Project Description

12. Sayı

Azerbaycan

DİPLOATLAS – MAYIS 2011

12. Sayı

DiploAtlas

Mayıs 2011

Merhaba,

Azerbaycan’ın ulusal lideri Haydar Aliyev, Türkiye ile Azerbaycan’ı “İki devlet, tek millet” olarak tanımlamıştı. Gerçekten de, aynı soydan gelen ve aynı dili konuşan Türkler ve Azerbaycanlılar, ortak kültür değerlerine, ortak geleneklere ve ortak bir dünya görüşüne sahip. İki halk arasında yakınlıktan ya da akrabalıktan öte, gerçek bir kardeşlikten söz etmek mümkün.

Peki, bize bu kadar yakın olan Azerbaycan’ı neden çok az tanıyoruz?

DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısında Azerbaycan’ı çeşitli yönleriyle ele aldık. Görkemli başkent Bakû’nun yanında, Şeki ve Gence gibi şirin kentleri, ayrıca Kobustan gibi bir tarih hazinesini tanıtmaya çalıştık. Eminiz ki, Hazar Denizindeki petrol platformları üzerine kurulmuş bir şehir olan ve dünyada başka bir örneği bulunmayan “Neft Daşları”nı bir çok okuyucumuz ilk kez duymuş olacak. Galiba, Nobel ödülünün yaratıcısı Alfred Nobel ile kardeşlerinin Azerbaycan petrolü sayesinde servet sahibi olduğu da pek bilinen bir şey değil.

Siyasi ve ekonomik alanlarda, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki işbirliği çok üst düzeyde. “Bakû-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı” ile “Bakû-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı” bu işbirliğinin en somut örnekleri. Şimdi “Bakû-Tiflis-Kars Demiryolu” da tamamlanmak üzere. Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Faig Bağırov, bu örneklere ek olarak yeni proje konularının da sürekli olarak gündeme geldiğini ve iki ülkenin uzman heyetlerinin hep temas halinde olduklarını anlatıyor.

Azerbaycan’da göz kamaştırıcı bir sanat ve kültür dünyası var. Yöre müziğinin, Türkiye’de ne kadar çok sevildiğini söylemeye bile gerek yok. Aynı şekilde, Azerbaycan halk danslarının da. Ayrıca, Azerbaycan mutfağının da tam bizim damak tadımıza göre olduğunu vurgulamak gerekir. Nefis kebaplardan, çeşit çeşit mantılara kadar sanki her şey ortak kültürümüzün birer parçası.

Sonuçta, Azerbaycan’ı daha fazla tanımak, Azerbaycanlı kardeşlerimizle daha yakın ilişkiler içinde olmak gerekiyor. İki ayrı devlet olsak da, aynı milletin evlâtları olmanın tadını çıkarmak lâzım.

Kaya Dorsan

ATEŞİN ÜLKESİ
AZERBAYCAN

Kafkasya’nın güçlü devleti Azerbaycan, dünyada önde gelen bir petrol ve doğal gaz ülkesi. O kadar ki, topraktan sızan doğal gaz hiç sönmeyen ateşler meydana getiriyor. Eski çağlarda, ateşe tapan Zerdüşt dini mensupları burada yaşamışlar. Bu yüzden, Azerbaycan “Ateşin ülkesi” olarak ün yapmış. Bu yıl bağımsızlığının 20. yılını kutlayan Azerbaycan artık geleceğe umutla bakan bir ülke.

Azerbaycan Cumhuriyeti, bir Güney Kafkasya devleti. Kuzeyinde Rusya Federasyonu, kuzey batısında Gürcistan, batısında Ermenistan, güneyinde İran ve Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile komşu olan Türkiye var, doğu sınırını ise Hazar Denizi oluşturuyor. Petrol yatağı açısından çok zengin olan Hazar Denizi, dünyanın en büyük tuzlu su gölü ve açık denizlerle bağlantısı yok. Su seviyesi değişken ve deniz seviyesinden aşağıda. Kış ayları boyunca donan kuzey kesimi sığ, güneyse daha derin. İçinde, başta çok kıymetli havyarların elde edildiği mersin balığı olmak üzere, ringa, somon, sadece buraya özgü Fok balığı gibi canlılar yaşıyor.

Azerbaycan dağlık bir ülke; Büyük Kafkas Sıradağları’nın dorukları 5.000 metreye ulaşıyor. Doruklar çıplak, biraz alt kesimlerde erimeyen karlar ve buzullar var. Daha aşağılarda ise çayırlar ve ormanlar bulunuyor. Bitki örtüsü de çok zengin; 200’ü yerel olmak üzere, yaklaşık 4000 çeşit bitki var. Dağlık bir ülke olmasına rağmen, Azerbaycan, özellikle Kura ve Aras nehirlerinin karıştığı deltada verimli ovalara da sahip.

Dağlarda yaban domuzu, geyik, dağ keçisi, pars, boz ayı, kurt, sincap, gibi çeşitli hayvanlar yaşıyor. Lankaran’ın güneyinde kaplan bile görülüyor. Akarsularında bol miktarda alabalık var. Ayrıca, maden kaynakları da zengin: başta petrol ve doğal gaz olmak üzere kömür, demir cevheri, kurşun, çinko gibi maden yatakları işletiliyor. Azerbaycan’ın en uzun nehri Kura, Türkiye’den çıkıp Gürcistan’dan geçerek Sabirabad şehrinde Aras Nehri ile birleşiyor ve Neftçala’da Hazar Denizi’ne dökülüyor. Kafkasya’nın en büyük nehirlerinden Aras da Türkiye dağlarından doğup sınır nehri olarak Kura’ya dökülüyor. Azerbaycan’ın en büyük doğal gölü Sarısu, en büyük yapay göl ise Mingeçevir Baraj Gölü. Bütün bu coğrafya, Azerbaycan’da, av, plaj, yayla, dağ, kaplıca ve sağlık turizmi açısından çok çeşitli tatil olanakları bulunduğunu gösteriyor.

Eski zamanlar

Azerbaycan, dünyadaki en eski yerleşim yerlerinden biri. İlk yerleşimin Cilalı Taş devrine kadar uzandığı biliniyor. Bu topraklardan Albanlar, Sasaniler, Romalılar, Hun Türkleri, Hazarlar, Araplar ve 11.yüzyılda da Selçuklular geçmiş. İldeniz Atabeyliğini, Moğol istilasını ve İlhanlıların egemenliğini Altın Ordu, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler, irili ufaklı Hanlıklar ve Osmanlılar izlemiş. İlk Azerbaycan devletini kuran Şirvanşahlar döneminde altın çağını yaşayan Azerbaycan’ın tarihinde Şii Safevi Devleti ve Şah I.İsmail’in önemli yeri var. İpek Yolu’nun gözde bir kavşak noktası olan Azerbaycan, 18.yüzyılda İran ve Rus Çarlığı arasında el değiştirip durduktan sonra, 19.yüzyılda Rus hakimiyetine girmiş.

