Project Description

7. Sayı

Hırvatistan

DİPLOATLAS – ARALIK 2009

7. Sayı

DiploAtlas

Aralık 2009

Merhaba,

Hırvatistan, Avrupa ülkeleri arasında genç bir Cumhuriyet olarak algılanıyor. Oysa, Hırvat ulusu yaklaşık 1500 yıldır o topraklarda yaşıyor. Bu uzun süre boyunca yaşadıkları deneyimlerle, kendi kültürlerini, sanatlarını, folklor özelliklerini, geleneklerini, bilimsel birikimlerini, kısacası uygarlıklarını oluşturmuşlar. Yaratıcı bir halk oldukları için, başta “kravat” olmak üzere, dünyaya bir çok yenilik armağan etmişler. Ve bugün, çağdaş bir Avrupa ülkesi olarak, kaliteli bir yaşam tarzını sürdürüyorlar.

DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısında, sizi işte bu ülkeye, Hırvatistan’a götürüyoruz.

Hırvatistan, 21.yüzyılın en çok gelişen Turizm ülkelerinden biri. Ülkenin bu alanda her türlü koza sahip olması Hırvatların işini kolaylaştırıyor. Güneş, deniz, kıyılar, adalar ve muhteşem tatil tesisleri bir yanda; dağlar, mağaralar, yer altı suları ve kayak merkezleri diğer yanda. İsteyen, ülkedeki tarihi mirasın izini sürebilir, isteyen her bölgede özgün olan gastronomik keyiflerin tadına varabilir.

Başkent Zagreb’in yanında, Adriyatik kıyısında yer alan bir çok Hırvat şehri hakkında okuyucularımıza biraz fikir vermek istedik. Rijeka’dan Dubrovnik’e kadar kıyı boyunca uzanan bu şehirler,hem bir tatil beldesi olmanın, hem de büyük şehir olma özellikleriyle her türlü ihtiyaca cevap verme kapasitesinin avantajını taşıyorlar.

Ankara’daki Hırvatistan Büyükelçisi Gordan Bakota, kendisiyle yaptığımız ve iç sayfalarda okuyacağınız mülâkatta, Hırvatistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ideal düzeyde olduğunu, ancak iki ülke arasındaki ticaret hacmının hızla artması gerektiğini söyledi. Çok doğru olan bu tesbitin kısa sürede gerçekleşme yoluna girmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. Çünkü kaliteli ürünler üreten Hırvat firmaları, tüm Batı Avrupa’ya yapmakta oldukları satışları Türkiye’de de gerçekleştirebilmek için büyük çaba gösteriyorlar. Ticari alanda Türkiye ile işbirliği yapmak konusunda çok istekliler.

Türkler için Hırvatistan’a gidip, bu ülkeyi yakından tanımak hiç zor olmadığı gibi, çok da keyifli. Turist olarak gidenlere Hırvat halkı, iş için gidenlere de Hırvat firmaları kucak açacaktır. Unutmadan söyleyelim: Hırvatistan’a gitmek için vize bile gerekmiyor.

Kaya Dorsan

YARATICI İNSANLARIN ÜLKESİ HIRVATİSTAN

Hırvatistan, hem bir Orta Avrupa ülkesi, hem de bir Akdeniz ülkesi sayılıyor. Ülkenin bir bölümü Orta Avrupa’nın güneyinde doğu-batı ekseninde yer alırken, bir diğer bölümü Adriyatik boyunca kuzeyden güneye uzanıyor.

Hırvatistan’ın kuzeyinde Slovenya ve Macaristan, doğusunda Sırbistan, güney-doğusunda ise Bosna-Hersek ve Karadağ var. Başkenti Zagreb olan ülkede yaklaşık 4,8 milyon nüfus yaşıyor.

Coğrafi çeşitlilik

Hırvatistan, coğrafya açısından çok çeşitli özelliklere bir arada sahip olmanın avantajına sahip. Dağlar, ovalar, göller, nehirler, ormanlar, uzun bir kıyı şeridi ve tam 1185 ada. Ayrıca, hem karasal iklim, hem Akdeniz iklimi ve hem de Palagruza takımadalarında olduğu gibi Tropikal iklime yakın bir ortam. Bunların hepsi Hırvatistan’da.

Hırvatistan’ın 1185 adasının 66’sında yerleşim yerleri bulunuyor. Bu adaların en büyükleri olan Cres ve Krk adaları, aynı zamanda birer turizm merkezi. Şekil olarak birbirinden çok farklı olan bu adaların yüzölçümleri neredeyse aynı olduğu için, hangisinin en büyük ada olduğuna karar verilememiş.

Ülkenin en yüksek tepesi, Rijeka ile Karlovac arasındaki Dinara dağları. Burası denizden 1831m yükseklikte. Zaten, Dalmaçya kıyılarına paralel olarak kuzeyden güneye inen ve bir kısmı Hırvatistan’da, bir kısmı da komşu Bosna-Hersek’te yer alan yükseltilere “Dinar Alpleri” deniyor. Öte yandan, ünlü Tuna nehri Hırvatistan’ın kuzeyinden geçiyor. Özellikle, doğudaki Vukovar kenti Tuna ile hayat buluyor.

Tarih öncesinden bugüne

Bu topraklarda tarih öncesinde bile yaşayanlar varmış. Kuzey Hırvatistan’da bulunan Neanderthal fosilleri bunu kanıtlıyor. Ama bugünkü Hırvatların ataları bölgeye 7.yüzyılda gelmişler. O yıllarda ülkede Dükalıklar kurulmuş. Aynı dönemde, hem Bizans İmparatoru, hem de Papa, gönderdikleri misyonerlerle Hristiyanlığın benimsenmesini sağlamışlar. 9. yüzyılda, Papa, Dük Branimir’i “Hırvatların Dükü” olarak resmen tanımış. 925 yılında ise, Kıyı Hırvatistanı’nın Dükü olan Tomislav, Dalmaçya ve Panonya (Kuzey Hırvatistan) Hırvatlarını bir araya getirerek Hırvat Krallığı’nı kurmuş. Ancak, bu hanedanın son kralı olan Zvonimir 1089 yılında, bir veliaht bırakmadan ölünce, son Hırvat Kraliçesi Jelena Lijepa’nın kardeşi Macar Kralı I. Ladislaus, aynı zamanda Hırvatistan Kralı ilân edilmiş.

Hırvatistan ile Macaristan’ın bu şekilde başlayan beraberliği yaklaşık bin yıl sürüyor. Hırvatistan, her ne kadar bazı özerklik haklarından yararlansa da, bu dönemde Macar Krallarının üstünlüğü hep önde gelmiş, ve bu durum, zaman zaman Hırvatların direniş mücadelelerine de yol açmış. Macarların Hırvatlar üzerindeki hakimiyeti, 1526 yılında, Osmanlıların Mohaç’da Macarları yenmeleriyle sona eriyor. Macarlardan kurtulan Hırvatlar, bu kez Avusturya’nın ünlü Habsburg hanedanından yardım istiyorlar ve şeklen Macaristan’a bağlı olsa da, ülke 1918 yılına kadar Habsburg hanedanı tarafından yönetiliyor. Bu uzun dönem, aynı zamanda zor ve sancılı bir dönem. Osmanlıların Avrupa’da Viyana’ya kadar genişlemesi Hırvatlar üzerinde de tehdit oluşturuyor. Nitekim, doğuda Slavonya, Osmanlıların eline geçiyor. Adriyatik kıyıları ise, Venedik tehdidi ve baskısı altında zor bir dönem geçiriyor. İki yüzyıl boyunca, bölgede büyük bir nüfus değişimi yaşanıyor. Göçler Hırvatistan’ı, Sırbistan’ı ve Bosna’yı etkiliyor.

20. yüzyıl

I. Dünya Savaşının ardından, 1918’de, Hırvatistan’ın “Sabor” adıyla bilinen Parlamentosu bağımsızlık ilân ediyor ve 1 Aralık 1918’de “Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı” kuruluyor.

Sırplarla birleşme düşüncesi, başta Josip Juraj Strossmayer olmak üzere, Hırvatlardan kaynaklansa da, “Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı” kısa sürede “Yugoslav Krallığı” haline dönüşerek, Sırp öncelikli bir devlet oluyor. Özellikle 1929 yılından II. Dünya Savaşına kadar olan dönemde, Yugoslav Kralı Alexander’in resmen diktatörlük rejimi kurduğu biliniyor.

II. Dünya Savaşında Alman işgalini yaşayan Yugoslavya’da, savaş sonrasında Federal Sosyalist Yugoslavya Cumhuriyeti kuruluyor. Hırvatistan’ın da Federal üye olduğu Cumhuriyetin Başkanı ise, ünlü Josip Broz Tito. Yugoslavya’nın, Zagreb yakınlarında doğmuş, Hırvat kökenli Başkanı Tito, savaş sonrasında Moskova çizgisine girmeyi red etmesi ve Nasır ve Nehru ile birlikte “Bağlantısızlar” hareketine öncülük etmesiyle tarihe geçmiş bir lider. Tito’nun 1980 yılında ölmesinden sonra, Yugoslavya’da çeşitli milliyetcilik akımları baş gösteriyor. 10 yıl kadar süren ve Sırplarla Slovenleri, Hırvatları ve Kosova’lı Arnavutları karşı karşıya getiren istikrarsız bir dönemin sonrasında, 1991 yılında, Hırvatistan bağımsızlığını ilân ediyor. Hırvatistan’ı resmen tanıyan ilk ülke ise, İzlanda.

Ancak, bağımsızlık ilânının ardından, toprak paylaşımı ve etnik grupların hakları konusunda anlaşmazlıklar çıkmış, Sırpların hakimiyetindeki Yugoslavya ordusu Hırvatistan’a saldırmış ve çıkan savaş yaklaşık 5 yıl sürmüştür. 1991-1995 yılları arasında yaşanan bu savaş, Hırvatistan’da yüzlerce kilisenin, kütüphane ve müzenin, evlerin, okulların yıkılmasına veya ağır hasar görmesine yol açmış ve çok sayıda insan ölmüştür. Savaş, 1995 yazında Hırvatların “Oluja” (Kasırga) adı verdikleri bir askeri operasyon sonucunda sona ermişti.

Bugünkü Hırvatistan

Artık barış içinde bir ülke olan Hırvatistan’ın Anayasa’sı 1990 tarihli. Ülke, 2000 yılına kadar Yarı Başkanlık sistemiyle yönetilmiş. Ama 2000 yılından bu yana Parlamenter Sistem ile yönetiliyor. Devletin başında Cumhurbaşkanı var. 5 yıl için doğrudan seçiliyor ve en fazla 2 dönem görev yapabiliyor. Hırvatistan’ın şu andaki Cumhurbaşkanı Stjepan Mesic. 2000 yılından bu yana görevde olan Mesic, daha önce Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı görevlerinde de bulunmuş. Aynı zamanda, eski Yugoslavya’nın da son Cumhurbaşkanı. 1991 yılında, “Bağlantısızlar” grubunun Genel Sekreterliğini de yapmış. Olağanüstü deneyimlere sahip bir devlet ve siyaset adamı.

Hırvatistan Parlamentosu’nun geleneksel adı “Sabor”. Eski tarihlerden beri böyle adlandırılmış. Sabor tek meclisli bir parlamento. Şu anda 153 üyesi var. Halk tarafından 4 yıl için seçiliyorlar. Sabor’un şimdiki Başkanı Luka Bebic, Hırvat Demokratik Birlik Partisi mensubu.

Başbakan ise, Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor ve Meclis tarafından onaylanıyor. Hırvat Hükumeti’nin adı: Vlada. Hükumet, 5 Başbakan yardımcısı ve 14 Bakandan oluşuyor. Ayrıca bir de Genel Sekreter var. Jadranka Kosor geçtiğimiz Temmuz ayında, Hırvatistan’ın ilk kadın Başbakanı oldu. Eski bir gazeteci olan Bayan Kosor, 1995 yılından beri politikanın içinde. Hırvatistan Demokratik Birlik Partisi (HDZ) üyesi. Kurduğu 4 partili koalisyon hükumetinde kendi partisinden 12, diğer 3 partiden ise 4 bakan var. Kabinede ayrıca 3 de bağımsız bakan yer alıyor.

…ve halk

Hırvatistan nüfusunun yüzde 90 gibi büyük bir çoğunluğunu Hırvatlar oluşturuyor. İkinci sıradaki etnik grup ise Sırplar. Sırpların oranı yaklaşık yüzde 4,5. Ülkede ayrıca küçük topluluklar halinde, Boşnaklar, Slovenler, İtalyanlar, Macarlar Çekler ve Romanlar da yaşıyor. Son dönemlerde yaşanan savaşlar ve göçler sonucunda, nüfus artışı pek yok.

Hırvatistan’da ortalama ömür 75 yıl. Okuma-yazma oranı ise, yüzde 98’i geçiyor. Ülkenin yüzde 88’i Katolik Hristiyan, yüzde 4,5 ise Ortodoks. Müslümanların oranı yüzde 1.5’a yaklaşıyor.

