Project Description

14. Sayı

Kazakistan

DİPLOATLAS – EYLÜL 2011

14. Sayı

DiploAtlas

Eylül 2011

Merhaba,

Bu yıl, Kazakistan, bağımsızlığının 20. yıldönümünü kutluyor. 1991 yılında, eski Sovyetler Birliği ile bağlarını kopardığında, Kazakistan’ın ekonomisi pek de parlak değildi. Ama, doğal kaynaklarının zenginliği ve Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in liderliğindeki ülke yönetiminin doğru zamanlarda, doğru kararlar alması sayesinde, o günler çabuk aşıldı ve bugünkü müreffeh ve huzurlu Kazakistan uluslararası arenadaki saygın yerini aldı.

Kazakistan bağımsızlığını ilân ettiğinde, onu ilk tanıyan ülke Türkiye olmuştu. Daha önce, yurt dışında temsilciliği olmayan Kazakistan da, ilk büyükelçiliğini Türkiye’de açmıştı. Yani, ülkelerimiz arasındaki kardeşlik ilişkileri, bağımsızlığın ilk gününde başlamış ve sürekli artarak bugünlere kadar gelmiş bulunuyor. Kazakistan’ın Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev, iki ülke arasındaki ilişkilerin bu günkü düzeyini ve geleceğe yönelik projeleri, “Diplomat Atlas”a verdiği mülâkatta anlattı ve çok ilginç bilgiler verdi.

Zaten, bizlerin de “Ata Yurdu” olan Kazakistan, çok ilgi uyandıran bir Orta Asya ülkesi. Geniş steplerin yanında, yüksek dağlara, göllere ve çok sayıda akarsuya sahip olan ülkede, hem bütün mevsimler yaşanıyor, hem de her biri kendine has özellikler taşıyan ve görülmeyi gerçekten hak eden bir çok kent yer alıyor. Başta son dönemlerin mimarlık harikası olan başkent Astana olmak üzere, Orta Asya’nın en güzel şehirlerinden sayılan Almatı’yı, bir tarih ve kültür kenti olan Çimkent’i ve önemli sanayi merkezi Karaganda’yı okuyucularımıza anlatmaya çalıştık.

Kazakların günlük yaşam tarzının, kültürünün, folklorunun ve geleneklerinin kökenleri göçebeliğe dayanıyor ve bizler için de hiç yabancısı olmadığımız unsurlar içeriyor. Örneğin, misafirperverlik duygusu. Hiçbir Kazak, kapısını çalan birini, onu tanımasa bile geri çevirmiyor, baş köşede ağırlayıp, ekmeğini paylaşıyor. Müzik konusunda bizim saz’ımız varsa, onların da kopuz’u var. Halı kültürü ve desenlerin benzerliği ise ayrı bir ortak zevkin göstergesi.

Bu kadar yabancısı olmadığımız bir halkı ve ülkeyi daha yakından tanımamız gerekmiyor mu? İstanbul’dan ve Ankara’dan, Astana’ya ve Almatı’ya her gün uçak var. Hatta, şimdi artık, şirin bir Kazak şehri olan Çimkent’e de seferlerin başlamış olduğunu okuyucularımıza duyuralım.

Kaya Dorsan

BOZKIR İNSANLARININ ÜLKESİ
KAZAKİSTAN

Kazakistan, 2.724.900 kilometrekarelik yüzölçümü ile, dünyanın en büyük 9. ülkesi. Bu geniş topraklar, doğal kaynaklar bakımından inanılmaz bir zenginliğe sahip. Kazaklar ise, her türlü zorluğa dirençli, çalışkan ve barışçı bozkır insanları. Bağımsızlığının 20. yılında, Kazakistan istikrarlı ve hızla kalkınan bir ülke.

Orta Asya’da geniş bir alana yayılmış bulunan Kazakistan, tarih boyunca olduğu gibi, bugün de Avrasya bölgesinin önemli bir kavşak noktası. Kuzeyinde ve batısında Rusya Federasyonu, doğusunda Çin, güneyinde ise Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan yer alıyor. Batısındaki Hazar Denizi de, Azerbaycan’a ve İran’a çıkış noktası oluşturuyor. Kazakistan ile Rusya Federasyonu arasındaki 6467 km’lik sınır, dünyanın en uzun kara sınırı.

Sert bir karasal iklimin görüldüğü Kazakistan’da, sıcak yazlar ve çok soğuk kışlar yaşanıyor. Kuzeyden güneye doğru kuraklık artarken, toprak ve bitki örtüsü de gözle görünür bir biçimde değişiyor. Kızıl-kum, Moyun-kum gibi çöllerin önemli bir yer tuttuğu ülkede, bozkırlar, dağlar ve ormanlar da gözardı edilemeyecek kadar büyük alanlar kaplıyor.

Kazakistan’ın doğusunda ve güney doğusunda Altay, Tarbagatay, Cungar ve Tien Şan dağları var. Ülkenin en yüksek noktası ise, Çin ve Kırgızistan sınırları yakınındaki Han Tengri Dağı (6.995m). Batı ve güneybatıya ise Hazar çöküntüsü hakim. Hazar’ın doğu kıyısındaki Mangışlak Yarımadasında Karadağ (Karatau) ve Akdağ (Aktau), kuzeyde ise Ural Dağları uzanıyor. Ülkede ayrıca, irili ufaklı 85.000 akarsu ve 48.000 göl olduğu söyleniyor. En önemli akarsular, Kazakistan içindeki uzunluğu 1700 km olan İrtiş ile, İşim (Esil) ve Sırderya nehirleri. En büyük göller ise, Aral ve Balkaş gölleri.

Özbekistan ve Kazakistan arasında paylaşılan Aral Gölü, Asya’nın ikinci, dünyanın da dördüncü büyük gölü ama, batı kısmı hızla kuruyor. Hazar Denizinin 2.430 km’lik kıyı şeridi de Kazakistan sınırları içinde.

Yiğit bozkır atlıları

Birçok Türk devletinin kurulduğu Kazak bozkırları, Saka’lara, Hun’lara, Göktürk’lere, Kıpçak’lara, Karahanlılar’a, Altın Ordu Devletine, Oğuz’lara, Avar’lara, Hazar’lara ve Karluk’lara evsahipliği yapmış. “Kazak” sözcüğü, “özgür, mert, yiğit, cesur ve bozkır atlısı” gibi anlamlara geliyor. Kazakların, göçebe bir halk olarak Altın Ordu Devletinin egemenliği altında yaşayan Kıpçak oymaklarından geldikleri görüşü ağırlıkta. Kazakça ise Türk dilleri Kıpçak grubundan.

15. yüzyıldan 1800’lerin ortalarına dek, bölgedeki Türk kavimleri, güçlü Kazak Hanlığı bünyesinde barınmış. Ancak, Hanlık, 18.yüzyılda Rus İmparatorluğu-Çin mücadelesi arasında kalmış ve bu durumdan istifade eden Çarlık Rusyası, bütün Kazak topraklarını ele geçirmiş. 1917’de devrim olunca, eski Kazak cüzleri bir araya gelip sadece üç yıl yaşayabilen bağımsız “Alaş Orda Devleti“ni kurmuşlarsa da, 1920’de Kızılordu tarafından işgal edilen Kazakistan, önce Özerk devlet olmuş, 1936’da da, SSCB bünyesinde “Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti”ne dönüşmüş.

Bağımsız Kazakistan

SSCB’nin parçalanması sürecinde, 1991 yılında bağımsızlığını ilân eden Kazakistan, bu yıl bağımsızlığının 20. yılını kutluyor. Bağımsız Kazakistan’ı tanıyan ilk ülke Türkiye olmuş. Nüfusu 16 milyon olan ülke, üniter, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti. Güçlü bir başkanlık sisteminin hâkim bulunduğu Kazakistan’da, iki meclisli bir parlamento bulunuyor.

Kazakistan’ın kurucu Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, 1991 yılından beri görevde. Kazak Anayasasına göre, Devlet Başkanı ülkenin iç ve dış politikasının hedeflerini belirleyen, Kazakistan’ı ülke içinde ve uluslararası camiada temsil eden en üst yönetici. 7 yıllık görev süresi için, halk tarafından doğrudan seçiliyor. Devlet Başkanının görevleri arasında, Başbakanı tayin etmek, Başbakanın önerisine göre Bakanlar Kurulunu atamak, bütün finansman sistemini onaylamak, ve uluslararası görüşmeler yapıp, gerektiğinde anlaşmaları imzalamak gibi çok önemli hususlar var.

Başbakan ise, yürütme organını temsil ediyor. 2007 yılından bu yana bu görevi üstlenmiş olan Başbakan Karim Massimov’un kabinesinde, 3 başbakan yardımcısı ve 17 bakan bulunuyor.

Kazakistan’ın yasama organı olan Parlamento, Senato ve Meclis’ten oluşuyor. Senato’da, seçilmiş 32 ve Devlet Başkanı tarafından atanmış15 üye, yani toplamda 47 üye var. 6 yıl için göreve gelen üyelerin yarısı, her üç yılda bir yenileniyor. Meclis’te ise, sandalye sayısı 107. Görev süresi 5 yıl olan milletvekillerinin 98’i genel seçimlerde, 9’u ise “Kazakistan Halkları Asamblesi” tarafından seçiliyor. 1995’de kurulmuş olan bu Asamble, Devlet Başkanlığına bağlı istişarî bir kuruluş. Çok partili bir siyasi sistemin mevcut olduğu ülkede, seçimlerde yüzde 7’lik baraj uygulanıyor.

Yargı sistemi ise, Kazakistan Yüksek Mahkemesi ile yerel mahkemelerden oluşuyor.

İlk 20 yıl

Bağımsız Kazakistan’ın ilk 20 yılı başarılarla geçmiş. Ekonomide sosyalist düzenden serbest pazar ekonomisine geçiş, siyasette de sosyalizmden liberal demokrasiye geçiş, elbette ki kolay değildi. Ancak, ekonomide zengin doğal kaynakların varlığı, siyasette de 1995 Anayasası’nın getirdiği düzenlemeler, zorlukların aşılmasına çok yardımcı olmuş. Yeni Anayasaya göre, siyasi iktidar halka ait bir güç ve insan hakları her şeyden üstün. Kazakistan topraklarında yaşayan ulusların ana dillerinin ve kültürel değerlerinin korunması anayasal garanti altında. Bütün vatandaşlar eşit haklara sahip. Düşünce, din seçimi ve vicdan hürriyeti de anayasal güvence kapsamında. Devletin resmi dili Kazakça ama, Rusça da kamu kurumlarında ve mahkemelerde yaygın olarak kullanılıyor.

Kazakistan bayrağında, mavi zemin üzerinde, 32 ışık huzmesi ile güneş ve alt kısmında bir bozkır kartalı yer alıyor. Sol tarafta milli motiflerden oluşan dikey bir şerit var. Güneş, motifler, ışık huzmeleri ve kartal altın renginde. Mavi zemin, barış ve refah timsali olan gökyüzünü simgeliyor. Güneş, bolluk, ışık ve sıcaklığın, yani hayatın simgesi. Bozkır kartalı da hakimiyetin, kudretin, bağımsızlığın ve ileri görüşlülüğün sembolü. Milli motif ise, etnik bütünlüğü temsil ediyor.

KAZAKİSTAN CUMHURBAŞKANI
NURSULTAN NAZARBAYEV

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, iş hayatına metalürji işçisi olarak başlamış. Başarılarla dolu yaşamı sayesinde, bugün hem ülkesinin lideri, hem de uluslararası alanda saygın bir devlet adamı.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, 1940yılında, Almatı yakınlarındaki Çemolgan köyünde doğmuş.İlk gençlik yıllarında, Karaganda Metalürji Tesislerinde işçi ve usta olarak çalışmış. O arada, Karaganda Yüksek Metalürji Enstitüsü’nde tahsilini tamamlayıp, Metalürji Mühendisi olmuş. Daha sonraki yıllarda Ekonomi Doktorası da yapan Nazarbayev’in siyasete ilgi duyması 1969 yılına rastlıyor.

1969 yılında, Komünist Parti üyesi olan Nazarbayev, 1973 yılında, Parti komitesinin sekreterliğine ilk adımını attıktan sonra, 1979 yılında Kazakistan Komünist Partisi Sekreteri olmuş, 1984-1989 yılları arasında da, Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevini yürütmüş.

1990 yılına gelindiğinde, Kazakistan SSC Yüksek Sovyeti’nin, Nazarbayev’i Kazakistan’ın ilk Cumhurbaşkanı olarak atadığı görülüyor.Ertesi yıl da halk O’nu Devlet Başkanı seçmiş. Daha sonra, 1995, 1999,2005 ve 2011 yıllarında, halkın yüksek desteğiyle yeniden seçilen Nazarbayev, bugün de görevini başarıyla sürdürüyor.

Büyük hedefler

Bağımsızlık sonrasındaki sert koşullarda, Kazakistan’ın yeniden yapılanması sürecini başlatan Nazarbayev, ülkesini 2030 yılına kadar Asya’nın parlayan yıldızı yapma hedefiyle yola çıkmış. Yerli ve yabancı yatırımların önünü açma, serbest piyasa ekonomisine geçiş, enerji kaynaklarından elde edilecek geliri topluma yansıtma ve altyapıyı geliştirmeye yönelik çabalarla başlayan süreç bugün de bütün hızıyla sürüyor. Demokrasi yolunda kararlılıkla ilerleyen Nazarbayev, çok dilli ve çok inançlı bir barış ve uyum ortamı sağlamış, yeni sosyal politikalarla yaşam kalitesini artırmış.Halk artık kendini daha güçlü hissediyor.

Ülkesini bölgesel güç haline getirmek isteyen Kazak lider, dengeli ve işbirliğini gözeten bir dış politika izliyor. 2010’da AGİT Zirvesine ev sahipliği yapan Kazakistan, bu yıl da İslam İşbirliği Örgütünün Dönem Başkanlığını üstlenmiş durumda.Kendi isteğiyle nükleer silahlardan vazgeçen ilk lider olarak tarihe geçen Nazarbayev, evrensel bir önder olma yolunda.

KAZAKİSTAN BÜYÜKELÇİSİ CANSEYİT TÜYMEBAYEV ANLATIYOR:
BAĞIMSIZLIĞININ 20. YILINDA KAZAKİSTAN

Bu yıl, Kazakistan, bağımsızlığının 20. yılını kutluyor. Kazakistan’ın Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev, bu 20 yılda ülkesinin nereden nereye geldiğini anlatıyor. Aslında bu bir başarı öyküsü.

Son yıllarda, uluslararası uzmanlar ve gözlemciler Kazakistan’ın yeni bir Asya ekonomik mucizesi yaratmakta olduğunu ve yakında “Yeni Asya Kaplanı” olarak adlandırılabileceğini belirtiyorlar. Fakat Kazak halkı “Pars” olarak adlandırılmayı tercih eder. Kazakçada “Pars” son derece cüretkâr olan kar leoparı demektir ve Kazakların eskiden gelen bir sembolüdür.

Tarihi ve kültürel mirası bakımından, Kazakistan müstesna bir ülkedir. Kazakistan’ın Avrupa ve Asya arasındaki coğrafi konumu bu ülkeyi eski medeniyetlerin buluşma yeri ve iki kıtanın ticaret yollarını birleştiren bir köprü haline getirmiştir. Bu topraklarda, çeşitli tarihi dönemlerde peş peşe devletler ortaya çıkmış ve kültürlerini çağdaş Kazakistan’a miras bırakmışlardır.