Azerbaycan’ın sahip olduğu petrol, ki Azerbaycan türkçesinde neft deniyor, hep siyasi hesapların çekim noktası olmuş. 1872’de petrol çıkarılmaya başlanınca, dünyanın gözü Azerbaycan’a çevrilmiş. 1917 Sovyet devriminden sonra Bakü Komünü tarafından yönetilmeye başlanan Azerbaycan’da, 1918 yılında resmi dili Türkçe olan laik ve demokratik Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kurulmuş. Bu, aynı zamanda, tüm islâm dünyasının da ilk Cumhuriyeti. 1918 Mondros mütarekesiyle Osmanlı Azerbaycan’ı terk ederken İngiliz, Rus ve Ermeni askerleri Bakü’ye girmişler. İngilizlerin 1919’da Bakü’den ayrılmalarının ardından Kızıl Ordunun işgaliyle karşılaşan Azerbaycan, 1920 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne dahil olmuş.

1990’lara gelindiğinde, yani Sovyetler Birliği’nin parçalanma süreci başladığında, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki gerginlik de, Dağlık Karabağ nedeniyle tırmanışa geçmiş bulunuyordu. SSCB’nin dağılma sürecini fırsat bilen Ermeniler, 1988-1994 yılları arasında Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ ve onu çevreleyen yedi bölgeyi işgal etmişler ve o topraklarda yaşayan tüm Azerileri göçe zorlamışlardı.

1991 Ağustos’unda Azerbaycan’da bağımsızlık ilân edildi. 1993 yılında yapılan seçimlerde deneyimli devlet adamı Haydar Aliyev Devlet Başkanı seçilmesi, Azerbaycan için gerçek bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten itibaren, Azerbaycan’ın siyasi istikrar kazandığı ve müreffeh bir ülke olma yolunda önemli adımlar attığı görülüyor. Dünya siyasetinde saygın bir yeri olan Haydar Aliyev, BTC petrol hattı örneğinde olduğu gibi, bir çok ulusal ve uluslararası projenin de mimarı olmuştu.

Azerbaycan, bugün..

2003 yılında, sağlık sorunları nedeniyle Haydar Aliyev’in görevi bırakması üzerine yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanı seçilen oğlu İlham Aliyev, günümüzde de görevini başarıyla yerine getirmeye devam ediyor. Uluslararası siyaset arenasının güçlü figürlerinden olan İlham Aliyev, sosyal faaliyetlere verdiği desteklerle tanınan eşi Mihriban Aliyeva’nın da katkılarıyla saygın ve sevilen bir devlet adamı profiline sahip.

Azerbaycan’da, 1995’de kabul edilmiş olan Anayasa’ya göre, Başkanlık sistemi geçerli bulunuyor. Yani, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, yürütme erkinin başındaki kişi. Yasama erki ise, “Milli Meclis” olarak anılan Parlamento. Milli Meclis’te 125 üye görev yapıyor. Halen, başkanlığını Ogtay Asadov’un yaptığı meclisteki üyelerden 73’ü iktidar partisine mensup. Yargı erkini ise Azerbaycan mahkemeleri yerine getiriyor. Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin de ayrıca, kendi meclisi var ve 45 üyeli olan bu küçük parlamento “Âli Meclis” olarak anılıyor. Nahçıvan Özerk Cumhuriyetinin Bakanlar Kurulu olan “Nazırlar Kabineti” de bu meclis’in üyelerinin arasından seçiliyor. Bilindiği gibi, Nahçıvan, savunma ve dış politika konuları dışında kendi iç kararlarını almakta serbest. Sadece, Âli Meclis’in başkanı, Bakû’deki Cumhurbaşkanına bağlı olarak görev yapıyor.

Azerbaycan bayrağında mavi, kırmızı ve yeşil yatay şeritler var. Üstteki mavi Türklüğü, ortadaki kırmızı çağdaşlaşmayı ve uygarlığı, alttaki yeşil de İslamiyeti temsil ediyor. Kırmızı zemin üzerinde sağa bakan beyaz bir hilal ile sekiz köşeli bir yıldız bulunuyor. 2001 yılından beri Avrupa Konseyi üyesi olan Azerbaycan, laik bir cumhuriyet. Ülkede eğitim çok ileri bir düzeyde: okuma-yazma oranı yüzde 99,5. Bir Türk lehçesi olan Azerbaycan dili, Türkiye Türkçesine de çok yakın. Bu nedenle, Türklerle Azerbaycanlılar arasında dil bilme sorunu olmuyor. Arada farklılılar olsa da, her iki taraf birbirinin söylediğini pekâlâ anlayabiliyor.

Azerbaycan halkının yüzde 96’sı müslüman, yüzde 4 kadarı da Hıristiyan. Aslında Azerbaycan’da din aidiyeti çok da güçlü değil. Dinsel uygulamalar, kültürel bir renklilik olarak yaşanıyor genelde. Nüfusu yaklaşık 9 milyon olan ülkede Azerbaycan türkleri nüfusun yaklaşık yüzde 94’ünü oluşturuyorlar. Nüfus içinde yüzde 1,6 oranında bir paya sahip olan Rusların dışında, “Lezgiler”, “Ahıskalılar”, “Tatarlar” ya da “Gürcüler ve Ermeniler” gibi küçük gruplar da var. Bütün bu halkın yüzde 54’ü şehirlerde, yüzde 46’sı da kırsal kesimde yaşıyor.

HAYDAR ALİYEV VAKFI

Azerbaycan’ın en önemli Sivil Toplum Kuruluşlarından biri olan Haydar Aliyev Vakfı, sadece Azerbaycan’da gerçekleştirdiği faaliyetlerle değil, başka ülkelerdeki faaliyetleriyle de dikkat çekiyor.

Azerbaycan’ın Ulusal Lideri Haydar Aliyev’in anısını yaşatmak ve Azerbaycan için olan ideallerinin gerçekleştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla kurulan “Haydar Aliyev Fondu”, yani “Haydar Aliyev Vakfı”, ülkenin “first lady”si Mihriban Aliyeva‘ nın başkanlığında, bugün Azerbaycan’daki en önemli sivil toplum örgütlerinden biridir.

Vakıf, resmi açılışının yapıldığı 2004 yılından bugüne kadar eğitim, bilim, kültür, sağlık, spor ve çevre gibi birçok alanda yüzlerle projeye imza atmıştır. Ülke genelinde birçok okul, kreş, ve sağlık ocağının açılışını gerçekleştirerek Azerbaycan’ın sosyal kalkınmasında öncü rol üstlenmiştir.
Ancak Vakfın çalışmaları Azerbaycan’la da sınırlı kalmamaktadır. Pakistan’ın Muzafferabad kentinde, kız öğrenciler için ortaokul projesi Azerbaycan’dan Pakistan’a uzanan bir kardeş eli olarak takdir toplamaktadır. Bugün itibariyle ABD, Rusya ve Romanya’nın yanı sıra, Türkiye’de de temsilciliği bulunan Haydar Aliyev Vakfı, özellikle Azerbaycan kültürünün, müziğinin ve diğer geleneksel zenginliklerinin uluslararası alanda tanıtımı açısından önemli başarılar elde etmektedir. Yapılan başarılı çalışmalarının sonucunda, Vakıf Başkanı Mihriban Aliyeva, UNESCO ve ISESCO tarafından dünya iyi niyet elçisi ilan edilmiştir.

BÜYÜKELÇİ FAİG BAĞIROV:
ÖRNEĞİ OLMAYAN İLİŞKİLER

Diplomat Atlas, Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Faig Bağırov ile Azerbaycan’ın dış politikasını ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini konuştu.