Serbest piyasa ekonomisinin yürürlükte olduğu ülkede, 2008 yılı itibarıyla, fert başına milli gelir 18.500 dolar.

BÜYÜKELÇİ GORDAN BAKOTA “İstikrarın Temel Taşları”

Hırvatistan’ın Ankara Büyükelçisi Gordan Bakota AB adayları Türkiye ve Hırvatistan’ı Güneydoğu Avrupa’da istikrarın temel taşları olarak görüyor. Diplomat Atlas’a verdiği bu mülakatta Büyükelçi, siyasi işbirliği, ekonomik bütünleşme, ortak Akdenizli bakış açısı ve spor sevgileriyle birbirlerine oldukça yakın olan iki halk arasında daha yoğun kültürel ve turistik paylaşımlar için çağrıda bulundu.

DİPLOMAT ATLAS: Hırvatistan’ın AB adaylığı ile ilgili son durum nedir?

GORDAN BAKOTA: Önümüzde henüz açılmayı bekleyen zorlu fasıllar var. Devlet, bürokrasi, Hukuk sistemi, uyum sağlamamız gereken en önemli başlıklar. Ancak müzakereleri 2010 yılının ortası itibariyle bitirebileceğimizden umutluyum. Mevcut 27 üyenin de onayının ardından 2011 yılının sonunda, ya da 2012 yılının başında Birliğe üye olmayı umuyoruz.

DİPLOMAT ATLAS: Sizi bu konuda iyimser kılan nedir?

GORDAN BAKOTA: Öncelikle, geçtiğimiz Nisan ayında NATO üyesi olduk. Bu noktada, Türkiye’nin ülkemize verdiği büyük desteğin de altını çizmek isterim. Ayrıca, Lizbon Anlaşmasının imzalanmasıyla genişleme sürecinin kapsamı arttı. Bunun yanı sıra, Hırvatistan ve Slovenya Başbakanları Ekim ayında sınır sorununu tahkime götüren bir anlaşma imzaladı.

DİPLOMAT ATLAS: Sizce AB daha fazla genişlemeli mi?

GORDAN BAKOTA: Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini kuvvetle destekliyoruz. Aynı zamanda, Hırvatistan’ın AB ile yürüttüğü müzakereler Bosna Hersek, Sırbistan, Makedonya ve diğer Güneydoğu Avrupa ülkeleri için de önemli bir örnek teşkil ediyor. Euro-Atlantik perspektifinin bu bölgede istikrar için bir ön koşul olduğuna inanıyoruz. AB adaylık sürecimize ilişkin her çeşit belgenin çevirilerini komşularımızla paylaşıyoruz.

DİPLOMAT ATLAS: Bölgedeki istikrar konusunda da iyimser misiniz?

GORDAN BAKOTA: Slovenya ve Hırvatistan’ın geldiği nokta yeni bir atmosferin yaratılabileceğini gösteriyor. Türkiye’nin komşularıyla sorunsuz ilişkiler yürütme siyasetine tamamen katılıyorum. Bu olmadan refah sağlanamaz. Bu nedenle, Türkiye ve Hırvatistan’ın bölgemizdeki istikrarın temel taşları olabileceğini düşünüyoruz. Bosna Hersek’in bütünlüğünü de tamamıyla desteklediğimizi belirtmek istiyorum. Etkili yönetim ve burada yaşayan üç ulusun eşit haklara sahip olması çok önemli. Bu, ayrıca, AB’nin de önem verdiği konulardan biri.

DİPLOMAT ATLAS: Hırvatistan – Türkiye ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

GORDAN BAKOTA: Sorunsuz, dostane ve karşılıklı desteğe dayalı. NATO’da beraberiz. Uluslararası kuruluşlarda işbirliği yapıyoruz ve bölgede ortak bir konumu paylaşıyoruz. AB konusunda görüş ve deneyimlerimizi birbirimizle paylaşıyoruz. Serbest Ticaret Anlaşması da dahil olmak üzere karşılıklı pek çok anlaşmamız var. Ülkelerimiz arasında vize uygulaması olmaması da ilişkilerimizin gücünü gösteriyor.

DİPLOMAT ATLAS: Türk yatırımcıların Hırvatistan’daki durumu nedir?

GORDAN BAKOTA: Bunu size bir örnekle açıklayayım. Avrupa’nın en iyilerinden olan otoyollarımızla gurur duyuyoruz. Zagreb’ten Split’e kadar olan otoyol Enka tarafından inşa edildi. Dubrovnik’teki iki muhteşem otelin sahipleri Türk. Rixos ve Doğuş Holding gibi şirketlerin Hırvatistan’da faaliyet göstermesinden memnuniyet duyuyoruz. Türk yatırımcılar çalışma alışkanlıklarımıza ve ekonomik esnekliğimize zenginlik katıyor ve küresel pazara girmemizi kolaylaştırıyor. Bence Hırvatistan’ın AB üyeliği de Türk yatırımcılara bölgesel ekonomik işbirliği ve üçüncü pazarlarda varlık göstermek anlamında büyük bir ivme kazandıracak

DİPLOMAT ATLAS: İki ülke arasındaki ticaret düzeyinden memnun musunuz?

GORDAN BAKOTA: Rakamlar ticaret hacminin arttığını gösteriyor. Ancak potansiyel çok daha fazla. Türkiye’nin Hırvatistan’a yönelik ihracatının arttığını görmek sevindirici ancak Türkiye pazarında da daha fazla Hırvatistan malı görmek istiyoruz. Hırvatistan’ın en büyük gıda işleme şirketlerinden biri olan Podravka İstanbul’da bir büro açtı ve şu anda işleri gayet iyi. Çok yakında Hırvatistan Ekonomi Bakanı Türkiye’yi ziyaret edecek ve büyük bir iş forumu düzenleyeceğiz.

DİPLOMAT ATLAS: İşbirliğinin arttırılacağı sektörler hangileri?

GORDAN BAKOTA: Turizm bunlardan biri. Türkiye de, Hırvatistan da dünya turizminde küresel çapta oyuncular. 2008 yılında Hırvatistan’ı 10 milyon turist ziyaret etti ve rakamlar ekonomik krize rağmen artış gösteriyor. Umut vadeden bir diğer alan ise ulaşım. Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan kara ve deniz yollarının tümü Hırvatistan’dan geçiyor. Ben de Türk şirketlerinin Hırvatistan limanlarını kullanmalarını özellikle teşvik etmeye çalışıyorum. En büyük limanımız olan Rijeka, Türkiye’den Orta Avrupa’ya en yakın geçiş noktası.

DİPLOMAT ATLAS: Ülke halklarının kardeşliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

GORDAN BAKOTA: Düşünce yapılarımız birbirine benziyor. İzmir’e de, Antalya’ya da, Dubrovnik’e de, Split’e de gitseniz aynı Akdeniz ortamını buluyorsunuz. Spor da aramızdaki başka bir güçlü bağ. Pek çok Hırvat antrenör Türkiye’de tanındı. Tomislav İvic ve Otto Baric bunlardan sadece ikisi. Şu anda Trabzon, Eskişehir ve Ankara’da futbolcularımız var. Basketbolda da durum aynı. Her Ocak ayında bir çok futbol takımımız Antalya’da antrenman yapıyor ve bana Antalya’nın bir spor cenneti olduğunu söylüyorlar. Maalesef milli futbol takımlarımız Güney Afrika’daki Dünya Kupasında yarışamayacaklar ama inanıyorum ki, dönüşümüz muhteşem olacak…

DİPLOMAT ATLAS: İki ülke halklarını daha da yakınlaştırmak için neler yapıyorsunuz?

GORDAN BAKOTA: Hırvatistan’da daha fazla Türk turist, Türkiye’de de daha fazla Hırvat turist görmek istiyoruz. Dubrovnik’e gidecek Türklere 50.000’den fazla Osmanlı belgesi içeren, mükemmel şekilde korunmuş muhteşem Osmanlı arşivini görmelerini öğütlüyorum. Nisan ayında Zagreb Filarmoni Orkestrası ve HGM Caz Orkestrası müzik festivali için Ankara’ya geldiler. 2010 yılında da İstanbul’da ve Ankara’da konserler ve sergiler düzenlemek istiyoruz.

DİPLOMAT ATLAS: Özetle, Türkiye ile Hırvatistan arasındaki ilişkilerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

GORDAN BAKOTA: Öncelikle, Afganistan’da olduğu gibi, dünyada barış ve istikrarı sağlamak için gerekli katkıyı yapmalıyız. Ortak eylemler ve bakış açılarıyla BM, AB gibi uluslararası kuruluşlarda ve bölgemizde birlikte çalışmalıyız İkinci olarak, Türkiye’yi dünyada, Hırvatistan’ı ise bölgemizde küresel ekonomiye katkı sağlayan oyuncular olarak değerlendiriyorum. Hırvatistan’da çok sayıda Türk şirket, Türkiye’de de çok sayıda Hırvat şirket açılacaktır. Ayrıca daha fazla alanda işbirliği, kaynaşma ve turistik ilişki öngörüyorum.

DİPLOMAT ATLAS: Son olarak, okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

GORDAN BAKOTA: Bir diplomat olarak, son dört yıldır Türkiye’de görev yapmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Türkiye’de büyükelçi olmak çok ayrıcalıklı bir görev.

TARİHİ MİRASINA SADIK, MODERN BİR BAŞKENT ZAGREB

“Hırvatistan’ın başkenti Zagreb, hem Orta Avrupa, hem de Akdeniz özellikleri taşıyor. Tarihi bir atmosferle çağdaş yaşamın iç içe olduğu kent, aynı zamanda bir kültür, sanat ve eğlence merkezi.”

Zagreb’in tarihi 1000’li yıllarla başlıyor. Kent, karşı karşıya iki tepe üzerinde yer alan Kaptol ve Gradec kasabalarının birleşmesi ile oluşmuş. Adriyatik denizine 170 km uzaklıkta bulunan Zagreb, tarihi boyunca Adriyatik Denizi’nden Orta Avrupa’ya uzanan bir bağlantı noktası olmuş. Bir dönem Batı Avrupa’dan İstanbul’a doğru yol alan Şark Ekspresi’nin yolcuları, Zagreb’te mola verirmiş. Maksimir parkında gezinti yapılır, Esplanade otelinde akşam yemeği yenilir, dans edilirmiş.

17. yüzyılda, kentin Barok tarzda yenilenmesi sırasında, eski ahşap evler yıkılmış, saraylar, kiliseler, manastırlar orijinaline sadık kalınarak elden geçirilmiş. Çok sayıda sanat atölyesinin kurulması ve ticari fuarların düzenlenmesiyle kent zenginleşmiş. Kralın hizmetindekiler, asil zengin aileler, üst düzey dini temsilciler ve Avrupa’dan gelen tacirler için Zagreb cazip bir yerleşim yerine dönüşmüş. 1868’de Avusturya– Macaristan İmparatorluğu bünyesinde Hırvatistan-Slavonya Krallığının başkenti olmuş. 1880’de bir deprem yaşamış. 1891’de atlarla çekilen ilk tramvay, 1905’te de ilk elektrikli tren hizmete konmuş. Şehrin sokaklarında ilk otomobiller 1901’de görülmüş.

Bugün Zagreb üç bölgeden oluşuyor: Hırvatistan Katolik Kilisesinin merkezi olan Kaptol; Parlamento binasının yer aldığı Hükümet merkezi Gradec; ve çağdaş iş hayatının merkezi sayılan Donji Grad (Aşağı Şehir). Kaptol ve Gradec artık birlikte “yukarı şehir” anlamına gelen Gorjni Grad adıyla anılıyor. Bu tepelerin eteklerinde ise “aşağı şehir” var, yani Donji Grad.

Zagreb, çok canlı ve sevimli bir eski şehir çekirdeğine sahip; daracık sokakları, mimari zenginliği, merdivenleri, sarayları, tramvayları, tipik el işçiliği ürünleri ve merkeze 30 dakika uzaklıktaki kayak merkezi ile tam bir kültür-sanat şehri. Meydanları yemyeşil. Şehrin göbeğinde bir botanik parkı bile var. Avrupa’nın diğer başkentlerine yakınlığı ile de ideal bir hareket noktası.

Merkez küçük sayılır. Tek yönlü, birbirini kesen sokakları ile Orta Avrupa’nın tipik şehir planına sahip. Kentte çok sayıda tramvay hattı var. Gece-gündüz çalışan bu tramvaylarda yolculuk etmek de oldukça keyifli. 1 üniversite, 10 tiyatro, 21 müze, 14 sanat galerisi var. Zagreb çizgi film yapımında çok ileri. Bu işin eğitimi de veriliyor. Her yıl yapılan uluslararası çizgi film festivalinde dünyanın her yerinden filmciler buluşuyor.

