulan “St. Kliment Ohridski” Üniversitesi, Bulgaristan’ın en eski, en büyük ve en saygın üniversitesi. Barok tarzı gösterişli bir binaya sahip. Teknik Üniversite, özellikle mühendislik bölümleriyle Avrupa’nın en köklü okullarından. Tıp Üniversitesi, bünyesindeki çok sayıda hastane ile en iyi tedavi merkezi. Dünya standartlarında eğitim veren inşaat- Mimarlık Üniversitesi ise, 1942’den beri faaliyette.

Sofya’da toplu taşıma araçları son derece ucuz. Bu da şehirde gezintiler yapmayı kolaylaştırıyor. Hızla değişen bir kent, Sofya. Büyük alışveriş merkezleri, mega sinemalar, genişleyen metro. Boris parkı meydanında büyük konserler veriliyor. Taptaze sebze-meyveleri, peyniri, ekmekleri, hamur işi ve şarap çeşitleri ile Sofya merkez pazarı, Bulgar mutfağını tanımak anlamında oldukça yol gösterici. Pazarda enteresan antik parçalar da bulmak mümkün. El yapımı, işlemeli dantel örtüler, her tür hediyelik eşya, yılın her günü satılan her dilde eski kitaplar, haritalar. Sofya gezintisinden keyif almamak imkânsız.

SOFYA METROSUNU GENİŞLETiYOR
DOĞUŞ İNŞAAT

Doğuş inşaat, Bulgaristan’da Karnobat-Burgaz otoyolunu 2006 yılında başarıyla tamamlamıştı. Şimdi de Sofya Metrosunu yapıyor.

Türk inşaat sektörünün kilit şirketlerinden biri olan Doğuş inşaat, kurulduğu 1950 yılından bu yana değeri 9 milyar doları aşan 160 projeye imza atmış bulunuyor. Firmanın bugüne kadar Türkiye’de ve yabancı ülkelerde yapmı ş olduğu işler arasında, barajlar, hidroelektrik santralleri, otoyollar, köprüler, tüneller, konut ve ofis binaları, limanlar, alış-veriş merkezleri gibi çok çeşitli eserler var. Doğuş Holding bünyesinde yer alan ve inşaat sektöründe çok saygı n bir konuma sahip olan Doğuş inşaat, şimdi de “Sofya Metrosu Genişleme Projesi – Faz-1” işinin uluslararası ihalesini kazanmış ve 1 Aralık 2008 tarihinde çalışmalara başlamış bulunuyor. 45 ayda tamamlanacak olan bu proje 2012 yılının Ağustos ayında tamamlanacak ve Sofya Belediyesine (Metropolitan) teslim edilecek.

Proje, 3.8 km uzunluğunda ve 9.4m çapında tek bir yer altı tüpünden oluşuyor ve iki hat ihtiva ediyor. “TBM” adıyla bilinen özel tünel açma makinesı ile inşa edilecek olan tünel boyunca, ayrıca dört adet de yer altı istasyonu inşa edilecek. Sofya’nın en önemli altyapı projelerinden birini oluşturan bu metro projesi Avrupa Birliği Fonları ile de destekleniyor.

Türkiye’deki çalışmalarının yanı nda, halen Fas, Ukrayna ve Libya’da da faaliyetlerini
sürdüren Doğuş inşaat, çevreye duyarlı yaklaşımlarıyla da tanınıyor.

ESKi FiLiBE’NiN ŞİMDiKi ADI PLOVDiV

Evmolpiya, Filipopolis, Pulpudeva, Trimontium, Puldin, Filibe, Plovdiv.. Topraklarından geçen her toplulukla birlikte adı değişen bu kent Avrupa’nın en eski şehirlerinden biri.

Türkiye’de Filibe adıyla bilinen Plovdiv, Yukarı Trakya ovası nda, Nebet Tepe, Taksim Tepe, Cambaz Tepe diye anilan üç tepe üzerinde kurulu. Kentin ortasından Meriç Nehri geçiyor ve nehrin iki yakası 6 köprüyle birbirine bağlanıyor. Plovdiv 400.000’e yaklaşan nüfusuyla Bulgaristan’ın ikinci büyük kenti. Arkeolojik bulgulara göre yaklaşık 6000 yıllık bir tarihi olduğu belirlenen Plovdiv’in, Roma’dan, Atina’dan ve istanbul’dan daha eski bir kent olduğu söyleniyor. Bulgaristan’ın önemli bir tarım bölgesinin merkezi olan bu kent, aynı zamanda önemli bir kültür merkezi olma özelliği taşıyor. Bu çerçevede, 1956 yılında “mimari koruma alanı” ilan edilmiş, 1979’da UNESCO Mimarlık altın madalyası almı ş, 1999 yılında da Avrupa Kültür Başkenti seçilmiş. Kentin eski mahallelerinde arnavut kaldırımlı küçük ve dar sokaklar, renkli bina cepheleri, ahşap ya da demir korkuluklu pencereler, ağır kapılar, her çeşit meyve ağaçları, asmalar, ve gül fidanlarıyla dolu yemyeşil bahçeler, gerçekten de insanın ruhunu arındırıyor gibi.

Tarihi evler

Müze-şehir de diyebileceğimiz Plovdiv’in eski kısmında tarihi anıt olarak sınışandırılan çok sayı da ev var. Bu geleneksel evlerin mimari tarzı “Plovdiv Barok tarzı” olarak adlandırılıyor: simetrik bir yapı; merkezde salon, etrafında yine merkeze göre simetrik şekilde yerleşmiş odalar. Orta halli ailelerde salon dikdörtgen oluyor, zenginlerde ise oval. Boyalı niş’lere, en güzel oymacılık örneklerinin sergilendiği ahşap tavanlara ve güneşin her daim içerde olmasını sağlayan bir pencere donanımına sahip bu evler Avrupa tarzı mobilyalarla döşenmiş.

Restore edilmiş 150’den fazla evden oluşan bu alanda, bugün binaları n her biri müze, galeri, atölye, otel, lokanta ve gece kulübü gibi işlevler üstlenmiş. Örneğin Argir Kuyumcuoğlu Evi (1847) bugün Etnografya Müzesi olmuş. Dimitar Georgiadi Evi (1848) ise Ulusal Uyanış ve Özgürlük Mücadelesi Müzesine dönüşmüş. Tchomakov Evi (1860) ya da Zlatyu Boyacıyev Evi artık bir sanat galerisi ve Bulgaristan’ın en ünlü ressamlarından Boyacıyev’in en geniş resim koleksiyonunu barı ndırıyor. Bir dönem Fransız şair Alphonse de Lamartine’nin kaldığı ev de bugün Bulgar Yazarlar Birliği’nin merkezi.

İçlerinde en simgesel ve tipik olan Balabanov Evi de sanat galerisi ve konser binası bugün. Ev aslında 19.yy başında zengin bir tüccar tarafından inşa edilmiş ama orada oturan son kişinin, yine bir tüccar olan Luca Balabanov’un adını taşı yor. 1930’lu yıllarda yıkılan ev, 45 yıl sonra aynı yere yeniden inşa edilmiş. Bu yapı, görkemli ve estetik cephesi ile Bulgar barok döneminin en güzel yansıtıcısı. Göz kamaştıran ikonları ile kiliseler, yüzyıllık ağaçlarıyla Kral Simeon Parkı, çok değerli altın objeleriyle arkeoloji müzesi, açık hava cafe’leri, Sanatçılar sokağı, antikacı lar. Burası sanki bir elişçiliği krallığı; resimli-tahta oyma kutulardan, dantellere, çarpıcı renklerdeki dokumalara kadar, yok yok. Bölgeden eli boş çıkmak imkansı z. Geçmişten bugüne yolculuk gibi, hatta zamanı unutmak gibi. Beş duyuya hitap eden bu güzellik sadece eski şehir çekirdeğinde de- ğil her girilen sokakta yeni bir keşif kaynağı oluyor.

Antik dönemden bugüne kalan eserler de merkezde yer alıyor. Roma Anfitiyatrosu kalenin güney girişi yakınlarında. Büyüklü- ğü ve mimarisinin görkemi ile öne çıkıyor. 5-7 bin kişi kapasiteliymiş; sahne heykellerle süslüymüş; Tiyatro bölümler halindeymiş ve her bölümün sıralarına şehrin mahallelerinin adı yazılıymış. Her mahalleli kendi yerini, nereye oturacağı nı bilirmiş. Sahnesi bugün de konser ve gösteriler için kullanı lıyor. Roma Stadyumu ise, at nalı biçiminde, 30 bin kişi kapasiteli. Burada, 4 yılda bir Olimpiyat oyunları tarzında spor karşılaşmaları yapılırmış.

Kiliseler, camiler…

Dünyaca ünlü Batchkovo Manastı rı, Plovdiv-Smolyan yolunda. Bizans döneminden kalma bir Gürcü manastırı. Başlangıçta sadece Gürcistan’dan gelen keşişlerin yaşadığı manastır zamanla Bulgarlaşmış. Kral Ivan Alexandre döneminde genişlemiş ve çok sayıda yeni fresk eklenmiş. Osmanlı zamanında da hristiyan topluluktan destek almayı ve hristiyanlığ a hizmet etmeyi sürdürmüş. Manastırın iç avlusundaki baş kilise, 1604’de yapımı biten Azize Meryem Kilisesi. Eski Bakuryan kilisesinin temelleri üzerine yapılmı ş. Burada tahta üzerine oyulmuş ilk sunaklardan biri var. Tekrarlanan asma yaprağı motişi ikonlar, ahşap üzerine işlenmiş. Dekorasyonda altın işleme, telkari ve mine de kullanılmış. Bütün bunlar manastırın kendi döneminde önemli bir kuyumculuk merkezi olduğunu gösteriyor. Ayrıca, eski Bizans, Bulgar ve Gürcü kitapları ve el yazmaları ile zengin bir kütüphanesi de var.