Kazak halkı var olduğu günden beri, değişik dönemlerde emsali görülmemiş zorluklardan ve sınavlardan geçmiştir. Örneğin, 17. asırda Kazak toprakları Çungar (Kalmuk) boylarının akınlarına maruz kalmış, bu da devletin çökmesine ve nüfusun üçte birinin yok olmasına yol açmıştır. Geçen asrın 30’lu yıllarında ise, Stalin’in zorla zirai kolektifleştirme politikası, yol açtığı kitlesel açlık nedeniyle, üç milyondan fazla Kazağın hayatına mal olmuştur. 1937 yılında da, Kazak halkının ileri gelen isimleri ya kurşuna dizilmiş ya da sürgün edilmiştir. Ünlü Kazak şairi M. Makatayev bir cümleyle kendi halkının tarihini şöyle özetleyiveriyor: “Ben binlerce kez ölmüş ve binlerce kez dirilmiş bir Kazak’ım.”

Bununla birlikte, Sovyet dönemi, Kazakistan için eğitim alanında gelişme, bilimin yaygınlaşması ve feodalizmden çağdaş kalkınma düzeyine sıçrama dönemi olmuştur.

16-17 Aralık 1986 tarihinde, Almatı’daki demokratik halk ayaklanmasının, Kazak tarihinde büyük ümitlerin başlangıcı olduğunu ve Sovyetler Birliğinin çöküşünü başlattığını belirtmek gerekir. Kazakistan 16 Aralık 1991 tarihinde resmen bağımsızlığını ilân etmiş ve Kazakistan Cumhuriyeti ortaya çıkmıştır.

Doksanlı yılların başlangıcında, Kazakistan’ın önünde, kendi sosyal ve siyasi sisteminin belirlenmesi için seçim yapma, kendi devlet mekanizmalarını kurma, ülkeyi dünya ekonomisine entegre edecek en optimal ekonomik yapıyı oluşturma ve yine dış politikayı belirleme gibi görevler bulunuyordu.

Genç devletin iç ve dış politikasının temel parametrelerini belirleme konusunda, Kazakistan siyasî yönetiminin kader belirleyici nitelikteki ilk adımlarının devasa önemini idrak etmemek mümkün değildir. Kazakistan’ın gelişmesinin ilk on yıl boyunca istikrarlı bir şekilde sürmesi, bu dönemde yürütülen son derece verimli dış politika uygulamaları sayesinde olmuş, ülkenin bugünkü dünya kamuoyunda işgal ettiği yer, bu tarihi görevin başarılı bir şekilde yerine getirildiğini göstermiştir.

Kazakistan, bağımsızlığının daha ilk yıllarında attığı önemli adımlarla uluslararası alanda kendi varlığını reel olarak göstermeyi başarmıştır. Her şeyden önce, ülkenin milli güvenliğinin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar, Avrasya ve eski Sovyet coğrafyasında global istikrarın güçlendirilmesi ve ülkenin siyasi ve coğrafi çevresindeki tehlikeli gerilim kaynaklarının tesirsiz hale getirilmesi konusunda önemli katkılar sağlamıştır.

Kendi topraklarında bulunan nükleer silahlardan vazgeçmeyi gerekli gören Kazakistan, bu kararıyla daha güvenli bir dünya kurulması için tarihi bir örnek oluşturmuştur. Böylece, Kazakistan dış politikasının barışsever vasfı ortaya çıkmış ve ülke güvenilirlik kazanmıştır. Sovyet imparatorluğunun aniden yıkılmasının dünyada yaratabileceği olumsuz etkilerin yumuşatılmasında belirleyici bir unsur olan BDT’nin kuruluş aşamasında da Kazakistan bir anahtar rolü üstlenmiştir.

İki büyük devlet olan Rusya ve Çin’in çıkarlarını ilgilendiren, ülke sınırlarının yeniden işaretlenmesi konusunda Kazakistan diplomasisinin tartışmasız başarısı, bölgeye ve genel Asya güvenliğine önemli bir katkı sağlamıştır. Kazakistan devlet sınırları dünya çapında özel bir hassasiyete sahiptir, çünkü bu sınırlar, üç büyük medeniyetin buluşma noktasından, yani “medeniyetlerin fay hattından” geçmektedir. Öte yandan, Kazakistan Devlet Başkanı N.A. Nazarbayev’in Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Tedbirler Konferansı konusundaki girişimi, Asya kıtasında kolektif güvenliğin temini için sürdürülebilir mekanizmanın kurulması yönünde ilk ciddi pratik harekettir ve bu anlamda önleyici diplomasinin uygulanması bakımından parlak bir örnektir.

Eski Sovyet coğrafyası yanında, Avrupa-Atlantik ve Asya güvenlik ve işbirliği sistemlerine aktif bir şekilde giren Kazakistan, ayrıca İslam Konferansı Örgütüne de dahil olmuştur. Bu üyelik, kuşkusuz İslam âleminin coğrafyasını genişletmiş ve örgütün siyasi, ekonomik ve kültürel potansiyelini önemli ölçüde arttırmıştır. Bütün bu adımlar, Kazakistan’ı dünya ve bölge politikasında etkin bir aktör haline getirmiş, uluslararası arenada ona tanınırlık ve karizma kazandırmıştır.

Ülkenin siyasi yönetimi iç politikada da doğru bir tutum izlemeyi başarmış, böylece yer kürenin değişik yerlerinde devam eden etnik, dini ve sosyal ihtilaflardan kaçınabilmiştir. Bu kuşkusuz, ülkede yaşayan halkların ve Kazakistan siyasi yönetiminin çarpıcı bir başarısıdır. Bağımsız Kazakistan’ın kurucu Devlet Başkanı N.A. Nazarbayev’in esnek, dengeli ve zaman zaman da uzlaşmacı dış politikası olmasaydı, bu fenomen tabii ki ortaya çıkamazdı.

Ülkenin dış politikasının başarısı, Kazakistan’ın çok yönlü ve dengeli dış politika çizgisinin doğruluğunu kanıtlamıştır. Bu çerçeve içinde, Türk dünyasının güçlendirilmesi ve Türkiye ile fiilen bütün alanlarda sıkı ilişkilerin tesisi konusunda Türk ve Kazak halklarının tarih, kültür ve dil birliği potansiyeli de etkin bir şekilde kullanılmıştır. Bu etkenler yanında, Kazakistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerde güçlü bir “kardeşlik” yapı taşının bulunması Kazak-Türk münasebetlerine stratejik bir vasıf kazandırmaktadır.

Öte yandan, Kazakistan, Rusya ve Orta Asya devletleriyle güçlü tarihi ilişkilerini muhafaza etmeyi ve aynı zamanda başta ABD olmak üzere ileri gelen batılı ülkelerle stratejik partner olmayı da başarmıştır. Örneğin, Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle yüksek seviyede karşılıklı ilişkiler kurulmuş, Çin’le karşılıklı anlayış ve işbirliği konularında yüksek uyum sağlanmıştır. 2010 yılında AGİT başkanlığının devralınmış ve başarıyla yürütülmüş olması, Kazakistan’ın dünya politikasında reel bir etken olma sürecini önemli ölçüde hızlandıracaktır. Büyük bir bölümü Asya’da bulunan ve Müslüman bir ülke olarak tanımlanan Kazakistan için AGİT başkanlığı gerçekten tarihi bir olaydır. Kazak diplomasisinin diğer bir başarısı da, 2011 yılında İKÖ başkanlığını devralması olmuştur. Ayrıca, Şanghay İşbirliği Teşkilatının kurulmasında da Kazakistan’ın önemli bir payı bulunmaktadır. Zaten, bu yıl Kazakistan Şanghay İşbirliği Teşkilatının başkanlığını da devralmış bulunmaktadır.

Kazakistan, sadece 20 yıl önce bağımsızlığını kazanan bir ülke olarak, şu anda dünyanın en dinamik kalkınan ülkelerden biridir. 20 yılda, geniş kapsamlı reformlar yapılmış, siyaset, ekonomi ve sanayi alanlarında hatırı sayılır başarılar elde edilmiştir. Ülkede, halen, hızlı gelişen piyasa ekonomisi, elverişli bir yatırım ortamı ve gelişmiş bankacılık sistemi bulunmaktadır.

Günümüzde Kazakistan’ın uluslararası rezervleri 70 milyar doları aştı. Bağımsızlık yıllarımızda ülke ekonomisine 130 milyar Dolardan fazla yabancı yatırım çekildi. Şu anda, dünyanın 126 ülkesine 200’den fazla ürün çeşidini ihraç etmekteyiz. 2011 yılının birinci çeyreğinde Gayri Safi Milli Hasıla artışı %6,5 düzeyinde gerçekleşti. Bugünlerde kişi başına Gayri Safi Milli Hasılamız 9000 dolara ulaşmış, Milli Hasılamız ise 120 milyar doları aşmıştır. Milli refah düzeyi açısından dünya ülkeleri arasında, Kazakistan 2010 yılında, 110 ülke içinde 50. sıraya yükselmiştir. Ülkede, bir yandan, tarım sektöründe kalkınma programları yürütülürken, diğer yandan büyük fabrikalar ve enerji santralları inşa edilmektedir. Ayrıca, “Batı Avrupa- Batı Çin” karayolu, “Kazakistan-Türkmenistanİran” Demiryolu hattı, “Kazakistan-Çin” petrol boru hattı gibi büyük ulaştırma projeleri hayata geçirilmektedir.

Bugün, Kazakistan’da uluslararası yatırımcılar için yeni imkânlar da sağlanmaktadır. Bu çerçevede, bir “Sanayi Kalkınma Programı” kabul edilmiş bulunuyor. Bu programın ana unsurları olarak, tarım, metalürji, petrol üretimi, enerji, kimya, farmakoloji, inşaat malzemesi sanayi, ulaştırma ve enformasyon, makine sanayi, uranyum, turizm ve uzay araştırmaları sayılabilir. Kazakistan, insan gücünü geliştirmek için etkin model oluşturmaya ve milli yaşam standardının temellerini sağlamaya muvaffak olmuştur. Gençlerimizi dünyanın en iyi üniversitelerine göndermeye imkân sağlayan “Bolaşak” devlet programı yürütülmektedir. Halen, 20.000’den fazla Kazakistanlı öğrenci, masrafları devlet tarafından karşılanarak eğitim görmektedir. UNESCO’nun bilgilerine göre, ülkemiz eğitim alanında 129 ülke arasında ilk 4 sırada yer almaktadır. Geçen 10 yıl zarfında eğitim alanına tahsis edilen mali kaynaklarda 10 kat artış sağlandı.Bu sürede 750’ye yakın yeni okul inşa edildi. Bunların yanı sıra 5302 okul öncesi eğitim kurumu, 1117 kreş ve 4185 eğitim merkezi açıldı.

Kazakistan’ın bugünkü başarıları tamamen ülkemizdeki etnik ve dini uzlaşıyla ilgilidir. Ülkemizde barış, istikrar ve ekonomik ilerlemenin temini yönünde en belirleyici etken, haklı bir şekilde, ülkemiz halkının hoşgörüsü, istikrarı ve karşılıklı anlayışıdır. Bu nedenle Kazakistan’ın çok uluslu halkının birliğinin sağlanması bizler için önemli bir başarı ve zenginliktir.

Kazakistan’a dinamik bir gelişme sağlayan ve ülkede bağımsızlık yıllarında gerçekleştirilen siyasi, ekonomik ve sosyal reformlar, Kazakistan Devlet başkanı N.A. Nazarbayev’in, Kazak halkına hitaben ilân ettiği “Kazakistan-2030” adlı proje kapsamındadır ve bu da aslında 21. asrın ilk üçte biri zarfında bağımsız ve gelişen Kazakistan’ın inşası için öngörülen bir devlet gelişme stratejisidir.

Kazakistan Anayasa Gününü Kutladı

Kazakistan`da 30 Ağustos, “Anayasa Günü” olarak kutlanıyor. Bağımsızlıktan sonra genel referandumla kabul edilen Kazakistan Anayasası ile ülkede yeni bir dönem başlamıştı. İnsan hak ve özgürlüklerine geniş yer ayıran bu yeni anayasa ile Kazakistan ekonomisinin serbest piyasa sistemine geçmesi, ülkeyi Orta Asya`nın en güçlü ekonomilerinden biri haline getirdi.

Kazakistan`ın yeni anayasası ile Sovyet mirası “devlet haklarının birey haklarına üstünlüğü” ilkesi ortadan kaldırıldı. 1995 yılında kabul edilen bu anayasanın getirdiği garantiler çerçevesinde, geçen 16 yıl içerisinde serbest piyasa ekonomisi ile sivil toplum hayatının temel ilkeleri oluşturuldu, ayrıca Kazakistan`da özel mülkiyet hakları, özel teşebbüs, güçlü orta sınıf, hukuk devleti, çok partili sistem ve medya çeşitliliğinin yanı sıra fikrî ve dinî hürriyetler güçlendirildi.

1995’de kabul edilen, toplumun ve devletin yeniden yapılandırıldığı bu Anayasa, sadece devletin hukukunu belirleyen bir belge değil, aynı zamanda ülkenin demokratik, hukuki, sosyal ve laik kazanımların da bir göstergesidir.

Aslında, Sovyetler Birliği`nin çöküşünden sonra 1991 yılında bağımsızlığını ilân eden Kazakistan ilk Anayasasını 28 Ocak 1993`te kabul etmişti. Bugünkü Anayasa ise, 30 Ağustos 1995 yılında yapılan genel referandum ile kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir.

KAZAKİSTAN DIŞİŞLERİ BAKANI
YERJAN KAZIHANOV’UN ANKARA ZİYARETİ

Avrupa’nın genç ülkesi Karadağ’ın Ankara Büyükelçisi
Ramo Braliç, ülkesinin Türkiye ile bağlarını her alanda
güçlendirmek için büyük gayret sarfediyor. Diplomat Atlas,Büyükelçi Braliç ile Türkiye-Karadağ ilişkilerini konuştu.

Kazakistan Dışişleri Bakanı Yerjan Kazıhanov 3 Ağustos tarihinde Türkiye’ye ziyarette bulundu. Henüz birkaç ay önce, 11 Nisan 2011 tarihinde Dışişleri Bakanlığı görevine gelen Kazıhanov’un bu ziyareti, bakan olarak Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaret olması açısından önemliydi.

Anıt-Kabir’i ziyaretinin ardından, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve TBMM Başkanı Cemil Çiçek tarafından kabul edilen Kazak Bakan Yerjan Kazıhanov ve beraberindeki heyet, Türk meslektaşı Ahmet Davutoğlu ile de görüşmelerde bulundu.

Kazıhanov, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun davetlisi olarak gerçekleştirdiği ziyaretin kendisi açısından da büyük bir önem taşıdığını ve bunun, bakan olduktan sonra Türkiye’ye ilk resmi ziyareti olduğunu hatırlattı. Türkiye’nin Avrasya bölgesinde Kazakistan’ın en önemli stratejik ortaklarından biri olduğunu vurgulayan Kazıhanov, Türkiye’nin Kazakistan’ın bağımsızlığını tanıyan ve diplomatik ilişki kuran ilk ülke olma özelliği ile de ayrı bir öneme sahip olduğunu söyledi. Kazakistan’ın bağımsızlığının 20. yıldönümünü kutladığı bu günlerde, Türkiye ile kurulan diplomatik ilişkilerin de yirminci yılını kutladıklarını vurgulayan Kazak Bakan, geçen yirmi yıl zarfında çok önemli işlere imza atıldığını ifade etti. Kazıhanov, iki ülkenin sadece diplomatik alanda değil, ticari ve kültürel alanlarda da büyük ilerleme kaydettiğini dile getirdi.

Ziyaret sırasında iki anlaşma imzalanmış bulunuyor. Bunlardan birincisinin, iki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları arasında 2012-2013 yıllarını kapsayan ortak işbirliği anlaşması, ikincisinin ise, genç diplomatların Ankara’da ve Astana’da mesleki eğitim almalarına imkan sağlamayı amaçlayan, diplomatik kurumlar arasındaki anlaşma olduğu belirtiliyor.