Yukarı şehir

Zagreb’in mücevheri Gradec tepesine Tomiceva sokağından, 1890’da yapılmış funiküler (kablolu tramvay) ile ya da “stube” denen, ahşap merdivenlerle ulaşılabiliyor. Yukarı çıkmadan önce Gradec ve Kaptol tepelerini birbirinden ayıran Tkalciceva sokağında mutlaka gezilmeli, özellikle sabahları harika, kafe’leri ve doğan güneşin ışıklarını yansıtan pastel renkli cepheli güzel evleri ile. Funikülerin sonundaki Lotrscak kulesine ise öğle saatlerinde uğramakta fayda var. Her gün bir belediye görevlisi, öğleyin top atışı yapıyor. Devasa bir barut bulutu yayılıyor etrafa. Kuleden şehri seyretmeyi de unutmamak lazım. Hoş bir manzarası var, bütün Zagreb ayaklar altında.

Eski surlar boyunca yapılan gezintilerde (Strossmayer yolu) Gradec gerçek bir sinema dekoruymuş hissi uyandırıyor insanda. Burada kentin en eski eczanesi (1355) ve en eski kafe’si (1825) hükümet binasıyla yanyana. Ortaçağ havasını kaybetmeyen Gradec, bugün sadece Zagreb’in değil, Hırvatistan’ın en iyi korunarak bugüne ulaşmış tarihi merkezlerinden biri. Şehir müzesi, prehistorik dönemden günümüze Zagreb ve Hırvatistan tarihini içeren çok güzel bir müze.

Rengarenk çatısıyla tanınan Saint-Marc kilisesi, Gradec’in merkezinde bulunan Saint-Marc meydanında. Hırvat parlamentosu ve hükümet binası da burada. Kilisenin güney cephesinde bulunan Roma stili penceresi, 13.yy’da yapıldığının göstergesi. 14.yy’ın ikinci yarısında tamamen değiştirilmiş ve gotik bir yapıya çevrilmiş. Saint-Marc kilisesinin oldukça sade olan iç kısmı, Ivan Mestrovic’in resimleri ile dekore edilmiş. İçerde, kilisenin kuzey batı duvarında Zagreb’in en eski arması var, üzerine 1499 yılı kazınmış (orijinali Zagreb şehir müzesinde korunuyor). Kilisenin 1880’de yapılan çatısı, verniklenmiş kiremitle kaplı. Ivan Mestrovic atölyesi, Rodin’in en kıymetli öğrencisi Hırvat heykeltraş Ivan Mestrovic‘e (1883-1962) ait tarihi bir aile evi. Strossmayer galerisi ise sanat tutkunlarının ihmal edemeyeceği bir galeri, 14-19.yy tarihli nadide sanat eserlerini barındırıyor. “Art Naif” Müzesi, Ilica caddesinde, dünyada eşi yok. Ilica, şehrin en işlek alışveriş yeri, mağazalarla dolu

Aşağı şehir Donji Grad, şehrin altın çağda inşa edilmiş kısmında. Neo klasik büyük meydanları ile büyüleyici. Strossmayer sarayı, aşağı şehrin en harika mekanı. “Art nouveau” stilde, 1891’de inşa edilmiş. Kentin yontu-sütunlarla bezeli, neo-klasik ve neo-rönesans sarayları ile bu anıtsal bölgesi, Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun çöküşü öncesindeki dönemin enerjisini ve dinamizmini yansıtıyor. Botanik bahçesi, etnoğrafya müzesi ve teknoloji müzesi de atlanmaması gereken yerler.

Aşağı şehrin en canlı, en görkemli yeri, Hırvat ulusunun lideri Ban-Josip-Jelacic’in adını taşıyan meydan; Zagreb’in kalbi olarak anılan bu alan, şehir turuna başlamak için de en ideal yer. Ayrıca teras cafeleri ile tam bir buluşma noktası. Meydanın yanındaki merdivenlerden çıkınca çiçekçilerle başlayan geniş ve her şeyin bulunabildiği bir pazar yerine ulaşılıyor: Dolac Pazarı.

Mazuranicev ve Marulicev meydanları arasında gotik binalar hayranlık uyandırıcı. Bu meydanlar gençlerin uğrak yeri, sokak gösterileri ve konserlerin mekanı. Masarykova sokağındaki Ulusal Tiyatro Zagreb’in en büyük opera ve bale eserlerinin sergilendiği yer. 1840’ta kurulmuş ve açılışı Avusturya-Macaristan imparatoru I.Franz-Joseph tarafından yapılmış. Bu tiyatrodan gelip geçmiş ünlüler arasında Franz Liszt, Sarah Bernhardt, Franz Lehar, Richard Strauss, Gerard Philipe, Vivien Leigh, Laurence Olivier, José Carreras da var.

Mimara müzesi, Roosevelt meydanında. 1987’de açılmış, ama bina 19.yy’a ait, daha önce liseymiş. Müze, Raphael, Vlasquez, Rubens et Rembrandt gibi ressamların koleksiyonu ile ünlü. Preradoviceva meydanı, çiçekler meydanı, yaya bölgesi merkezi. Frankopanska sokağı da Ilica gibi, aynı canlılıkta. Donji grad’ın en güzel kısmı, merkezinde ulusal tiyatronun bulunduğu Mareşal Tito meydanı. “Hayatın kaynağı”, yani heykeltraş Ivan Mestrovic’in eseri bronzdan çeşme burada.

Bir milyon nüfusuna ragmen Zagreb, makul ölçülerde bir şehir ve yürüyerek ya da tramvayla rahatlıkla gezilebiliyor. Küreselleşme çağında Avrupa’nın bütün şehirleri, aynı mağazalar, aynı lokantalar, aynı mimari ile az ya da çok birbirine benzemeye başlasa da, Zagreb’in bir farkı var; hiçbir yerde bulamayacağınız el ürünü objeleri ve artık yok olmakta olan zanaatkarlari keşfetme keyfini yaşıyorsunuz. Şapkalar, el yapımı şemsiyeler, baharatlı kırmızı kalp şeklinde ekmekler (Licitarska srca), mumlar, hardal, biberli bisküviler (Paprenjak), yüzde yüz doğal sabunlar, Penkala marka dolmakalemler (Slavoljub Penkala, 1906 yılında Zagreb’te dolmakalemi icat etmiş) ve KRAVAT.. Kravat’ı 18, yüzyılda Hırvat askerler keşfetmişler. Başta ipek olmak üzere her tür kravatı burada bulmak mümkün.

Renato Bocak gibi lüks ayakkabı üreticileri ve binbir çeşit kunduracı da keşfedilebilir. Ama en sansasyonel olanı kristal objeler: Zagreb’in 33 km batısındaki Samobor kasabasında bardaklar, sürahiler, salata tabakları, vazolar üretiliyor, hepsi de olağanüstü bir durulukta. Bütün kristaller elde yapılıyor. Motifler çoğunlukla art nouveau tarzda, kalite-fiyat uyumu da süper.

HATIRLANMASI GEREKEN BİR KENT RİJEKA

Rijeka, Hırvatistan’ın Adriyatik kıyısındaki en büyük limanı. Kuzey Adriyatik’teki Kvarner Körfezi’nde yer alıyor. Sözcük olarak “nehir” anlamına gelen Rijeka, Hırvatistan’ın en büyük üçüncü şehri.

Büyük bir liman kenti olan Rijeka, Hırvatistan’ın en güzel kıyılarına sahip ama turist akınlarının uzağında kalmış. Bu güzel kenti çok az kişi tanıyor. Adeta unutulmuş bir şehir gibi, son derece sakin. Turistler buraya, ya güneydeki Dubrovnik’e giderken ya da Istria yarımadasını ziyarete geldiklerinde uğruyorlar. Ünlü Istria yarımadası, Rijeka’nın hemen batısında.

Akdeniz’in bu güneşli kıyılarında çok sayıda koy ve plaj var. Kvarner Körfezi ve Istria rivierası, Hırvat turizm gelirlerinin yüzde 50’sini karşılıyor. Su sporları için de ideal; yelken, dalış, su polosu, balık avcılığı.. Hemen geride, 30 km ötedeki dağlarda da yürüyüşler, tırmanış, avcılık yapılabiliyor. Kvarner körfezinde yer alan ve bir köprüyle anakaraya bağlanan ünlü Krk adasına ve deniz yoluyla da Cres, Losinj ve Rab adalarına Rijeka’dan gidiliyor.

Yaklaşık 144 bin olan nüfusunun çoğunluğunu Hırvatlar (%80) oluşturuyor. Sırplar ve İtalyanlar da diğer etnik gruplar. İtalyanların Rijeka’da okulları var, İtalyanca “La Voce del Popolo” gazetesini de çıkarıyorlar. Bu gazete yayın hayatına 1885’te başlamış. İtalya’ya bu kadar yakın oluşu kente özel bir hareketlilik getiriyor. Zaten, Rijeka sakinleri Hırvatçanın yanısıra İtalyanca da konuşuyor.

19. yüzyılda, hem bir sanayi merkezi, hem de kavşak noktası olarak gözde bir şehirmiş. O zamanlar haftada 6 gemi kalkarmış ABD’ye. Rijeka, Orta Avrupa göçmenlerinin yola çıkış noktasıymış. Kentte Amerikan Konsolosluğu da varmış. Şimdilerde henüz otel sayısı az ama turizm giderek gelişiyor. Şehre 16 km uzaklıktaki şirin yerleşim yeri Opatija, Doğu Avrupa’nın zenginlerini ağırlıyor. Rijeka ekonomisi deniz taşımacılığına, tersaneciliğe ve turizme dayanıyor.

Keyifli bir şehir turu Son derece ucuz olan bu şehrin gece hayatı çok canlı. Bar ve kulüpler sabaha kadar açık. Merkezde sadece yayalara ayrılmış bölgede sıra sıra cafeler, mağazalar var. Kahve tüketimi oldukça fazla. Deniz kenarında huzurlu yürüyüşler yapmak mümkün. Çok sayıda müze de var, Modern sanatlar müzesi, Denizcilik müzesi gibi.

St Vitus, 17.yüzyılda yapılmış sevimli bir kilise. Duvarında bir top mermisi var, Napolyon savaşları sırasında İngilizler tarafından konmuş buraya. Efsaneye göre Karolina adında bir Hırvat kızı İngilizlere saldırıları durdurmaları için yalvarmış. Karolina’nın güzelliğinden etkilenen subaylar da ateşi kesmişler. Birçok hayat kurtulmuş böylece. O yüzden şehirde birçok işletme ve butiğin adı Karolina.

Limanda üç kapalı pazar yeri var, hemen küçük bir parkın yanında. Park içinde kocaman sütünları ile yer alan klasik tiyatro binası, 1765 yılında yapılmış. Haftanın yedi günü açık olan pazarlar, çok rağbet görüyor. Şehrin yukarı kısmında, bir tepenin üzerine konuşlanmış Trsat şatosu, 13.yy tarihli. Şatoya çıkmak için 500 basamak tırmanmak, ya da taksiye binmek gerekiyor. Görülmesi gereken diğer yerler arasında Torpido Fabrikası var: Avrupa’da üretilen ilk güdümlü torpidonun prototipleri Giovanni Lupis tarafından burada yapılmış. Ayrıca, Stara Vrata (Eski Kapı), Svetişte Majke Bozje Trsatske (Tarsatlı Madonna Mabedi) ve 1632’de kurulan Rijeka Üniversitesi de görülmeye değer yerler arasında.

Karnaval

Rijeka’da her yılın Ocak ayı ortalarında başlayan ve bir ay kadar süren bir de Karnaval mevsimi var. 2010 yılında 27ncisi yapılacak olan bu eğlenceli etkinlikte 100 kadar çeşitli gösteri grubu yer alacak. Rijeka Karnavalı, Rio ve Venedik Karnavallarının ardından, dünyanın 3. büyük karnavalı olarak biliniyor ve her yıl yaklaşık 100 000 turist çekiyor. Karnaval başlarken, Rijeka Belediye Başkanı, şehrin sembolik anahtarını “Toni Usta” (Mestar Toni) diye adlandırılan Karnaval Başkanına teslim ediyor. Tabii ki, bir “Karnaval Kraliçesi” seçiliyor, tabii ki bir Karnaval Balosu düzenleniyor, tabii ki görkemli bir “Karnaval Yürüyüşü” yapılıyor… Ve daha bir sürü etkinlik…

Kısacası, kaçırılmaması gereken bir şölen…

3000 YILLIK KENT : ZADAR

Kuzey Dalmaçya kıyılarında, 80 bin nüfuslu bir Akdeniz kenti. Güneşi, sıcak denizi, zeytini, şarabı, balığı, şarkıları ve taş binaları ile ünlü. Aynı zamanda, Hırvat kültürünün kaynak noktalarından biri.

Zadar’ın inanılmaz güzellikte bir doğası var. 3000 yıllık bir yerleşim yeri olmasının sırrı belki de bu. Geşmişi tarih öncesi dönemlere kadar gidiyor. Eskiden, burası “Jadera” veya “Iadera” olarak bilinirmiş. “Adriyatik” denizinin adının buradan geldiğini öne sürenler de var.