Plovdiv, kendisini Filibe olarak adlandıran Türkler için çok tanıdık bir şehir. Osmanlı zamanında inşa edilen çok sayıdaki cami, han, hamam, medrese, kervansaray gibi yapılardan bazıları bugünlere de gelebilmiş. Örneğin Cumaya Camii olarak bilinen Ulu Cami. Osmanlının Bulgaristan’daki en önemli eserlerinden biri olan bu cami çok yeni bir restorasyon çalışması sonunda bugün ibadete açık bulunuyor. Bir de, Beylerbeyi fiehabeddin Paşa’nın yaptırdığı cami, medrese, han, hamam ve mutfaktan oluşan külliyeden geriye kalan imaret Camii var. Ayrıca, Doğu Avrupa’nın en eski saat kulelerinden biri de burada ve “Sahat Tepe” adıyla bilinen yerdeki bu saat hala çalışıyor.

Bu düzenli şehirde altı üniversite var. Paisiy Hilendarski (Plovdiv Üniversitesi), Güney Bulgaristan’ı n en büyük, ülkenin de ikinci büyük üniversitesi. 40 kadar alanda eğitim veriyor, Türk Dili ve Edebiyatı bölümü de var.

Şehrin ekonomisi turizm, gıda ve sanayi (elektrik-elektronik, kereste, metalurji, selülöz ve kağıt, kimya ürünleri) üzerine kurulu. Uluslararası Fuar Merkezi Balkanlar’ı n en büyüğü. Ekonomik ivmeye serbest bölgenin katkısı da önemli. Yerli ve yabancı firmalara hizmet sunan Plovdiv Serbest Bölgesi, ana ulaşım noktaları üzerinde yer alıyor.

BULGAR RiViERA’SININ MERKEZi
VARNA

Karadeniz kıyısında bir liman ve turizm kenti olan Varna, Bulgaristan’ın üçüncü büyük şehri. Kent, büyük Varna körfezinin etrafında bir amfitiyatro gibi konuşlanmış.

Varna, Avrupa ile Asya arasındaki kara, hava ve deniz yollarının kavşak noktasında yer alıyor. Ekonomisi turizm, eğitim ve endüstri üzerine kurulu. Nüfus açısından, Sofya ve Filibe’den sonra üçüncü sı- rada yer alıyor. Bulgaristan’ın en büyük limanına ve stratejik bir öneme sahip. Sofya’ya 470 km uzaklıktaki Varna’da uluslararası havaalanı var.

Binlerce yıllık bir kent

Ülkenin kuzeydoğusunda bulunan Varna, Avrupa’nın en eski şehirlerinden. 1972 yılında yapılan arkeolojik kazılardaki buluntuların, M.Ö. 5000 yılına ait olduğu ortaya çıkmış. Burada bulunan altın objelerin, altın işlemeciliğinin en eski örnekleri olduğu söyleniyor. Daha sonra, şehirden çanak-çömlek ve kuyumculukta meşhur Trak’lar geçmiş. M.Ö. 600’lerde ise, Milet’li Yunan kolonileri gelip yerleşmişler ve kentin adını “Odessos” koymuşlar. Ardından, kent Makedonlar’ın, Romalılar’ın ve Bizanslılar’ın dönemlerini yaşamış. 8. yüzyılda, kentin adı “Varna” olmuş. Artık hep Bulgar Devletinin bir parçası olacak olan Varna, Venedik ve Cenevizlilerle ticaret yapan bir liman kenti olarak giderek zenginleşmiş. 14. yüzyıl sonlarında Osmanlı hakimiyetine geçen Varna, 1878 yılında, Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanması yla, kültürel ve ekonomik kalkınmasını sürdürüp bugünlere gelmiş.

Günümüzde kentte bulunan çok sayı daki üniversite, akademi ve enstitü, aslında bir liman ve turizm şehri olan Varna’yı aynı zamanda bir eğitim merkezine de dönüştürmüş bulunuyor. fiehre canlılık getiren ve değişik kültürlerin kaynaşmasına yol açan bir hayli yabancı öğrenci var. Varna Ekonomi Üniversitesi, Sofya dışındaki en eski yapı. Bilimsel araştırmaların yapıldığı Astronomik Gözlemevi ve Nicolas Copernic Planetariumu da oldukça ünlü.

Gözde bir turizm merkezi

Yazları yerli ve yabancı turistlerin akınına uğrayan Varna, Bulgaristan’ı n Karadeniz kıyısındaki en güzel şehri, ucuz da. Kıyı boyunca uzanan doğal bahçeleri, sapsarı-incecik altın kumlu plajları, sazdan kulübeleri, operası, Pencho Slaveykov şehir kütüphanesi, devasa spor sarayı, temizliği, düzenliliği ve her yıl düzenlenen çok sayıda festival ve kültürel etkinliği ile bir cazibe merkezi. 1926’dan beri yapılan “Varna Yaz Festivali” kentteki en büyük kültürel aktivite. Bir de 1964’den bu yana yapılan uluslararası bale yarışması var.

Varna kent merkezinin bir tarafı denize, bir tarafı ormana bakıyor. Her yer şaşırtıcı ölçüde yeşil ve trafik sorunu pek görülmüyor. Kentte 19 ve 20.yy başlarından kalan ince bir mimari var. Ayrıca komünizm döneminde Sovyet stilinde inşa edilen çok sayıda bina göze çarpıyor. Geniş caddeler, sağlı-sollu uzanan cafe ve lokantalar, limanla Opera meydanı arasında şehrin eski çekirdeğine uzanan daracık sokaklar, özellikle de yazın iyice canlanan Slivnitsa ve Knyaz Boris sokakları ile Varna cazip bir tatil yeri.

Görülecek yerler Merkezdeki muhteşem görünümlü Varna Katedrali, şehrin sembolü. Süper ikona ve fresklerin yer aldığı bu güzel Ortodoks katedrali 1886’da inşa edilmiş. Cephesi çok etkileyici, türünün tek örneği. Ayrı- ca, Varna’da iki de cami var. Biri ibadete açık: Aziziye Camii. Padişah Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmış. Diğeri de 1835 tarihli Hayriye Camii.

Deniz Parkı: Varnalıların en favori gezinti yeri; önünde plaj, körfezin harika manzarası, kıyı boyunca sıralanmı ş teras cafeler, discolar, yemyeşil gezinti yolları, çeşmeler, oyun alanları.. Girişte bir güneş saati var, kuğu biçiminde stilize edilmiş. Park, Varna akvaryumunu, Deniz müzesini, savaş topları sergisini, “Drazki” müze-gemisini, hayvanat bahçesini, açık hava tiyatrosunu, Varna savaşı müzesini, Yunus evini ve Doğa-bilim müzesini barındırı- yor. Çok değişik sosyal ve kültürel faaliyetin yürütüldüğü alanda çok sayıda küçük cafe-lokanta da mevcut.

Varna Akvaryumu Karadeniz’de yaşayan canlıların tamamını içeriyor. Bitkilerin yanısıra 140 çeşit balı k da var; kaplumbağadan foka kadar. Akvaryum 30 bini aşkın bilimsel eserden oluşan bir kitaplığa sahip. Yunus evi ise yapısı, gösteri programları ve eğitimiyle Doğu Avrupa’nı n en iyisi. 1984’te yapılmış, modern bir mimarisi var. Yunus havuzunun suyu Karadeniz’den geliyor. Gösterilere foklar da katılıyor.

Varna Arkeoloji müzesi, göz kamaştı ran mücevherleriyle, özellikle de “Varna altını”yla meşhur. Binlerce objelik çok değerli ve zengin bir ikona koleksiyonu var. Müze salonları nın çoğu antik çağlara ve Greko-romen dönemine ayrılmış. Fanagoria ise şehir merkezinde, otantik yapı korunarak oluşturulmuş bir Bulgar köyü. Köyde her unsur ve her animasyon Bulgar tarihine dayanıyor. Her şey 6-8.yy arasında olduğu gibi düzenlenmiş. Gözetleme ve savunma kuleleri, savaşçı yurtları, atölyeler, o dönemin giysileri, hanların çadırları, ahırlar, kilimler, dans gösterileri, at ve okçuluk yarışları ile hayli ilgi gören bir yer.

BULGAR TARiHiNiN BAŞLADIĞI TOPRAKLAR
ŞUMNU

Şumnu, Tuna yaylasının doğusunda, yeşili bol bir dağ eteğinde. Varlığı üç bin yıl öncesine gidiyor.
Farklı etnik grup ve kültürleri, değişik din ve dilleri barındıran Şumnu’nun bugünkü adı: Shumen. Burası, Bulgar tarihinin başladığı topraklar. Rivayete göre Bulgaristan’ı n kurucusu Asparuh Han burada kılıcını yere saplayıp: “Burası Bulgaristan olacak” demiş. Zaten Bulgar devletinin ilk başkentleri de bu şehrin sınırları içinde: Pliska ve Preslav.

Şumnu, bir ilkler şehri: Kiril alfabesinin icadının ilk resmi kutlamaları 1813 yılında bu şehirde yapılmı ş. 1828 yılında, ilk Bulgar kız okulunun açıldığı yer de burası. 1850’de ilk Bulgar Senfoni Orkestrası Şumnu’da kurulmuş, 1853 yı- lında ilk tiyatro temsili yine burada yapılmış.