BÜYÜKELÇİ CANSEYİT TÜYMEBAYEV:
H E R A L A N D A
İŞ BİRLİĞİ

Kazakistan’in Ankara Büyükelçisi Canseyit Tüymebayev, bağımsızlığının 20 yılını kutlayan ülkesine, Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’in Protokol Genel Müdürü ve Danışmanı, ülkesinin Moskova Büyükelçisi ve son olarak da Kazakistan hükümetinde Eğitim ve İlim Bakanı gibi birbirinden önemli görevler üstlenerek katkıda bulunmuş. Ancak kariyerinde Türkiye’nin ayrı bir yeri var. 1994-1997 yılları arasında Kazakistan’ın Ankara Büyükelçiliğinde diplomat olarak görev yapan, 1999 yılında da İstanbul Başkonsolosu olan Tüymebayev, 2010 yılının son aylarında Türkiye’ye üçüncü kez, bu defa Büyükelçi olarak atandı. Büyükelçi Canseyit Tüymebayev, iki ülke arasındaki ilişkilere değinen sorularımızı kusursuz Türkçesiyle yanıtladı.

DİPLOMAT ATLAS: Bu yıl, Kazakistan bağımsızlığının 20. yılını kutluyor. Kazakistan’ın bu dönemdeki gelişmesini kısaca özetleyebilir misiniz?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Bağımsızlığın ilk yıllarında, SSCB’nin dağılmasından sonra diğer Sovyet Cumhuriyetleri gibi Kazakistan ağır bir kriz içindeydi. Başta Devlet Başkanımız Nursultan Nazarbayev olmak üzere, tüm ülke yönetiminin özverili çalışmalarıyla siyasi, ekonomi ve diğer alanlarda bir çok reformlar gerçekleştirilmekte ve yolsuzluklarla mücadele devam etmektedir. Demokratikleşme, insan hakları, ekonominin liberalleşmesi ve dünyaya açılması alanında büyük ilerlemeler sağlandı. Kabul edilen yeni Anayasa demokratik toplumun sağlam bir temelini oluşturdu.

Günümüzde, kişi başına GSMH 9 bin dolara ulaştı. Uluslararası rezervlerimiz 70 milyar doları aştı ve bağımsızlık yılları içinde ekonomimize 130 milyar dolardan fazla yabancı yatırım çekildi. Sanayi Kalkınma Programı’mıza göre, hammadde ağırlıklı üretimden ziyade tarım, metalurji, enerji, kimya, farmakoloji, inşaat malzemesi sanayisi, uzay teknolojisi, ulaştırma ve enformasyon alanlarına öncelik tanınıyor. Ülkemiz 2010 yılında açıkçası diplomatik bir başarı sergileyerek Avrupa’nın en önemli teşkilatlardan olan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) başkanlığını devraldı ve Aralık 2010’da AGİT Zirvesini gerçekleştirerek, 40’dan fazla Batı’lı devlet ve hükümet başkanlırını ağırladı. Bu yıl da İslam İşbirliği Örgütü’nün başkanlığını üstlenerek, geniş İslam coğrafyasının meselelerine el atmaktayız. Yine Kazakistan’ın inisyatifi ile kurulan ve uzun dönem ülkemiz tarafından başkanlığı üstlenen CİCA örgütünün önemi gittikçe artıyor ve Türkiye’nin devraldığı başkanlığı ile etkinliği daha da arttı.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye- Kazakistan ilişkilerinin altyapısının kurulduğu yıllarda yine Türkiye’deydiniz. O yıllardan beri ikili ilişkilerimizde neler oldu?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Türkiye, bağımsız Kazakistan’ı dünyada ilk tanıyan kardeş ülkedir. Kazakistan’ın yurt dışındaki ilk büyükelçiliği de Türkiye’de açıldı. İlk yıllardaki heyecanı halen yaşıyoruz, ve bunu devam ettireceğiz. Ülkelerimiz birbirlerine uzun yıllardır süregelen dostluk ve stratejik müttefiklik ilişkileriyle bağlı. Kazakistan ve Türkiye, BM, Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Tedbirler Konferansı (CİCA), AGİT, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, İslam İşbirliği Örgütü, Türk Konseyi gibi uluslararası ve bölgesel teşkilatlar kapsamında aktif bir şekilde işbirliği yapmakta ve dış politika girişimlerinde birbirlerini karşılıklı olarak desteklemektedirler.

DİPLOMAT ATLAS: Son yıllardaki gelişmelerden söz eder misiniz?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Son yıllarda devlet yönetimimiz bir çok platformda daha sık bir araya gelerek, hem ikili hem çok taraflı ilişkileri daha da güçlendiriyorlar. 2009 yılındaki Devlet Başkanımız N.Nazarbayev’in Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaretin tarihi bir anlamı var. Siyasi, ekonomik ve ticari alandaki işbirliği sürecimiz ziyaret esnasında imzalanan Stratejik Partnerlik Anlaşmasıyla daha ileri safhaya geçerek, yeni boyutta devam ediyor. Anılan ziyaret esnasında ayrıca dört önemli anlaşmaya da imza atıldı: iki ülke Hükümetleri arasında “Bilim ve teknik alanında işbirliği”, “Turizm alanında işbirliği”, “Uluslararası Kazak-Türk Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin faaliyet şartları” hakkında ve çevre bakanlıkları arasında “Çevre koruması alanında işbirliği” hakkında anlaşmalardır.

Memnuniyetle ifade etmek isterim ki, Devlet Başkanlarımız son 3-4 sene içinde 12’den fazla kez bir araya geldiler. 2010 yılının Şubat ve Haziran aylarında Türkiye Dışişleri Bakanı A.Davutoğlu, Nisan ayında Ekonomi Bakanı Z.Çağlayan ve Haziran ayında Devlet eski Bakanı M.Aydın ülkemize, Mayıs ayında Başbakan yardımcısı – Sanayi ve Yeni Teknolojiler bakanımız A.İssekeshev ve Aralık ayında Başbakanımız K.Masimov Türkiye’ye çalışma ziyaretinde bulundular, bu yılın Ağustos ayında ise, Dışişleri Bakanımız Y. Kazıhanov ilk resmi yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirdi. Parlamento başkanlarımız da sık bir araya geliyorlar, ki geçen yılın Haziran ayında Kazakistan Parlamentosu Meclis Başkanı U.Mukhamedzhanov Türkiye’ye çalışma ziyaretinde bulundu, Ekim ayında TBMM eski Başkanı Mehmet Ali Şahin de Kazakistan’ı ziyaret etti. Bu yılın Ekim- Kasım aylarında Kazakistan Parlamentosu Başkanı’nın Türkiye’ye ziyareti planlanıyor. Ayrıca, önümüzdeki ay Almatı’da yapılacak Türk Konseyi Zirvesine Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ü de bekliyoruz.

Bu işbirliği süreci Kazakistan Cumhurbaşkanı N.Nazarbayev’in inisyatifi ile kurulan Türk Dili Konuşan Devletler İşbirliği Konseyi çerçevesinde de farklı boyuta çıktı. Kısa adı Türk Konseyi olan bu teşkilat uzun yıllardan beri Türk halklarının bir rüyası olan ve kardeş Türk devletlerin ortak işbirliği zeminini oluşturacak. Bildiğiniz gibi, Türk Konseyi’nin bünyesinde Aksakallar Konseyi, Parlamenter Asamblesi ve Türk Akademisi gibi alt kuruluşlar kuruldu ve çalışmalarına yoğun bir şekilde devam etmektedir.

Sayın Abdullah Gül’ün geçen yılın Mayıs ayındaki Kazakistan ziyaretinde her iki ülkenin cumhurbaşkanlarının katılımı ile görkemli açılışı yapılan Türk Akademisi, Türk dünyasının değerli aydınlarının ortak çalışma organı olacaktır. Kazakistan ve Türkiye olarak Türk Akademisi’nin kütüphanesine yüzlerce değerli kitap hediye etmişlerdi.

Öte yandan, Kazakistan’ın bir çok şehri, Türk şehirleri ile kardeşlik bağlarına sahip oldu. Geçen yıl Kazakistan’ın Çimkent ve Pavlodar illerinin Valileri başkanlığındaki heyetler Türkiye’nin Kayseri ve Konya illerini ziyaret ettiler. Bu şehirler arasında Kardeş Şehir Protokolleri imzalandı. Bu yıl Kayseri ili heyeti Kazakistan’ın Pavlodar ilini ziyaret edecek, Doğu Kazakistan ili heyeti de Bursa’ya gelecektir. Kardeş şehir sayısını gittikçe arttırma niyetindeyiz.

Şunu da belirtmekten geçemiyeceğim, halklarımızı birbirine kaynaştıracak ve kardeşlik bağlarını pekişterecek hususlardan biri de 2009 yılında Türkiye Cumhuriyeti Önderi Atatürk’ün Türk dünyasındaki en büyük anıt heykelinin Astana’nın merkezinde açılmasıdır. Türk yönetimi de bu jeste karşılık, geçtiğimiz yıl, Kazakistan’ın kurucu Devlet Başkanı N.Nazarbayev’in heykelini görkemli bir törenle Ankara’nın merkezinde açtı. Ayrıca bu yılın Nisan ayında Devlet Başkanımızın ismi Nevşehir’deki en büyük caddelerden birine verilmişti. İşte bunlar sembolik olmakla beraber, halklarımızı kaynaştıracak ve kardeşliği pekiştirecek faaliyetlerdir diye düşünüyorum. Bu anlamda 2010 yılında Sayın Abdullah Gül’ün Kazakistan’ı ziyareti esnasında Devlet Başkanımıza Türk Dünyasının Aksakalı olarak hitap etmesinin, açıkçası Kazak halkı için bir gurur kaynağı olduğunu ayrıca ifade etmek isterim.

DİPLOMAT ATLAS: Bu sıcak siyasi ilişkilerin ticaretteki yansıması nasıl?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Şuna inanıyorum ki, ülkelerimiz arasındaki karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesinde anahtar rolü kuşkusuz ticari-ekonomik işbirliği oynamaktadır. Bu işbirliğinin birinci vazifesi ise cumhurbaşkanlarımız tarafından belirlendiği üzere karşılıklı ticaret hacmini 2015 yılına kadar 10 milyar ABD Dolarına çıkarmaktır. Ticari-iktisadi ilişkilerin bugünkü seviyesi, ülkelerimizin gerçek imkânlarını yansıtmaktan son derece uzaktır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2011 yılının ilk 7 ayında 2,38 Milyar Dolar olarak gerçekleşti. Bunun 529 Milyon doları Türkiye’nin ihracatı, 1,86 Milyar doları da Kazakistan’dan yapılan ithalattır.

Ülkelerimiz arasındaki ticareti arttırmak için, Hükümetler arası düzeyde “Yeni Sinerji” adlı bir Ekonomi Programı hazırlanıyor. Ayrıca Yüksek Düzeyli İstişare Konseyi kuruluşu ile ilgili çalışmalar da devam ediyor ve hükümetlerimiz arasındaki Karma Ekonomik Komisyonun faaliyeti daha da etkinleştiriliyor.

Büyükelçilik olarak, ülkelerimizdeki çeşitli illerde bulunan işadamlarını bir araya getirerek iş forumları düzenliyoruz. Böylece, sadece İstanbul ve Ankara’daki değil Kazakistan ve Türkiye’nin ücra köşelerindeki işadamları da birbirleriyle kaynaşma fırsatını yakalıyorlar.

DİPLOMAT ATLAS: Bir de Türk şirketlerinin yatırımları var, Kazakistan’da…

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Kazakistan’da 360 Türk firması faaliyette bulunuyor. Ülkemizde çalışan Türk vatandaşı sayısı ise 35 bin’dir. Bu da ülkemizde çalışan toplam yabancıların % 42’sini oluşturuyor. Yeni başkentimiz Astana’da, en ünlü binaların %90’ı Türk müteahhitler tarafından inşa edildi. Meclis binası, Yargıtay binası, Devlet Başkanı Kültür Merkezi, Rixos ve Intercontinental Otelleri bunların sadece bazıları. Türk inşaatçılar, Kazakistan’da 16 milyar dolarlık iş yaptı. Şimdi biz diğer alanlara da önem veriyoruz. Türkiye’nin Kazakistan’daki toplam yatırım hacmi yaklaşık 1.8 milyar dolar, Kazakistan’ın Türkiye’deki yatırımları ise yaklaşık 762 milyon dolardır. Ama, bu rakamlar, tarafların yatırım imkânlarını yansıtmaktan son derece uzak. Kazakistan’daki ileri teknoloji projelerine ve özellikle de sanayi sektörüne Türk sermayesinin katılması için buradan davet etmek istiyorum.

DİPLOMAT ATLAS: Türk şirketlerinin yatırımlarını arttırmak için özel bir girişiminiz var mı?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Evet, tabii ki… Bu alanda yoğun girişimlerimiz var, hem hükümetler düzeyinde, hem de bizzat ülkelerimizin önde gelen sanayici ve işadamları ile sık sık bir araya geliyoruz. Bu alandaki önemli çalışmalarımızdan biri, Kazakistan’da Türk sanayicilerin de katılımıyla Organize Sanayi Bölgelerin kurulması projesidir. Bu yönde, TOBB ve Türkiye’deki sanayiciler ile görüşmeler devam ediyor. Kazakistan Hükümetinin de desteği alındı. Yakın zamanda, önce Güney Kazakistan’da Çimkent ilinde, daha sonra Karaganda, Pavlodar, Almatı ve diğer illerimizde bu modeldeki OSB’ler kurulacaktır. Organize Sanayi Bölgeleri’ndeki tüm işlemler seçilecek OSB başkanlığı tarafından yapılacağından, Türk sanayicileri tüm bürokratik engellerden arındırılacaklardır. Biliyorsunuz, geçen sene Kazakistan, Rusya ve Belarus bir gümrük birliği kurdular ve gümrük sınırları kalktı. Artık Kazakistan’da üretilen mallar 170 milyon nüfusluk bir pazarda serbestçe dolaşabilir ve satılabilir.

Karşılıklı ticaret ve yatırımlarımızı arttırmaya yönelik bir diğer girişim yine Kazakistan tarafından yapıldı. Kazakistan Ticaret ve Sanayi Odası İstanbul’da temsilcilik ofisinin açılma işlemlerini devam ediyor. Böylece, Türk sanayicileri ve yatırımcılar, İstanbul’da direkt muhatapları da olacaktır. Bu arada, Türk işadamları için Büyükelçilik olarak “Yatırım Rehber Kitabı” nı tamamlamak üzereyiz ve değerli yatırımcılara sunacağız. Sizin vasıtanız ile de değerli Türk işadamlarını Kazakistan’a yatırım yapmaya davet ediyoruz.

DİPLOMAT ATLAS: Ülkelerimiz arasında, sanat ve kültür alanındaki ilişkilerin de yoğun bir dönem yaşadığı görülüyor…

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Hakikaten de öyle… Halklarımız ortak tarihi ve kültürel geçmişe sahip olsalar da, günümüzde birbirlerinin sanatlarını, kültürlerini ve yaşam biçimlerini yakından tanımaya ihtiyaçları var. Bu anlamda, Türk halkına Kazakların sanat ve kültür alanındaki zenginliğini tanıtmak adına Büyükelçilik olarak bir çok faaliyet gerçekleştiriyoruz. 2009 yılında Devlet Başkanımızın Türkiye ziyareti esnasında İstanbul’da geniş kapsamlı Kazak kültür günleri, bu yılın Haziran ayında da Astana’da “Ankara Kültür Günleri” düzenlendi. 2010 ve 2011 yıllarında Türkiye’nin çeşitli illerinde ülkemizin dünyaca tanınmış şarkı, opera ve halk dansları sanatçıların konserleri organize edildi, ayrıca ülkelerimizdeki tiyatrolar da kendi aralarında işbirliği halindeler.