Zadar, zengin bir Roma kolonisiyken, şarap ve zeytinyağı ticaretinin önemli bir merkeziymiş. Bizans döneminde Zadar, Dalmaçya’nın başşehri olmuş. Hırvat dilinde ilk kitap burada yazılmış. Ülkenin en eski ünversitesi de burada kurulmuş. Eski şehrin daracık sokaklarında bir tarihi zenginlik yatıyor.

Kentin mücevherleri

Şehri dolaşmaya, 16. yüzyılda yapılmış olan Kopnena Vrata’dan başlanabilir. Burası Zadar’a kara tarafından giriş kapısı. Adeta bir zafer takına benziyor ve gösterişli bir aslan heykeli ile süslü. Sveti

Donat Kilisesi: Bu kilise Zadar’ın en ilginç yapısı. Roma ve Bizans stilinde dini bir kompleks. Bir kilise için hiç alışık olunmayan yuvarlak bir biçime sahip. Planı itibariyle, Avrupa’nın en etkileyici kiliselerinden biri sayılıyor. Bu yuvarlak biçim, Dalmaçya’daki Bizans mimarisinin tipik bir örneği. Bir Roma çarşısının ve tapınağının kalıntıları üzerine 9.yüzyılda inşa edilmiş. Şehrin simgesi olan bu yapının batı kısmında kolonlar görülüyor. Bunlar, daha önceki Roma tapınağından kalanlar. Bir başka kolon ise Ortaçağda suçluların halka gösterilmesi için bağlandıkları direk olarak kullanılmış. Kilisenin iç kısmındaki sadelik şaşırtıcı

boyutlarda. Sveti Donat’ın artık dini bir fonksiyonu yok. Mükemmel akustiği nedeniyle konser salonu olarak kullanılıyor. Her yıl Uluslararası Ortaçağ ve Rönesans Müzik festivali yapılıyor burada. Etkinlik, Sveti Donat Müzikal Geceleri adıyla da tanınıyor.

Sveti Simun Kilisesi: Gerçek bir hazine. Beyaz ve aşı boyası renkli cephesi, büyük bir sadelik taşıyor. Temelinde 5.yüzyıl tarihli bir bazilika var. Gotik ve barok tarzda çok sayıda değişiklikten geçmiş. Sveti Simun’a ait, sedir ağacından kutsal bir emanet sandığı (1377) barındırıyor. Sandığın alt kısmındaki altın ve gümüş süslemeler, o dönem kuyumculuğunun inceliğini gösteriyor. Ama sandığa yaklaşılamıyor, koruma amacıyla sadece uzaktan bakılabiliyor.

Sveta Stosija (Sainte Anastasia) Katedrali: 9.yüzyıla tarihlenen eski bir kilisenin kalıntıları üzerine 12.yüzyılda inşa edilmiş. Ama Franklar 1202’de yıkmışlar. 13.yüzyıl boyunca yeniden inşa edilmiş ve ancak 1324’te bitirilmiş. Katedral, Sveta Stosija’nın taş gömütünü barındırıyor. Dış cephe, Hırvatistan’daki Roma sanatı örneklerinin en güzellerinden. Kemerler ve taşa oyulmuş küçük kolonlarla süslü.

Narodni Meydanı: Ortaçağdan beri Zadar’ın kalbi olan bu meydan, her zaman canlı ve bütün şehrin buluşma noktası. Meydanı süsleyen binalar da birbirinden ilginç. Batı tarafında Loza var. Bugün sanat galerisi. Meydanın kuzeyinde de görkemli Ghirardini sarayı var (15.yy). Apayrı güzellikteki balkonu, Rönesansın ilk örneklerinden.

Arkeoloji müzesi: Zadar’ın tarihini yansıtıyor. Giriş katı Ortaçağa ayrılmış, birinci kat da Roma dönemine. Augustus, Tiberius gibi imparatorların büstleri var. İkinci katta prehistorik objeler, Demir çağı takıları ile Yunan seramikleri yanyana. Dini Sanatlar Daimi Sergisi ise devasa bir dini eserler koleksiyonu. Eserler, II. Dünya savaşından sonra biraraya getirilmeye başlanmış. Müze 1976’da açılabilmiş. Bazı parçalar Hırvat, bazıları yurt dışından gelmiş, özellikle İtalya’dan. On yüzyıllık bir dönem, doğal akışı içinde izleniyor.

Zadar’da, surlar üzerinde dolaşmak da mümkün. Hem de, şehrin en güzel görüntüleri eşliğinde. Eski şehrin doğusunda ise sevimli küçük plajlar var.

DALMAÇYA’NIN MERKEZİ SPLİT

“Hırvatistan’ın ikinci büyük şehri ve Dalmaçya bölgesinin merkezi olan Split Adriyatik Denizi’nin doğusunda küçük bir yarımada üzerinde yer alıyor.”

Split, Hırvatistan adalarına ulaşımı sağlayan büyük bir liman kenti olmanın yanı sıra, bir sanayi, turizm ve kültür şehri. Canlı barları, cafe’leri, hediyelik eşya satan mağazaları, kesme taştan şirin evleri, arnavut kaldırımı döşenmiş, cıvıl cıvıl, lavanta kokulu daracık sokakları var. Gerili çamaşır iplerinden sarkan çamaşırlar, koşuşturan çocuklar, herbir köşede karşınıza çıkan kediler, bazen kırık dökük bir balkon ya da pencere.. Yaşam ritmindeki tatlılık ve sıcaklık baştan çıkarıcı.

Yaz ayları kültürel etkinlikler anlamında daha hareketli. Split Yaz Festivali, Temmuz’un ortasından itibaren bir ay boyunca şehri tiyatro, opera ve klasik müzikle buluşturuyor. Yakın çevresindeki turistik adalar Split’e farklı özellikler kazandırmış. Pek çok kişi Split’e Hvar, Brac, Korcula gibi tatil adalarına gitmek için de geliyor. Dalmaçya adalarına başlıca hareket noktası Split. Şehir, Roma döneminde

Diokles Sarayı etrafında şekillenmiş. 1700 yaşındaki saray ve Saint-Domnius katedrali ile Split Dünya Kültür Mirası listesinde. Diokles Sarayı, Split’in kurucusu, Dalmaçya kökenli Roma İmparatoru Diokles (245-313), tarafından yaptırılmış. Surlarla çevrili sarayda mesken olarak kullanılan binalar dışında, hamam, kütüphane, Jupiter

tapınağı ve kışla da var. Tamamı 39 000 m², yani yaklaşık 8 futbol sahası büyüklüğünde ve denize bakan kısmı, limana açılıyor. Bir zamanlar gemiler doğrudan buraya yanaşırmış.

Sarayın her cephesinde bir kapı var: Altın, Gümüş, Demir ve Bronz kapılar. Kraliyet mensuplarının yaşadığı kısmın girişi, eskiden mermer ve mozaiklerle süslü olan harikulade bir kubbe ile kaplı.

Diokles sarayının yapımı sırasında İmparator hiçbir masraftan kaçınmamış. Mermerler Yunanistan ve İtalya’dan gelmiş, sütunlar ve sfenksler de Mısır’dan. Saray, bugün, dünyanın en büyük Roma dönemi yapılarından. Ama, bir yandan da şehrin doğal bir parçası haline gelmiş. Artık, mağazalar, cafe’ler, restoranlar ve işyerleri ile 3 bin kişiyi barındırıyor bünyesinde. Yapımından bu güne kadar geçen süre içinde şehir sakinleri her bir köşesini kullanılır hale getirmiş.

Diokles Sarayı bünyesinde yer alan Saint-Domnius katedrali, Halen Avrupa’da kullanılmakta olan en eski Hristiyan Katedrali olma özelliğini taşıyor. Aslında Roma İmparatoru Diokles’in mozolesi. İlk yapıldığı sekizgen biçimini korumuş. Roma etkisi ve hristiyan süslemeleri taşıyan melez bir yapı. Çan kulesi 13.yüzyılda yapılmış. Kuleye tırmanıp yukarıdan Split’in muhteşem manzarası izlenebilir. Altlıkta ise, iki harika aslan ve siyah granitten Mısır sfenksi var. Zarif oymalı ana giriş kapısı da çok güzel. İsa’nın hayatını ve acılarını temsil eden 1214 tarihli ahşap heykellerin inceliği dikkat çekici.

Küçük bir gezinti

Şehir merkezini gezmeye, Brace Radic meydanından başlamakta fayda var. Güney tarafı 15.yüzyıl kuleleri ile çevrili. Tam karşıda ise barok bir yapı olan Milesi Sarayı var. Meydanın ortasına Ivan Mestrovic’in yaptığı bir heykel yerleştirilmiş: Şair Marko Marulic’in heykeli. Sonra Maruliceva sokağı; bir başka meydana, Narodni meydanına açılıyor. Narodni, Orta çağla 20.yy arasında yaşayan farklı mimari akımların şovu gibi. Örneğin 15.yy’a tarihlenmiş üçlü kemerli bir binaya 19.yy’da eklenmiş bir kat, hayran bırakıyor insanı.

Narodni meydanından Bosanska sokağına dalıp sağa dönünce karşımıza hayranlık uyandıran Arnir kilisesi çıkıyor. Biraz daha ileride de Hırvat kilisesinin kahramanı Grgur Ninski’nin heykeli var.

Split’teki 3 tarihi müzeden biri Split’in öncüsü Salona kolonisine ait. Bir diğeri Hırvat Orta Çağını yansıtıyor, üçüncüsü ise, Etnoğrafya Müzesi; fotoğraflar ve geleneksel kıyafetler yoluyla Splitlilerin geçmişini anlatıyor.

Müzelerin en güzeli ise, Mestrovic Galerisi: Ünlü Hırvat sanatçı Ivan Mestrovic, 1931–1939 yıllarında bu evde yaşamış. Heykellerinin çoğu gibi sahibi olduğu bu binayı da Hırvatistan’a bağışlamış. Heykellerinde kullandığı malzemeler taş, tahta ve bronz.

Marjan tepesi, şehrin batısında, 178 m yükseklikte, bugün park-orman. Mons Kyrieleison adıyla da anılıyor. Deniz kıyısında Deniz Bilimleri Enstitüsü var. Tepede de Doğal Tarih Müzesi. Kıyıdan tepeye tırmanan merdivenlerden Split’i en güzel haliyle seyretmek mümkün. Ama en keyiflisi, Riva denilen sahil şeridi boyunca palmiye ağaçlarının gölgesindeki cafelerde soğuk bir şeyler yudumlamak. Artık kiraz likörü mü olur (Maraskino), soğuk bir Hırvat birası mı olur (Karlovacko ya da Ozujsko), siz karar verin..

GÜZEL ÖTESİ BİR KENT
DUBROVNİK

Dubrovnik, muhteşem bir Ortaçağ şehri. En görkemli halini Rönesans döneminde, Venedik’in rakibiyken yaşamış. Daha ilk görüşte çarpılıyorsunuz.

Girintili çıkıntılı, çakıl taşlı Adriyatik kıyılarının en gözde güzergahı Dubrovnik. Maviden zümrüt yeşiline, lacivertten turkuaza geçen berrak bir denizin kıyısında, 50 bin nüfuslu bir kent. “Lapad” ve “Eski Şehir” olmak üzere iki bölgeden oluşuyor. Her iki bölgenin ayrı limanları ve ayrı iç dinamikleri var. Eski Şehir cıvıl cıvılken, Lapad sessiz ve sakin.

Tarihî şehrin tarihi Bugün UNESCO Kültürel Miras listesinde olan şehir, 7.yy’da kurulmuş. 14. Yüzyılda, küçük bir kıyı Cumhuriyetine dönüşmüş: Dubrovnik Cumhuriyeti. Bazıları “Ragusa Cumhuriyeti” de diyor. O zamanki koskoca Venedik Devletine kafa tutabilecek, ticari açıdan rekabet edebilecek yapıda, Akdeniz’in en güçlü donanmalarından birine sahip bir şehir-devlet. Bu küçük Cumhuriyet, 16.yüzyıldan itibaren Osmanlılarla iyi ilişkiler kurmuş. Vergi ödeme karşılığında ayrıcalıklı bir statüye ve Osmanlı himayesine sahip olmuş.

Dubrovnik’te Cumhuriyet dönemine, Napolyon zamanında (1808) Fransızlar tarafından son verilmiş. Şehir, kısa bir süre sonra da (1815) Avusturya-Macaristan yönetimine geçmiş. 1.Dünya savaşından sonra Sırp-Hırvat-Sloven Krallığının parçası olmuş.

1991-1993 arasında önce Yugoslav, sonra da Sırbistan- Karadağ ordusunun saldırılarına uğrayan ve kuşatma altına alınan Dubrovnik’te ölenler arasında ünlü Hırvat şair Milan Milisic de var. Şehirdeki binaların yüzde 68’i obus mermilerine hedef olmuş. Savaş sonrası girişilen zorlu restorasyon çalışmalarında geleneksel tekniklere uyulmaya çalışılmış.