Şumnu Kalesi ve Madara Süvarisi

Şehrin en eski yerleşim yeri, merkeze 3 km uzaklıkta, bir tepede bulunan Şumnu Kalesi. Kaleyi önce Traklar kurmuş; daha sonra gelenler ya yıkmış, ya yeni eklemeler yapmış, ya da yeniden inşa etmişler. Şumnu Kalesi, Romalılar zamanı nda çevresi ile küçük bir şehir haline gelirken, Bizans zamanında bir ticaret ve zanaat merkezi olmuş; II.Bulgar krallığında ise Bulgaristan’ı n en güçlü şehrine dönüşmüş. 15.yüzyılda, Haçlı seferleri sırasında yanmış, yıkılmış, terkedilmiş, yerine yenisi de yapılmamış. Restore edilen kale bugün açık hava müzesi.

Şumnu’daki en görkemli anıt, “Bulgar Devleti Kurucuları” anıtı, Asparuh Han’dan Kral Simeon’a (681–927) kadar olan dönemi temsil ediyor. 30 kilometre uzaktan rahatlıkla görülebilen betonarme anıt, ilk Bulgar Devletinin kuruluşunun 1300. yılı münasebetiyle 1981’de inşa edilmiş. Anıta giden yolda, her yılı temsilen 1300 basamak var.

Madara Süvarisi: Madara köyü civarında, yerden 23 m yükseklikte, kayalıklara oyulmuş, kabartma bir simge: bir Süvari. ilk Bulgar Krallığının büyüklüğünü, gücünü, düşman karşısındaki zaferini temsil ediyor. Oldukça etkileyici olan anıt, Avrupa’daki bu türden tek eser. Kimin yaptığı bilinmiyor. Eski Bulgar, Pers ve antik Akdeniz sanatı özellikleri taşıyor. Relief etrafında, 8.yüzyılda Bulgaristan ile Bizans arasındaki önemli politik olaylara dair eski Yunanca yazılar var. Ayrıca Bulgar tarihi eserleri arasında “Bulgar” adının kullanıldığı ilk anıt. Eser, 1979’dan beri UNESCO dünya varlıkları listesinde.

Şumnu Tarih Müzesi 1904 yılında kurulmuş. Müzede 150 binin üzerinde eser sergileniyor. Ayrıca, Askeri kışla sınırları içinde bir de Askeri Müze var. fiehirdeki müze evler de görülmeye değer: “Panço Vladigerov” evi (ünlü besteci ve müzisyen), “Panayot Volov” evi (politik önder), “Dobri Voynikov” evi (yazar), “Layoş Koşut” evi (Macar Milli kahramanı) gibi.

Osmanlı izleri

Osmanlılar zamanında askeri anlamda stratejik önem taşıyan bir Sancak ve mutasarrışık olan Şumnu, pehlivanlar diyarı olarak bilinen Deliorman bölgesinde bulunuyor. Şumnu’da, Koca Yusuf ve Filiz Nurullah gibi dünyaca ünlü pehlivanlar yetişmiş. Şumnu, bugün de Türk kokenli Bulgar vatandaşları nın yoğunlukta olduğu bir kent. II. Balkan savaşı sonrası ndan itibaren etnik Türklerin Türkiye’ye göçmesiyle nüfusu hayli azalmış olsa da, Osmanlı eseri olan bazı tarihi binalar ve evler korunmuş. Bunların başında da “Tombul Cami” geliyor.

1700’lerin ortasında fierif Halil Paşa tarafından yaptırılmış olan Tombul Cami Şumnu’da Osmanlı lardan ayakta kalan en görkemli eser. Bulgaristan’ın en büyük, Balkanlar’ın da ikinci büyük camii. Asıl adı fierif Halil Paşa Camii, ama kubbesi nedeniyle Tombul Cami denmiş. 40 m yükseklikteki, 99 basamakla çıkılan tek şerefeli minaresi ve 25 m çapındaki kubbesi ile ilgi çekiyor. Duvarları düz taştan, bitki figürleri ve geometrik şekillerle süslü. Bir efsaneye göre, camiyi ünlü bir mimara yaptıran fierif Halil Paşa, inşaat biter bitmez kafasını uçurmuş. Aynı camiden bir tane daha yapaması n diye.

Şumnu’da ibadete açık diğer iki cami ise Tatar Camii ve Kalak Camii. Ayrıca bir de Bedesten var. Zamanında canlı bir ticarete tanıklık eden muazzam bir taş yapı t. Hemen yanındaki Köprübaşı hamamı ise 1990’larda terk edilmiş. Saat Kulesi, 1700’lerin ortaları ndan beri her 15 dakikada bir çalan gongu ile zamanı haber veriyor. Şumnu, yazı ve süsleme sanatı ile de meşhur, bu tarza ”Şumnu işi” deniyor. Bir zamanlar, Osmanlı imparatorluğunun Kur’an ihtiyacını karşılayan şehirlerden biriymiş burası, hattatlar çarşısı da varmış.

AVRUPA BiRLiĞİ’Ni KARADENiZ’E TAŞIYAN ÜLKE

Doğu bloku’nun dağılmasından sonra bir şok süreci yaşasa da, 2000’li yıllarda göz kamaştırıcı bir ekonomik büyüme yaşayan Bulgaristan’da bugün kişi başına milli gelir 6200 dolara ulaşmış bulunuyor.

Doğu Bloku içinde yer alan Bulgaristan’ın 1989 öncesinde ekonomisi daha ziyade COMECON çerçevesinde, diğer Doğu Bloku ülkeleriyle takas yoluyla yapılan bir dış ticaret sistemine dayanıyordu. Bu sistem da- ğılınca ülke bir şok sürecine girdi. Ama çok kısa sürede toparlanması nı da bildi. 1990’lı yıllarda, Bulgaristan’daki yeni rejim kamu sektörünü küçültüp, kamu açıkları nı sıfırlayarak enşasyonu yüzde 500’lerden tekli rakamlara çekti. Aynı zamanda inanılmaz bir özelleştirme atılımı başladı. 2000’li yıllarda ise göz kamaştırıcı bir ekonomik büyüme yaşandı. Doğ- rudan yabancı yatırımlar milyar dolarla ifade edilmeye başlandı. Yaşam standardı istenen düzeye henüz getirilemese de Maastricht Kriterleri yerine getirildi. Bugün artık Avrupa Birliği üyesi olan ülkenin ekonomisi iyi yolda ilerliyor ve ülke dünyanın hızla büyüyen ekonomileri arasında yer alı- yor.

Ekonominin Kozları

Bulgaristan’ın başlıca doğal kaynakları arasında boksit, bakır, kurşun, çinko ve kömür gibi madenlerle ile kereste var. Tarıma elverişli topraklar ise yüzölçümünün yüzde 30 kadarını oluşturuyor. Ekonomide önemli bir yer tutan tarım ürünleri ise meyve-sebze, tütün, üzüm, buğday, ayçiçeği, pancar, mısır ve gül.

Ülkenin ticaret kapıları ise Burgas, Varna, Vidin, Rusçuk limanları. Tuna Nehri de bir tür deniz kapısı. Filibe’deki Serbest Bölge de ekonomik bir ivme getiriyor. Varna, stratejik konumuyla GSMH’nin yüzde 15’ini karşılı- yor, sanayi kompleksi de Bulgaristan’ı n en büyüklerinden. Ülkenin her yanında turizme çok büyük yatırım var. 4 milyonun üstünde yabancı turisti ağırlamak söz konusu.

Son yıllarda ülkede pek çok değişik alanda hareketlilik var. Örneğin en eski kış tatil merkezi olan Borovets’te 10 milyon Euro tutarı nda yeni yatırımlar yapılıyor. Bir de, kirli havayı temizleyen, çöp atıklarını işlemden geçiren ekolojik bir gökdelenin Sofya’da inşa edilmesi gibi yepyeni atılımlar var. Bu dev binanın maliyeti 100 milyon Euro’ya ulaşacak.

Kalitesi dünyaca bilinen Bulgar şaraplarını üreten şirketler, başarı ile özelleştirilen ilk şirketler arası nda. Hükümet, bağcılık ve şarapçı lık sektörünün desteklenmesine yönelik yeni bir program başlatı yor. 2009-2013 arası için alınan önlemlerin başında bağların yeniden yapılanması var. Ayrıca şarap üreticilerinin değişik fuar ve organizasyonlara katılmaları da teşvik edilecek.

Enerji Köprüsü

Son dönemde Rusya-Ukrayna gaz anlaşmazlığının Avrupa üzerindeki etkisi ve doğurduğu sonuçlar Bulgaristan’ı da hayli etkileyen bir konu oldu. Doğalgaz ihtiyacını Rusya’dan karşılayan Bulgaristan halkı ve ekonomisi bu yüzden sı- kıntıya girdi. Şu anda Rus doğalgazı na bağımlılığının azaltılması için ciddi çalışmalar var. “Nabucco” boru hattı projesi muhtemelen hız kazanacak. Belene Nükleer Santrali, Trans-Balkan boru hattı ve “Güney Akım” da Bulgaristan’ı n içinde yer aldığı diğer devasa enerji projeleri.