DİPLOMAT ATLAS: Sayın Büyükelçi, isterseniz önce sizi tanıyalım. Türkiye’ye ne zaman geldiniz? Daha önce hangi görevlerde bulundunuz?

FAİG BAĞIROV: Türkiye’ye 2010 yılı ağustos ayında geldim ve hemen göreve başladım. Ama Türkiye benim için çok değerli bir ülke, çünkü daha önce, 1996- 2000 yılları arasında da bu büyükelçilikte görev yapmıştım. On yıl sonra buraya büyükelçi olarak yeniden gelmek benim için güzel bir sürpriz oldu. Bundan önce 6 yıl boyunca Azerbaycan’ın Kahire büyükelçisi olarak görev yapmıştım.

DİPLOMAT ATLAS: Azerbaycan oldukça ilginç bir coğrafyada yer alıyor. Azerbaycan’ın dış politikasını nasıl özetlersiniz?

FAİG BAĞIROV: Biliyorsunuz, Azerbaycan jeostratejik olarak çok önemli bir bölgede yer alıyor. Dış politikası, Azerbaycan’ın varlığı ve toprak bütünlüğü korunarak, komşu ülkelerle, dostluk ve iktisadi işbirliği çerçevesinde dengeli bir siyasetin yürütülmesi üzerine kuruludur. Bugün Azerbaycan, yürüttüğü bu politikasıyla, bölgede en önemli ve en stratejik ülke konumuna gelmiş, ekonomik ve siyasi bakımdan birçok başarıya ulaşmıştır. Azerbaycan’ın son beş yıl içerisinde bölgenin ekonomik açıdan en güçlü ülkesi haline geldiği, uluslararası ekonomi kurumları tarafından da kabul ediliyor.

DİPLOMAT ATLAS: Peki, Batı ile ilişkileriniz ne durumda?

FAİG BAĞIROV: Azerbaycan’ın dış ilişkilerini dengeli bir şekilde geliştirme politikası tabii ki dünya’nın bütün ülkeleriyle olan ilişkilerimiz için geçerlidir. 2000 yılından beri Avrupa Konseyi üyesiyiz ve her alandaki kurumlarla ilişkiler geliştirme yönünde çaba sarfetmekteyiz. Avrupa ile entegrasyon çalışmalarımız çok olumlu bir şekilde devam etmektedir.

DİPLOMAT ATLAS: Bu ilişkilerin sonucu AB üyeliği olabilir mi?

FAİG BAĞIROV: Şu anda böyle bir şey gündemde yok. Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle hem iktisadi bakımdan, hem de siyasi açıdan ilişkilerimizi bir “Action Plan” çerçevesinde geliştiriyoruz. Bugünkü ekonomi politikalarımız sayesinde dünyanın ve özellikle Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılayan bir ülke haline geldik. Sahip olduğumuz petrol ve doğalgazı büyük ölçüde Avrupa pazarlarına ihraç etmekteyiz.

DİPLOMAT ATLAS: Dostluk kurmaya çalıştığınız ülkelerinin kendi aralarında sorunları var. Örneğin Rusya ile Gürcistan arasında, ya da Batılı ülkelerle İran arasında…

FAİG BAĞIROV: İşte söylediğim gibi, bu dengeli politikalarımız çok güzel meyveler vermektedir. Komşularımızdan, Rusya, Gürcistan ve İran ile sorunumuz yok. Bilindiği gibi en büyük problemimiz Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı yürüttüğü işgal siyasetidir. Bunun neticesinde, Azerbaycan topraklarının yüzde 20’si işgal altında bulunuyor ve ülkemizde bir milyondan fazla mülteci ve zorunlu göçmen var.

DİPLOMAT ATLAS: İsterseniz biraz da Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine gelelim.

FAİG BAĞIROV: Azerbaycan- Türkiye ilişkileri dünyada bir başka örneği olmayan ilişkilerdir. Ortak değerlerimiz, amaçlarımız var; ortak dilimiz, medeniyetimiz, kültürümüz var. Şu anda Azerbaycan-Türkiye ilişkileri her bakımdan en üst düzeyde seyretmektedir. Geçen sene Ağustos ayında Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Azerbaycan’a yaptığı resmi ziyareti sırasında imzalanan “Dostluk ve Karşılıklı Yardım Antlaşması” ilişkilerimizi en üst düzeye çıkarmıştır. Bugün uluslararası arenada Azerbaycan ile Türkiye tek bir taraf gibidir. Öte yandan, bizi birbirimize bağlayan Bakû-Tiflis- Ceyhan petrol ve Bakû-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hatları ile önümüzdeki yıl tamamlanacak olan Bakû-Tiflis-Kars demiryolu projesi, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin vardığı seviyenin açık kanıtıdır.

DİPLOMAT ATLAS: Aslında, burada ikili ilişkilerin ötesinde, bölgesel bir işbirliği de söz konusu…

FAİG BAĞIROV: Ben de bunu vurgulamak istiyorum zaten. Bakû-Tiflis-Kars demiryolu projesi ile, Azerbaycan üzerinden Orta Asya ve Çin’e kadar uzanan bir coğrafyada Türkiye’nin uluslararası ilişkilere katkısı artacaktır. Aynı şekilde, Azerbaycan’ın Avrupa ile olan ilişkileri de, Türkiye aracılığıyla daha da güçlenecektir. Sonuçta, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye arasındaki bu stratejik bağ bölgeyi birleştirmekte ve zenginleştirmektedir. Kendi politikaları yüzünden bu önemli projelerden mahrum kalan Ermenistan ise, yaşamını yoksulluk içinde sürdürmektedir. Bu da çok fazla devam edemez aslında.

DİPLOMAT ATLAS: Bu son ifadenizi biraz açar mısınız?

FAİG BAĞIROV: 2008 ekonomik krizi, gelişme ve istikrar yollarını doğru seçen ülkelerin kazançlı çıktığını göstermektedir. Krizden en az zarar gören ülkelerden biri Türkiyedir. Azerbaycan da öyle, Gürcistan da. Ancak Ermenistan’a baktığımızda bunu söyleyemeyiz, çünkü Ermenistan’daki ekonomik vaziyet her gün insanların ülkeyi terketmesine yol açmaktadır. Vaktiyle 3,5-4 milyon nüfusu olan bu ülkede şimdi iki milyon nüfus bile bulamazsınız. İnsanlar iş bulamıyorlar, ekmek bulamıyorlar.

DİPLOMAT ATLAS: Azerbaycan’ın Türkiye’deki yatırımlarıyla Türk işadamlarının Azerbaycan’daki faaliyetlerinden de bazı örnekler verebilir misiniz?

FAİG BAĞIROV: Azerbaycan’in büyük projelerinin birçoğu, Türk inşaat şirketleri tarafından gerçekleştirilmektedir. Bölgenin en büyük spor tesisi olan kayak merkezi bunlardan biridir. En büyük otellerimiz de gene Türk şirketleri tarafından yapılıyor. Azerbaycan’ın yeni havalimanı inşaatında da Türk şirketleri çalışmaktadır. Diğer yandan, milli petrol şirketimiz SOCAR, şimdiye kadar, Türkiye’nin Turcas şirketiyle birlikte aldıkları İzmir’deki Petkim tesislerine 5 milyar dolar yatırım yapmıştır. Bu miktarın, 2020 yılına kadar yeni bir rafineri projesi dahil, 20 milyar dolara ulaşması söz konusu. Bu aralar, bizim işadamlarımızın turizm sektörüne de ciddi katkıları var. Butün bunlar, iktisadi ilişkilerimizin, siyasi ilişkilerimizin devamı olarak, çok dinamik ve her iki ülkeye yarar sağlayacak bir şekilde ilerlemekte olduğunu göstermektedir.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye- Azerbaycan ilişkilerini daha da geliştirmek için neler yapılabilir?