Stari Grad Hemen deniz kıyısından yükselen surlarla çevrili bir kalesi var Dubrovnik’in. Surların içinde de bir şehir: Stari Grad (Eski Şehir). Burası Dubrovnik’in kalbi. Bir masal dünyası gibi. Taş binalar, küçük meydanlar, dar geçitler, oymalı-zarif mermer çeşmeler, dapdaracık sokaklar, merdivenler, ışıl ışıl cafeler, restoranlar, sokak çalgıcıları ve bir turist seli.

Eski şehrin ana caddesi Stradun. Cadde boyunca karşılıklı Gotik ve Barok tarzı, bir örnek yapılar var. Bina çatıları kırmızı kiremitlerle kaplı. Araç girmiyor eski şehre. Stradun caddesinde şehrin en önemli tarihi eserleri bir bir sıralanıyor. Saat Kulesinden Onoforius Çeşmelerine, Dominiken Manastırından Sponza Sarayı ve çeşmesine kadar. Yaz aylarında, sıcakta, bu çeşmeler inanılmaz serinletiyor insanı.

Placa caddesi de bir diğer ana arter, batıdan doğuya uzanıyor. 12.yüzyılda yapılmış, ve o zamanlar göz kamaştırıcı saraylarla doluymuş. Pile Kapısı’dan girince ulaşılıyor Placa’ya. Burası şimdi gençlerin buluşma noktası.

Surlar: Kale surları üzerinde yürüyerek dolaşılabiliyor. Dubrovnik ve Adriyatik’in muhteşem manzarası ile karşılaşıyorsunuz bu tur sırasında. Bu etkileyici surların yapımı 13.yüzyılda başlamış. 15.yüzyılda, surlara yeni kuleler eklenmiş, düşman saldırılarına daha açık olan kuzey kısmına ikinci bir duvar örülmüş. Bugün görülen surlar 2 km uzunluğunda. Kalınlığı, deniz tarafında 1.50 metreden başlıyor, stratejik noktalarda 6 metreye ulaşıyor. Yüksekliği bazı yerlerde 25 metreye varıyor. Kare biçiminde çok sayıda kule var, 9 adet de burç. Minceta ve Bokar kuleleri yuvarlak. Kuzey doğudaki Asimon kulesi, Ploce kapısı üzerinde yükseliyor. Burası Dubrovnik’e ikinci giriş kapısı.

Pile kapısı: Eski şehrin ana giriş kapısı. Her türlü şehir gezisi için hareket noktası burası. 1460’ta gotik tarzda yapılmış. 16.yüzyılda birçok değişiklikten geçmiş, 1537’de de rönesans stili bir cephe ile donatılmış. Cephede Sveti Vlaho (Saint- Blaise) heykelinin yer aldığı bir niş var.

Eski şehrin girişinde, 14. yüzyıl yapımı Fransisken Manastırı, Loggia meydanına açılan Svet Dominika sokağında ise, yine aynı dönemde yapılmış olan Dominiken Manastırı yer alıyor. Bu manastırda Dubrovnik’in en iyi ressamları tarafından yapılmış, 15 ve 16.yy tarihli harikulade tablolar ile Ortaçağa ait kıymetli el yazmaları ve objeler özenle korunuyor.

Loggia Meydanı, Placa caddesinin sonunda, mola vermek için keyifli bir yer. Merkezinde Carolus Magnus’un yeğeni Roland’ın heykeli var (1417). Loggia, çok ilginç binalarla çevrili sevimli bir meydan ve hemen doğusunda saat kulesi (1444) var. Onun yakınında da Onofrio çeşmesi. Arkasında, meydana hakim yerde Muhafız Kulesi, güney kısmında ise göz kamaştırıcı Saint- Blaise kilisesi yer alıyor.

Saint-Blaise Kilisesi(1715), Venedikli Marino Gropelli’nin eseri. İtalyan barok stilinde, kare biçiminde. Gösterişli bir oval kubbesi var. Süslemeler bol; mermer, yaldızlar, heykeller ve alçak kabartmalar güzellik yarışında sanki. İnsan başını nereye çevireceğini şaşırıyor. Kilisenin mücevheri, Saint-Blaise’in gümüşten bir heykeli.

Sponza Sarayı ise, Loggia meydanının kuzey kısmında, St Blaise’in karşısında. Bu görkemli ve zarif bina (1516- 1521) mimar Paskoje Milicevic’in eseri. Bina şimdi hem şehir arşivlerini hem de cumhuriyetin altın rezervlerini barındırıyor.

Valilik Sarayı, 15.yüzyılda, Svet Dominika sokağında, yangınla yerle bir olmuş bir kalenin kalıntıları üzerine kurulmuş. 1808’e kadar, Dubrovnik valisi burada oturuyormuş. Saray pek çok değişimden geçmiş. Ama bütün bu değişimlere rağmen mimari bütünlüğünü koruyabilmiş. Atriumu (Saray iç avlusu), güzel bir rönesans revakıyla çevrili. En dikkat çekici kısım barok stilde ince ince işlenmiş korkulukları olan merdiven. Yaz konserleri genellikle bu sevimli mekanda düzenleniyor.

Müzeler Hırvat geleneklerini keşfetmek için Etnoğrafya müzesine gitmek lazım. Denizcilik müzesi, Dubrovnik’in Adriyatik’le olan sıkı bağını anlatıyor. Şehirle ilgili her şeyi öğrenmek için Valilik Sarayı içindeki Dubrovnik Tarih Müzesine gidilebilir.

Sanat Galerisi ise 1930 yapımı bir binada kurulmuş. Eserler, 19.yüzyıldan bugune dek uzanıyor. Daimi koleksiyonlar Hırvat sanatçılara ait. Yazın da uluslararası geçici sergiler düzenleniyor.

Savaş Fotoğrafları müzesi: Burası yeni bir müze. Haziran 2004’te açılmış. Ama dünyada tek. Savaşın insanlarda yarattığı duygulara vurgu yapmaya çalışılıyor. Bu müzeden etkilenmeden çıkmak mümkün değil. Rahatsız edici, ama çok da gerekli.

Sonuçta Dubrovnik adeta bir açık hava müzesi. Yumuşacık bir iklime ve hayat dolu bir ritme sahip. Hele yaz aylarında, düzenlenen festivallerle açık hava sahnesine de dönüşen Dubrovnik’te, şehrin her karışını adımlamak, her cafesinde oturmak, bu eğlenceli kültür ortamını içinize çekmek istiyorsunuz.

DRAVA NEHRİNİN KAVŞAK NOKTASI
OSİJEK

“Doğu Hırvatistan’ın en büyük kenti olan Osijek, taşıdığı önemi Drava nehrinin kavşak noktasında bir “köprü” gibi konuşlanmış olmasına borçlu. Geniş bir bölgenin bütün ulaşım yolları Osijek’te kesişiyor.”

Osijek, Hırvatistan’ın doğusundaki Slavonya bölgesinin merkezi. Roma İmparatorluğu döneminde kurulmuş. Bugün, 120 000’e yaklaşan nüfusuyla ülkenin dördüncü büyük şehri. Macaristan sınırına 30, Sırbistan sınırına 20 km uzaklıkta. Drava nehri kıyısında yer alan kent, nehir taşımacılığı açısından da önemli bir liman konumunda bulunuyor. Şehirde yaşayanların çoğunluğunu katolik Hırvatlar oluşturuyor (% 86.5). Diğer etnik gruplar ise: Arnavutlar, Boşnaklar, Karadağlılar, Macarlar, Çingeneler ve Sırplar. Halkın yüzde 8’i Ortodoks, yüzde 1’i de müslüman.

Osijek 1526-1687 arasında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeymiş. O zamanki Türkçe adı da: “Ösek”. 1566 yılında, Kanuni Sultan Süleyman, Osijek’ten, Evliya Çelebi’nin “önemli bir ticaret merkezi” diye bahsettiği Darda kasabasına kadar uzanan sulak arazi üzerine 8 km.lik bir tahta köprü yaptırmış. Köprü, dünya harikalarından biri olarak tanınıyormuş. Bu ilginç köprü 1664 yılında yakılarak imha edilmiş.

Görülmesi gerekenler 1687’den sonra, Osijek, Avusturya’ya dahil olmuş. Kentin “Yukarı şehir” diye adlandırılan bölümü ve özellikle de parklar bugün de Avusturya-Macaristan izlerini taşıyor. Bu sevimli şehrin ilgi çekici yerleri şöyle sıralanabilir:

Tvrđa: Barok mimarinin tipik bir örneği, Osijek’in en burjuva mahallesi. Avrupa Caddesi, Yukarı şehri kaleye bağlıyor. Yol boyunca, 20.yüzyıl başındaki zengin tüccarlara ait, çok abartılı cepheleri olan binalar sağlı sollu sıralanıyor, art nouveau ya da neo–rönesans stilde kemerli balkonları, seramikleri ve sütunlarıyla..

Kral Petar Kresimir IV parkı: 1935’te Fransa’nın desteği ile kurulmuş. Her mevsim çok cazip. Zira ağaçlar, bütün yıl yeşil kalacaklardan seçilmiş. Egzotik bitkiler binbir renkte çiçekleri ile bahar havası veriyor parka.

Kral Tomislav parkı: Büyük bir park, Drava nehri kıyısında, İngiliz ve Fransız stilinde. Albay parkı olarak da anılıyor. Kalenin garnizon komutanı olan Avusturyalı bir

subayın isteği üzerine yapılmış. Hırvat krallığının kurulmasının bininci yılı anısına 1925’te bir ihlamur ağacı dikilmiş. Parktan, iki zarif çanı olan Saint-Michel kilisesi istikametinde yüründüğünde yol kaleye gidiyor, yani eski şehrin kalbine.

Kale: Kalenin askeri ve sivil binaları, 1712-1721 arasında mimar Maximilien Gosseau d‘Heneff tarafından yapılmış. Hala hayranlık uyandıran bir bütünlük ve uyum içinde. Barok tarzı Avusturya stili kalenin içinde bugün saraylar, cafeler, restoranlar, galeriler, daracık sokaklardaki binalar ve küçük meydanlar yer alıyor. Ana meydanda da kültürel etkinlikler düzenleniyor.

Ste-Trinite meydanı: Kare şeklindeki bu devasa meydan, askeri amaçlı bir sitenin tam orta yerinde, talimhane gibi. Barok stilde kocaman kolonları, sokak fenerleri, çeşmeleri, karargahı ve nöbetçi kulesinin kemerleri ile göz alıcı bir tablo oluşturuyor.

Slavonya müzesi: Çok değişik koleksiyonlar sergileniyor. Madenlerden arkeolojiye, etnolojik objelerden sikke ve madalyalara, kostümlerden vitraylara, mobilyalara dek. Müzede Slavonya’nın geleneksel hayatına dair her şeyi bulmak mümkün.

Kopacki Rit Doğal parkı: Drava ve Tuna’nın sularından doğan ve Avrupa’nın en büyük bataklık alanı olan bu doğal parkı dünyanın her yanından gelen turistler ve bilim adamları ziyaret ediyor. Park, göç zamanı yaklaşık 260 türden 70 bin kuşu barındırıyor. Orman, özellikle sonbaharda çeşit çeşit ağaçların en güzel renkleriyle baştan çıkarıcı bir hale bürünüyor.

St-Barthelemy kilisesi: Roma dönemi bu kilisenin etrafı, 13.yy’a tarihlenen küçük bir mezarlıkla çevrili. Sonradan barok tarzda değişime uğramış. Ön tarafta gözetleme kulesi de var.

St-Pierre katedrali: 1866- 1882 yılları arasında, çalışmaları yakından takip eden piskopos Josip Juraj Strossmayer’in isteği üzerine yapılmış. Tuğladan, devasa bir Neo-Roma yapısı. İki çanı 84 m yükseklikte. Anıtsal bir cephesi olsa da zarif bir mihrabı var. Katedralin iç kısmı üç sahınlı, 74 m genişliğinde, 27 m yüksekliğinde. 52 metrelik de bir çapraz sahına sahip.

Şato: Bir tepeye kurulmuş 15.yy tarihli bu şato, heybetli yapısı ile Macaristan’ın en güneyindeki şehre hakim. Girişte eski bir iner kalkar köprü var, mazgal delikleri tarafından korunan bir avluya giriliyor. İçerde gotik bir küçük kilise de var. Şövalyeler salonu, hapishane, işkence odası ve işkence aletleri görülmeye değer.

Osijek’te her yıl mayıs ayında “Tambura Müzik Festivali” yapılıyor. Festivale Hırvatistan’ın bütün orkestraları katılıyor. Haziran, Temmuz, Ağustos aylarında da yaz geceleri festivali düzenleniyor. Açık havada bir dizi eğlence ve kültürel aktivite gerçekleştiriliyor. Drava kıyısında her türlü su sporu yapılıyor. Bölge kara ve balık avcılığı için de ideal.