Nabucco Projesi, Hazar ve Orta Asya enerjisini Türkiye’den Batı Avrupa’ya nakledecek bir doğalgaz boru hattı projesi. Bulgaristan, Romanya ve Macaristan üzerinden Avusturya’ya ulaşacak olan hat 3300 km. inşasına 2010’da başlanması, 2013 yılında da tamamlanması planlanıyor. Proje için BOTAfi (Türkiye), Bulgargas (Bulgaristan), Transgaz (Romanya), MOL (Macaristan) ve OMV (Avusturya) şirketlerinin katılımıyla 2004 yılında Viyana’da Nabucco Gas Pipeline International GmbH adlı bir şirket kurulmuş. Eşit hisseli bu ortaklara, Alman RWE firmasının 2008’de katılımı ile proje güç kazanmı ş. Hatta Fransız Gaz de France, Total ve Alman Ruhrgas firmalarının da ortak olmak istedikleri, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’nı n ise projeye katılma yanlı sı oldukları söyleniyor. Hattın 2020 yılında 31 milyar metreküp doğalgaz taşıması öngörülüyor. Toplam bütçe 4.6 milyar Euro. Bakü-Tişis-Erzurum hattının yapı mı ise tamamlanmış durumda. Avrupa, iran’la ilgili kuşkular nedeniyle başta Türkmenistan olmak üzere Özbekistan ve Kazakistan`ı da bu projeye dahil etmeye niyetleniyor.

Belene Nükleer Santrali, Tuna kıyısındaki Belene’de inşa edilecek ve Bulgaristan`ın enerji ba- ğımsızlığını pekiştirecek. Yaklaşı k 4 milyar Euro değerindeki bu tesis, 10.000 kişiye istihdam sağ- layacak, ve “kaza riski sıfır” olan üçüncü nesil bir santral olacak. 2.000 megavatlık, yabancı ortaklı projenin 2014 yılında faaliyete geçmesi planlanıyor.

Trans-Balkan Hattı Projesi, Rus petrolünün Karadeniz’in altından Burgas limanına, oradan da Yunanistan’a ve Avrupa’ya ulaştırılması nı hedeşiyor. Burgas-Alexandrupolis (Dedeağaç) Boru hattı tamamlandığında taşınan petrol kapasitesi yılda 35 milyon tona ulaşacak. Trans-Balkan olarak bilinen petrol boru hattı, Boğazlar’ı da yoğun tanker trafiğinden kurtaracak. Rusya, projenin yüzde 51’ine sahip, Yunanistan ve Bulgaristan da yüzde 49’u aralarında paylaşıyorlar.

Güney Akım Projesi, Rus doğalgazı nı Karadeniz’den Avrupa’ya Bulgaristan üzerinden taşımayı amaçlıyor. Başlangıç noktası Mavi Akım’ınkiyle aynı. Güzergahta Bulgaristan, Sırbistan, Slovenya, Macaristan, Yunanistan, italya ve Avusturya var. Hat, Bulgaristan’dan iki kola ayrılıyor. Yaklaşı k 10 milyar Euro’ya mal olacağı tahmin edilen 3.200 kilometrelik Güney Akım projesinin 2015’de tamamlanması öngörülüyor. Kapasite yılda 30 milyar metreküp.

Yeni hedefler

2008’de büyüme hızı yüzde 6,5 olan Bulgaristan’ın su, rüzgar, güneş enerjisi veya tarımsal atıklardan bio-gaz üretilmesi gibi başka alternatif enerji kaynaklarından da yararlanmak gibi hedeşeri de var. Ayrıca, sanayi kaynaklı hava kirliliğ inin; kanalizasyon, deterjan ve ağır metallerin kirlettiği nehirlerin durumunun ve orman arazilerindeki tahribatın da öncelikli konular olduğunu söylemek lâzım. Kalkınma hamlelerinde de daha pek çok kalem var: Ulaşım altyapı sı, şehir su ve kanalizasyon şebekelerinin güçlendirilmesi, su arıtma tesisleri, Tuna üzerinde 2. köprü inşaatı, Sofya metrosunun genişletilmesi gibi.

YABANCI YATIRIMLAR

Serbest piyasa ekonomisine geçtikten sonra, yabancı yatırımları ülkeye çekebilmek için çok çaba sarf eden Bulgaristan, bu gayretlerinin semeresini görmeye başlamış bulunuyor: 2008 yılında, doğrudan yabancı yatırımlar 6,5 milyar Euro seviyesinde.
Bulgaristan, hızlı bir gelişme gösteren ekonomisi, sahip olduğ u siyasi istikrar ortamı, AB üyeliği ve Karadeniz’e olan kıyı- sıyla önemi artan coğrafi konumu nedeniyle yabancı yatırımcılar için bir cazibe merkezi durumunda.

Bu alanda uygulanmakta olan kurallar da yabancı yatırımcıları cesaretlendirmeyi ve gerekli kolaylı kları sağlamayı hedeşiyor. Bulgar yöneticileri, yabancı yatırımları n ülke ekonomisine nasıl bir canlılık getirebildiğinin farkında.

Neden Bulgaristan’da yatırım yapmalı?

Bulgaristan 2007 yılından beri bir Avrupa Birliği üyesi. Bu üyelik, bir anlamda siyasi ve ekonomik istikrarın sigortası gibi oluyor. Bu da iş hayatında ileriyi görme imkânlarını kolaylaştırıyor. Ayrıca AB ülkeleri ile ticaret serbestisi, AB’nin ticari ortaklıkları olan EFTA veya EUROMED gibi ülke toplulukları ile ayrıcalı klı ticaret olanakları yabancı yatı rımcılar için bir cazibe unsuru. Bulgaristan, iyi eğitimli ve yabancı dil bilen çok sayıda elemana sahip bir ülke. Bunlara verilecek ücretler ise, diğer Avrupa ülkelerine göre, oldukça mütevazı. Kurumsal vergi de Avrupa’ya göre düşük sayılıyor: kazancın yüzde 10’u. Ayrıca, 5 milyon Euro’yu aşan yatırım projelerinde KDV muafiyeti var. Makina ve diğer donanımlarda yüzde 30- 50 oranlarında yıllık amortisman indirimi uygulanıyor.

Bulgaristan, çift vergilendirmenin önlenmesi konusunda 61 ülke ile anlaşmalar yapmış. Yabancı yatırımların karşılıklı korunması ve teşvik edilmesi için de 60 ülkeyle anlaşmaları var.

Bazı kısıtlamalar olsa da, yabancı yatırımcıların Bulgaristan’da taşınmaz mülk edinmeleri mümkün. Yabancı yatırımlar konusundaki idari işlemlerin yapıldığı InvestBulgaria Ajansı, gerekli işlemleri hızla sonuçlandırmak için çaba sarfediyor.

Gerek bu elverişli koşullar, gerekse de cazip bir “komşu” ülke olması, bazı önemli Türk firmaları nın da Bulgaristan’da yatırım yapmasına neden olmuş.

Şişe Cam, Sarten Ambalaj, Kastamonu Entegre Ağaç Sanayii gibi ileri düzeydeki firmalar başta olmak üzere, bir çok firmanın üretimi Bulgaristan ile Türkiye’yi birbirine daha da yakınlaştırıyor.

TRAKLAR’DAN AVRUPA KÜLTÜRÜNE
ZENGiN BiR RUH

Bulgaristan kültürü karma bir yapı sergiliyor. Trak’lardan Roma imparatorluğuna, Hristiyan kültüründen Osmanlı sanatına, Slav folklorundan Batı Avrupa kültürüne kadar bir çok etkileşimden geçen Bulgarlar, üstün yeteneklerini de işin içine katınca, son derece kaliteli ve özgün bir kültür ve sanat birikimi ortaya çıkmış.

19.yüzyılda, Bulgaristan’ın Avrupa ile yakınlaşması sonucunda kültür ve sanatta toplumsal sorunların öne çıkmaya başladığını görülüyor. Sonrasında da sosyalist estetik anlayı şı öne çıkmış. Ama bugün artık farklı bir dünya var: kültür hayati AB üyeliğiyle daha da hareketlenmiş bulunuyor.

Duvar resimleri ve ikonalar

Trak’lardan gelen resim yeteneği, hristiyanlık döneminde kimliği belirsiz ressamlarca yapılmış duvar resimleri ve ikonalarla daha da güzelleşmiş. Ortodoks’luk diniyle özdeşleşmiş olan “ikona” sanatı ve duvar resimleri, doğal olarak Bulgaristan’da en üst düzeyde uygulanmı ş. Ülkedeki kiliselerin hemen hepsinde olağanüstü güzellikte duvar resimleri ve ikonalar var.

Modern resim ise, 19. yüzyılda Zahari Zograf ile başlıyor. En yaratı- cı ve üretken ressamlardan biri, aynı zamanda ikona desinatörü. Döneminin duvar resimlerine kırsal öğeleri sokan ender sanatçılarından. Zlatyo Boyacıyev, Bulgar tarihinde silinmez bir yere sahip. Eserleri iki döneme ayrılıyor: Beyin kanaması ndan öncekiler ve sonrakiler. Sağ kolu felç olduktan sonra tek eliyle üretmiş ölümüne dek. Küçük fırçalarla çalışmış. Kırsal dünyayı resmetmiş. Hastalığından sonra stili değişmiş, netlik kaybolmaya başlamı ş, hayal dünyası daha öne çıkmış. Bulgar resminin, “Maistora” (Usta) olarak adlandırılan Vladimir Dimitrov ile parıltılı bir hal aldığını, en dikkat çekici eserlerinden birinin “Bulgar Madonnası” olduğuna da değinmek gerek.

Bulgarların 9. yüzyılda hristiyanlığı benimsemelerinin ardından inşa ettikleri kiliseler, Bulgar mimarlık sanatı nın ilk önemli ürünleri sayılıyor. Yıllar geçtikçe kiliselerin boyları küçülmüş, ama süslemelerin sanatsal değeri giderek artmış. 14. yüzyı ldan sonraki dönemde ise Osmanlı etkileri göze çarpıyor. Osmanlıları n bıraktığı mimari eserlerin yanı sıra, Bulgar evlerinde de Osmanlı mimarisinin izlerini görmek mümkün. 1878’de, bağımsızlığın kazanı lmasında sonra, ülkede şehirciliğe ve kamusal binalara önem verilmiş. Parlamento binası, Sofya Tiyatrosu gibi önemli yapılar bu döneme ait. Ama günümüzdeki yeni inşaatların hemen tamamı modern teknolojiyi yansıtan formları ve konforu ile, çağdaş mimarinin birer örneği.