FAİG BAĞIROV: Tabii ki her zaman yapılması gereken işler var. Şu anda üstünde durduğumuz konu, stratejik enerji projeleriyle beraber, ticari ilişkilerimizin geliştirilmesidir. Bugün Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 2.5 milyar dolar civarında ve bu bizim ilişkilerimize yakışmayan bir rakamdır. Bunu 5 milyara, daha sonra da 10 milyara yükseltmek gerekiyor. Bildiğiniz gibi, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in ekonomiye getirdiği vizyon, petrol dışındaki sektörlerin geliştirilmesi yönündedir. Bizim esas ortağımız olan Türkiye de bu sürece çok faal bir şekilde katılmaktadır.

DİPLOMAT ATLAS: Büyükelçiliğinizin diğer faaliyetlerinden de bahseder misiniz?

FAİG BAĞIROV: Ankara’da büyükelçiliğimiz ve İstanbul ile Kars kentlerinde başkonsolosluklarımız var. Çalışmalarımız birçok alanı kapsamaktadır. Türkiye’de çok sayıda Azerbaycan vatandaşı ve Türk üniversitelerinde 3000’e yakın öğrencimiz var. İki ülke arasında bugüne kadar 150’e yakın anlaşma yapıldı ve sürekli yeni anlaşmalar gündeme geliyor. Aslında, esas vazifemiz Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı birbirine daha da yakınlaştırmaktan ibarettir.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye’den Azerbaycan’a turist akımı var mı?

FAİG BAĞIROV: Güzel bir konuya değindiniz. Bu yıl Azerbaycan’da “turizm yılı” ilan ettik. Azerbaycan‘ın turizm potensiyeli her yıl artmaktadır. Türkiye’den de turist geliyor ama istediğimiz kadar değil. Biz, çeşitli etkinlikler yoluyla Türk vatandaşlarının Azerbaycan’a seyahat etmelerini teşvik etmekteyiz. Aslında derginiz de Türklerin Azerbaycan’ı daha iyi tanımasını ve turizm amacıyla Azerbaycan’a seyahat etmelerini teşvik edebilir. Buna karşın her yıl Azerbaycan’dan çok sayıda turist Türkiye’yi ziyaret etmektedir. Geçen yıl 25-30,000 Azerbaycan vatandaşı Türkiye’yi ziyaret etti. Bu resmi rakamdır. Dokuz milyon nüfuslu bir ülke için güzel bir rakam.

BİTMEYEN SORUN
DAĞLIK KARABAĞ TRAJEDİSİ

Dağlık Karabağ, hukuken Azerbaycan sınırları içinde bulunan, ancak fiilen Ermenistantarafından işgal edilmiş olan bir bölge. Burada yaşayan Azerbaycanlıların tamamı ya öldürülerek, ya da göçe zorlanarak yok edilmiş. Bu insanlık trajedisine 20 yıldır çare bulunamıyor.
Sovyetler Birliğinin dağılma süreci devam ederken Ermenistan ile Azerbaycan arasında patlak veren Dağlık Karabağ sorunu, 20 yıldır bir çözüme kavuşamamış bulunuyor. Bu yüzden de, evlerini, köylerini terk etmek zorunda kalmış olan binlerce insan, 20 yıldır çok zor koşullar içinde mülteci hayatı yaşıyor.

Nasıl başladı?

Dağlık Karabağ sorununun başlangıç tarihi 1988. Ama biz daha öncesine gidelim. 1748-1805 yılları arasında, burada Penah Ali Han tarafından kurulan Karabağ Hanlığı hüküm sürmekteydi. 1805’te, Ruslar Karabağ Hanlığını kontrol altına aldılar ve 1813’te de, Gülistan Anlaşmasıyla ilhak ettiler. 1822 yılında Karabağ Hanlığı ortadan kaldırıldı. 1783’te Knez Potyomkin, Çariçe II. Katerina’ya yazdığı mektupta: “Fırsat bulunca Karabağ’ı hemen Ermenilerin kontrolüne vermekten ve böylece Asya’da bir Hristiyan devlet kurmaktan“ bahsetmekteydi. 19. yüzyılda, bölgeye Anadolu’dan ve İran’dan Ermeni göçleri yaşandı. Dönemin Rus tarihçilerine göre, bu süreç boyunca, en az 1.000.000 Ermeni Kafkasya’ya göç ettirilmişti. 1832 yılı resmi nüfus sayımında Karabağ bölgesinin %64.4’ü Müslüman %34.8’i Ermeni olarak kayda geçmiştir. Çarlık Rusyasının diplomatı Griboyedov Ermeniler için çalışıyor ve “talihsiz Ermeni kardeşlerimin yoluna başımı koymaya her an hazırım” diyordu.

Yine de, Dağlık Karabağ hep Azerbaycan sınırları içinde kalmaya devam etti. 1918 yılında kurulan ilk Azerbaycan Cumhuriyeti’nin içinde de Dağlık Karabağ varlığını sürdürdü. Sovyet dönemi öncesinde Ermeniler Dağlık Karabağ’da azınlıkta iken, Sovyet döneminde de gerçekleştirdikleri sürekli göçlerle, 1988’de nüfusun yaklaşık yüzde 75’ini oluşturur hale geldiler.

O tarihte, Sovyetler Birliği içinde Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olan Dağlık Karabağ’ın Ermeni çoğunluğundaki Parlamentosu, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti ile birleşme kararı aldı. Ama, 1989 yılında, Kremlin, Dağlık Karabağ’ın bu kararını geri çevirip, bölgeyi yeniden Azerbaycan’a bağladı. Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı 1991 yılı sonunda, otorite boşluğunu fırsat bilen Ermeniler bu kez de Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını ilân ettiler. Bu durum, Dağlık Karabağ ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında silahlı çatışmaların da fitilini ateşlemiş oldu.

Dağlık Karabağ, 8 Mayıs 1992’de Ermeniler tarafından işgal edildi. Burada öldürülen Azerilerin sayısı 20 000’i geçiyor. Aynı yıl, 18 Mayıs’ta, Dağlık Karabağ ile Ermenistan’ı ayıran Laçin bölgesi işgal edildi. Ermeni saldırıları 1993’te de devam etti ve Kelbajar, Agdam, Fuzuli, Jabrayil, Gubatlı ve Zangelan gibi, Dağlık Karabağı çevreleyen bölgeler de Ermenilerin eline geçti. Sonuçta, bir çok insan yaşamını yitirdi, binlerce aile yurdunu terk edip mülteci oldu, ve 1994 yılından bu yana Azerbaycan topraklarının yaklaşık yüzde 20’si Ermeni işgali altında bulunuyor.