Sanatseverlerimiz de takip ettikleri gibi, sanat alanında da yoğun çalışmalarımız var. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere çeşitli illerde Kazakistan hakkında fotoğraf sergileri düzenliyoruz. Mesela Kazakistan’ın en büyük sanat galerisinden biri olan “Has Sanat” galerisi Mart ayında Ankara’da büyük bir sergi açarak Türk sanatseverlerin beğenisine Kazakistan’lı sanatçılarımızın değerli çalışmalarını sunmuştu.

DİPLOMAT ATLAS: Ya eğitim alanındaki gelişmeler…?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde başlayan Büyük Öğrenci Projesi kapsamında, Türk yüksek öğrenim kurumlarında 3 binden fazla Kazak öğrenci eğitim görüyor ve Türk halkının sıcak misafirperverliği sayesinde kendilerini adeta evlerinde gibi hissediyorlar. Şu anda da 700 kadar öğrencimiz eğitimine devam ediyor. Türkistan’da Uluslararası Kazak-Türk Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesinin, Almatı’da Süleyman Demirel Özel Üniversitesinin, 28’den fazla Kazak-Türk Lise ve Kolejinin faaliyette olması eğitim alanındaki başarılı işbirliğinin bariz bir örneğidir. Aynı şekilde, 2003 yılında Kazakistan Devlet Başkanı N.Nazarbayev’in Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret sırasında, İstanbul’da Abay İlköğretim Okulu açılmıştı. Kazakistan’da Türkçe öğrenmeye yönelik büyük bir ilgi olduğunu da eklemeliyim.

Ahmet Yesevi Üniversitesi bünyesinde altyapı çalışmaları çerçevesinde bölgenin en büyük hastanesinin de inşa edilip, Mayıs 2010’da iki ülke cumhurbaşkanları tarafından açılışı yapılarak, hizmete girmesi işbirliğimizin bariz bir örneğidir.

Geçtiğimiz Mayıs ayında İstanbul’da 40’dan fazla ülkenin akademisyenlerinin ve üniversite rektörlerinin katılımıyla gerçekleştirilen Uluslararası Eğitim Konferansına Kazakistan’lı akademisyenler ve rektörlerden oluşan kalabalık bir grubumuz iştirak etti ve Konferansın akabinde Bağımsızlığımızın 20. yılı anısına 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal adına Semra Hanımefendiye, o dönemdeki eski Bakanlara anlamlı plaketler ve ödüller takdim ettik.

Bunların yanısıra geçtiğimiz yaz aylarında Türkiye’de yaşayan Kazak asıllı lise çağındaki 20 kadar öğrenciyi de Kazakistan’ın en büyük öğrenci kamplarına göndererek, atayurtlarını bizzat görmelerini ve bilgi sahibi olmalarını sağladık. Bu vesile ile seyahatin organize edilmesine katkı sağlayan TİKA yönetimine teşekkürlerimi ifade etmek isterim…

DİPLOMAT ATLAS: Turizm alanında da gelişmeler var mı?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Kazakistan’dan yılda yaklaşık 300 bin turist Türkiye’ye geliyor ve bu sayı her sene artıyor. Türklerin Kazakistan’ı ziyaret etmelerini de tabii ki istiyoruz. Türkiye Kazakistan’da iyi biliniyor ama, Türkiye’de Kazakistan hakkındaki bilgi ve yayın az. Bu nedenle, Büyükelçi olarak atanınca, önce Kazakistan hakkında Türkçe kitaplar hazırladık ve yayınladık.

Uçak seferlerini de arttırmaya çalışıyoruz. Ülkelerimiz arasında havayolu taşımacılığı sadece Ankara ve İstanbul’dan, Astana ve Almatı’ya yapılıyordu. Oysa şimdi, Kazakistan’ın güneyindeki önemli bir şehir olan Çimkent’e de haftada 2 kez uçak seferi yapılacak.

DİPLOMAT ATLAS: Kazakistan’ın bağımsızlığının 20. yılı Türkiye’de nasıl kutlanıyor?

CANSEYİT TÜYMEBAYEV: Bağımsızlığımızın 20. yılını 16 Aralık’ta kutlayacağız ama bu yılın başından beri birçok faaliyetlerimizi yoğun bir şekilde devam ediyoruz. Mesela, Türkiye’ye Büyükelçi olarak atanalı 12’den fazla ili ziyaret ettim. Bu illerde Kazakistan’ın bağımsızlığının 20. yıldönümü dolayısıyla Kazak sanatçılarının konserlerini, üniversitelerde konferanslar ve paneller organize ediyoruz. Ayrıca, il yönetimlerinin ve işadamların da katılımıyla resepsiyonlar, iş forumları ve ülkemiz hakkında resim sergileri açıyoruz.

Ayrıca, düşüncelerimiz arasında Türkiye’nin çeşitli illerindeki okullarda Kazakistan hakkında ödüllü yarışmaların organize edilmesi de var.

Bu yılın Kasım ayında “Kazak Filmleri Festivali”ni ve önümüzdeki yıl da Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın işbirliği ile geniş çaplı “Kazakistan Kültür Haftasını” düzenleyeceğimizi sizin vasıtanızla okuyucularımıza duyurarak, değerli Türk halkını bu faaliyetlere davet etmek istiyorum.

Önümüzdeki aylar içinde Kazakistan’ın ünlü düşünür ve edebiyatçıların eserlerini ve Kazakistan tarihi hakkında kitaplar serisini Türkçe’ye kazandırmak istiyoruz. Bunların yanısıra, Kazak- Türk ilişkilerinin 20 yılını kapsayacak kitap çalışmaları da devam ediyor. Yani yapacak çok işimiz var….

Bunları bu yılın 16 Aralık tarihine yetiştirmeyi planlıyoruz. Sizin aracılığınızla bunu Türk kamuoyu ile paylaşmak isterim.

YOKTAN VAR EDİLEN BAŞKENT
ASTANA

Astana, henüz 14 yıllık, yepyeni bir başkent. 1997 yılında başkent ilân edilmesiyle birlikte başlatılan mimarlık ve şehircilik çalışmaları, çok kısa sürede, ultra-modern ve hatta fütürist bir kentin ortaya çıkmasını sağlamış.

Kazakistan’ın başkenti Astana, bu ismi 1998’den beri taşıyor. Çünkü, Astana, Kazak dilinde “başkent” demek. Hemen, çarpıcı bir benzerliğe işaret etmek için b i r parantez açalım ve eskiden, Osmanlı döneminde, İstanbul’a da “pay-i taht”, yani “başkent” anlamında “Asitane” denildiğini hatırlatalım. Aslında, Astana’nın Çarlık Rusyası dönemindeki adı Akmolinsk, SSCB dönemindeki adı da, “Bakir Topraklar Şehri” anlamına gelen Tselinograd’mış. Kazakistan’ın bağımsızlığını ilân ettiği 1991 yılında, şehrin adı önce Akmola olarak değiştirilmiş. Akmola, “Ak türbe” anlamına geliyor. 1997 yılında, “başkent” olan şehrin adı, ertesi yıl da Astana olarak yenilenmiş.

Başkent olma süreci

Astana’nın kuruluşu, 1830 yılına rastlıyor. Çarlık Rusya’sı zamanında, o yıl İşim nehri kıyısına kurulan bir askeri karakol zamanla gelişip küçük bir kasabaya dönüşmüş. Önceleri, kasaba, tüccarların mallarını pazarladığı boş ve geniş alanlardan ibaretmiş. Sonra, şehrin merkezine küçük bir askeri kale inşa etmişler. Ardından, şehrin, bölge için önemli bir jeopolitik merkez haline dönüştüğü görülmüş. Sovyet döneminde, SSCB’nin tarım politikasının merkezine ve uçsuz bucaksız bir buğday ambarına dönüşen kente hem Rus yerleşimciler gelmeye başlamış, hem de esir Volga Almanları buraya nakledilmiş.

1939 yılında, nüfusu 33.000 olan kentte bugün 800.000’e yakın insan yaşıyor. Astana’nın başkent olma görevini Almatı’dan devralmasının başlıca nedenleri, stratejik ve coğrafi konumu, deprem riskinin az olması, zengin kaynakları, büyüme potansiyeli ve ülkenin modern bir başkente kavuşma isteği olarak belirtiliyor.

Ultra-modern

Astana Bugün, İşim nehrinin ikiye böldüğü şehir, nehir kıyısında yükselen rengârenk modern binalarıyla göz alıyor. Kıyı, keyif turları için Astana’lıların en gözde mekânı. İşim nehrinin cılız suları küçük bir barajla şehir merkezinde tutulmuş ve boğaz kıyısı gibi bir ortam yaratılmış.

Ülkenin bağımsızlığa kavuşmasından sadece dört yıl sonra, bozkırın ortasında kurulmaya başlayan şehrin ihtişamlı hükümet binaları, mermer sarayları ve geniş bulvarları, Orta Asya steplerinin çehresini değiştirmiş. Birbirini 90 derecelik açıyla kesen düzgün planlanmış caddeler özellikle dikkat çekiyor.

Dünyanın en büyük şantiyelerinden biri olarak kabul edilen Astana, aslında, Kazakistan Devlet Başkanı’nın gerçeğe dönüşen rüyası. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazabayev, Astana’nın bir “mega kent” olmasını ve dünyadaki ilk 30 şehir içinde yer almasını plânlamış. Aslında, Nazarbayev, Astana’yı tüm Kazakistan için bir gelişme modeli olarak görüyor. Bu nedenle, şehrin mimarî dizaynı, altyapısı ve halka getireceği refah katkısı için hedefler en üst düzeyde tutulmuş. Şehir, uluslararası bir ekip tarafından ve dünyaca ünlü mimarlarca şekillendiriliyor ve yeniden imar ediliyor. Birer mühendislik harikası olan dev ölçekli projeler, Kazakistan’ın göçebe geçmişiyle bugününün birleşimi olarak tasarlanmış. Yani, bir tür Avrasya sentezi. En modern eserlerde dahi Kazak ulusal kültüründen izler var. Ulusal kimlik hiç göz ardı edilmeden yaşanan bir değişim bu. Gösterişli yapıları ve kent planlamasıyla devasa bir kentsel dönüşüm projesi örneği olan Astana, şimdiden Orta Asya’nın cazibe merkezi haline gelmiş durumda. Kazakistan’ın modern yüzü Astana, gerçekten kendine özgü bir kent olmuş ve kendi kültürünü yansıtarak gelişmeye hız kesmeden devam ediyor.

Anıtsal yapılar

105 metre yüksekliğindeki Bayterek kulesi, Astana’nın simgesi olmuş bir anıt. Astana’yı kuş bakışı izleyebileceğiniz kule, bir efsaneden yola çıkılarak inşa edilmiş: Bayterek, Kazaklar için uzun ömürlülüğün ve bilgeliğin simgesi olan bir ağacın adı. “Ömür Ağacı” olarak da adlandırılıyor. “Samuruk” adlı bir kartal, her sene bu ağaçta bulunan yuvasına bir altın yumurta bırakır, fakat bir yılan gelip yumurtayı yutarmış. Yine bir gün yılan ağaca tırmanmaya başladığında, yumurtanın zarar göreceğini anlayan bir Kazak savaşçı okuyla yılanı öldürmüş. Bunun üzerine kartal, Kazak savaşçının efsanevî “yer altı” krallığından çıkmasına yardım etmiş. “Bayterek”, günümüzde de, barışın ve hoşgörünün simgesi sayılıyor. Anıtın tepesinde bulunan 22 metre çapındaki sarı yuvarlak bölüm, kartal yuvasındaki yumurtayı temsil ediyor. Panoramik salon ise Astana’nın 1997 yılında başkent olması nedeniyle 97. metrede yer alıyor. Anıtta ayrıca Devlet Başkanı Nazarbayev‘in sağ elinin izi var. Bu noktaya elinizi koyduğunuzda Kazakistan Milli Marşı çalmaya başlıyor. Anıtın içinde ayrıca sanat galerisi, akvaryum ve cafe’ler de var.

“Astana Barış ve Hoşgörü Piramidi” ise, dünya barışının ve dinler arası hoşgörünün sembolü olarak tasarlanmış bir yapı. 62 metre yüksekliğindeki bu dev piramidin içinde, 18 dine ait ibadet yerleri bulunuyor. İçinde ayrıca 1500 koltuklu bir opera salonu, müze, kültür merkezi, kış bahçesi, konferans salonu, sanat galerisi, cafe-restoran ve bir de kütüphane var. İleri bir ışıklandırma tekniği sayesinde, dış cephesi çeşitli renklerle aydınlatılabilen piramidi geceleri seyretmek ayrı bir şölen. Türk müteahhitleri tarafından inşa edilen Han Çadırı da, dünyanın en büyük şeffaf çadırı. Bu camdan yapı, 10 futbol stadyumunu kapsayacak büyüklükteki bir alışveriş ve eğlence merkezi. Astana’nın başkent ilan edilişinin 12. Yıldönümünde açılmış. 150 metre yükseklikteki çadırda bir park alanı, sokakları ve meydanları olan alışveriş merkezleri, mini golf sahası, küçük bir ırmak, hatta birçok durağı olan mono-ray sistemi var. Han Çadırı, sıcaklığın kışın -40’lara düştüğü Astana’da tropikal bir rüya yaşatıyor. Kumu Maldivler’den getirilmiş bir yapay plajı bile var. Yüzyılın mimari örnekleri arasında sayılabilecek fütürist özellikler sergileyen bu yapı, Orta Asya kültüründen hareketle oluşturulmuş bir konsepte sahip. 90 metre yüksekliğinde asimetrik bir koni formundaki şeffaf çatının kaplaması, doğal gün ışığından faydalanılacak şekilde tasarlanmış.

Bayterek kulesinin bulunduğu geniş alanın bir ucunda yer alan Cumhurbaşkanlığı Sarayı da Astana’nın önemli bir mimarlık anıtı. “Ak Orda” adı verilen bu yapı, Başkan Nazarbayev’in resmi ikâmetgâhı ve çalışma yeri. Başkan, yabancı konukları ile temaslarını burada gerçekleştiriyor. Bu amaçla, binanın içine, “yurt”, yani göçebe çadırı görünümlü, mermer bir salon yapılmış.

Ak Orda’nın en yüksek yeri 80 metreye ulaşıyor, kapladığı alan ise, 36.700 metrekareyi geçiyor. Ak Orda’nın hemen yakınındaki Astana Şehir Oditoryumu da dünyanın en büyüklerinden biri. “Step Çiçeği” olarak tasarlanan oditoryum, taç yaprakları gibi yükseliyor. İçerisinde mağazalar, restoranlar, sergi-gösteri salonları, sinemalar ve konser salonu bulunuyor. İç tasarımı bir uzay istasyonu gibi. Koyu mavinin oldukça baskın olduğu bir dış cephesi de çok iddialı.

Kazakistan’ın, hatta Orta Asya’nın en büyük camii de Astana’daki Nur Astana Camii. Hem geleneksel hem de modern çizgiler taşıyan Nur Astana, şehre Katar Emiri’nin hediyesi.

Ana binanın yüksekliği 40, kubbesinin yüksekliği 51, minareler ise 63 metre. 40, Hz. Muhammed’in vahiy aldığı yaşı, minarelerin yüksekliği ise vefat ettiği yaşı simgeliyor.

Astana’nın diğer çekim merkezleri arasında, 200’ü aşkın minyatür maketle Kazak şehirlerinin ve tarihi anıtların canlandırıldığı bir etnopark olan “Atameken” ve 2000’in üzerinde deniz canlısının barındığı “Duman” adıyla anılan dev akvaryum dikkat çekiyor.