HİZMET SEKTÖRÜNÜN GÜCÜ

Hırvatistan, GSMH’sının 2/3’sini hizmet sektöründen sağlıyor. Bu da, ülkede Turizm’in ne kadar önemli bir yeri olduğunu gösteriyor. Gıda endüstrisi ise, Hırvat ekonomisinin diğer bir önemli kozu.

Bağımsızlık öncesinde, Hırvatistan, Federal Yugoslavya’nın en kuvvetli ekonomiye sahip 2 üyesinden biriydi. Slovenya ile birlikte, bütün Yugoslavya ekonomisinin yarısını temsil ediyorlardı. Bağımsızlık sonrasında, Başkan Franjo Tudman’ın öncülüğünde özelleştirme ve serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci başlatıldı. Bu süreçte, elbette ki bazı sancılar yaşandı ama 2000’li yıllardan itibaren ekonominin yavaş fakat istikrarlı bir biçimde, yılda yüzde 4-6 oranında büyüyerek sağlamlaştığı görüldü.

Hizmet sektörü

Hırvatistan ekonomisinde Hizmet sektörünün payı çok büyük. Yaklaşık yüzde 67. Hizmet sektörü deyince de akla Turizm geliyor. Yılda 10 milyon turist ağırlayan Hırvatistan, sadece yaz turistleri için değil, sahip olduğu muhteşem kayak merkezleriyle kış turistleri için de çok çekici bir ülke. Zaten dünyada en popüler 20 turizm ülkesinden biri. Ülkedeki Milli Parklar, Doğal Parklar, adalar ve her bölgede var olan gastronomik özellikler gözönüne alındığında, Turizm ve Hizmet sektörünün neden bu denli önemli olduğu anlaşılıyor.

Endüstri

Sanayi sektörünün Hırvatistan ekonomisindeki payı ise, yüzde 27 dolaylarında. Ülkede çok güçlü bir gıda endüstrisi var. Organik gıda ürünleri en çok AB ülkelerine ihraç ediliyor. Şarküteri ürünleri, nefis peynirler, zeytinyağı, enerji içecekleri ve şarap çok kaliteli.

Aynı şekilde kimya endüstrisi de Hırvatistan’ın diğer bir kozu. Ama endüstride gemi inşası başı çekiyor. Hırvat tersanelerinde inşa edilen gemiler, sanayi ihracatının yüzde 10’unu oluşturuyor.

Tarım

Hırvat ekonomisinin yüzde 6’sını oluşturan tarım, tahıl, zeytinyağı, bağcılık gibi ürünlere dayanıyor. Tabii bir de lavanta’ya. Hırvatistan’ın bir lavanta ülkesi olduğunu söylemek gerek

Şimdi Hırvatistan, en önemli ticari ortağı olan AB’ye tam üyelik hazırlığı içinde. Üyelik gerçekleşince ekonomik kalkınmanın daha da hızlanacağı ve refah sağlayacağı kesin.

HIRVATLARDAN DÜNYAYA ARMAĞAN KRAVAT …ve diğerleri

Yaratıcı bir toplum olan Hırvatlar, tarih boyunca bir çok buluşa imza atmışlar. Tüm dünyada yüzyıllardır kullanılan bu buluşlardan çoğu hala günlük yaşamın içinde ama, yaratıcısının bir Hırvat olduğunu bilen yok

Kravat, 17. yüzyıldan beri şık bir erkek kıyafetinin vazgeçilmez parçası. Zaman zaman küçük şekil değişikliklerine uğramış olsa da, günümüzde de yaygın giyim aksesuarı olduğu kesin.

Kravat, bir Hırvat icadı. Zaten kelime olarak da Hırvat anlamına geliyor. 1630’lu yıllarda, o zamanki Fransa Kralı XIII. Louis, Hırvat paralı askerlerden oluşan bir süvari birliği kurmuş. Bu birliğin askerleri de, kendilerini diğer birliklerden ayırt etmek için, boyunlarına bir eşarp bağlamaya başlamışlar. Halk, boynunda düğümlenmiş bir eşarp taşıyan bu askerleri görünce, onların “Croate”, yani Hırvat olduklarını kolayca anlıyormuş. Zaman ilerledikçe, “Croate” kelimesi “Cravate” haline dönüşmüş ve Hırvat olmayanların da boyunlarına düğümledikleri yaygın bir şıklık simgesi olmuş.

Asma köprü ve Paraşüt

Faust Vrancic, 1551 yılında Sibenik’te doğmuş. 16. ve 17. yüzyılın en büyük teknisyeni sayılıyor. Ona “Hırvatların Leonardo da Vinci’si” diyenler de var. “Machinae novae” adlı eserinde, kendi çağında üretilmesi mümkün olmayan bir çok yeni fikir ve projeyi ortaya koymuş. Örneğin, planlarını çizmiş olduğu asma köprüler ancak daha sonraki yüzyıllarda gerçekleşebilmiş. Paraşütü de ilk kez Vrancic düşünmüş. Çizdiği planda, paraşütçüyü “Homo volans” (Uçan adam) olarak adlandırıyor.

Torpido

1568 Dubrovnik doğumlu Marin Getaldic zamanının en büyük fen bilimcilerinden. Cebirin geometride kullanılmasının temellerini atmış. Bizzat yapmış olduğu, 66cm çapındakı parabolik ayna, bugün Londra Denizcilik Müzesinde. Getaldic, 1606 yılında, Dubrovnik Cumhuriyeti Büyükelçisi olarak, İstanbul’da görev yapmış.

Ivan Lupis Vukic, Peljesac’ta doğmuş (1813). Avusturya Donanmasında Albay rütbesine kadar yükselmiş. 1866 yılında, İngiliz mühendis Robert Whitehead’in de yardımlarıyla, ilk torpido’yu üretmeyi başarmış. Aynı yıl, Rijeka’da torpido fabrikası kurulmuş.

Nikola Tesla ise hiç kuşkusuz zamanının en büyük mucitlerinden. 1856’da Smiljan’da doğan Tesla, 1884’de New York’a göç etmiş. Alternatif akımın nasıl nakledilebileceği o bulmuş. Elektromanyetik dalgalar üzerine ilk denemeleri yapan da yine o. 700’den fazla patentli icadın sahibi. Bu icatlardan onlarcası günümüzde yaygın olarak kullanılıyor. ABD’ye gittiğinde bir süre Thomas Edison ile de birlikte çalışmış.

Çikolata ve Dolmakalem Milka Trnina bir opera sanatçısı. 1863 doğumlu bu ünlü ve güzel sanatçının hayranları arasında büyük besteci Puccini de var. İsviçre’nin ünlü Suchard çikolata fabrikalarının sahibinin yeğeni Carl Russ- Suchard da güzel Milka’nın hayranları arasında. Carl Russ-Suchard’ın piyasaya sürdüğü dünyaca ünlü “Milka” çikolatalarına, sanatçıya duyduğu bu büyük hayranlık veya belki de gizli aşk nedeniyle bu ismi verdiği söyleniyor.

1871 doğumlu Slavoljub Penkala ise 20. yüzyıl başlarının belki de en büyük muciti. Mekanik, fizik, kimya, havacılık gibi alanlarda 70-80 buluşu var. Ama o bir kalemci olarak tanınıyor. Hani, tepesindeki düğmeye basınca ucu dışarıya çıkan, tekrar basınca içeriye giren tükenmez kalemler var ya, o mekanik kalemleri 1906 yılında icat eden kişi, Penkala. 1907 yılında da mürekkepli dolmakalemi icat edip patentini almış.

Parmak izi Ivan Vucetic, Hvar adasında, 1858 yılında doğmuş, 1884’de Arjantin’e göç etmiş. La Plata kentinde, Polis merkezinde görev almış. Parmak izi konusunda araştırmalar yapıp, bu izleri sınıflandıran ilk kişi o. Bu sınıflandırmaya “ikonofalangometri” adını vermiş.

David Schwarz ise Hırvat havacılığının öncülerinden. Zeplin türü balonların havacılıkta kullanılabileceğini ilk o düşünmüş. Bu buluşun testleri Alman ordusu tarafından yapılmış ve kabul edilmiş. Ancak, kısa bir süre sonra, Schwarz kalp krizi geçirip ölmüş. Daha sonra, Schwarz’ın dul eşi kocasının yaptığı planları, Kont Ferdinand von Zeppelin’e satıyor ve üretilen balonlara da “Zeplin” adı veriliyor.

LATİN İZLERİ TAŞIYAN BİR SLAV KÜLTÜRÜ

Hırvatlar, Latin alfabesini ve latin kentleşme anlayışını ilk tanıyan Slav topluluğu olmuşlar. Bu özellik kültürün ve sanatın her alanında kendisini gösteriyor.

Akdeniz ve Orta Avrupa’nın kavşağındaki Hırvatistan, Doğu ile Batı arasında bir sınır olarak algılanmış hep. Tarihi boyunca çok farklı etkileşimler içine girmiş: Roma, Bizans, Slav, Venedik, Avusturya, Macaristan, Osmanlı, Fransa. Hırvatistan, Yugoslav kimliği altında da yepyeni bir kültürel bakış açısına kavuşmuş. Ama, en baskın yabancı kültürel etki donemlerinde bile özünü korumuş. Yani oldukça sağlam bir kültürel kimlik söz konusu.

Halk kültürünün gücü

Günümüzde, çok sayıda kültürel buluşma yaşanıyor Hırvatistan’da. Dubrovnik Yaz Festivali, Varazdin Barok Akşamları, Split Kültürel Yazı, Zadar Müzikal Geceleri, Uluslarası Modern Dans Haftası, Zagreb Modern Tiyatro Festivali, Zagreb Bienali, Uluslararası Çağdaş Müzik Festivali vb.

Ama bu organize kültür etkinliklerinin yanında, yaşamın içinde yer alan, sürekliliği hiç bitmeyen, halkın zevkini ve becerisini yansıtan pek çok sanat ürünü sessiz sedasız varlığını sürdürüyor. Örneğin, Hırvatistan’ın dantelleri çok meşhur. Basit bir tığla yapılıyor. Pag Adası ürünleri geometrik şekilleri ile hemen ayırt ediliyor; üçgen, daire, gülümsü biçimler. Saatlerce sürüyor yapması, o yüzden fiyatları oldukça yüksek. Ama, düğünlerde, gelin süslerinin olmazsa olmazı. Eskiden, Avusturya İmparatoru bu dantelleri o kadar beğenirmiş ki, Pag adasından 2 dantelci, devamlı olarak sarayda çalışırmış.

Kukla tiyatroları da Hırvatistan kültür hayatının başka bir rengi. 1960’ta kurulan Rijeka kukla tiyatrosu oldukça aktif. Zagreb’te ise her yıl Uluslararası Kukla Tiyatrosu Festivali düzenleniyor ve jüri çocuklardan oluşuyor.

Zengin bir folklora sahip olan Hırvatistan’da, yemek konusu da başlı başına bir toplumsal kültür oluşturuyor. Ülkenin neredeyse her yeri bir gastronomi merkezi.

Sanat yıldızları

1450-1524 yılları arasında yaşamış olan şair Marko Marulic, Hırvat edebiyatının babası sayılıyor. Ünlü Hollandalı hümanist Erasmus’un da arkadaşıymış. Aynı dönemde yaşamış olan şair Petar Hektorovic de Hırvat edebiyatının diğer bir öncüsü. 19.yüzyılda Hırvat edebiyatının en önemli ismi ise, Ante Starcevic. Kısa hikayeler, gazete makaleleri, denemeler, oyunlar ve siyasi mizah yazıları yazan Starcevic aynı zamanda politik eylemleriyle de ün yapmış. 20. yüzyılın en önemli Hırvat yazarı ise, hiç kuşkusuz Ivo Andriç. Ünlü “Drina Köprüsü” romanının yazarı olan Andriç, 1961 yılının Nobel ödülü sahibi. Çağdaş yazarlar arasında öne çıkanlar ise, Hrvoje Pejakovic, Ivo Bresan, Tomislav Dretar ve polisiye roman yazarı Pavao Pavlicic.

Heykel sanatında, Ivan Mestrovic (1883-1962) Hırvatistan için çok özel bir isim. “Art nouveau” stilinden etkilenmiş olan Mestrovic, ünlü Fransız sanatçı Rodin ile de çalışmış. Eserleri Hırvatistan’ın gururu olmuş. Resimde ise sürrealist konular işleyen Vasilije Josip Jordan, duyarlı eserleriyle Munir Vejzovic ve keskin formlarda çalışan Ivica Sisko, günümüzde ön plana çıkan isimlerden bazıları.