Aslında Karabağ ile Dağlık Karabağ’ı birbirine karıştırmamak gerekiyor. Dağlık Karabağ, 18000 km2 yüzölçümüne sahip Karabağ’ın içinde yer alan 4392 km2’lik bir bölge. Halen işgal altında bulunan Azerbaycan toprakları, Dağlık Karabağ ile çevresindeki diğer arazileri kapsıyor.

“Kaçkınlar”

Halen, 9 milyon nüfuslu Azerbaycan’da 1 milyondan fazla göçmen yaşıyor. Yani ülkedeki her 9 kişiden 1’i mülteci konumunda. Azerbaycan’da mültecilere “kaçkın” diyorlar. Ülkedeki kaçkınların sayısı toplam nüfusun yüzde 13’üne denk geliyor. Bu insanlar 20 yıldır tam bir insanlık dramı yaşıyorlar. İçlerinde, yaşlananlar, sakat olanlar, kimsesizler ve işsizler var. Göçmen olarak doğan çocukların sayısı da sürekli artıyor.

Göçmenlerin üçte biri Bakû ve Sumgayıt şehirlerinde yoğunlaşmış durumda. Genellikle devletin tahsis ettiği sosyal mekânlarda yaşıyorlar. Bu mekânların alt yapıları ise, sağlıklı bir yaşam sürdürmeye yetmiyor. Azerbaycan toplumunda yoksul kesimin en alt tabakasını oluşturan göçmenlerin en önemli gelir kaynağı devlet yardımlarından oluşuyor.

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş, 1994 yılında, Rusların arabuluculuğu ile imzalanan ateşkesle durduruldu. Ardından, “Minsk Grubu” gözetiminde görüşmelere başlandı ve iki tarafı da memnun edecek çözümler arandı. Çözüm için çok sayıda öneri yapılsa da, henüz somut bir sonuca ulaşılmış değil. Bugün de, sorunların yakın bir gelecekte çözüleceğini söylemek zor.

Dağlık Karabağ’da artık hiç Azerbaycanlı yaşamıyor. Savaşın neden olduğu toplam ölü sayısı 30 bin. Sadece, Ermenilerin 1992 yılında yaptığı Hocalı katliamında 613 kişi öldürülmüş, 487 kişi de sakat bırakılmış. Savaş nedeniyle Azerbaycan’ın uğradığı maddi zarar ise 22 milyar doları buluyor.

RÜZGÂR DİYARI
BAKÛ

Bakû’ye yaklaşırken, önce yol kenarında uzanan petrol ve doğalgaz boruları, sondaj direkleri ve kocaman fabrikalar size eşlik ediyor. Sonra birden, geniş caddelerden ve modern binaların arasından geçip, etrafı surlarla çevrili tarihi bir bölgenin içine giriveriyorsunuz.

Azerbaycan’ın başkenti Bakû, Abşeron yarımadasının güney kıyılarında yer alan çekici bir sahil kenti. Nüfusu 2 milyonu aşıyor. Bakû, sadece bir siyasi başkent değil, ekonomi, kültür, turizm, sanat gibi hemen her alanda da ülkenin merkezi. Aynı zamanda, bütün Kafkas bölgesinin en büyük ticari limanı da burada. Dünyanın en büyük gölü olan Hazar Denizi, Bakû’ye ve bütün Azerbaycan’a hayat veriyor.

Yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişi olan Bakû, 12.yüzyılda önemli bir kent haline dönüşmüş. O dönemde, Şirvanşahlar devletinin hükümdarı I. Ahsitan, depremde hasar gören Şahmaki’yi terk edip, Bakû’yu başkent ilân etmiş. Bugün, kentin tarihi merkezini oluşturan ve “İçeri Şehir” denen, etrafı surlarla çevrili bölüm, işte o dönemden kalan ve geçmişin ruhunu bu günlere taşıyan bir bölge.

İçeri Şehir

Bakû’nun en ilginç cazibe merkezi olan İçeri Şehir’i çevreleyen surlar ve kentin en önemli simgesi sayılan “Qız Qalası” yani “Kız Kulesi” 12 yüzyılda inşa edilmiş. “Şirvanşahlar Sarayı” ise 15. yüzyıl ürünü. Bugün, hepsi bir arada UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi‘ nde bulunuyor.

Surların bir bölümü yıllar içinde yıkılmış, bazı kısımlar ise suların altında kalmış; ama büyük bir bölümü, 2000′de yaşanan depremden biraz etkilenmiş olsa da, sağlamlığını koruyor. 27 metre yüksekliğindeki Kız Kulesi, milattan önceye ait kalıntıların üzerine inşa edilmiş. Havadan “Q” şeklinde görünen kulenin terasından bütün Bakü’yü seyretmek mümkün. Bakü, geçmişte “Zerdüşt” dininin merkezlerinden biriymiş. Kız Kulesi’nin de, önceleri bir Zerdüşt tapınağı olduğu yolunda yaygın bir kanaat var. Cephesi, içe meyilli yatay, siyah taş sıraları ile örtülü yapı, Bakü’nün en çarpıcı anıtlarından. Bir zamanlar Hazar Denizinin dalgaları dibine dek ulaşırmış. Kule için birçok opera ve bale sergilenmiş, şiirler yazılmış. Özellikle geceleri ışıl ışıl haliyle, sessiz sedasız ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Hakkında pek çok efsanenin anlatıldığı kule, 18 ve 19.yüzyıllarda deniz feneri olarak kullanılmış. Azerbaycan paralarında ve bazı resmi belgelerde sembol olarak görülen 8 katlı kulede, bugün hediyelik eşya butikleri ve sergiler yer alıyor.

Şirvanşahlar Sarayı ise, Asya taş mimarisinin en görkemli örneklerinden. Saray, aslında bir külliyenin içinde yer alıyor. Bu alanda saraydan başka, Divanhane, Türbeler, Sarnıç, Hamam gibi yapılar bulunuyor. Külliyede bir de III. Murat kapısı var. Bu zarif kapı, İçeri Şehir’deki yegâne Osmanlı eseri. Divanhane’nin kapısında, alışılmadık güzellikte yazılar ve süslemeler var; incir ve asma yaprakları hemen göze çarpıyor.

Divanhane’nin adaleti sağlama amaçlı kullanıldığı, burada duruşmaların ya da infazların gerçekleştiği düşünülüyor. Bu alanda ki bir kuyuya da eskiden “Süt Kuyusu” denirmiş ve sütü kesilen kadınları iyileştirdiğine inanılırmış. Hanedan ailesi fertlerinin mezarlarının bulunduğu Şirvanşahlar türbesi ise dört köşeli bir yapı. Yıldızlarla süslü bir kubbesi var. Külliyede, ayrıca Seyid Yahya Bakuvi’nin de türbesi bulunuyor.

Kubbeleri ve kemerleri ile gayet iyi korunmuş durumdaki Şirvanşahlar Sarayı, külliye içindeki en büyük ve en eski yapı. Kimi zaman kışla, kimi zaman da hastane olarak kullanılmış, 1964’te de müzeye dönüştürülmüş. Külliyenin aşağı avlusunda, Sarayın camisi yer alıyor. Küçük bir havuzu ve kendine ait bir kuyusu olan Cami’nin minaresi 22 metre yüksekliğinde. Bir zamanlar taştan olan şerefesi, şimdi demirden.