Dünya Şehri

Astana, 1999 yılında UNESCO tarafından Dünya Şehri ünvanına lâyık görülmüş. Her yıl birçok fuar, festival, uluslararası müzik ve şarkı yarışmasına ev sahipliği yapıyor. Çağdaş Sanatlar Müzesi, Devlet Başkanlığı Kültür Merkezi, Sanatçılar Evi ya da Haz Samat gibi sanat galerileri ile Bayseyitova Ulusal Opera- Bale Tiyatrosu, Kazak Müzik-Drama Tiyatrosu ve Gorki Rus Drama Tiyatrosu gibi mekânlar Kazakistan’ın sanata açılan kapıları. Geçen yıl İstanbul’da yapılan “Türkçe Konuşan Ülkeler Zirvesi”nde alınan karar uyarınca, Astana, 2012 yılında “Türk Dünyasının Başkenti” ünvanını taşıyacak. Etnik ve dinî çeşitliliğin uyum içinde birlikte yaşayabildiği Astana’ya, “Avrasya’nın kalbi” diyenler de var.

Astana’nın ekonomik temellerini akademik yaşam, tıbbî çalışmalar, ileri teknoloji ve turizm oluşturuyor. Bu alanlarda ilerleme kaydedildikçe, şehir daha da gelişecek. Tabii, inşaat ve ulaştırma sektörlerinin önemini de göz ardı etmemek lâzım. Aslında, bütün bunların, Nazarbayev’in tüm ülkeye yaymak istediği ekonominin bir mikro-modeli olduğu biliniyor.

Astana genç ve enerjik bir nüfusa sahip, yoğun da göç alıyor. Şehrin merkezi ile Tren istasyonu arasında kalan kesim, bağımsızlıktan bu yana en az değişikliğe uğrayan bölüm. Binalar Sovyet döneminden kalma; merkezi sıcak su şebekesi ve kalorifer tesisatına sahip. Bu eski binaların modernizasyonu için de çalışılıyor. Astana Büyük Çarşısı da bu bölgede. Pazar yerleri alışverişin atar damarı. Meyve-sebzeden kıyafete, çaydan gözlüğe, parfümden tencereye kadar çok geniş bir yelpazede, hem de uygun fiyata her şeyi bulmak mümkün.

KAZAKİSTAN’IN EN BÜYÜK ŞEHRİ
ALMATI

Bağımsızlık sonrasında Kazakistan’ın ilk başkenti olan Almatı, 3 milyona yaklaşan nüfusuyla ülkenin en büyük kenti. Orta Asya’nın en güzel şehri olduğu söylenen Almatı, çekici bir kültür ve turizm merkezi.

Almatı, Kazakistan’ın güney-doğusunda, Alatau dağlarının eteklerinde yer alıyor. 1997 yılına kadar Kazakistan’ın başkenti olan Almatı, bu ünvanını Astana’ya devretmiş olsa da, ülkenin kalbi, ekonominin kilit noktası ve önemli bir eğitim merkezi olmaya devam ediyor. Bir çok değişik etnik grubun bir arada yaşadığı bu tarihi kenti Orta Asya’nın en güzel şehri olarak niteleyenlerin sayısı az değil.

Almatı şehrinin tarihi milâtdan 1000 yıl öncesine kadar gidiyor. İlk çiftçiler, o tarihlerde buraya gelip yerleşmişler. Daha sonra, M.Ö. 700’lü yıllardan itibaren, Saka’lar gelmiş. Bugün yapılan arkeolojik araştırmalarda, Saka’lara ait pek çok eser gün ışığına çıkartılmış bulunuyor. Özellikle, Issık Kurganı’nda bulunan “Altın Adam” giysisi çok ünlü. İpek Yolu üzerinde önemli bir şehir olması nedeniyle Orta Çağ’da büyük bir gelişme gösteren şehir, bir tarım ve ticaret merkezi haline dönüşmüş. 13. yüzyılda yazılmış bir kitapta, adı “Almatu” olarak geçiyor. Ancak, daha sonraki yüzyıllarda, İpek Yolu başka güzergâhlara kaydığı için, şehirde bir duraklama dönemi görülüyor.

1800’lü yıllarda Ruslar, buraya bir askeri üs kurmuşlar. Üssün etrafına Kazaklar, Ruslar, Ukraynalılar ve Tatar tüccarlar yerleşince, kalabalıklaşan şehrin adı Verni olmuş. 1921’de ise, şehir Alma-Ata adını almış. Şehrin 20. yüzyıldaki gelişmesinde ve büyümesinde, Türkistan-Sibirya demiryolunun tamamlanmasının önemli rol oynadığı anlaşılıyor.

Keyifli bir şehir

Almatı, canlı alışveriş merkezleri, şık restoranları ve otelleri, göz alıcı meydanları ve renkli gece hayatı ile dinamik bir kent. Bu keyifli şehirdeki bir çok binada rengârenk aydınlatmalar yapılıyor, özel günlerde de havai fişek gösterileri düzenleniyor.

Şehir merkezi son derece planlı inşa edilmiş. Çok geniş caddeler, bulvarlar, meydanlar ve görkemli ağaçlar şehri süslüyor. Şehrin neredeyse yarısı parklar, bahçeler, havuzlar ve ilginç heykellerle bezenmiş. Ana caddelerde görülen, genellikle tek tip, yan yana dizilmiş, depreme dayanıklı ve oldukça sade 4-6 katlı binalar, Sovyet mimarlık anlayışının bir yansıması. Eski ve modern evleri bir arada görmek mümkün. Kenar mahallelerdeki tek katlı evler hariç, Almatı’daki bütün binalar merkezi sistemle ısınıyor.

Şehrin ana meydanı olan “Respublika (Cumhuriyet) Meydanı”, resmî törenlerin, bazı spor etkinliklerinin ve halk eğlencelerinin yapıldığı bir alan. Meydanın merkezinde, 18 metrelik bir dikilitaş olan “Bağımsızlık Anıtı” yer alıyor. Anıtın tepe noktasında, ünlü “Altın Adam”ın birebir kopyası ve bir de kanatlı “Pars” heykeli var. Bu figürlerin her ikisi de Kazakistan’ın ulusal sembolü. Dikilitaş’ın eteğinde de, “Gök Baba”, “Toprak Ana” ve “Tay üzerinde çocuk” heykelleri bulunuyor.

Meydanın doğu kıyısında ise, 200.000’den fazla kültür objesinin sergilendiği Kazakistan Merkez Devlet Müzesi yer alıyor. Masmavi kubbeleriyle dikkat çeken Müzeyi, klâsik ve yerel müzik topluluklarının konserleri eşliğinde gezerek Kazak kültürünü ve tarihini tanıyabilirsiniz. “Altın Adam”ın, saf altından örülmüş giysisinin bir kopyası da burada.

Almatı’da birçok müze, tiyatro, opera-bale salonu ve sanat galerisi var. Örneğin, “Dostık” caddesinde, önünde ünlü Kazak şair ve yazarı Abay Kunanbay’ın heykelinin yer aldığı Cumhuriyet Sarayı bulunuyor. Dış ve iç mimarisi ile eşsiz bir güzelliğe sahip olan saray, aslında ülkenin en ünlü konser salonu. Balkonsuz ve galerisiz olarak, antik tiyatro tarzında yapılmış olan salon, 3000 seyirci kapasiteli. Fuayenin tavanında asılı, Bohemya kristalinden mamul 7,5 ton ağırlığındaki dev avize hemen dikkat çekiyor.

Almatı’nın en büyük park alanı olan Panfilov Parkı, Gogol ve Kazibek caddeleri arasında yer alıyor. Buraya, 2.Dünya Savaşı sırasında vatanları için ölen Kazakistanlı askerlerin anısına “28 Muhafız Parkı” da deniliyor. Zaten, Parkta, 2.Dünya Savaşında yaşamını yitirenlerin anısına sürekli yanan bir meşale de var. Komutan Panfilov’un adını taşıyan parkın içindeki üç katlı St. Vozne sensk kilisesi, sarı-beyaz gövdesi, bakımlı dış cephesi, rengârenk kubbeleri ve göz kamaştırıcı vitraylarla süslü iç mekanıyla turistler için sevimli bir tablo oluşturuyor. Ünlü mimar Zenkov tarafından 1904-1907 yılları arasında inşa edilen kilise, tek bir çivi kullanılmadan ahşaptan yapılmış. Parkın diğer yanında ise, geleneksel Kazak enstrümanlarının sergilendiği Müzik Aletleri Müzesi var; Rus ve Çin mimari stillerinin karışımı olan bu yapı da bir ahşap mimarlik anıtı. Eğer, Parkın karşısına geçerseniz, karşınıza “Arasan Hamamı” çıkıyor. Artık seçim size kalmış: ister Rus, ister Türk, isterseniz Fin usulü yıkanabilirsiniz.

Zhibek Zholy, yani İpek Yolu

Almatı’nın ünlü caddelerinden Tole Bi, üzerindeki alışveriş merkezleri, bankalar ve çeşitli iş yerleri ile oldukça canlı ve popüler. Ama daha da renkli bir atmosfer isteyenlerin “İpek Yolu”na gitmeleri gerekiyor. Kazak dilinde, İpek Yolu, “Zhibek Zholy” olarak söyleniyor. Zhibek Zholy, Almatı’daki ünlü bir caddenin adı. Çok canlı olan bu caddenin bir bölümü yayalara ait. Sağlı sollu ünlü mağazalar, cafe’ler ve sokak ressamları göze çarpıyor. Burası, hediyelik eşya almak için de çok ideal bir yer. İlk göze çarpanlar, keçe çantalar, dombra denilen iki telli saz, kalpak, ipek şallar gibi yerel ürünler oluyor. Açık ya da kapalı pazarlara da mutlaka uğramak lâzım. Zhibek Zholy üzerindeki Yeşil Pazar, şehrin en büyük pazar yeri. İçinde yok, yok. Hele, devasa büyüklükteki açık et reyonları gerçekten şaşırtıcı.

Almatı, kadın tramvay vatmanları, çok ucuz şehir içi ulaşımı, eski troleybüs ve otobüsleri, Nevruz kutlamalarında kurulan yurtları, herkesin başında görebileceğiniz kalpak ve şapkalar, cadde, pasaj ve pazarlarda elinden gazete-kitap eksik olmayan sakinleri, aylarca süren kar beyazlığı ve sokak müzisyenleri ile çok samimi bir şehir. Aynı zamanda, çok sayıdaki üniversitesi ile, önemli bir eğitim merkezi. Şehirden 5- 6 km uzaklıkta “Kök Töbe”, yani Göktepe yer alıyor. Burası bir sayfiye yeri. Şehir merkezinden, teleferik ile çıkılabiliyor. Kök Töbe’de kocaman bir elma heykeli var. Malûm, Almatı, “elmalık” demek ve şehir elmalarıyla meşhur. Dünyanın, en büyük elması da (karpuz büyüklüğündeymiş) bu bölgede görülmüş. Almatı’nın kuşbakışı seyredilebileceği Kök Töbe’de yürüyüş parkurları ve 509 tür değişik cinsin yaşadığı bir hayvanat bahçesi bulunuyor.

GÜNEY KAZAKİSTAN’IN MERKEZİ
ÇİMKENT

Kazakistan’ın üçüncü büyük şehri olan Çimkent, 12. yüzyılda sadece bir kervansaraydan ibaretmiş. Bugün ise, büyük bir kültür ve sanayi merkezi.

Güney Kazakistan eyaletinin idarî merkezi olan Çimkent, Özbekistan sınırının hemen yanıbaşında yer alıyor. Yaklaşık 660.000 nüfusuyla ülkenin üçüncü büyük şehri. Çimkent, tarihî İpek Yolu üzerinde, eskiden önemli bir kültür ve ticaret merkezi olan Sayram şehrinin hemen yakınında kurulmuş. Aslında Sayram, Çimkent’in nüvesi sayılır. 12. yüzyılda, Sayram’ın 10 km kadar dışına inşa edilen bir kervansaray, zamanla yerleşim merkezi haline dönüşüp, Çimkent’i oluşturmuş. Bugün, Sayram, Çimkent’in banliyö mahallesi.

Çimkent, tarih boyunca bir çok saldırıya maruz kalmış bir şehir.13. yüzyılda, Cengiz Han’ın orduları tarafından işgal edilen kent, 14. yüzyılda Timur ordularının eline geçmiş. Daha sonra, 16. yüzyılda Kazak Hanlığına dahil olmuş, 17-18. yüzyıllarda ise Çungar’lar tarafından işgal edilmiş. 19. yüzyıl başlarında Kokand Hanlığının askeri üssü olan kent, 1864’de ise Rus İmparatorluğuna dahil olmuş.

Demiryolu kavşağı

Türkistan-Sibirya Demiryolu üzerinde önemli bir kavşak oluşturan Çimkent, bugün önemli bir endüstri merkezi. Şehirde, kurşun ve çinko işleme tesisleri, bir petrol rafinerisi, ayrıca çimento ve ilâç endüstrisi ön planda geliyor. Ama, dericilik, tekstil ve gıda endüstrisinin de varlığını belirtmek gerek.

Şehir ayrıca kültürel zenginliğe de sahip. Zafer Parkı, Merkez Park, Afgan Savaş Anıtı ve Farabi Türbesi gözden kaçırılmamalı. Ayrıca, Abay Parkı ile, bir etnoğrafya parkı olan Ken-Baba, özellikle çocukların gözdesi. 2001 yılında açılan “Siyasi Baskı ve Sürgün Kurbanları Müzesi”, Sovyet dönemi baskılarını ve Kazakistan’ın bu süreçte belleklerden silinen kültürel unsurlarını içeriyor. Özbek etkisi taşıyan Çimkent Camii ise, dörtgen gövdesi üzerinde altın gibi parlayan, geometrik desenli iri kubbesi ile insanın gözünü alıyor. Çimkent, bir turizm şehri olarak çok öne çıkmasa da capcanlı bir hayat döngüsü var. Pazar yerlerinde ve sokaklara taşan dükkanlarda, kocaman ve dolgun pideler ile çocukluğumuzun fiyonklu ambalajlı bayram şekerleri dikkat çekiyor.

Sayram ve Aksu rezervi

Çimkent’e gidenlerin, mutlaka hemen yakındaki Sayram’ı da görmeleri lâzım. Sayram Dağlarının yamacında bulunan Sayram şehri, bu dağdan doğan ve aynı adı taşıyan Sayram nehrinin kıyısında kurulmuş. Burası, 12. yüzyılda yaşamış olan ilk Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevi’nin doğum yeri. Kazakistan’ın ilk camii de Sayram’da yapılmış. Sayram öyle büyük bir kentmiş ki, kırk kapılı şehir diye anılır ve bir ucundan diğer ucuna geçmek bütün bir günü alırmış.

Çimkent, ayrıca ünlü Aksu Doğal Rezerv Alanı için de hareket noktası. 1926 yılında oluşturulan Aksu Rezervi, Orta Asya’nın koruma altındaki ilk doğal alanı. Tien Şan dağlarının 3 bin metreye yükselen batı kollarında bulunan rezervde 500 kadar canlı türü ve yaklaşık 1.700 bitki türü var. Dağ keçisi, gelincik, yaban domuzu, akbaba, ceylan, şahin, kartal gibi canlılar ortalıkta cirit atıyor. Keşif için en uygun araç, hızları, güzellikleri ve zekâları ile meşhur Kazak atları. Modern hayatın gürültüsünden uzakta, hayranlık içinde güneşin batışını izlerken çok yakınınızda bir yerlerde bir kar leoparı, kızıl ayı ya da bir vaşak dolaşıyor olabilir. Kendinizi uçsuz bucaksız bir dünyada hissettiğiniz doğal parkta, gözleriniz yeşilin keyfini çıkarıyor.