Çizgi film

Hırvatistan, çizgi film konusunda önde gelen bir ülke. Zagreb’te dünya çapında ün yapmış bir Çizgi Film Okulu var. Okulun ünü özellikle ürünlerin sanatsal kalitesinden geliyor. Okulun kurucularından biri olan Dusan Vukotic, bu kategoride Oscar ödülü alan ilk yabancı. (Ersatz, 1961). Zagreb Uluslararası Çizgi Film Festivaline dünyanın her yerinden profesyoneller geliyor. Yönetmen Milan Blazekovic 1997’de yaptığı “Küçük Kunduracı” okulun ürünü olan en popüler film. Ünlü Hırvat kadın yazar Ivana Brlic Mazuranic’in bir öyküsünden esinlenerek yapılmış. Mazuranic ise, çocuklar için yazdığı öykülerle tanınan biri. (1874-1938). 1931 ve 1938 yıllarında iki kez Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilmiş. Ayrıca, 1937’de Yugoslav Bilim ve Sanat Akademisine giren ilk kadın yazar.

MİLLİ PARKLAR CENNET KÖŞELERİ

Hırvatistan’da, her biri farklı özellikler taşıyan 8 Milli Park var. Dünyanın her yerinden turistler ve bilim adamları bu özgün doğal alanların havasını solumak için Hırvatistan’a geliyorlar.

Doğanın oldukça cömert davrandığı Hırvatistan’da gezilip görülmesi gereken pek çok yer var. Ülkenin her yerine yayılmış bulunan Milli Parklar da turizm açısından çok önemli. Hırvatistan’da 8 Milli Park, ayrıca 11 Doğal Park ve 2 rezerv alanı bulunuyor. Bütün bu alanlar, doğal açıdan adeta cennetten birer köşe gibi. Her birinin kendine has bitki örtüsü, hayvan topluluğu ya da sulak alanları var.

Plitvice Gölleri

Başkent Zagreb ile Dalmaçya kıyılarındaki Zadar kentlerini birbirine bağlayan otoyolun tam ortasında yer alan Plitvice Gölleri Milli Parkı, 1949 yılında Milli Park ilân edilmiş, 1979 yılında da UNESCO Dünya Mirası statüsünü kazanmış. Yaklaşık 300 km2’lik bir alanı kapsayan Parkta, birbirine şelâlelerle bağlı olan 16 göl yer alıyor. Etrafı sık orman alanlarıyla çevrili göllerin bir uçtan öbür uca uzaklığı 8 km. Çevre ormanlarda, geyikler, ayılar, kurtlar, nadir kuş türleri gibi hayvanlar yaşıyor. Park alanının denizden yüksekliği 380m ile 1280m arasında değişiyor. Gölleri birbirine bağlayan şelâlelerden en geniş olanı ise, Veliki Slap; tam 70 m boyunda. Park alanı içinde 2 de mükemmel lokanta bulunuyor: Borje ve Poljana. Ama, acelesi olanlar için, bir sürü büfe de mevcut.

Paklenica Haritada deniz ve dağlar arasına sıkışmış gibi görünen Paklenica Milli Parkı, Zadar’a yaklaşık 60 km uzaklıkta. Park, “Velika Paklenica” ve “Mala Paklenica” isimli iki kanyon ve çevresinden oluşuyor. Velika 14 km uzunluğunda, Mala ise 12. Her ikisinin de genişliği 500m kadar. Ağaçlık kısımlarda karaçam ormanları var. Karaçamın Hırvatça adı “Paklina”. Paklenica’nın adının da buradan geldiği sanılıyor. Bölge, 1949 yılında Milli Park ilân edilmiş.

Yaklaşık 100 km2 genişliğindeki Park alanında, özgün bitki örtüsü ve hayvan popülasyonunun yanında, çok sayıda mağara, yer altı akarsuları ve gölleri de var. Burası “karstik” bir bölge. Bilindiği gibi, yeraltı sularının bulunduğu yerlere “karst” alanı deniliyor. Parkta, geyik ve dağ keçisi türleri, ayılar, kurtlar ve çakallar yaşıyor. En yüksek nokta ise “Sveto Brdo”. 1753 m yükseklikte. Zaten Paklenica dağcılık meraklıları için ideal bir yer. Hatta paraşütçüler için de. Örneğin 200 m derinliğindeki Mamet mağarasına paraşütle atlayanlar oluyormuş. Ama sadece usta paraşütçüler.

Risnjak

Rijeka’nın 18 km kadar kuzeydoğusunda, Slovenya sınırına yakın bir alanda yer alan Risnjak Milli Parkı’na ulaşım çok kolay. Çünkü Zagreb-Rijeka otoyolu zaten Parkın yanından geçiyor. Burası Hırvatistan’ın en dağlık ve en yoğun ormanlara sahip bölgesi. 63,5 km2’lik bir alanı kaplıyor. Aslında burası da bir karst alanı. İçerdiği faylar, çukurlar, mağaralar ve uçurumlarla çok ilgi çekici. Yer altı suları açısından da oldukça zengin. Zaten Kupa nehri de buradan çıkıyor. Risnjak’ın adının, Hırvatçada “vaşak” anlamına gelen “Ris” kelimesinden kaynaklandığı söyleniyor. Gerçekten de Parkta ayılar, Alp geyikleri, yaban domuzları gibi hayvanların yanında vaşaklar ve yapan kedileri de yaşıyor. Ayrıca, baykuşlar ve ağaçkakanlar gibi çeşitli kuşlar da parkın sakinleri arasında. Zaten yörenin bitki örtüsü de muhteşem. Sık kayın ve köknar ormanları var.

Risnjak çok iyi düzenlenmiş bir Milli Park. İçinde gezinti yolları bulunuyor. İki saatlik bir yürüyüşle Parkı gezmek mümkün. Böylece hem özgün bitki örtüsü, hem de karstik şekillenmeler görülebiliyor.

Mljet

Güney Dalmaçya takımadalarından biri olan Mljet adası, Peljesac yarımadasının güneyinde, Dubrovnik civarında bulunuyor. Ortalama 3 km genişliğinde ve 37 km uzunluğunda bir ada. Adanın kuzey bölümündeki, 5,4 km2 karelik alan, 1960’dan beri Milli Park statüsünde. Bu yemyeşil adanın zengin bir bitki örtüsü var. En dikkat çekeni, Alp çamları. Milli parkta çok çeşitli ötücü kuşlar bulunuyor. Bir de “yılan kartalı” var. Yerdeki yılanları avlayarak besleniyor. Milli parkta, hiçbiri zehirli olmayan ve insana zarar vermeyen 5 değişik yılan türü var.

Mljet Milli Parkı, “blatine” denilen küçük karst vadileri, bazı mağaralar ve kıyısında küçük adacıklar içeriyor. Ama en büyük özelliği, Park alanı içinde yer alan iki göl: Bu göllerden büyük olanına “Veliko Jezero” (Büyük Göl), küçük olanına da “Malo Jezero” (Küçük Göl) adı verilmiş. Bu iki tuzlu su gölü, dar bir kanal ile birbirine bağlı. Veliko Jezero’nun ortasında bulunan küçücük “Melita” adasında ise, Benediktin rahiplerinin 12. yüzyılda inşa etmiş oldukları küçük St.Mary kilisesi var. Bu küçük göl adası ve üzerindeki güzel kilise, Mljet Milli Parkının simgesi sayılıyor.

Kornati Takımadaları Kornati Milli Parkı, Hırvatistan’ın Adriyatik kıyılarının orta kesiminde, Zadar ve Şibenik kentleri hizasında ve kıyıya paralel bir konumda bulunuyor. Adını, takımadaların en büyüğü olan Kornat adasından alan Park’ta irili ufaklı tam 89 ada yer alıyor. Bu adalardan çoğunda oturan kimse yok. Adaların toplam yüzölçümü 50 km2 kadar, fakat, kıyıları çevreleyen deniz ile birlikte, Milli Park alanı 234 km2’yi buluyor. Bölge, 1964 yılında Milli Parka ilân edilmiş. Adalarda su kaynağı yok. Kireçtaşı formasyonlarının çok olması nedeniyle, bitki örtüsü de oldukça seyrek. Ama burası balık açısından, Adriyatik’in en zengin alanlarından biri. Kornati Milli Parkında, koruma altına alınmış birkaç bölge dışında tekneyle gezmek serbest. Eğer balık avlamak isteniyorsa, önceden izin almak gerekiyor. Dalış meraklıları ise, adaların harika jeomorfolojik yapısı nedeniyle unutulmaz sualtı maceraları yaşıyorlar.

Brijuni Adaları

Kornati gibi, Brijuni Milli Parkı da adalardan oluşuyor. Bu kez, Istria yarımadasının güneybatısında, Pula kenti yakınlarında yer alan 14 küçük ada söz konusu. Adaların yüzölçümü 34 km2. En büyük ada, kıyıya 2 km uzaklıktaki “Veli Brijun”. Adalarda tipik Akdeniz bitki örtüsü var. Hayvan popülasyonu ise, daha çeşitli. Bazı hayvan türleri hep bu adalarda yaşamış, bazıları ise sonradan getirilmiş ve ortama uymuşlar. Deniz ise, balık türleri dışında, kabuklu hayvanlar ya da süngerler gibi değişik türlerle dolu. Parkın içinde bir “Safari Park” ve bir “Etno Park” bulunuyor.

Krka nehri

Krka Milli Parkı, adını Krka nehrinden alıyor. Şibenik kentinin biraz kuzeyinde, Krka nehri boyunca uzanan 110 km2’lik alan 1985’de Milli Park olmuş. Park alanı, Krka nehri dışında, göller ve şelaleler de içeriyor. Çok zengin bir bitki ve hayvan çeşitliliğine sahip. 860 değişik tür bitki tesbit edilmiş. 18 tür tatlı su balığı yanında, 222 değişik kuş çeşidi var. Bunlardan 18’i yarasa türleri. Parkın içinde yaya olarak veya sandalla gezmek mümkün. Yine Park içinde yer alan ve mutlaka görülmesi gereken iki manastır var: 14. yüzyıldan kalma Krka Manastırı ve küçük Visovac adasındaki Visovac Manastırı.

Sjeverni Velebit

Sjeverni Velebit Milli Parkı, Paklenica Milli Parkının hemen kuzeyinde. Zaten Sjeverni Velebit, “Kuzey Velebit” anlamına geliyor. Bölge 1999 yılında Milli Park olmuş. Burası hem önemli bir karst alanı, hem de ender bir biyo-çeşitlilik özelliğine sahip. 109 km2’lik Parkta bazı bölgeler koruma altında ve turizme kapalı. Buralara özel izin sahibi bilim adamları girebiliyor. Sjeverni Velebit’te, 1300 m’den yüksek 30 zirve bulunuyor. 150 kadar da çukur tesbit edilmiş. Alışılmışın dışındaki bu arazide çok özel dağ bitkilerinin korumaya alındığı “Velebit Botanik Rezervi” de var. Bazı yüksek tepelerden, Adriyatik kıyılarındaki Pag, Rab ve Krk gibi adaların büyüleyici manzarası izlenebiliyor.

ORTA AVRUPA, AKDENİZ VE BİRAZ DA TÜRK TATLARI
DOBAR TEK !

Hırvat mutfağı, ülkenin her bölgesinde farklı özellikler gösteren ve çok çeşitli lezzetler sunabilen özgün bir mutfak. Tam, ağzının tadını bilenler için…

Orta Avrupa ve Akdeniz özellikleri hoş bir şekilde birbirine karışmış Hırvat mutfağında. Üzerine biraz da Avusturya, Macaristan, Balkan, Yunan, Bizans, İtalyan ve Osmanlı tatları eklenmiş: Balık, rizotto, hamur işleri, av hayvanları, taze peynir, Dalmaçya jambonu, Slavonya salamı, Istria mantarları, Adriyatik istiridyeleri, “strukli”, lahana sarması, biber dolması, “orahnjaca” (cevizi bol kek), “kuglof” (yuvarlak pasta), taze/kuru incirler, “palaçinka” (krep), kremalı pastalar ve börek.. Yok yok Hırvat mutfağında. O zaman, Dobar Tek!.. Yani Afiyet Olsun…

Genel olarak bakıldığında, ülkenin kıyı kesimlerinde Akdeniz, İtalyan ve Fransız etkisinin, iç kısımlarda ise Macaristan, Viyana ve Türk etkisinin ağırlıklı olduğu görülüyor.

Macaristan etkisi en çok güveçlerde ve et yemeklerinde belirgin: Şaraplı Gulaş gibi. Osmanlıdan baharat, yufka, dolma-sarma, şiş, börek; Viyana’dan tatlılar İtalya’dan pizza ve makarna gelmiş. Hırvatlar, acı ve tatlı kırmızı biber, karabiber ve kurutulmuş sebze tozları dışında fazla baharat kullanmıyorlar.

“Strukli” ve diğerleri

“Strukli”, mutlaka tadılması gereken, ülkenin tamamında tüketilen bir hamurişi. Yufka ve peynirden yapılıyor. Ocakta veya fırında pişiriliyor. Girişte ya da tatlı olarak yeniyor. Hem tatlısı, hem tuzlusu var (etli, peynirli, lor peynirli). Bolgeden bölgeye yapılış tarzı değişiyor.