İçeri Şehir, Bakû’ye gelen turistlerin ilk uğrak yeri oluyor. Zaten, hediyelik eşya dükkanlarının çoğu da burada. İçeri Şehir, antika meraklıları ve koleksiyoncular için adeta bir cennet. Sokaktaki tezgâhlarda, yaşlıların evlerinden getirdikleri eski Sovyet madalyalarını, nişanlarını ve koleksiyon paralarını yok pahasına satın alabilirsiniz. Bir şey daha ekleyelim: Geleneksel Azerbaycan müziği dinlemek için en iyi yer, yine İçeri Şehir.

Etkileyici bir kent

Bakû, kent olarak çok değişik bir havaya sahip. Sasani, Farısi, Arap, Şirvanşah, Sovyet, Osmanlı ve Avrupa mimari tarzlarının bir arada bulunması, ayrıca eski ve modern yapıların birbirine uyumu değişik bir ortam yaratmış. Yüksek binalar ve insanın içini açan geniş caddeler Bakû’nün modern yüzünü yansıtıyor.

Şehir merkezindeki eski şık binaları süsleyen heykel ve kabartmalardan, kemerlerden ve bina yüzeylerindeki süslemelerden gözünüzü almanız mümkün değil. Ustalık ürünü balkonlar, kapı bezemeleri, sıra dışı pencereler ve sütunlar da bir o kadar etkileyici. Anlatıldığına göre, 19. yüzyıl sonlarında dünya petrol üretiminin yarıdan fazlası Azerbaycan’da gerçekleşiyormuş. Bu nedenle, Bakû para bakımından çok zenginleşmiş ve “petrol baronları” olarak anılan çok zengin bir yatırımcı kitle oluşmuş. Bu zengin petrolcüler, Bakû’de yüzlerce lüks villa yaptırmışlar. Bu çok şık ve süslü binalardan kalanlar, bugün de ilgi çekmeyi sürdürüyor.

Örneğin, Kız Kulesine yakın Neftçiler caddesindeki Hajinski Konağı bunlardan biri. Kentin ana caddelerinden olan İstiklâliyat Caddesi üzerinde, Rönesans stilinde inşa edilmiş Filarmoniya Konser Salonu ve barok bir yapı olan Bakû Belediye Binası dikkat çekiyor. Cadde üzerindeki bir diğer eser de İsmailiye Sarayı. Ünlü zenginlerden Musa Nagiyev’in, oğlunun anısı için yaptırdığı saray, şimdi Azerbaycan Bilim Akademisi olmuş. Muhtarov Caddesinde ise, petrol zengini Murtaza Muhtarov’un 1912 yılında yaptırdığı köşkü görmek gerekiyor. Gotik tarzda inşa edilmiş olan köşk de, bugün “Evlilik Sarayı” olarak kullanılıyor. Kentteki görkemli yapılardan bir diğeri de, Bakû’nun en büyük konser salonu olan “Haydar Aliyev Sarayı”.

Şehir merkezinde, yayalara ayrılmış önemli bir alışveriş noktası olan Nizami Caddesi, aynı zamanda keyifli bir gezinti yeri. Bir başka gezinti yeri de ünlü Fıskiye Meydanı. Suların müzik eşliğinde dans ettiği Fıskiye Meydanı, etrafı parklarla çevrili geniş bir yaya bölgesi ve lüks mağazalardan alışveriş yapılabilen bir alan. Bu arada, kentin en yüksek yapısı olan, 310 metre yüksekliğindeki Bakû Televizyon Kulesi’ni de unutmamak gerekiyor. Burada, 175 m. yükseklikteki döner restoranda mola verip, Bakû’yu kuşbakışı izleyebilirsiniz. Bakû, yumuşak havası, denize nazır kaplıcaları ve plajları ile eskiden beri iyi bir tatil beldesi olarak biliniyor. Son yıllarda gösterilen çabalar sayesinde, bakımlı bir kent olma özelliği de kazanmış. 2010 yılında, Bakû’nun Avrupa’nın en güzel 8inci kenti seçilmesi boşuna değil. Rakımı deniz seviyesinden 18 metre aşağıda olan kentin yaşamında petrol çok önemli bir yer tutuyor. Petrol kuleleri ile iç içe yaşayan bir şehir, Bakû. Sanki her yerden petrol çıkıyor. Sahilden baktığınızda denize kurulmuş, dev metal canavarları andıran petrol kuyularını görüyor, bazı bölgelerde havada petrol kokusu hissediyorsunuz.

Bakü, eski olsa da gayet geniş ve işlevsel bir Sovyet dönemi metrosuna sahip. Yılın büyük bir bölümü boyunca Hazar Denizinden esen kuvvetli rüzgârlar yüzünden, eskiden “Badı kûbe”, yani “rüzgârların şehri” diye anılırmış. Rüzgârın, bazen insanı savurabildiği, bu yüzden de, zayıf kişilerin çantalarında ağırlık olarak tuğla taşıdıkları esprili bir şekilde anlatılıyor.

ŞAİR NİZAMÎ’NİN KENTİ
GENCE

Azerbaycan’ın ikinci büyük şehri olan Gence’nin tarihi çok eskilere uzanıyor. Kent, 1700’lerde Gence Hanlığının merkeziymiş. 1918 yılında ise, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin başkenti olmuş. Bugün de, Azerbaycanın batı bölgelerinin ekonomik vekültürel merkezi konumunda.

Gence, 300 000’i aşan nüfusuyla A z e r b a y c a n ’ ı n ikinci büyük şehri. Bakû’nun 360 km batısında, Gence Çayı’nın iki yakasında yer alıyor. Rus İmparatorluğu zamanında, adı, Çariçe Elizabet’in onuruna, “Elizavetpol” olarak değiştirilmiş, Sovyet döneminde de, Bolşevik lider Sergey Kirov’a atfen adı “Kirovabad” olmuş. Ama şimdi, 1989 yılından bu yana, şehir yeniden Gence adına kavuşmuş bulunuyor.

Gence denince ilk akla gelen isim, Leyla ile Mecnun mesnevisinin ünlü şairi Nizami oluyor. Ona, Nizami Gencevi, yani Gence’li Nizami diyorlar. Bu 12. yüzyıl şair ve düşünürünün bir başka ünlü eseri de “Hüsrev ile Şirin”. Gence’ye duyduğu yoğun sevgi ile de tanınan şair eserlerinin çoğunu Farsça yazmış. Bugün, Gence, bu ünlü şairini görkemli bir anıt mezar ile yaşatmaya devam ediyor. Nizami’nin kabri yakınında, eserlerinden sahneleri resmeden heykellerin bulunduğu alan, şehrin en ilgi çeken noktalarından. Kelimelerin büyüsü, çok sayıdaki at, kuş, geyik, insan ve ağaç heykellerinde vücut buluyor gibi.

Gence’de gezinti

Gence, anıt gibi mimari yapılarının yoğunluğu nedeniyle çok güzel görünen bir şehir. Örneğin Hükûmet Binası, Gence’deki en güzel binalardan biri. Gence’nin başkent olduğu dönemde, Azerbaycan’ın ilk parlamentosu burasıymış. Hemen yakınında da “Han Bağı” parkı var. Kafkasya’nın en eski parklarından olan, 300 yıllık Han Bağı, son dönemde yeniden düzenlenmiş ve Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından, geçtiğimiz Şubat ayında hizmete açılmıştı. Şimdi parkın içinde 350 kişilik bir tiyatro, 2 şadırvan, yepyeni bir ışıklandırma sistemi ve dekoratif ağaçlar var. Parkta ayrıca, Azerbaycan’ın ünlü kadın şairi Nigâr Rafibeyli ve Sovyetler Birliği kahramanı İsrafil Mammadov’un anıtları yer alıyor.