MADENCİLİK VE SANAYİ ŞEHRİ
KARAGANDA

Karaganda, Kazakistan’ın orta kesiminde yer alan bir sanayi şehri ve ülkenin tam merkezinde bulunan ve aynı adı taşıyan geniş Karaganda Eyaleti’nin de idarî merkezi. Şehir, zengin kömür madenleriyle tanınıyor.

Karaganda şehri 1856 yılında kurulmuş. İlk gelenler, yakındaki bir bakır madeninde kullanılması için, buradaki kömürü çıkartmaya başlamışlar. Şehir yavaş yavaş gelişip büyümekteyken, 1931 yılında demiryolu inşaatının tamamlanmasıyla birdenbire bölgenin en önemli madencilik merkezi haline dönüşmüş.

Karaganda, bugün…

Bugün, 450.000’i aşan nüfusuyla, Kazakistan’ın dördüncü büyük kenti olan Karaganda’da, kömür işletmeciliği hâlâ önemli bir yer tutmaya devam ediyor. Ancak, şehir artık hem büyük demir-çelik tesislerine, hem de çimento fabrikalarına da sahip. Buna madenlerde kullanılan çeşitli makinaların ve teçhizatın üretildiği fabrikalar ve hafif sanayi kuruluşları da eklenince, Karaganda’nın ne kadar önemli bir sanayi şehri olduğu ortaya çıkıyor.

Karaganda, adını bozkırda yetişen bir çalı türünden almış. Zaten şehirde karasal bozkır iklimi hakim. Yılın 3-4 ayında toprak karla kaplanıyor. Sıcaklık, yıl içinde, eksi 40 ile artı 40 arasında değişebiliyor. Kentin eski mahalleleri, 1930’lu yıllarda Sovyet mimarlarının yaptığı planlama çerçevesinde, kömür madeni işletmelerinin çevresinde oluşturulmuş. Bu bölüme artık “Eski Şehir” deniyor. Daha güneyde kurulan “Yeni Şehir” ise, geniş caddeleri, parkları ve anıtsal yapılarıyla çok daha modern ve kültür ağırlığı yüksek bir semt.

Bir üniversiteye, bir çok yüksek öğrenim kurumuna, tıp ve politeknik enstitülerine, ayrıca çeşitli tiyatrolara ve müzelere sahip olan Karaganda, bir sanayi şehri olmanın yanında, ülkenin önde gelen bir eğitim ve kültür merkezi olma özelliği de taşıyor.

Görkemli anıtlar

Geniş caddeleri ve meydanları, eski arabaları, kütlesel binaları, her köşe başında karşınıza çıkan parkları ile Karaganda, klâsik bir yerleşim birimi. Şehrin sembolü, merkezdeki meydanı süsleyen “Madencinin Övüncü” heykeli: Birlikte ellerindeki kaya parçasını göğe doğru kaldıran iki işçi, emeği ve birlikten doğan gücü simgeliyor. Şehirde 50 kadar anıtsal tarihi ya da kültürel yapı var. “Madenciler Kültür Sarayı”, “Abdirov Spor Sarayı”, şehit Karagandalı askerlerin hatırası için hiç sönmeyen bir meşalenin bulunduğu anıt, 130.000’den fazla obje’ye sahip “Bölgesel Tarih Müzesi” ve 8000’den fazla eserin sergilendiği “Güzel Sanatlar Müzesi” bunlardan bazıları.

Büyük bir camiye ve Ortodoks kilisesine sahip olan şehirde, gotik stilde devasa bir katolik katedralin de yapımı tamamlanmak üzere. Zaten Karaganda, bölgedeki Katoliklerin de Piskoposluk merkezi. 1972 yılından beri hizmet veren “Hotel Kozmonot” ise ilginç bir otel. Bir zamanlar uzay uçuşlarından dönen kozmonotlar, Baykonur Uzay Üssüne indikten sonra burada konaklarmış, yani otel bir dinlenme tesisiymiş. Yabancı devlet adamları da şehri ziyaretlerinde burada kalırlarmış. Şehrin kaldırımlarında adım başı çiçekçi ve gazete bayii var, yani kent sakinleri okumaya bir hayli düşkün. Kadınlar hayatın her alanında, hatta yerin yüzlerce metre altındaki madenlerde bile varlar.

Ünlü isimler de yetiştirmiş Karaganda. Şehrin caddelerinden biri II.Dünya savaşı kahramanı pilotu Nurken Abdirov’un adını taşıyor, meydanlardan birinde adına yapılmış bir heykeli de var. Devlet Başkanı Nazarbayev de uzun yıllarını bölgede geçirmiş. Karaganda Üniversitesi Metalurji bölümünü bitirdikten sonra, Metalurji İşletmesinde atölye danışmanı, yüksek ısılı fırınlarda gaz uzmanı ve ustabaşı olarak çalışmış, ardından İşletmenin başkan yardımcısı olmuş. İlk Kazak kozmonot Toktar Obakırov da Karaganda doğumlu.

TOPRAKTAN GELEN
ZENGİNLİK

Kazakistan ekonomisinin en büyük kozu, tarıma elverişli geniş topraklar, bu toprakların altında yatan zengin maden yatakları ve kaliteli insan kaynakları. Bu doğal kaynakların sistemli yönetilmesi sayesinde, ülke hem zor dönemleri çabuk atlatmış, hem de istikrarlı bir
ekonomik büyüme sağlamış.

Orta Asya’nın en büyük ekonomik gücü olan Kazakistan, devasa petrol ve maden rezervlerine sahip. Ayrıca, ülkenin geniş topraklarının büyük bir bölümü de tarıma uygun. Bu önemli ekonomik kozların yanı sıra, Kazakistan, bağımsızlığını ilân ettiği 1991 yılından itibaren Serbest Piyasa ekonomisine geçmiş ve bu konuda gerekli olan reformları yapmış bir ülke. Yürütülen liberal ticaret politikası sayesinde, bir çok uluslararası yatırımcı Kazakistan’ı cazip bir ülke olarak görüyor ve eski SSCB ülkeleri içinde, en çok dış yatırım Kazakistan’a geliyor. Bu noktada, ülkedeki Bankacılık ve Ulaştırma sektörlerinin, bağımsızlık sonrasında büyük gelişme kaydetmiş olmasının önemli bir rol oynadığı da ayrı bir gerçek.
Almatı’nın elmaları

Tarım sektörü, Kazakistan ekonomisinde önemli bir yere sahip. Milli gelirin yaklaşık yüzde 6’sı tarımdan elde ediliyor. Geniş Kazak bozkırları adeta bir tahıl deposu. 220 milyon hektar ekilen arazi var ve sadece buğday üretimi yılda 15 milyon tonu geçiyor. Kazakistan, dünyanın en büyük yedinci buğday üreticisi. Ayrıca, arpa, pamuk ve pirinç üretimi de yüksek düzeyde. Hayvancılığın da önemli bir yer tuttuğu ülkede, et ve süt ürünleri yanında, deri ve yün üretimi de kayda değer ölçülerde.

Kazakistan’ın güney kesimleri ise, sebze ve meyve üretiminin merkezi. Özellikle, Almatı’nın elmaları pek ünlü. Almatı zaten “elmalık” anlamına geliyor. Şu sıralarda, şehir çevresinde yetişen ünlü “Aport” elmasının neslini islâh etmek için çalışmalar başlatılmış durumda. Yeni dikilen fidanlardan ilk ürünlerin önümüzdeki yıllarda alınması bekleniyor.

Enerji kaynakları

Coğrafi yapısının uygun olması nedeniyle, Kazakistan’da, başta enerji kaynakları olmak üzere, hemen her çeşit yer altı madeni üretiliyor. Ülkede 5000’den fazla maden yatağı olduğu, bunların tahmini değerinin ise 46 trilyon ABD dolarını aştığı hesaplanmış. Bu maden yataklarından çok çeşitli ürünler elde ediliyor. Örneğin, dünyanın önde gelen bir tungsten üreticisi olan Kazakistan, rezervleri açısından birinci sırada yer alıyor. Krom ve fosfor rezervleri dünyada ikinci sırada yer alan ülke, kurşun ve molibden konusunda dördüncü, demir kaynakları bakımından ise sekizinci sırada.

Ama, bugün için ülke ekonomisinde ham petrol ve doğalgaz üretimi ilk sırada yer alıyor. Kazakistan’da, şu an için keşfedilmiş bulunan 160 adet petrol ve doğalgaz sahası var. Bunların hepsi henüz üretime başlamış değil ama çok önemli bir potansiyel oluşturuyor. Örneğin, Hazar denizinin kuzeyinde yer alan geniş bir alanda, 3-3,5 milyar ton petrol ve 2-2,5 milyar ton doğalgaz bulunduğu tahmin ediliyor.

2010 yılı sonu itibariyle, Kazakistan’da yaklaşık 80 milyon ton petrol üretimi yapılmış. Aynı dönemde, ihraç edilen petrol miktarı ise 73 milyon ton. Kazak petrolünü üreten çeşitli firmalar arasında, ulusal petrol şirketi olan “KazMunayGaz” önde geliyor. Bir Kazak-Türk ortaklığı olan “KazTürkMunay” da önemli firmalar arasında.

Üretilen ve ihraç edilen petrolün izlediği güzergâh ve ulaşım sistemleri de, önemli bir sektör oluşturuyor. Örneğin, Atyrau-Samara boru hattından Rusya’ya yılda 17,5 milyon ton petrol gönderiliyor. Kısaca CPC olarak bilinen Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu 2.1 milyon ton taşıyor. Hazar Denizi üzerinden tankerlerle taşınan petrolün yıllık hacmi ise, yaklaşık 7 milyon ton. Demiryolu ile de yılda 4,5 milyon ton taşınıyor. Bu çerçevede, Kazakistan’ın ünlü Bakû-Tiflis-Ceyhan boru hattına da 2006 yılında dahil olduğunu ve Hazar Denizi kıyısındaki Aktau (Akdağ) limanından tankerlerle Bakû’ye ulaştırılan petrolün bu boru hattı ile Ceyhan’a gönderildiğini de belirtelim. Bu hattan yılda 10 milyon ton Kazak petrolü geçecek. Cumhurbaşkanı Nazarbayev’in, Samsun- Ceyhan petrol boru hattını da güçlü bir biçimde desteklemiş olması da iki ülke arasındaki kardeşlik ilişkilerinin başka bir örneği.

Kazakistan, ürettiği petrolü sadece batıya değil, doğu komşularına da gönderiyor. Örneğin Kazakistan-Çin petrol boru hattından, Çin’e petrol sevkiyatı başlamış durumda. Ülkede keşfedilen en büyük petrol havzalarından biri olan “Kaşagan”ın üretim şebekesine dahil olmasıyla, ihracatın artacağına ve ihraç yollarının daha da çeşitleneceğine kesin gözüyle bakılıyor. Ama, Kazakistan’ın, kendisine hedef koyduğu “2030 Vizyonu” için, bütün bunlar yeterli değil. Ülkenin asıl amacı, yüksek teknolojiye sahip olmak ve katma değer üreten bir konuma ulaşmak.

Baykonur ve Temir Jolı

Yüksek teknoloji deyince, akla önce uzay teknolojisi geliyor. Herkesin bildiği gibi, dünyanın ilk ve en büyük uzay istasyonu olan “Baykonur” Kazakistan’da. Uzaya ilk uydu buradan gönderildi, uzaya giden ilk insan olan Yuri Gagarin, tarihi yolculuğuna buradan hareket etti. Baykonur uzay istasyonu, bugün de faaliyetini Rus-Kazak işbirliği çerçevesinde sürdürüyor. Kazakistan’ın haberleşme ve yayın uydusu olan “KazSat-1” de, 2006 yılında buradan fırlatılmıştı.

Ama, tabii ki, uzaya uydu göndermek yetmez ve yeryüzünde de ulaşım sistemlerini sağlamak gerekir. Ekonominin önemli bir parçası olan ulaştırma sisteminin verimli bir biçimde işlemesi, Kazakistan’da, hem iç piyasanın genişletilmesi, hem de dış ticaretin büyümesi için stratejik bir konu olarak görülüyor. Zaten, Kazakistan’ın coğrafi konumu da onu asırlardır Avrasya bölgesinin kavşak noktası haline getirmiş. Ülkede güçlü bir demiryolu ve karayolu taşımacılığı sektörü bulunuyor. Transit taşımacılığın yüzde 80’i bu sektör tarafından sağlanıyor. Güçlü bir demiryolu şebekesine sahip olan Kazakistan, Rusya, Çin ya da Özbekistan gibi komşu ülkelerle bağlantısını kurmuş durumda. Ülkenin ana demiryolu işletmesi olan “Kazakistan Temir Jolı” (Kazakistan Demir Yolu) hem transit kapasitesinin artması, hem de güvenlik sistemlerinin geliştirilmesi için çaba harcıyor.

Ülkenin ikinci önemli taşımacılık sektörü olan Karayolu taşımacılığı yanında, nehirlerde ve göllerde yapılan su taşımacılığı da önemli bir yer tutuyor. Hava taşımacılığının da önemli olduğu ülkede, 22 havaalanı bulunuyor ve bunların 14’ü uluslararası statüde.

Dış Ticaret ve Finans

Bankacılık ve Finans sektörü de, Kazak ekonomisinin gücünü arttıran diğer bir unsur. Bugün, Kazakistan’da güvenilir bir finans sistemi ve ulusal çapta önem taşıyan 6 büyük banka var. Ayrıca, bazı çok uluslu yabancı bankaların şubeleri de bulunuyor.

Dış ticaret konusuna da özel bir önem verilen Kazakistan’da, ticarî ortak olarak Rusya Federasyonu, Çin, Türkiye, Orta Asya ülkeleri ve Avrupa Birliği ülkelerinin öncelikli bir yer tuttuğu görülüyor. Özellikle, Kazakistan ile uzun bir ortak sınıra sahip olan Rusya, Kazak dış ticaretinde birinci sırada. Bu ticaretin yüzde 55’inin sınır bölgelerinde yapılıyor olması da dikkat çekici. Sınır bölgelerinde, Kazak-Rus ortak şirketleri bile kurulmuş. Bu arada, 1 Ocak 2010 tarihinden itibaren, Rusya, Belarus ve Kazakistan arasında “Gümrük Birliği” kurulmuş olduğunu ve bunun da Kazakistan’daki Türk yatırımcıların bu ülkelere ihracat yapmalarını kolaylaştırdığını hatırlatalım.

Kazakistan ile Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi, 2011’in ilk 6 aylık döneminde 2,8 milyar dolar seviyesine ulaşmış bulunuyor. Bunun 445 milyon doları Türkiye’den yapılan ithalat, 1,65 milyar doları da Türkiye’ye yapılan ihracat olarak kaydedilmiş.

Kazakistan’ın ihraç ürünleri arasında, yakıt, metalürji ve kimya sanayiinde kullanılan ham maddeler ilk sırada geliyor. Örneğin, petrol ve petrol ürünlerinin ihracattaki payı yüzde 35. Tarım ürünleri olarak, hububat da ihracatın içinde yüzde 9’luk bir paya sahip. İthal edilen temel ürünler arasında ise, makina ve ekipmanlar, taşıt araçları, kimyasal ürünler, gıda ürünleri ve tüketim malları öne çıkıyor.

KÖŞE BUCAK KAZAKİSTAN
DOĞA HARİKALARI

Kazakistan, binlerce metre yüksekteki zirvelerden ve buzullardan, uçsuz bucaksız steplere ve nefes kesici kanyonlara dek inanılmaz doğal güzellikler sunan bir ülke. Bu büyüleyici yapı,
aynı zamanda çok sert yaşam koşullarını da beraberinde getiriyor. Kısacası, değişik bir dünya.