Edebiyat ustaları

Ortaçağ döneminde, Bulgar edebiyatı nda dini eserlerin ağır bastığı görülüyor. Sonraki yüzyıllarda ise başkaldırı ruhunun ve milliyetçili- ğin egemen olduğu, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmaya başladığı yeni bir edebiyat dönemi var. Bağımsızlık sonrasında, önce Rus, sonra da Fransız ve Alman edebiyatı etkisi baskın. Mizah ürünleri de bu dönemde ortaya çıkmaya başlamış. Ardından komünist sanat anlayı şının ön planda olduğu dönem geliyor ve sonra da bugünler..

Ivan Vazov, bağımsızlık sonrasının en meşhur yazarı ve milli şair. Yazılarında halkın ideallerini ve hislerini anlatmış. “Boyunduruk Altında” isimli romanı bir dünya başarı- sı. Bulgar yazarları saymakla bitecek gibi değil. Seçkin isimlerden bazıları şöyle sıralanabilir: Pencho Slaveikov: şairlerin en önemlisi. Luben Karavelov, en saygın yazarlardan, uzun yıllar direnişçi olarak da faaliyette bulunmuş.

Aleko Konstantinof: En iyi mizahçı. Onunla edebiyat dünyasına yeni bir hava gelmiş. Peyo Yavorov: Lirik şair, sembolizm akımının temsilcisi. Hristo Botev 28 yıllık hayatı boyunca şair, vatansever, gazeteci ve devrimci.

Ülkenin en büyük yazarlarından Emilian Stanev’in eserleri 20’den fazla dile çevrilmiş. 100. doğum yılı münasebetiyle, 2007, UNESCO tarafından “Emilian Stanev yılı” ilan edilmiş. Hayatının akışı çok ilginç: Önce resim okumuş, sonra maliyeyle ilgilenmiş, Sofya belediyesinde çalışmış, ardından Tırnova’da av sahası işletmiş, akademisyenlik ve iki dönem milletvekilliği yapmış. Doğaya ve hayvanlara adanmış öykülerinde, önemli tarihi olaylardan ve insan ruhunun gizlerinden esinlendiği yazılarında özel bir gözlem yeteneği, inanılmaz bir ifade yeteneği var, dile çok hakim. Aşk öyküleri yazmış, üç de felsefi romanı var.

Elin Pelin ise, öykücü, çocuk edebiyatı ve fabl yazarı. Daha 20’li yaşlarda üne kavuşmuş. Asıl adı Dimitar Ivanov Stoyanov. Önce köy öğretmenliğiyle başlamış çalışmaya, sonra gazetecilik, kütüphanecilik yapmış. Bulgar Yazarlar Birliği Başkanı da olmuş. Çok dikkatli bir gözlemci. fiehir yaşamı ile kırsal yaşamı kıyasladığı “Geracite” adlı romanı, 19.yy Bulgar edebiyatının baş yapıtlarından. Yordan Yofkov da tıpkı onun gibi iki dünya savaşı arasındaki döneme damgasını vuranlardan. Konstantin Konstantinov ise Bulgar kültürel hayatının geçmişini ve iki savaş arasında yaşananları anlatıyor eserlerinde. Gelenekçilikle yenilikçilik arasında dengeli bir köprü kuran sanatçının romanları, denemeleri ve kısa öyküleri var.

Çağdaş romanda en ünlü isimler arasında ise Nikolai Haitov, Ivailo Petrov ve bir Osmanlı tarihi uzmanı da olan romancı Vera Mutafcieva’yı sayabiliriz.

Sinemada yeni dönem

Bulgar sineması yeni bir döneme girmiş durumda. Bir zamanlar her yıl yaklaşık 20 Bulgar filmi yapılır ve devlet tarafından finanse edilirken, rejimin değişmesiyle yeni bir gerçekle karşılaşılmış: pazar ekonomisi. 1991 yılında devlet tekeli kaldı rılınca, sinemada bir çöküş baş göstermiş. Ama artık bir canlanma var: 2003’te yeni bir yasa ile Devlet, Bulgar filmlerinin yapımını, dağıtımını ve yayınını finanse etmeyi üstlenmiş, ayrıca sinemalara Bulgar filmi gösterme şartı getirilmiş.

Geçmişte, Ranghel Valtchanov‘un “Küçük Adada” filmi (1957) dışarı ya açılan ilk film olmuş. Vılo Radev’in “fieftali Hırsızı” filmi de uluslararası başarı elde etmiş. 1970’lerin kilit filmi “Iconostase” (Hristo Hristov ve Todor Dinov) Bulgar kırsalında 19.yy güncel sorunları nı irdeliyor. Nicola Korabov’un “Tütün” filmi ise 1963’te Cannes film festivalinde altın palmiye kazanmış.

MÜZiK HAYATIN HEP iÇiNDE
Ritm ve Renk Cümbüşü
Balkan geleneklerini yansıtan Bulgar müziği, taşıdığı folklorik ögeler ve benzersiz ritm özellikleriyle büyüleyici bir etki yaratıyor.

Bulgaristan, yüzölçümü olarak nisbeten küçük bir ülke olmasına karşın çok zengin ve çeşitlilik gösteren bir müzik geleneğine sahip. Sofya’nın, Rodopların, Dobruca’nın, Tuna kıyısındaki bölgelerin veya Burgas’ı n geleneksel müziklerinin birbirinden farklı oldukları kolayca anlaşılabiliyor. Çingene müziğinin de dahil olduğu bu geleneksel müzikler bayramlarda, arkadaş buluşmaları nda, düğünlerde, cenazelerde hep hayatın içinde. Ve erkeğiyle, kadınıyla herkes de müziğin içinde.

Özgün enstrümanlar

Geleneksel Bulgar müziğinde kullanılan enstrümanların bazıları Türk kökenli. içlerinde değişikliğe uğramış olanlar da var. Genellikle, yöresel müziklere hep tambura ya da gadulka eşlik ediyor. Tambura, Balkanlar’da kullanılan bir ut çeşidi. Gadulka ise armut biçiminde, kemanın küçüğü, yayla çalınıyor, yani bir tür kemençe. Diğer üşemeli müzik aletleri ise düdük (kaval), saksafon ve zurna. Vurmalı çalgılarda da davul ve dümbek var. Dümbek, dümbelek’ten geliyor; yani bildiğimiz darbuka. Gayda da, özellikle Rodop yöresinde çok kullanılan bir çalgı. Bu arada akordeon’u da unutmamak gerek.

Bulgaristan’da folklorik müzik hep korunmuş ve teşvik edilmiş. Bu çerçevede Filip Kutev, yaptığı aranjmanlar ve kurucusu olduğu dünyaca meşhur “Bulgar Seslerinin Gizemi” grubuyla bu müziği daha da popüler hale getirmiş. 1952’de kurulan grubun repertuarı geleneksel ve aranje edilmiş parçalardan oluşuyor. Halihazı rdaki şeşeri Dora Hristova. 1989’da Grammy Award ödülü alan grubun şarkıcıları köylerden seçiliyor, sıkı bir eğitimden geçiriliyor. Bu alanda çalışan müzisyenler arasında Kostadin Varimezov ve Nikola Atanasov (gayda), Mihail Marinov ve Atanas Vulchev (gadulka), Stoyan Çobanov, Nikola Ganchev ve Stoyan Velichkov’u (kaval) sayabiliriz. Nedyalko Nedyalkov ise, kavalı bir etno-jazz âleti olarak kullanı yor. Aynı kategoride yer alan “Rila Saint Jean korosu” da hayli popüler.

Bu türün dışında bir de düğün müzikleri var; “çalgıcı” adı verilen küçük grupların oluşturduğu bir akım. Bulgar folkloru, Balkan pop müzi- ği, Çingene-Türk-Arap etkilerinin biraraya geldiği bir tür. Klarnet ve akordeon öne çıkıyor. Bu arada klarnette Ivo Papazov, akordeonda ise Boris Karlov, Kosta Kolev ve Ibro Lolov’u anmadan geçmemek gerekiyor. Papazov 57 yaşında, çok meşhur bir klarnetçi. Doğu Avrupa’da inanılmaz hızı ve ustalığı ile tanınıyor. 1964’te, henüz 40 yaşında vefat eden Karlov ise Sofyalı bir çingene. Akordeona getirdiği düzensiz ritmli ve normalinden çok daha hızlı olan yeni bir çalma stili ile tanınıyor.

Klâsik müzik ustaları

Elbette ki, Bulgaristan da sadece geleneksel müzik yapılmıyor. Klâsik müzik de ülkede çok beğenilen ve rağbet gören bir tür. Özellikle 1800’lerin ikinci yarısından bu yana Bulgaristan’da zengin bir klasik ekol ve uluslararası camiada tanınan müzisyenler var. Örneğin piyanist ve besteci Dimitar Nenov (1901- 1953), “avant-garde” teknikleri ilk kullanan Bulgar besteci Lazar Nikolov (1922-2005) ve orkestra şefi Konstantin Iliev (1924-1988) gibi. Bulgaristan’da klâsik müziğinin bugünkü yıldızları arasında yetenekli arp sanatçısı Anna-Maria Ravnopolska- Dean’i, keman virtüosu Mintcho Mintchev’i ya da piyanist besteci Emil Naumov’u görüyoruz. Bulgaristan’ın en ünlü orkestra şeşerinden Mihail Angelov ise bugün 77 yaşında. Birçok CD kaydı ve konseri var. Avrupa’nın 67 şehrinde orkestra şeşiği yapmış; Bolşoy tiyatrosundan, Leningrad filarmonisine, italyan San Karlo orkestrasından Torino’daki Verdi tiyatrosuna kadar. Ankara’da Bilkent orkestrası nda 2 yıl şeşik yapan Emil Tabakov ile Ankara Operasında halen Koro fiefi olan Sunay Muradov ise Türkiye’de daha yakından tanınan Bulgar müzisyenleri.