Gence’nin çok bilinen ve ziyaret edilen yerlerinden olan Cuma Camii, Hükûmet binası ile Han Bağı parkı arasında yer alıyor. 17. yüzyıl Azerbaycan mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu çifte minareli caminin bir adı da “Şah Abbas Camii”. Çünkü, cami, 1606 yılında, Şah Abbas’ın talimatıyla, Mimar Şeyh Bahattin tarafından yapılmış. Anlatıldığına göre, İran Şahı olan I.Abbas, 1606 yılında Gence’yi ele geçirdiğinde kenti yakıp, yıkmış ve şehrin 8 km uzağında yeni bir yerleşim yeri yapılmasını ve oraya önce bir cami inşa edilmesini emretmiş. Ancak, Genceliler yerlerinden göç etmeyi kabul etmemişler. Bunun üzerine, cami bugünkü yerine yapılmış. Kırmızı tuğladan yapılan Cuma Camii’nin içinde, köşelere bitişik idare odaları var. Cami külliyesi içinde medrese, hamam ve bir de mezarlık bulunuyor. Gence’nin şehir merkezindeki cami, bugün de hizmete açık ve kente gelen turistlerin bir numaralı ziyaret mekânı. Bu arada, Caminin hemen yakınında, tuğladan yapılmış, dört köşeli Cevat Han Türbesi’ni de gözden kaçırmamak gerekiyor.

Gence’de dikkat çeken diğer mimarı anıtlardan biri de “Tatlar Mescidi”. Özellikle giriş kapısı çok gösterişli. Kemerli giriş kapısının iki yanında kuleler yükseliyor ve çok heybetli bir görüntü veriyor. Ayrıca, Hükûmet binasının karşısında, görülmeye değer “Akademi Müzesi” var. Gence’nin bir diğer önemli müzesi de, Atatürk Caddesi üzerindeki “Tarih Müzesi”. Genceliler, şehrin en uzun ana caddelerden birine Atatürk’ün adını vermişler.

Gence’de bir de “Şişe Ev”i görmek lâzım. “Butilka Ev” olarak da anılan bu ilginç yapı insanı şaşırtıyor. Yerel evler tarzında inşa edilen ve masal evlerinden farkı olmayan bu şirin binanın yapımında, tuğla yerine tam 50 000 adet cam şişe kullanılmış. Minik bir balkonu olan ve farklı renkteki taşlar ve şişelerle yapılan bu iki katlı küçücük ev adeta oyuncak gibi.

Gence halıları

Gence, Batı Azerbaycan’ın ekonomik merkezi olarak ülke için büyük değer taşıyor. Özellikle metalürji konusunda dev tesislere sahip. Şehir yakınlarındaki madenlerden çıkarılan cevherler bu tesislerde işleniyor. Özellikle alüminyum ve bakır. Şehirde ayrıca porselen sanayi ve ipekçilik de ön plana çıkmış. İpek böcekçiliği ve kozadan ipek üretmek Gence’de geleneksel bir iş kolu. Tabii ki, tarım ürünleri ve şarap yapımı gibi diğer tarımsal faaliyetler de sürdürülüyor.

Ama, Gence Halıları bambaşka. Bir zamanlar Kafkaslar’ın en popüler halı pazarlarından birine sahip olan Gence, geometrik desnli, düğümlü el dokuması halıları ile ün yapmış. Kafkas halılarının en güzel örneklerinin dokunduğu bu bölgede, Şirvan, Karabağ ve Kazak halıları yanında Anadolu halıları da üretiliyor.

Gence’de nüfusun %98’ini Azerbaycan Türkleri oluşturuyor, çok az sayıda da Rus, Ukraynalı ve Tatar var. Tarihinde çok ciddi depremler yaşamış Gence, yerle bir olmuş, ama her seferinde yeniden yapılanmış. Şehrin çevresi de kendisi kadar güzel ve görülmeye değer. Kente 15 km uzaklıktaki İmamzade Türbesi, mavi kubbesi ile göze çarpıyor. Türbede İmam Bagir bin İbrahim’in mezarı var.

Şehir etrafında doğa da muhteşem; şelaleleri, kesif ormanı, nehriyle eşsiz bir görüntüsü var. Gence yakınlarında, Kepez Dağı eteklerindeki Goy Göl, Azerbayan’ın, ormanın yeşili ile suyun derin mavisinin huzur içinde birleştiği en gözde yerlerinden. Göy Göle Azerbaycan Cumhurbaşkanının 2008 tarihli talimatıyla ile Milli Park statüsü verilmiştir.

İPEK YOLU ÜZERİNDEKİ İPEK ŞEHRİ
ŞEKİ

Şeki, deniz seviyesinden 700 m yükseklikte kurulmuş, etrafı dağlarla ve ormanlarla çevrili şirin bir kent. Eskiden, bir dönem “Nukha” diye anılmış. Şehrin en ilginç yeri, “Han Sarayı”.

Azerbaycan’ın kuzeyindeki Şeki şehri, Büyük Kafkas sıradağlarının güneyinde konuşlanmış bir dağ kenti. Adının, M.Ö. 7. yüzyılda buraya gelmiş ve asırlarca yaşamış olan Sakalar’dan kaldığı tahmin ediliyor. Kish ırmağının sol kıyısındaki düzlükte yer alan kent, aslında eskiden daha ilerde, dağın yamacında bulunuyormuş. Ama 18. yüzyılda meydana gelen bir sel ve heyelan faciasının ardından, şimdiki yerine, “Nukha” adlı bir köyün hemen yanına taşınmış. Bu yüzden, şehir bir süre “Nukha” olarak anılmış ama, 1960 yılında “Şeki” adı yeniden ve resmen geri dönmüş.

“Han Sarayı”

Bakû’ye uzaklığı 370 km. olan Şeki, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunuyor. Burası aynı zamanda tanınmış bir ipekçilik merkezi. Eski Sovyetler Birliğinin en büyük ipekçilik tesisleri burada kurulmuş. Bugün “İpek Kombinat” adını taşıyan fabrika hâlâ hizmette.

Tuğladan yapılmış eski evleri ve daracık sokaklarıyla çok sevimli bir kent olan Şeki’de görülmesi gereken yerlerin başında “Han Sarayı” geliyor. Han sarayı, 1762 yılında Hüseyin Han tarafından yaptırılmış. Hüseyin Han, aynı zamanda, “Müştak” takma adıyla eserler vermiş olan ünlü bir şair. İki katlı olan sarayın süslemelerine hayran kalmamak gerçekten elde değil. Bir tanesi 24 m. uzunluğunda olan çeşitli freskler ve olağanüstü cam ve vitray işçiliği görmeye değer. Söylendiğine göre, saray hiç çivi kullanılmadan inşa edilmiş ve bu özelliği ile dünyada bir eşi yok. Sarayın cephesi çiçek resimleri ve geometrik desenlerle süslenmiş. Binanın iç duvarları ise 18. yüzyıl freskleri ile kaplı. Fresklerin çoğunda vazo içinde çiçek figürleri var ama, birinci katın salonlarında daha çok av ve savaş sahneleri görüntülenmiş bulunuyor. Yani, Han Sarayı, 18. yüzyıl Azerbaycan folklorunun en ilginç örneklerinin sergilendiği çok kıymetli bir yapı ve Şekililer için bir iftihar vesilesi.