Kazakistan’ın uçsuz bucaksız toprakları, sanıldığı gibi tekdüze bir arazi değil, tam tersine, çok değişken ve inanılmaz zenginlikler içeren bir yapıya sahip. Örneğin, burada, Avrupa’daki gibi Alp çayırlarına, Afrika’daki gibi coşkulu kum tepelerine, Amerika’daki gibi kanyonlara ya da vahşi bozkırlara rastlayabilirsiniz. Kuş uçmaz kervan geçmez gibi görünen yemyeşil otlaklarda, karşınıza aniden göçerler ya da bir yurt çıkabilir. Kimi kez alüvyon taşıyan, kimi kez delirip taşan, ya da kışın donan nehirlerin sizi götürdüğü dağ yamaçlarında sarı lâleler, mavi unutmabeni çiçekleri, ve özellikle de gelinciklerle yüzünüz aydınlanabilir. Bu ülkede, çayırdan ormana, ormandan çöllere geçiyorsunuz. Gökyüzünün rengi griden maviye, pembeden turuncuya dönüşüveriyor.

Rüzgârlar eşliğinde ya bir kayıkla göllerde yol alıyorsunuz, ya da bir deve sizi sırtında taşıyor. Bu çeşitlilik, trekking, dağcılık, kayak, rafting, kano, atla gezintiler ve av seansları gibi seçenekleri de beraberinde getiriyor.

Pembe Flamingolar

Kazakistan’ın kuzey kesiminde yer alan Saryarka (Sarıarka), sulak alanlara sahip doğal koruma bölgeleri içeriyor. Burası, kimisi göçmen, kimisi de tehlike altındaki türler olmak üzere, 15-16 milyon kuş için bir mola ve beslenme yeri. UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan bölgedeki Korgalujın sulak sahası özellikle pembe flamingoları ve pelikanları ile tanınıyor. Korgaljın, ayrıca kurt, sincapgillerden marmot ve bir tür antilop olan sayga gibi hayvanların da barınağı. Korgaljın sahası içindeki Tengiz gölü ise balık kaynıyor. Kazakçada deniz demek olan Tengiz’in suyu acıtuzlu- tatlı karışımı. Erimiş karla beslenen gölün adaları su çulluğu ve martıların yuva kurmak için favori yeri. Korgaljın-Tengiz bir sulak alan sistemi olarak kabul edilmiş ve dünyanın ilk “yaşayan göl”ü ilân edilmiş.

Kum kızılı, step yeşili

Uzunluğu yaklaşık 100 km olan “Çarın Kanyonu”, ABD’deki Büyük Kanyon’u andırıyor, dibinde de Çarın nehri akıyor. Falezlerinin derinliği 100-300 metre arasında olan muhteşem güzellikteki Kanyon, Almatı’nın 200 km kadar doğusunda bulunuyor. En popüler kısmı, “Kaleler Vadisi“. Kızıl renkli kanyonda derin çatlaklar ve oyuklar var. Kanyon, Tien Şan dağlarından inen ve aynı adı taşıyan nehir tarafından oyulmuş, yani nehir bir doğa şaheseri yaratmış. Sımsıcak rüzgârların estiği çöl ve steple çevrili kanyonda, kumun kızıl rengi, step yeşili ve gökyüzünün mavisi bir arada. Dünyanın en geniş ikinci kanyonu olan Çarın’da, yer yer otların yeşerdiği kayalar arasında, 300 milyon yıllık fosillere bile rastlamanız mümkün.

Batık orman

İli Alatav Milli Parkı, Almatı‘ nın 70 km doğusunda yer alıyor, içinde nadir hayvan ve bitki türleri barındırıyor. Parkın en güzel yerlerinen biri de Turgen Vadisi. Burası, zengin orman örtüsü, boğazı, termal kaynakları, alabalık ve deve kuşu çiftlikleriyle cennetten farksız. Vadideki Turgen Geçidi ise, özene bezene yapılmış tabloları andıran şelaleleriyle ünlü. Bu bölgeye çok uzak olmayan bir mesafede de, Kazakistan’ın belki de en şirin köşesi olan Kayındı gölü bulunuyor. Kayındı, etrafı dağlarla çevrili, içinde ölü ladin tomruklarının yüzdüğü yemyeşil bir göl. Deprem sonucunda, bir ırmağın önünün kesilmesi ile oluşmuş. Bu büyüleyici gölü farklı kılan, suyun altında kalmış bir batık orman. En şaşırtıcı olanı, dipten gelip, sopa gibi sudan fışkırmış, yapraksız tuhaf uzantılar şeklindeki sualtı ağaçları. Kayındı, dalgıçlar ve sualtı fotoğrafçıları için mücevherden farksız. Göle dalıp batık ormanı keşfedenlerin gözleri bayram ediyor.

Orta Asya’nın en büyük ikinci gölü olan Balkaş’ın ise, sularının yarısı tatlı ve sığ, diğer yarısı tuzlu ve derin. Göl, hem serinlemek için ideal, hem de çok sayıda yarımadası ile kuşlara ev sahipliği yapıyor. İli Nehri deltasında, binlerce hektar sık sazlık alana sahip. Ne yazık ki Balkaş da giderek küçülüyor. Çin sınırı yakınlarındaki doğal koruma alanında bulunan Alaköl, yani Alagöl de adalarıyla, su kuşları için önemli bir barınma ve beslenme alanı. Bozkır rüzgârları bazen dalgaları 2-2,5 m yükseğe çıkarabiliyor.

Can çekişen göl: Aral

Bir zamanlar deniz olarak anılan Aral gölü, dünyanın dördüncü büyük gölüymüş. Sakin ve koyu mavi Aral’ın kapladığı alan ve su seviyesi giderek azalıyor. 1960’larda Sovyet ekonomistler pamuk ekimini artırmaya karar verince, Seyhun ve Ceyhun’un yatakları sulama amacıyla değiştirilmiş, yani pamuk üretimi için Aral gözden çıkarılmış. Bugün pek az canlının yaşadığı gölde bir zamanlar yılda 60.000 ton balık avlanırmış. Gölün, Özbekistan tarafında kalan bölümü, su çekilmesi bu hızla devam ederse 15 yılda tümüyle yok olabilir. Zaten, 2010’da gölün yüzölçümü ilk halinin yüzde 10’una inmiş bulunuyordu. Son dönemde kurtarma çalışmaları yoğunluk kazanmış durumda. Bu sayede, kuzeyde balıkçılık tekrar başlamış, su seviyesi de yükseliyor. Bugün, Aralkum çölünde, develerin gezdiği düzlüklerde, hayalet tekne ve gemi kalıntılarına rastlamak mümkün. Bir zamanlar mevcut olan yüzlerce adanın bir kısmı da artık yarımada.

Kutsal şehir: Türkistan

Bu Güney Kazakistan şehri, Müslümanlar için Orta Asya’nın en kutsal yapısını barındırıyor. Türkistan’a yapılacak üç ziyaretin Mekke’ye bir kez hacca gitmekle eş değer olduğu söyleniyor. Şehrin önemi, ünlü düşünür Ahmet Yesevi’nin yaşadığı ve türbesinin bulunduğu yer olmasından geliyor. İslamiyet değerlerini Şaman kültürü ile kaynaştıran Yesevi öğretisi, esnek bir İslam anlayışı getirmiş. Dikdörtgen geniş bir binayı süsleyen üç kubbesiyle son derece gösterişli Hoca Ahmet Yesevi Türbesi, UNESCO Dünya Kültür mirası listesinde. Duvarlar sarı renkli ateş tuğlalarından yapılmış, ana gövde ile ana kubbede ayet, hadis ve kutsal sözler içeren süslü bir yazı kuşağı var. Giriş cephesi Buhara Hanlığı döneminde tamamlanmış, diğer cepheler ve kubbeler, mor ve turkuaz renkli çini bordürler ve sırlı tuğlalarla bezeli. Görkemli taç kapının her iki yanındaki minareler kale burçlarına benziyor. Ortasında 2 ton ağırlığında, çevresi kufi yazıyla bezeli, pirinç bir kazanın olduğu ana bölüm, Orta Asya’nın en büyük yivli, altın yaldızlı çinili kubbesiyle örtülü. Külliyeye insanlar akın ediyor, kutsal kazan da adak çanağına dönüşmüş durumda.

Kaya resimleri

Almatı’ya 170 km uzaklıkta bulunan ve yine UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Tamgalı Say kaya resimleri, denizden 2.000 metre yükseklikteki bir bozkırın ortasında binlerce yılın birikimini yansıtıyor. Her santimetre karesinde resim bulunan Tamgalı Say, sanki tarihin çizgi romanı. 35.000 yıllık olduğu ileri sürülen keçi, at, boğa, yaban domuzu, köpek, geyik, leopar, kurt, insan figürleri, av, eğlence resimleri ve boğuşma sahneleri, sergiden farksız. Türk medeniyetinin ve ilk yazının burada başladığını öne sürenler var. Sık sık tekrarlanan ve bir insan başı üzerindeki güneşi gösteren bir motifin uzaydan gelen adamı simgelediği söyleniyor.

BOZKIRIN BÜYÜSÜ GÖÇEBELİĞİN GETİRDİKLERİ

Kazak kültürü, geniş Orta Asya bozkırlarında doğmuş, göçebe bir halkınolağanüstü zarif iç dünyasında şekillenmiş. Kazakistan’ın yüzyıllar öncesinden gelen geleneksel kültür ve sanat dünyası, günümüzün evrensel sanatı ile iç içe yoluna devam ediyor.

Kazak kültürünün temelinde göçebelik yatıyor. Tıpkı, ataları olan Göktürkler gibi, Kazaklar da yüzyıllar boyunca, ehlileştirdikleri yaban atlarının eşliğinde, “yurt” olarak adlandırdıkları evlerini de yanlarında taşıyarak, bozkırlarda durmadan yer değiştirip, geçimlerini sağlamaya çalışmışlar. İşte, geleneksel Kazak kültürü de bu çetin yaşam koşulları içinde doğmuş.

Doğal olarak, el sanatlarının, bu kültür içinde çok önemli bir yeri var. Göçebe yaşamının parçaları olan keçe, örtü, nakış, yazma, örgülü urganlar, ipek ya da kadife kumaşlar, halı ve kilim gibi ürünler, el emeği, göz nuru olma özelliklerine ve doğadaki renklerin en güzel tonlarına sahip. At eyeri üzerindeki süslemeler, altın ve gümüş takılar, çiniler, kapı süslemeleri, sepet, dericilik ve ağaç oymaları da çok ince bir zevkin ürünü. Bazen dikilmesi bir yıl bile sürebilen kadın giysilerinde kırmızı ayrıcalıklı bir renk. Özellikle kıymetli taşlarla yapılan yelek-ceket kenar süslemeleri göz alıcı. Yurt denilen keçe çadırlar ise, başlı başına bir sanat eseri. Yüksekliği üç metreye çıkabilen, içi evden farksız ve çok zengin süslemeleri olan bu çadırlarda halâ yaşayanlar var. Dış görünümü çok sade olan yurtların iç süslemeleri, sahibinin yaratıcılığının ve varlığının bir göstergesi sayılıyor.

Bozkırın sesi

Kazakistan halk ezgilerinde, vatan sevgisi, doğanın güzelliği, aşk, isyan, matem, huzur gibi temalar önde geliyor. Kazak müziği, Sovyet etkisine rağmen orijinalliğini korumuş, hatta islâm kültürünün etkisine de direnmiş. Türkiye’de olduğu gibi, Kazakistan halk müziğinde de “aşık” geleneği var. Özellikle, kutlama günlerinde, hazır cevap ozanların atışmaları keyifle izleniyor. Aşıklar, dombra ve kopuz gibi geleneksel sazlarla geçmişi bugüne taşıyorlar. Dombra, uzun saplı ve iki telli, bir tür ut. Dut ağacından yapılıyor. Kopuz ise ceviz ağacından. Deve derisiyle kaplı küçük bir bölümünde, iki at kuyruğu kılının yerleştirildiği bir köprü var. En eski Türk halk çalgısı olan kopuzu Şamanlar, törenlerde kullanırmış. Müzik bütün yaratıkları büyülediğinden, kopuz çalınırken ölüm uzak dururmuş. Gövdeye yerleştirilen ve müzisyen tarafından da görülebilen bir ayna, bu dünya ile ruhlar dünyası arasında aracılık ediyormuş. 19. yüzyılda yaşamış ve bir çok eser bestelemiş olan Kurmangazi Sagurbayuli ve Dauletkerey Şigaiuli, ülkenin en büyük folk müzisyenleri sayılıyor. 20. yüzyılın en büyüğü ise, tartışmasız, dombra üstadı, besteci ve “Halk Kahramanı” ünvanına sahip Nurgisa Tlendiyev.

Abay Kunanbay

Kazak halk edebiyatı, destan, masal, tekerleme, ninni, özdeyiş, atışma gibi türler içeren sözlü ifade gelenekleriyle başlamış. Bu zengin edebi eserlerde aşk ve kahramanlık destanlarının yeri hayli fazla. Bizdeki Dede Korkut gibi, Kazaklarda da Korkut Ata hikayeleri, başlı başına bir değer taşıyor. Kazakların Karagöz’ü sayılan “Kanbakşal” kuklası da, bugün Almatı Devlet Kukla Tiyatrosu ile yaşamını sürdürüyor.

Modern Kazak edebiyatının kurucusu sayılan ünlü şair, besteci ve filozof Abay Kunanbay, 1845-1904 yılları arasında yaşamış. Özellikle Kazak folklorunu yansıtan, güçlü vatanseverlik duygularıyla yüklü şiirleriyle tanınan Kunanbay, ruhani bir rehber ve halk kahramanı olarak da görülüyor. İslamiyete liberal yaklaşan Kunanbay, Kazak ve Rus kültürlerini yakınlaştırmayı hedefleyen bir reformcu. İnsanların görüş ufkunu genişletebilmek için, diğer halkların dillerini öğrenmelerini salık vermiş. Bu ileri görüşlü, uysal ve bilge düşünürün adı, Ankara’da da, bir caddenin ismi olarak yaşamaya devam ediyor.

KAZAK HALILARI

Halı, Kazakistan’da çok yönlü ve özel bir yere sahip. Serildiğinde yeri, asıldığında duvarı süsleyen bu paha biçilmez halılar, hem günlük hayatta yaygın olarak kullanılıyor, hem de her biri bir sanat eseri.
Zamanın imbiğinden süzülmüş renkler ve desenlerle dolu Kazak halıları, dokuma şekline göre tüylü ve düz diye ikiye ayrılıyor. Tüylü ve düğümlü halılar, hem çok yaygın bir tür, hem de yaklaşık 20 renk barındırıyor. Halılar, ipliğin cinsine, boyutlarına, kalınlığına, desenlerine göre farklı isimlerle ün yapmışlar. Kazak halılarında, renklerin ve desenlerin bütünlüğü, hayatın her anını, her alanını anlatıyor. Bazı halılarda sıcak renkler, bazılarındaysa soğuk renkler ön plana çıkıyor. Kenar süslemeleri ile merkezdeki motifler her zaman birbirleriyle bağlantılı ve uyum içinde. Yüzyıllardır tekrarlanan figür ve semboller halılara simetrik olarak yerleştiriliyor. Gökyüzünü, bitkileri ve hayvanları sembolize eden motifler var. Bir çok halıda, şeritler, sekizgen göbekler, dalgalı kıvrımlar, ok figürleri ya da dörtgenler, üçgenler ve kısa kesik çizgiler görebilirsiniz. Yaygın hayvan desenleri, at başı, koç boynuzu, deve yavrusu boynu, yılan gözü, kuş kanadı, kuş burnu, kaz boynu, puhu bacağı gibi isimler taşıyor. Koç boynuzunun işlenmediği bir halıya rastlamak neredeyse mümkün değil.

Deve, koyun ve keçi yünü ile pamuk, ipek ve ketenden yapılmış ipliklerle dokunan halılarda kızıl, mor, lacivert, sarı, açık gri ve gökyüzü mavisi tercih ediliyor. Türkistan, Çimkent ve Kızılorda halıları sağlamlığı yanında, kahverengi ile sarının uyumuyla da ünlü. Mangışlak, Kentau, Yedisay, Maktaral, Taraz ve Almatı halıları da tablodan farksız.