Opera da Bulgaristan’da halkın çok sevdiği bir sanat dalı. Zaten her şehirde büyük bir opera salonu ve bir senfoni orkestrası mutlaka bulunuyor. Bu dalda zirveye çıkmış Bulgar sanatçılarının en önemlilerinden biri mezzo-soprano Alexandrina Milcheva. Dünyanın bütün büyük operalarında performansını sergilemiş bir “diva”. Ayrıca, dünyaca ünlü soprano Raina Kabaivanska’yı, bas Boris Hristov’u ve birkaç yıl önce bir kalp krizine yenilen Nikolai Ghiaurov’u da unutmamak gerekiyor. Klasik ve geleneksel müzik dışında, Jazz müziğinin en büyük temsilcisi, Türkiye’de de çok iyi tanı nan Yıldız ibrahimova. Türkiye ile Bulgaristan’ı müzikle birleştiren bir sanatçı.

Bugünlerin popüler Bulgar müziğinin temsilcileri olan Elitsa Todorova ve Stoyan Yankulov hayranları- nın çokluğundan nefes alamıyorlar. Yankulov şarkıcı, perküsyonist ve besteci. 2003’ten beri Elitsa Todorova ile bir ikili oluşturmuş durumdalar. 2007’de Su adı parçaları ile Eurovision yarışmasına katıldılar.

BiR KAVAL ViRTÜOZU
NEDYALKO NEDYALKOV

Anadolu’da, çobanların müzik âleti olarak bilinen kaval, Bulgaristan’ın kırsal kesimlerinde de çok popüler bir enstrüman ve Türkiye’de olduğu gibi orada da daha çok çobanlar tarafından kullanılıyor.
Basit bir üşemeli çalgı olan ve sınırlı bir ses kapasitesine sahip bulunan kaval, acaba bir orkestranın veya bir caz topluluğunun içinde kendisine yer bulabilir mi? Bulgaristan’ı n ünlü kaval virtüozu Nedyalko Nedyalkov’a bakılırsa, cevap: evet.

1970 yılında Bulgaristan’ın Haskovo kentinde doğan Nedyalkov, müzik öğrenimine doğduğu kentte, henüz 7 yaşındayken başlamış. Önceleri akordeon çalıyormuş. Sonra kaval’a dönmüş ve Shiroka Laka kentindeki Folk Müzik Okuluna gönderilmiş. Burada tutkuyla bağlandığı kaval çalma konusunda yeni teknikler edinmiş ve adı Bulgar Folklor Müziğinin ustaları arasında sayılmaya başlamış.

Nedyalkov, 1989 yılında ödül alarak bitirdiği Müzik Okulunun ardından, Filibe Müzik Akademisine kabul edilmiş ve “Representative Folk Orchestra” ya katılmış. 1996 yılında, Bulgar Ulusal Radyosunun ünlü Folk Orkestrası na katılan Nedyalkov, bugün de aynı orkestrada solist olarak çalmayı sürdürüyor.

Nedyalkov, bugüne kadar ABD’de, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, Japonya’da, Lübnan’da ve başka bir çok ülkede Folk Orkestraları ve Caz grupları ile konserler vermiş, ödüller kazanmış bir müzisyen. Özellikle, Japonya’da “The Angels” kadınlar korosu eşliğinde verdiği konserler, ABD’de “Maistori” grubu ile birlikte yaptığı albüm, 1998 yılında Ivo Papazov ve Yıldız ibrahimova ile birlikte yaptıkları “Trakya Rapsodisi” çalışması ve geçen yıl iskoç “Farser Fifield Band” ile gerçekleştirdiği “Trace of Thrace” projesi, Nedyalkov’un unutulmazları arasında.

KAVAL: Kaval, Anadolu’da ve Bulgaristan başta olmak üzere tüm Balkan ülkelerinde yaygın olarak kullanılan folklorik bir müzik aleti. Bazılarına göre kökeni eski Suriye ve Mısır’a kadar gidiyor. Türk kaynakları na göre ise, Anadolu’ya Orta Asya’dan göçlerle gelmiş. Genellikle çobanların müzik aleti olarak biliniyor. iyi bir kaval, kiraz ya da kayısı ağacından yapılıyor ve üç bölümden oluşuyor. Ses, kavalın üst bölümünde üretiliyor. Orta bölümde ise, parmaklarla açılıp kapatılan delikler yer alıyor. En kısa bölüm ise alt kısım ve “şeytan deliği” diye adlandırılan delik burada yer alıyor. Kavalın boyu 60-90 santimetre arasında olabiliyor. Aletin boyuna ve diğer özelliklerine göre çeşitli isimleri de var. Bulgaristan’da normal kavalın yanında, “Kaba” adı verilen türü de çok yaygın.

BULGARiSTAN VE TÜRKiYE’NiN BÜYÜK YILDIZI:
Yıldız ibrahimova

Ses virtüözü olarak adlandırılan Yıldız İbrahimova, bir doğaçlama ve folklorik caz ustası. Sesini bir enstrüman gibi kullanabiliyor, çıplak sesle 90 dakikayı aflan konserler veriyor.

Şan ve piyano öğrenimini Sofya Çocuk Müzik Okulunda, Sofya Müzik Lisesinde ve birincilikle bitirdiği Bulgar Devlet Müzik Akademisinde gören Yıldı z ibrahimova, 6 yaşından beri sahnede. 1952, Silistre doğumlu sanatçı berrak ve sınırları olmayan güçlü sesiyle yeteneğin, özellikle de yaratıcılığın somut bir örneğ i. Bir konserinde, orkestrasız 3 saat boyunca doğaçlama yapabilmiş biri.

Avrupa klasiklerinden Rus müzi- ğine, Balkan havalarına, Çigan müziğinden Anadolu türkülerine, cazdan, modern müziğe uzanan bir yelpazede çok geniş bir repertuarı var. Sanat yaşamı boyunca, Bulgar ve Türk halk müziklerini caza uyarlamış, Çigan müziğini klasik ve caz müziğiyle harmanlayarak düzenlemeler yapmış. Hem besteci, hem yorumcu. Elektronik ve bilgisayar destekli stüdyo konserleri de veriyor. Muhtelif ülkelerde konservatuar öğrencileri ve öğretmenleri ile caz atölyeleri yapıyor.

Bu dünyaca tanınan ses cambazı, Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika’da 40’ı aşkın ülkede konserler vermiş. 15 albümü ve gittiği ülkelerin radyo-televizyon kanallarında gerçekleştirdiği stüdyo kayıtları var.

Daha lise öğrencisiyken caza yönelen bu rakipsiz sanatçı, cazı özgürlük olarak görüyor, halk ezgilerini caz formatında yorumlayarak bu özgürlüğü yaşatmak ve hissettirmek istiyor. Sahnedeki enerjisi, doğallığı, coşkusu ile gerçekten dinleyicileri şaşırtıyor. Avrupa’nın en iyi cazcılarından biri, müziklerinde sınırları aşıyor, farklı kültürleri-etnik kökenleri bir araya getiriyor.

ODTÜ Müzik ve Güzel Sanatlar Bölümü ile Bilgi Üniversitesi Caz Müziği bölümünde öğretim üyeliği yapan sanatçı, halihazırda bu görevini, ODTÜ ve Başkent Üniversitesi’nde sürdürüyor. “Bulgaristan’ı n ve Türkiye’nin büyük yıldızı” olarak tanınan ibrahimova yurtdışı festivallerde Bulgaristan’ı ve Türkiye’yi temsil ediyor, iki ülkeyi sanatıyla birleştiriyor. Mavi gözlerindeki çocuksu ışıltı- ları hiç kaybetmeyen Yıldız ibrahimova, 30 sanat yılını doldurdu ve müthiş birikimini “Sahnede 30 yıl” albümü ile sergiledi. MÜZiK Ses virtüözü olarak adlandırılan Yıldız ibrahimova, bir doğaçlama ve folklorik caz ustası. Sesini bir enstrüman gibi kullanabiliyor, çıplak sesle 90 dakikayı aşan konserler veriyor.

Gül Vadisi

Gül… Baharın sembolü, sanatın vazgeçilmez esin kaynağı, sevgiyi sunmanın olmazsa olmazı..

Gül, sadece mis kokusu ve görsel güzelliği ile de- ğil, reçeli, şurubu, yağı, suyu, esansı ve bazı türlerinin tedavi edici etkileri ile oldukça işlevsel, narin bir bitki. Dünya parfüm sanayiinin vazgeçilmez unsuru olan gül, Bulgaristan’ın önemli ihraç ürünlerinden birini oluşturuyor.

Vadideki güller

Kuzey yarımkürede, ılıman ortamda yetişen gülün 100 kadar çeşidi var.