Patatesle servis edilen domuz, hindi veya kaz rostosu da oldukça yaygın. “Peka” ise güveçte pişiriliyor: et, sebze ve patatesle yapılan bir tür türlü. Güneyde “Lignje” yani kalamar çok tüketiliyor. Domatesli, patlicanli bir biber ezmesi olan “Ajvar” ise her tür yemeğe eşlik ediyor. Hırvatistan’ın peynirleri de meşhur: “Svejzi sir” ve “Paski sir” en rağbet görenler. Çorba da yaygın; şehriye, mercimek, balık çorbası, “manistra od bobica” (fasülye ve mısır çorbası) gibi. Öğle yemeklerinde et ve sebze ile yapılan sulu bir yemek mutlaka oluyor. Hırvatların keçi peynirli biber dolmaları var. En gözde sebze ise patates ve lahana. Zeytinyağı ve ayçiçek yağı çok tüketiliyor. Domuz eti ürünleri de çok revaçta. Beyaz peynir ve zeytin eşliğinde sunulan jambon (prsut) başlıca ordövr.

Kuzey yemekleri genelde güneye göre daha zengin. Orta Hırvatistan’da av eti bol. Istria bölgesi ise tartuf mantarları ile tanınıyor. Motovun ormanında dünyanın en büyük beyaz yer tartufları var, bazıları 1,5 kilo ağırlığında. İçi doldurulmuş hindi, sığır, domuz ve kümes hayvanları çok tüketiliyor. Kuşkonmazlı omletler de pek seviliyor. Taze tuzsuz inek peyniri, hem yemeklerde hem de tatlılarda kullanılıyor.

Güneyde deniz ürünleri ve sebze ağırlık taşıyor. İtalyan “prosciutto”suna burada “Prsut” deniliyor. “Fritule” yani ev yapımı peynirli veya tatlı çörekler, fasulye, kızartılmış soğanlı ekmek, kurutulmuş morina güveci, “brodet” yanı karışık balık güveç, midye, istiridye, kalamar, deniz ürünlü rizottolar, “paşticada” denilen ve genelde patates eşliğinde servis edilen, erik ya da sirkeyle pişirilmiş baharatlı et, sevilen yemekler. Roka, zeytin ve üzüm de Dalmaçya’nın gözbebeği.

Hırvatlar genellikle taze yapılmış yemekleri seviyorlar. Konservelere veya çabuk servise yönelik önceden hazırlanmış endüstriyel gıda ürünlerine fazla rağbet etmiyorlar. Lezzet konusunda oldukça seçici olan Hırvatlar, bazılarına göre tamamı “gurme” olan bir halk. Bu tanımlama biraz abartılı görünse de, ülkenin her yerinde seçkin bir yemek geleneği olduğu kesin.

İçecekler

Hırvatistan’da içki olarak en çok bira tüketiliyor. Birada birinci tercih ise “Karlovacko”. Adından da anlaşılacağı gibi Karlovac kentinde, 1854 yılından beri üretiliyor. Zagreb’te üretilen Ozujsko birası da en çok tüketilenler arasında. Slavonya’nın Lasko Pivo ve Eseker biraları da sevilenler arasında.

Hırvat şaraplarının kalitesi dünyaca biliniyor. Postup, Babic, Faros, Dingac, Frankovka, kaliteli kırmızı şaraplar. Beyazda ise Posip, Grk, Bogdanusa en iyileri. Dalmaçya ve Peljesac yarımadası, üzüm yetiştiriciliği ve şarap kalitesi için ideal bir bölge. Her adanın kendine has şarabı var. Sosyalizmin kendine has ekonomik işleyiş tarzı şarapçılığın gelişimine engel olmuş. Ancak 1980’lerin sonunda bölge üreticileri kendi işletmelerini kurmaya başlamışlar. Korcula adası, Grk üzümlerinden üretilmiş beyaz şarabı ile ünlü. Peljesac kırmızı şarapları ise ülkenin en iyisi ama biraz pahalı. Potomje’nin Dingac’ı da hayli popüler. Dalmaçya dünya çapında yeni bir şarap merkezine dönüşme potansiyeline sahip. Slavonya ise Baranja şarapları ile tanınıyor.

Meyveli likörlerden Maraskino çok meşhur. Maraska vişnesinden yapılıyor. Eskiden, Zadar manastırındaki keşişler tarafından üretilirmiş. Rakija ise bütün Balkanların ortak kültürü. Üzümden yapılıyor ve ev yapımı olanlar tercih ediliyor. Alkol oranı 50 dereceye kadar çıkabiliyor. Slivovica likörü erikten, Loza üzümden, Travarica ise değişik otlardan hazırlanıyor. Zagreb yakınlarındaki Samobor kasabası kirazlı likörleri ile meşhur. Samobor’da “Bermet” de keşfedilebilir. Bermet, şarap, nebat ve absint bazlı, el yapımı bir aperitif. Dijestif olarak da içilebiliyor. Üretimi Filipec ailesi tarafından yapılıyor. Filipec ailesi aynı zamanda harikulade hardallar üretiyor. Söylentiye göre, Napolyon’un askerleri bir zamanlar yanlarında Dijon hardalı getirmişler buralara, Filipec’ler de pek beğendikleri bu hardalı taklit etmek isterken daha iyisini üretivermişler.

DÜNYA ÇAPINDA SPORCULAR

Hırvatistan’da spor deyince akla ilk gelen futbol oluyor. Ama, aslında sporun her dalına ilgi son derece yoğun, ve ülkede dünya çapında sporcular yetişiyor.

Hırvatistan’da bilinen en eski sportif yarışma 16. yüzyılda yapılmış. 1593 yılında, “falkusa” adı verilen tam 74 ahşap balıkçı teknesi, Vis adasındaki Komiza limanından hareket edip Palagruza adacığına rakiplerinden önce varmak için birbiriyle kapışmış. Bu yarış Avrupa’daki ilk deniz yarışı olarak biliniyor. Beş kişinin kürek çektiği “falkusa”lar, 42 millik mesafeyi 5 ile 15 saat arasında katetmişler.

Hırvatistan’da böyle erken başlamış olan spor geleneği günümüzde de devam ediyor. Sporun her alanında aktif olan ve ünlü sporcular yetiştiren ülkede, bugün futbol en popüler spor dalı.

Takımlar ve oyuncular

Hırvatistan’ın ilk futbol kulüpleri 1903 yılında Zagreb’te kurulmuş. 1911’de Split’te kurulmuş olan Hajduk ise, Hırvatistan’ın en ünlü iki kulübünden biri olarak, bugün de faaliyetini sürdürüyor. Diğer ünlü kulüp ise, 1945’de kurulmuş olan Dinamo Zagreb. Son yıllarda Hırvatistan Şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan Dinamo Zagreb uluslararası alanda da en başarılı Hırvat takımı: 1967’de Leeds United’i yenerek Avrupa Fuar Şehirleri Şampiyonu olmuş.

Hırvatistan milli takımının ilk kez 1907 yılında Çek’lere karşı oynadığı biliniyor. Daha sonra da, 1940 yılında Zagreb’te, İsviçre ile oynamış ve 4-0 kazanmışlar. İkinci Dünya Savaşının ardından Yugoslav forması ile oynayan ünlü Hırvat futbolculardan Stjepan Bobek, 63 kez milli forma giymiş, 36 gol atmış. Belgrad’da Partizan takımında oynarken bütün zamanların en büyük oyuncusu seçilmiş. Josip Skoblar da Yugoslavya için 32 kez forma giymiş, 1971’de “Altın Ayakkabı” ödülü almış.

Bağımsızlıktan sonraki ünlü oyunculardan Zvonimir Boban, 1991-1999 arasının en iyi oyuncusu sayılıyor. 51 kez milli forma giymiş. Alen Boksic ise, 40 kez milli formayı giymiş ve 10 gol atmış. Niko Kovac da 83 kez milli olmuş ve 15 golü var. Dario Simic ise, 1996-2008 arasında 100 kez milli takıma seçilmiş. Davor Suker’in 1998 Dünya kupasında milli takıma yaptığı katkılar hala hatırlanıyor. Luka Modric de 2007’de “yılın futbolcusu” seçilmiş.

Hırvatistan’ın çok başarılı olduğu diğer bir spor da Basketbol. Hırvat milli takımı 1992 Olimpiyatlarında, gümüş madalya kazanmış. Ülkenin en ünlü Basketbol takımı “Cibona Zagreb”. Cibona, 1946 yılında Sloboda adıyla kurulmuş, ama daha sonra Lokomotiva adıyla ün yapmış. Bugünkü adı olan Cibona kelimesinin anlamı ise “iyi gıda”. 4 büyük gıda firmasının takıma sposorluk yapması nedeniyle bu ismi taşıyor. Takımda, çok büyük basketbolcuların emeği var. Örneğin, dünya çapında ünlü basketbolcu Drazen Petrovic (1964-1993), çok azimli, tutkulu ve isyankar biri olarak hatırlanıyor. Petrovic’in parlak sporculuk kariyeri 28 yaşında, bir trafik kazasında son bulmuş. Bazıları onu Avrupa’nın, hatta dünyanın en iyi basketbolcusu olarak niteliyor. Kresimir Cosic (1948-1995) ise, 15 yıl boyunca Avrupa basketboluna damgasını vurmuş. Sıradışı fiziki ve psikolojik özellikleri; 2,11 m.lik boyu, hızı, zerafeti ile “Bir siyah gibi oynayan beyaz” lakabını almış. 46 yaşında kanserden ölmüş. Hırvat basketbolundan söz ederken, eskiden Jugoplastika olarak bilinen ünlü KK Split takımını da unutmamak gerekiyor.

Voleybol’da Mladost Zagreb ve ZOK Rijeka öne çıkan takımlardan. Hırvatistan voleybolünde bayan oyuncuların da çok başarılı oldukları görülüyor.

Bireysel başarılar

Bisiklet sporunda en büyük isim sayılan Martin Cotar’ın, 1999’da Avrupa birinciliği var. Yüzme dalında Duja Draganja, 2004 Atina Olimpiyatlarında aldığı gümüş madalya ile Hırvatistan’ın Olimpiyatlarda madalya kazanan ilk yüzücüsü olmuş. Sırtüstü yüzmede ise, Gordan Kozulj’un Avrupa ve Dünya şampiyonlukları var. 1999’da yılın sporcusu da seçilmiş. Sanja Jovanovic ise, hem Avrupa şampiyonu, hem de 2 kez Dünya rekoru kırmış bir sporcu. Olimpiyatlarda şampiyon olan tek Hırvat kadın yüzücü ise, 1984’de Yugoslav renkleriyle yarışmış olan, Durdica Bjedov.

Atletizm’de, yüksek atlamacı Blanka Vlaşiç en önemli isim. 2007 ve 2009’da iki kez Dünya şampiyonu olan Vlasic, 2007 yılında Avrupa’nın en iyi kadın sporcusu ünvanına layık görülmüş. Halen, 2,08 ile dünyanın en iyi ikinci derecesine sahip. Çekiç atma dalında Dünya Gençler Şampiyonu Ivana Brkljaçiç, ve disk atmada Avrupa Gençler Şampiyonu Sandra Perkoviç diğer önemli Hırvat atletler arasında yer alıyorlar.

Hırvatistan’ın çok güzel kayak istasyonları var: Bjelolasica (1534 m), Platak, (1363 m), Sljeme, (1033 m) ve Velika (954 m) gibi. Bu da ülkede iyi kayakçıların yetişmesini sağlıyor. Kayakçıların hemen hepsi Alp disiplininden. Slalom’da Ivica Kosteliç’in çok sayıda zaferi var. 2003’te Dünya şampiyonu olmuş. Ülkede “slalomun kralı” olarak anılıyor. Ivica’nın kız kardeşi Janica Kosteliç’in de sayılamayacak kadar çok başarısı var. Bütün zamanların en iyi kadın kayakçılarından. 2002’de olimpiyatlardan üç altın madalya ile dönmüş. Bu başarıya ulaşmış ilk kadın sporcu. 2003’te iki Dünya şampiyonluğu var. 2005 Dünya şampiyonasında yine üç altın madalya sahibi. 2006’da sağlığı bozulunca, olimpiyatlardan sadece bir altın ve bir gümüşle çıkmış. Dünyada Olimpiyat oyunlarda toplam 4 altın madalya kazanan ilk kadın kayakçı.

Lika’lı kahraman

Hırvatistan’ın gelmiş geçmiş en büyük güreşçisi olan Marijan Matijeviç, 1878 ile 1951 yılları arasında yaşamış. Ona “Junak iz Like” diyorlar, yani “Lika’lı kahraman”. Türkiye’nin Koca Yusuf’u gibi, Hırvatistan’da da Matijevic bir simge olmuş. Bu güçlü atlet dünyayı dolaşmış, müsabakalar yapmış, hakkında dünya basınında çok sayıda yazı yayınlanmış. Bu arada, 1904 yılında, İstanbul’da Dünya Şampiyonu olunca, Padişah II. Abdülhamit tarafından bir madalya ile de ödüllendirilmiş.

Sayfalar