Zaten, halı bu topraklarda doğmuş. Kazak-Türk halıları da dünyanın en eski halıları. Bilinen en eski halının ise, Altay dağı eteklerinde Pazırık kurganlarından birinde bulunduğu belirtiliyor.

DÜNYADA BİR BENZERİ YOK
ALTIN ADAM

Altın Adam, aslında altın elbiseli bir asker, genç bir Saka prensi. Milâttan önce birinci yüzyılda yaşadığı ve 18 yaşında öldüğü belirlenen Prens’in mezarı, Almatı’dan 50 km uzaklıktaki Issık Kurganı’nda bulunmuş.

Bugün Kazakistan’ın ulusal sembollerinden biri olan “Altın Adam”, 1969 yılında, Issık’ta, inşaat çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya çıkan bir kurganda bulunmuş. Issık Kurganı, 6 metre yüksekliğinde ve taban çapı 60 metre olan bir höyük. Mezarı açanlar muhteşem bir görüntüyle karşılaşmışlar, altınların parıltısı gözlerini kamaştırmış. İncelemeler sonucunda, 1,65 boyundaki savaşçının, 18 yaşlarında bir Saka prensi olduğu belirlenmiş. Sakalar, eskiden Kazak bozkırlarında yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan göçebe kabilelerdendi. Hayvan postlarından yapılmış taşınabilir çadırlarda yaşarlar, kaftan ve deri kuşaklı pantolon giyerler, başlarına sivri uçlu başlık takarlar, ayaklarına da deriden yapılmış, ökçesiz çizme giyerlerdi.

Benzersiz elbise

Issık Kurganı’nın, Mısırlı Firavun Tutankamon’un mezarından sonra en çok altın çıkarılan mezar olduğu söyleniyor. Ama, Altın Adam’ın iskeletinin üzerinden çıkan ve mükemmel bir işçilik ürünü olan saf altından yapılmış elbisenin dünyada bir benzeri yok.

Prens’in deri ceketi, dize kadar uzanan çizmesi, pars başlı bir tokayla tutturulmuş kemeri ve külâh biçimindeki başlığı, farklı boyutlarda, üçgen ya da kare biçimindeki binlerce altın varakla bezeli. Dövme tekniğiyle yapılmış varaklar, kenarlarına açılan deliklerden geçirilen iple ceket üzerine dikilmiş. Üstlerinde at, dağ keçisi, geyik, kaplan, pars, kurt, yırtıcı kuş gibi son derece çarpıcı hayvan motifli kabartmalar var. Bazı motiflerde şaşırtıcı bir dinamizm görülüyor: dört nala koşan atlar ya da kükreyen pars gibi. Başlığın ön kısmında sırt sırta duran dağ keçisi boynuzlu ve kanatlı iki at motifi, Saka sanatının bir şaheseri. Yine altından bir boyunluğu olan Prensin bir tarafında tahtadan kın içinde kabzası altın kakmalı kılıcı, diğer tarafında her iki yüzüne minyatür hayvanlar işlenmiş bir hançeri var.

Kurganda ayrıca yüzlerce başka obje de bulunmuş. Bunların içinde en önemlisi bir gümüş çanak. Üzerindeki paha biçilemez 26 harflik iki satır yazının, en eski Türk yazısı olduğu ileri sürülüyor. Bugüne kadar bilinen en eski Türk yazısı olan Orhun Kitabeleri, zamanımızdan 14 yüzyıl öncesine ait. Oysa Issık kâsesindeki yazı tam 22 yüzyıllık.

AT, BİSİKLET
ve BUZ

Değişik spor dallarında yıldız şampiyonlar çıkaran Kazakistan’da, geleneksel sporlar da unutulmamış. Özellikle at sırtında yapılan ve bizim cirit oyunumuza benzeyen çeşitli oyunlar, seyircilerin ilgisini çekmeye devam ediyor.

Kazakistan’da, günümüzün en popüler sporu futbol. Ama, eskisi kadar olmasa da, geleneksel sporlar da oldukça yaygın. Kazakistan’da geleneksel spor deyince akla at sırtında yapılan sporlar geliyor. Yüzyıllar boyunca at sırtında göçebe hayatı sürdürmüş olan bu halkın, bu tür sporlar geliştirmiş olması, elbette ki çok doğal.

At sırtında yapılan oyunların en ilginçlerinden biri, bir kız ile bir erkeğin yarıştığı “kız kuu”, yani, kız kovalamaca oyunu. Aslında bir tür at yarışı olan bu oyunda, kız yarışmacıya bir miktar avans verip, sonra ona yetişmeye çalışan erkek yarışmacı, eğer varış yerine daha önce ulaşırsa elini uzatıp kıza dokunuyor ve yarışı kazanıyor. Eğer kıza yetişemezse, o zaman da kız elindeki kamçıyla oğlana vuruyor ve yarışı kazanmış oluyor. Bir diğer ilginç oyun ise, “tenge ilu”. Büyük bir maharet isteyen bu oyunda, dört nala koşan atın üzerinden eğilip, yerdeki bir parayı almak gerekiyor. “Kökpar” ise bir takım oyunu. Başı kesilerek ortaya atılan bir keçinin kazanılması üzerine kurulu. Geniş bir meydanda, at üzerindeki iki takım arasında oynanıyor, doğayla mücadeleyi, kazanma hırsını ve güçlü olma gereğini yansıtıyor.

Modern sporlar

Kazakistan, bir çok spor dalında başarılar kazanmış ve şampiyonlar çıkarmış bir ülke. Örneğin, buz hokeyi dalında hayli iddialı. Olimpiyatlarda yarışan Kazakistan’da 7 tane güçlü buz hokeyi takımı var. Bunlardan en ünlüsü de “Barys (Pars) Astana”. Buz hokeyinin değişik bir türü olan “Bandy” de ülkede çok rağbet görüyor. Bandy, zemini donmuş futbol sahasında oynanıyor ve topu karşı kaleye sokmaya dayanıyor. Top, renkli, küçük ve mantardan yapılmış. Hokey sopasıyla hareket ettiriliyor. Kaleci, topları çıplak elle karşılamak zorunda. Tabii, Bandy oyuncularının iyi bir patenci olmaları da gerekiyor. Bu yıl, 7. Asya Kış Oyunlarına ilk kez bandy de dahil edilmiş ve galibi Kazak milli takımı olmuş.

Uluslararası alanda Kazakistan’ın adını duyuran bir başka spor da “Bisiklet”. Astana Bisiklet Takımı 2007’de kurulmuş, 2008’de İtalya ve İspanya turlarını, 2009 ve 2010’da da Fransa turlarını kazanmış. Ülkenin yetiştirdiği en büyük bisikletçi “Vino” lakaplı Alexandre Vinokurov.

Ülkedeki en başarılı spor dallarından biri de boks. Kazak boksörleri son 3 olimpiyatta büyük başarılar elde etmişler. Vasiliy Jirov 1996’da, Bakhtiyar Artayev de 2004 yılında dünyanın en teknik boksörleri seçilmiş. Judo dalında ise, Kazakistan’a ilk olimpiyat madalyasını Esad Zhitkeyev getirmiş. Atletizm’de, dekatloncu Dmitry Karpov’u bütün meraklılar bilirler. 2004 Olimpiyatlarının bronz madalyalı atleti, Asya oyunlarında birinciliği kimseye kaptırmıyor. ..

ve Futbol

Futbol, diğer ülkelere kıyasla tutkulu bir şekilde yaşanmasa da, ülkede çok sayıda futbol kulübü bulunuyor. Özellikle, Avrupa liglerinde de yer alan Şakhtar Karagandy, Lokomotiv Astana, Aktobe, Tobol ve İrtiş Pavlodar gibi takımların ünü çoktan sınırları aşmış durumda. 2007 yılında ölen Sergey Kvoçkin, 2003’te son 50 yılın en iyi Kazak futbolcusu seçilmiş. Milli futbolcu Kayrat Obakirov’un 300 maçta 100’ün üzerinde golü var. 1993’te Kazakistan’da en iyi futbolcu seçilen Nikolay Kurganski ile 71 kez milli formayı giyen Ruslan Baltiev de diğer başarılı isimler.

Kazakistan’da çok kaliteli spor tesisleri var. Bunların başında, 2009 tarihli Astana Arena geliyor. Türk mimar ve mühendislerin eseri olan, elips biçimindeki stadyumun hareketli çatısı olumsuz hava koşullarında sahayı tümüyle örtebiliyor. Kapasitesi 30.000 kişi olan stadyum, alttan ısıtmalı suni çimle kaplı. Yeni tamamlanan Astana Buz Pateni Arenası ise dünyanın en büyük buz pateni alanı. 9000 seyirci kapasiteli yapının tribünleri, buz alanı ve çatısı farklı sıcaklıkta.

KAZAK SOFRASI:
“DASTARHAN”

Genellikle et ve süt ürünlerinin önde geldiği, Kazak mutfağı yemeklerin çeşitliliği ve özgünlüğü ile dikkat çekiyor. Kazak sofrasının adı: Dastarhan. Bir çok etnik grubun bir arada yaşadığı Kazakistan’da, çok ulusluluk yemek çeşitlerine de yansımış.

Geleneksel Kazak mutfağı, yüzyıllarca süren göçebe yaşamıyla şekillenmiş, çok farklı ve zengin bir mutfak. Et ve süt türevleri gibi hayvansal ürünler ilk sırada yer alıyor. Tabii bu, zorlu bozkır yaşamının yarattığı ve dirençli olmayı kolaylaştıran bir gereklilik. Daha sonra, yerleşik hayata geçişle birlikte, tahıl ürünleri, sebze, meyve, balık, su ürünleri, pilav ve hamur işleri de mutfağa eklenmiş.

Dastarhan denilen Kazak sofrasında, et hiç eksik olmuyor. Bir dastarhanda konuk olarak yer aldığınızda, size önce kımız, şubat veya ayran ikram ediliyor. Kımız’ın kısrak sütünden elde edilen mayalı bir içecek olduğunu zaten herkes bilir. Şubat ise, deve sütünden yapılıyor. Koyun sütünden yapılan ayran’ın, ne kadar nefis olduğunu söylemeye zaten gerek yok.

Et çeşitleri

Kazakların, kurttan sonra dünyada en çok et tüketen ikinci yaratık olmakla övündükleri esprili bir biçimde söyleniyor. Gerçekten de, et sevenler için Kazakistan tam bir cennet. Başta koyun ve at olmak üzere, sığır, deve ve av hayvanları, taze, tuzlu, kuru ya da tütsülenerek tüketiliyor. At eti, evcil atlardan değil, doğada başıboş dolaşan yabani atlardan elde ediliyor. Kazakistan’ın, en büyük yabani at sürülerine sahip ülkelerin başında geldiğini de bu arada belirtelim.

Et, çoğunlukla haşlanıp yeniyor ama, iştah açıcı giriş yemekleri olarak da karşımıza çıkıyor. Bizim sucuğun benzerlerini Kazakistan’da, “sujuk”, “karta”, “kazkarta”, “kazı” gibi adlarla görüyoruz. Sofraların kıymetlisi olan kazkarta atın kaburga etlerinden yapılıyor, sarmısak, tuz ve biberle harmanlanıp bağırsaklara dolduruluyor. Çok lezzetli bir kurutulmuş et olan “sur et” ise her mevsimde tüketilebilir. Davetlerin ana yemeğinin adı: “beşparmak”. Geleneksel olarak elle yendiği için bu ad verilmiş. Kemikli et, kuru soğan, un ve yumurta ile yapılan yemeğin haşlama suyuna tane zencefil, patates ve havuç ilave edilebiliyor. İrice parçalanmış etler haşlanırken bildiğimiz mantı hamuru hazırlanıyor. İnce açılmış hamur dörtgen parçalar halinde kesiliyor. Etler tencereden çıkartılıp hamurlar et suyunda haşlanıyor. Bir tarafta da küçük bir miktar et suyunda soğanlar hafifçe yumuşatılıyor. Servis tabağına önce hamurlar yerleştiriliyor, üzerine etler, en üste ise soğanlar.

Bir başka ünlü yemek olan Lagman, tel tel hamurlu, sulu bir et yemeği. Kuyruk yağı, lâhana, soğan, patates, biber, havuç, domates, sarmısak gibi malzemeler içeriyor. Hayli yaygın bir diğer yemek olan kavurdak için kuşbaşı doğranan etler, karaciğer, böbrek ve yürek de dahil olmak üzere, önce yağda kızartılıyor. sonra da su ilave edilip yumuşayıncaya kadar pişiriliyor. Saygın konuklara ikram edilen miypalav ise, koyun kellesi. Kulaklar hariç tüm deri, çene etleri, gözler, beyin, kuyruk yağı ve karaciğer birlikte iyice eziliyor, soğan, karabiber ve tuz ilave edilerek karıştırılıyor. Bujı da bizim mumbar dolmamız. Koyunun eti, iç yağı, karaciğeri çok küçük doğranıyor, içine buğday unu, sarmısak, karabiber, tuz katılıp karıştırılıyor. Bu karışım bir ucu kapatılmış kör bağırsağın içine doldurulup diğer ucu dikiliyor ve suda kaynatılıyor.

Hamur işleri

Bayramlarda ve özel günlerde, yağda kızartılmış mayalı hamurdan yuvarlak ya da kare biçiminde yapılan, yumuşacık, tuzlu “bavursak“ ve “çelpek” sofranın baş tacı. Biraz bizim pişiyi andırıyor. Mantı başta olmak üzere hamur işleri de sofraların vazgeçilmezi. Kıymalı Kazak mantısı, bizim mantılara göre hayli iri, bohça biçiminde ve çok katlı özel bir tenceresi var: en alttakinde su kaynıyor, diğer tencerelerin altları delikli ve mantılar buharda pişiyor. Ekmek sofranın demirbaşlarından, aynı şey pilav için de geçerli. Pilav, kuru kayısı, üzüm ve erikten havuç, soğan ve ete kadar pek çok malzeme ile yapılıyor.

Kazaklar kısrak, deve, koyun, keçi ve sığır sütünü hem tek başına, hem de türevleriyle çokça tüketiyorlar. Yoğurt, ayran, kaymak, tereyağ ve peynirin yanında, İrimşik denilen bir tür ekşimik peyniri de hayli yaygın. İrimşik, torbaya konularak önce rüzgârda, sonra da güneşte iyice kurutuluyor, böylelikle uzun süre bozulmadan kalıyor. Tabii, taze olarak da yenilebilir.

Et suyu, her çorbada, her yemekte var. Sofranın en sevilenlerinden sorpa, koyun eti, kuyruk yağı, yoğurt, pirinç, soğan, dereotu ve ayva yaprağı ile yapılıyor. Kesbe Koje ise bol et içeren bir erişte çorbası. Nevruz şenliklerinde panayır yerine dönen meydanlarda, bu güne has beyaz renkli Nevruz Koje çorbası içilmesinin, yeni yılda bereket ve bolluk getireceğine inanılıyor.

Kazakların geleneksel içeceği olan kımız ve şubat’ın sağlık açısından da faydalı olduğu saptanmış. Renk olarak birbirine benzeseler de kımız ekşi ve içimi biraz ağır, şubat ise deve sütünden yapılan içimi daha kolay ve tatlımsı bir içecek. Ekşitilmiş kısrak sütü olan kımızın püf noktası mayasından gelirmiş. Verem, mide, bağırsak, böbrek ve kalp hastalıklarına iyi geldiği, hatta bir zamanlar hastaların bu yolla tedavi edildiği sanatoryumların bile olduğu anlatılıyor.

Sayfalar