Bulgaristan, iklim koşulları, aldığı bol yağış ve toprağının özelliğiyle gül yetiştirmek için çok elverişli bir alana sahip: Gül Vadisi. Bu alan, orta Bulgaristan’da, Stara Planina ile Sredna Gora sıra dağları arasındaki havzalardan oluşuyor. Klisura ve Kazanlık kentleri arasında uzanan Gül Vadisi, dünyaca ünlü bir yer. Meriç nehrinin kollarından biri olan Tunca Nehri tarafı ndan sulanıyor. Bu muhteşem manzaralı vadinin merkezi Kazanlık’ta bir zamanlar, her yeri mis kokulara boğarak açan yağ gülleri, gülhanelerde kurulan kazanlarda kaynatılır, gülyağı çıkartılırmış. Kazanlık, Gül Vadisi’nin ve gülyağı üretiminin başkenti. Gül suyu, gül yağı ve gül esansı fabrikaları, Gül Enstitüsü ve Gül Müzesi sayesinde esans damıtma teknikleri, gül yağı elde etmekte kullanılan eski aletler ve yüzyıllık teknolojik ayrıntılar gibi güle ve gül tarihine dair her şeyi burada bulmak mümkün. Mayıs ve Haziran’da çiçeklenen bu güllerin beyazı, kırmızısı ve pembesi var. En çok fiam gülü yetiştiriliyor, öncelikle de “Trigintipetala” denen çeşidi; diğer adı da Kazanlık Gülü.

Gül Festivali

Dünyadaki tek gül festivali Bulgaristan’da yapılıyor. Her yıl haziran başında, Kazanlık’ta yapılan kutlamalara çok sayıda turist katılıyor. Festivalde bir gül kraliçesi seçiliyor. Sonra da gelsin folklor gösterileri, konserler, Bulgar ressamları sergisi ve karnaval… Dansları ve en güzel giysileriyle, gülümseyen kızlar dolduruyor her yanı. Gül kupası turnuvası bile düzenleniyor. Al yanaklı Kazanlıklı kızlar, gün doğmadan uyanıp gül yaprağı toplamaya gidiyorlar, güller henüz güneş ışıklarına iyice açılmadan, özlerini yitirmeden. Ve sepetlerini dolduruyorlar, şarkılar söyleyerek. Bir de yarışma yapılıyor: En çok gül yaprağı toplama yarışması. u iş tam bir seremoniye dönüşüyor. Yaprak toplama bittiğinde Gül Enstitüsü’ne gidiliyor ve yüzyıllar önce hangi tekniklerle esans çıkarı ldığı gösteriliyor konuklara. Hemen ardından gül ürünleri tadılıyor; reçel, likör, gül rakısı gibi..

Koku dünyası

Bulgaristan, dünyanın 1 numaralı gül esansı üreticisi ve gülyağı pazarında önemli bir yere sahip. Zaten kalite olarak Bulgar gülyağı uluslararası parfümeri dünyasında da 1 numara. Elbette üretimin ve damıtmanın çeşitli özel teknikleri var, ama üreticiler sır gibi saklı yorlar bunları.

Gül üretimi bu verimli vadinin başlıca geçim kaynağı. Yaklaşık 2.000 hektar ekiliyor ve bu alanı 3.000 hektara çıkarmak hedeşeniyor. Yılda 900 kg ila 1 ton arasında gül yağı üretimi yapmak ve dünya pazarının ihtiyaçlarına cevap vermek amaçlanıyor. Farklı kimyasal özellikleri, büyüleyici ve kalıcı aroması ile Bulgar gül esansı Fransa, ingiltere ve ABD parfümeri sektöründe, en prestijli parfüm markalarında kullanılıyor.

Yöredeki yüzlerce köyde üretim yapılıyor ve sadece iyice açmış güller toplanıyor. Gül toplamanın yüzde 90’lık bölümü el emeğine dayanıyor. Geçmişte işçinin bol olmasına karşın, bugün gençler artık bu işte çalışmak istemiyorlar. Bu nedenle, emekliler mayıs ve haziran aylarında mevsimlik işçi olarak çalışıyor. Gül vadisinde sadece hasat için 35.000 işçiye ihtiyaç var. Kalifiye işçi bulmak ise ciddi bir problem.

Gül çok hassas bir ürün. Taç yaprakları 24 saat içinde toplanmak zorunda. Bir kilogram saf gül esansı elde etmek için 3-3,5 ton yaprak yani yaklaşık 1 milyon çiçek toplamak gerekiyor. Eğer iyice açan bir çiçek o gün toplanmazsa, ertesi gün bütün yaprakları dökülüyor.

Resmi istatistiklere göre, Bulgaristan yılda 1,3-1,5 ton gül yağı ihraç ediyor. Fiyatı kilo başına 4.800- 5.000 Euro arasında değişiyor. Parfüm dünyasında gül esansı ve gülyağı hayli değerli ve pahalı. Bulgaristan, kozmetikte tonik olarak kullanılan gül suyunda da 1 numaralı ihracatçı.

Bulgar gülünün kökeni konusunda farklı görüşler var. Eski metinlere göre ilk güller Trakya’dan gelmiş, Büyük iskender’in askerleri ile. Başka bir görüşe göre Osmanlı kaynaklı ve fiam kökenli. Tunus’dan getirildiğ ini söyleyenler de var. Nereden gelirse gelsin, Bulgaristan’ın gül tarihi 16.yüzyıl sonlarında başlı- yor, yani 400 yıllık bir geçmişi var.

SPORUN HER ÇEŞİDi

Bulgaristan’da sporun her dalı aktif ve yaygın. iyi sporcular yetişiyor ve Bulgaristan her uluslararası yarışmada varlığını sürdürüyor.

Bulgaristan, spor eğitimine ve altyapı sına inanılmaz ölçüde önem veren, disipline ve başarıya inanmış sporcular yetiştiren bir ülke. Sporun her dalının aktif ve yaygın olduğu Bulgaristan, uluslararası yarışmalardan madalyalarla dönmüş pek çok sporcuya sahip. Örneğin geçen yıl yapılan Pekin Olimpiyatlarında, Bulgar sporcular 1 altın ve 4 de gümüş madalya kazandılar. Altın madalya kürek dalında Rumyana Neikova’nı n. Sporcunun 2000 ve 2004 olimpiyatlarından gümüş madalyaları da var. Diğer Pekin madalyaları ise güreşten. Zaten, Dimitar Dobrev, Boyan Radev, Peter Kirov, Atanas Komşev ya da Armen Nazarian gibi şampiyonlar çıkarmış Bulgaristan’da güreş geleneksel bir spor.

Atletizmin de eskiden beri Bulgaristan’da özel bir yeri var. Son dönemde eski başarılı sonuçlar pek elde edilmiş olunmasa da, Spas Bukhalov, Ina Eftimova, Momşil Karailiev ve Tsvetalina Kirilova gibi atletler takdir topluyor. Olimpiyat şampiyonu üç adımcı Tereza Marinova, sakatlığı nedeniyle sporu bırakanlardan. Delko Lesev ise, madalyalı bir emekli sırıkçı. Atletizmde anabilece- ğimiz diğer isimler ise Nikolay Atanasov, Valentin Atanasov, Ilya Dzhivondov ve Daniela Georgieva.

Maria Petrova 1991-1996 arası aktif olan, çok popüler bir ritmik jimnastikçi. 1992 ve 1994 Avrupa fiampiyonu, 1993, 1994 ve 1995 Dünya fiampiyonu. 21 yaşındayken sporu bırakan Petrova, artık uluslararası hakem olarak görev yapıyor. Artistik jimnastikçi Jordan Jovtchev de (1991-2008 arası aktif) 4 Dünya, 1 de Avrupa fiampiyonu ünvanına sahip.

Teniste, Haskovo’lu genç umut, 17 yaşındaki Grigor Dimitrov, en prestijli “Wimbledon” ve ABD Açık Tenis turnuvalarından madalyalarla döndü ülkesine. En iyi kadın tenisçi Tsvetana Pironkova ile birlikte Bulgaristan’da yılın (2008) tenisçileri seçildiler. 21 yaşındaki Pironkova, bu ünvanı üst üste 3 yıldır taşıyor. Lubomira Bacheva’nın (1990-2004 arası aktif) kazandığı iki WTA turnuvası var. Yulia Berberian, 1960’lı yılların mükemmel bir tenis oyuncusu. 70’lerde antrenör olduktan sonra üç kızı Katerina, Magdalena ve Manuela’yı yetiştirip Bulgaristan’ı n en yetenekli tenisçileri haline getirmiş

Yüzmede, Dünya maratonu kupasını 8 defa kazanmış olan Peter Stoyçev adını görüyoruz. Yılın (2008) en iyi 10 sporcusundan biri. Ve kayak sporları için çok uygun coğrafi koşullara sahip Bulgaristan’da en iyi snowboardculardan Aleksandra Jekova adı çıkıyor öne. Radoslav Yankov da 20 yaş altındaki gençlerde snowboard dünya şampiyonu. Boks’ta Kubrat Pulev, Avrupa boks şampiyonu. Gençlerde Stefan ivanov’un Avrupa Boks Birinciliğinden bir altın madalyası var. Detelin Dalakliev ise gümüş madalyalı bir başka boksör.

Buz Dansında son yıllarda Bulgaristan’ı başarıyla temsil elden en popüler çift: Albena Denkova/Maxim Stavisyki ikilisi. 1996 yılından bu yana her yıl Bulgaristan şampiyonu ünvanını taşıyorlar. Çiftin, Dünya fiampiyonasında madalya kazanan ilk Bulgar buz dansçıları olmak gibi bir özelliği var. Denkova 12 yaşında başlamış buz dansına. Staviyski ise, buz patenine başladığında dört yaşı ndaymış. 2003 ve 2004 Dünya ve Avrupa fiampiyonalarında bronz ve gümüş madalyalar kazanan Denkova/ Staviyski ikilisinin 2006’da Dünya fiampiyonlukları, 2007 Avrupa Artistik Patinaj fiampiyonasında üçüncülükleri var.

Futbol’un yeri başka

Her şeye rağmen, futbol Bulgaristan’da da en popüler spor. Bulgaristan Milli Futbol Takımının en büyük başarısı 1994 FIFA Dünya Kupası’ nda aldığı dördüncülük. Ülkenin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu ise Hristo Stoiçkov.

1994 FIFA Dünya Kupası’nda attığı 6 golle gol kralı olmuş. Aynı yıl Avrupa’da Yılın Futbolcusu da seçilmiş. CSKA Sofya, Barcelona, Parma, Kashiwa Reysol gibi takımlarda oynayan Stoiçkov, Bulgaristan’da 5 defa yılın futbolcusu seçilmiş. Şu anda da, Bulgaristan Milli Futbol takı mının Teknik Direktörü.

Stoiçkov’un eski takımı olan ÇSKA Sofya, Bulgaristan liginin en önemli takımı. Kırmızı-siyah formalı ekip, 11 kere Bulgaristan Kupasını, 13 kere Sovyet Ordu Kupasını, 2 kere de Bulgaristan Süper Kupasını kazanmı ş. “Maviler” olarak anılan Levski Sofya’nın kuruluş tarihi ise 1914. Bulgaristan’ın önde gelen futbol takı mlarından biri ve CSKA Sofya’nın da ezeli rakibi. 1942’den beri 25 Bulgaristan Kupası kazanmış.

Bulgaristan futbol dünyasında son dönemde en çok konuşulan isim, 1981 doğumlu Dimitar Berbatov. Mükemmel performansıyla dünyanı n en iyi forvetleri arasında yer alan oyuncu profesyonelliğe CSKA Sofya ile adım atmış. Aynı yıl Bulgaristan milli takımına da çağrılmış. Ardı ndan Bayern Leverkusen’e geçen Berbatov’u, daha sonra Tottenham takımı kadrosuna almış. 2008-2009 sezonunda 30 milyon Pound karşılı- ğında Manchester United’a transfer olan Berbatov’un, 64 kez yer aldığı Bulgar milli takımında toplam 41 golü var. 27 yaşındaki futbolcu, 2004’ten beri her yıl Bulgaristan’da yılın en iyi sporcusu seçiliyor.

BULGAR MUTFAĞINDAKi TEMEL ÖZELLiK LEZZET ZENGiNLİĞİ

Bulgar ulusu değişik etnik topluluklardan oluşuyor ve her birinin Bulgar mutfağına farklı katkısı var. Buna tarihi mirası da ekleyince ortaya bir lezzet zenginliği çıkıyor.

Bulgaristan’ın, Slav özellikleri ile Akdeniz mutfağını, Osmanlı’ dan kalma Türk yemekleriyle Bağımsızlık sonrasında yaygı nlaşan Avrupa lezzet örneklerini içinde barındıran ve hepsini uyum içinde kullanan özgün bir mutfak geleneği var. Genelde Bulgar mutfağı oldukça dengeli. Hem et yemekleri, hem sebzeli yemekler, hem de sütlü ürünler bol miktarda tüketiliyor. Genellikle, Bulgar mutfağında kısa sürede pişirme yöntemleri ve fırın, önemli bir yer tutuyor. Bir başka özellik de, lezzet arttıran katkıların oldukça yaygı n olması. Pek çok yemekte taze ya da koyulaştırılmış süt, soğan ve sarımsak da önemli bir yer tutuyor. Çubritza yani kekik çok kıymetli, aynı şekilde maydanoz, nane ve dereotu da.

Keyifli bir kahvaltı

Bulgar kahvaltıları hem bol çeşitli, hem de bol keyişi. Kahve, çay, süt, reçel, tereyağı, zeytin, peynir, sucuk, salam, jambon, sosis, pastı rma. Bulgarlar için kahve, özellikle sabahları önemli. Çok kaliteli olan Bulgar peynirleri ise ülke dışında bile popüler. Özellikle, Kaşkaval adıyla bilinen kaşar peyniri birçok ülkeye ihraç ediliyor. Trakya usulü bir Beyaz Peynir olan Sirene ise, hemen hemen bütün salataların ve kahvaltıların olmazsa olmazı.

Bulgaristan’da geleneksel yemekler çorba, mevsim sebzeleri eşliğinde soslu, kızarmış ya da fırında pişirilmiş et ve ızgaralar ve börek. Domuz etiyle yapılan Kebapçe isimli kebap türü çok lezzetli. Filibe deyince de Türkiye’de ilk akla gelen şey köfte. Ana yemekte iki temel kategori var: Izgara et ve tencere yemeği. Tencere yemekleri toprak kaplarda uzun süre pişirilerek yapılıyor: kavurma (et-sebze karışımı), güveç, musakka, türlü gibi.

İyi bir akşam yemeği aperatifle başlıyor. Genellikle rakiya, mastika veya votka’ya bol meze çeşitleri eşlik ediyor. Örneğin Patlıcan ezmesi çok popüler. Patlıcana sarmı sak ve sıvı yağ ekleniyor. Sıcak giriş yemekleri; Biber ya da kabak dolması, asma yaprağı veya lahana ile yapılan sarma’lar, pane türleri, sarmısaklı kabak, patlıcan ya da çok makbul olan beyin kızartması vs. Mişmaş da çok tüketilen bir yiyecek. Yumurta, domates ve biber aynı anda pişirilerek yapılı- yor. Bizim menemen’imiz yani. Kış yemekleri ise daha ağır: lahanalı domuz eti, kuru fasulye, sulu köfte gibi.

Bol çeşitli ve leziz çorbalar, Bulgar mutfağının çok temel bir unsuru. Hem öğle, hem akşam yemeklerinde tüketiliyor. Süslü-işlemeli pişmiş topraktan kaselerde sunuluyor. Pileşka (tavuk çorbası), Bob Çorba ya da manastirska (kuru fasulye çorbası) ve işkembe çorbası rağbette. işkembe çorbası, bol içkili gecelerin ardından, sabahları da tüketiliyor. Isırgan otu çorbası (koprivena), ıspanak çorbası (spanaçena), kuzu ciğeri çorbası, balık çorbası, paça çorbası, kurban çorbası şeklinde liste uzayıp gidiyor.

Tatlılar arasında, baklava ya da kadayıf gibi Doğu tatlıları da var, krem karamel ve krep gibi Avrupa tatlıları da. Kişa (yağlı, yumurtalı kızarmış hamur işi), ponichka (pudra şekerli ya da içinde marmelat tarzı tatlılar olan yağda kızartılmış börek) ve gevrek (susamlı, yuvarlak bir çeşit çörek) sayabileceğ imiz diğer tatlılardan.

NAZDRAVE! (Sağlığınıza)

Aile ve arkadaşlık bağlarının güçlü olması, konukseverlik, geleneklere düşkünlük, yani beraberliklerin önemsenmesi, mutfak kültürünü de etkiliyor. Çok sayıda kutlama, bayram ve özel gün, hatta her türlü bahane, insanları bir yemekte aynı masa etrafında buluşturuyor. Aynı masa etrafında buluşmanı n olmazsa olmazı da bir şeyler içip keyişenmek. Rakiya: Adı Türk rakısından geliyor, Balkanlar’ın tamamında hayli revaçta ve Bulgarların da en tercih ettiği alkollü içki. Derecesi yüzde 40 dolaylarında ve açık sarı renkte.

Rakiya’ya başta Çopska olmak üzere genelde salatalar eşlik ediyor. iki ana rakiya çeşidi var: Erik bazlı (slivova) olanı daha zengin aromalı. Üzümden yapılanı (grozdova) ise daha sek. Slivenska Perla, erik rakıları içinde en ünlü olanı. Üzüm rakısının en itibarlı sı da Pomorie şehrinde üretilen Alambik. fieftali, kayısı, elma, incir ve ayvadan üretilen rakiyalar da var. Bazı türleri tahta fıçılarda saklanıyor, bu da ona değişik bir aroma veriyor. Prepecenica alkol oranı yüzde 70’i geçebilen bir rakı çeşidi. Greyana ya da Kuvana ise kış günlerinde bal ya da şekerle yumuşatılarak ve özellikle de sıcak içiliyor. Mastika da anasonlu bir aperatif, sulandırılarak ya da susuz içilebiliyor.

Bulgar şarabına kendine özgü karakterini veren yerel üzümlerden üretilen şarapların en öne çıkanları Mavrud, Pamid, Gamza (Gımza) ve Misket; son derece kaliteliler. Gül vadisi bu üretimde önemli bir yer tutuyor. Ülkenin en kayda değer mahzenleri Pamidovo, Brestovitza, Karlovo, Brezovo ve Stara Zagora’da. Kesinlikle ziyaret edilip tadım yapılması gereken yerler. Melnik’te parlak renkli, en ünlü şaraplar üretiliyor. Harsovo, Mavrud ve Pamid (yumuşak ve hafif) uzun süre saklanabilen enfes kırmızı şaraplar. Kuzeyde üretilen Gamza da bekletilebilenlerden. Beyaz şaraplardan Misket dışında Dimyat (sek), Tamyanka, Madara (şekerli) ve Han Krum da çok beğeniliyor. Iskra, köpüklü şarabın en tutulanı.

Ülkenin kendi doğal kaynağı olan maden suları da çok tüketiliyor. Bilinen markalar: Devin, Hisarya ve Gorna Banya. Bulgaristan bira da üretiyor, hem kaliteli, hem de ucuz. En popüler biralar Kamenitza ve Zagorka; mutlaka tadılması gereken lezzetler. Değişik tat arayanlar Ariana ve Stolichno’yu da deneyebilir. Likörde ise gül, frambuaz ve vişne gibi tatlar görüyoruz. Ve boza ile ayran: Sofraları n sevilen unsurları.

Sayfalar