Han Sarayı’nın hemen yakınındaki Şeki Kalesi, 1960’lı yıllarda sıkı bir restorasyondan geçtiği için, sapasağlam görünüyor. Kale’nin biri kuzeye, diğeri güneye açılan iki kapısı var. Kale’nin içinde de, gözden kaçırılmaması gereken iki müze bulunuyor. Bunlardan birincisi içinde çeşitli dönemlere ait el sanatları ürünlerinin sergilendiği “Şeki Tarih Müzesi”. Müzenin ünü, özellikle ipek üretimini ve ticaretini anlatan objelerden kaynaklanıyor. İkinci müze ise, aslında, 3-5. yüzyıldan kalma bir “Alban Kilisesi”. Artık bir sanat objeleri müzesi olarak hizmet veriyor.

Şeki’deki camilerin içinde en ünlüsü “Aka Han camii” de denilen “Cuma Camii”. Zaten 40 m. yüksekliğindeki minaresiyle hemen göze çarpıyor. 18. yüzyılda inşa edilmiş. Şehirde ayrıca, 19. yüzyıla ait bir hamam ve bir de Kervansaray var.

“Gelersen, görersen”

Şehrin merkezindeki iki yüksek yapı Sovyet döneminde inşa edilmiş. Buradan bütün Şeki’yi ve kırmızı kiremitli damları görmek mümkün. Tiyatro sevenler için, “Drama Tiyatrosu”, Azatlık Caddesinde. Ayrıca, Şeki’li eğitimci ve yazar Raşitbey Efendi’nin evi de müzeye dönüştürülmüş. Han Sarayı’na giderken, tam yol üzerinde bulunuyor.

Şehir merkezinin dışında, “Gelersen-Görersen” adını taşıyan bir kalenin kalıntılarını da ihmal etmemeli. Kale kumandanının kendisini tehdit eden düşmana “Gelirsen, – gününü- görürsün” diye haber yollaması üzerine böyle adlandırılan, şehrin hemen kuzeyindeki bu kaleye, siz yine de gidin. Güzel şeyler göreceksiniz… Şehir dışında, bir de, 7. yüzyıldan kalma Alban Mabedi var. Bu gezi yerleri, şehir merkezinden sadece 15 dakika uzaklıkta.

TÜRKİYE’NİN SINIR KOMŞUSU
NAHÇIVAN

Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, İran ile Ermenistan arasında yer alıyor. Türkiye ile de kısa bir sınırı var. Azerbaycan ile bağlantısı hava yolu ile yapılan Nahçıvan, küçük bir kent ama kültür varlıkları çok yüksek.

Nahçıvan şehri, kendi adını taşıyan “Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti“nin başkenti. Nahçıvan Cumhuriyeti ise, Azerbaycan sınırları dışında, ama Azerbaycan’a dahil olan bir bölge. Kuzeyinde ve doğusunda Ermenistan, güneyinde ve batısında ise İran var. Nahçıvan, ayrıca Türkiye ile de sınır komşusu. Kuzey-Batı’sında yaklaşık 15 km’lik bir ortak sınır, onu Türkiye ile birleştiriyor. Iğdır‘dan ya da Erzurum‘dan Nahçıvan’a otobüsle gitmek mümkün. Ama, Bakû‘ye sadece uçakla gidilebiliyor. Çünkü Dağlık Karabağ‘ın Ermenistan tarafından işgal edilmiş olması, Nahçıvan’ın Bakû ile karayolu ve demiryolu bağlantılarını hayli zorlaştırmış.

“Biz ölürük, eser kalır yadigâr”

Iğdır’dan otobüse bindiğinizde, Aras nehri üzerindeki Hasret köprüsü’nden geçerek 160 km uzaklıktaki Nahçıvan’a kolayca ulaşabilirsiz. İstanbul’dan uçakla da gidilebiliyor. Aras nehrinin kolu olan Nahçıvan çayı kıyısındaki bu düzenli ve sakin şehirde 65 000 kişi yaşıyor. Şehrin, Sovyet döneminden sonra, ana dokusu korunarak yenilenmiş hali, geniş caddeleri, parkları ve son derece modern kamu binaları ile bugün refah ve huzur içinde görünüyor.

Aslında, Nahçıvan Azerbaycan’ın en eski şehirlerinden biri. Antik Yunan bilim adamı Ptolemeus, M.Ö. 2. yüzyılda Nahçıvan’dan “refah içinde bir kent” olarak söz etmiş. Asırlar boyunca sürüp giden istilâlar nedeniyle, defalarca yıkılıp yeniden kurulan bu sevimli şehir, artık huzurlu bir bilim ve kültür kenti havasında. Nahçıvan’da halen bir üniversite ve “Azerbaycan Milli İlimler Akademisi”nin şubesi bulunuyor.

Nahçıvan’ın en çok ziyaret edilen yeri, Mümine Hatun Türbesi. Bu türbe, 12.yüzyılda, Atabey İldeniz Cihan Pehlivan tarafından, 30’lu yaşlarında vefat eden eşi Mümine Hatun adına yaptırılmış. Selçuklu mimari özellikleri sergileyen türbe, hafif eğri duruyor. Horasan harcı kullanılarak tuğladan inşa edilen kümbetin dış sütunlarında Yasin Suresi tekrarlanmış. Üst kısmında mimarının kûfî yazısıyla yazılmış bir sözü var: “Biz gedirik, ancak kalır rûzigâr. Biz ölürük, eser kalır yadigâr“. Bu son derece estetik türbe, dış cephesindeki yüksek nişler, aralarında turkuaz çinilerin parladığı geometrik desenler ve ince ince işlenmiş hatlarıyla tam bir başyapıt.

Nahçıvan Kalesinin yanındaki Nuh Peygamber Türbesi de kutsal yerlerden. Türbenin tam karşısında, ortasındaki yarıkla olağanüstü bir görüntü sergileyen Gemikaya bulunuyor. Rivayete göre Nuh Tufanı burada yaşanmış; dağ yarılıp Nuh’un gemisine yol vermiş ve o yarıktan geçen gemi Gemikaya’ya çıkmış. Nahçıvan’da ayrıca, 12. yüzyıl eseri, sekizgen Atababa türbesini ve Stalin döneminde Sibirya’da ölen Hüseyin Cavit’in 1993’te beyaz mermerden yapılmış olan kabrini de görmek gerekiyor.

Nahçıvan’daki Devlet Halı Müzesi’nin dünyada bir benzeri yok. 14.yüzyılda kışla olan binada bugün sergilenen 18-20.yüzyıllara ait KubaŞirvan, Tebriz, Nahçıvan, Karabağ ve Gence halılarına paha biçilemiyor. Müzenin en kıymetli eseri, 8 kadın tarafından 8 ayda tamamlanan, 1,2 milyon adet ilmikli Haydar Aliyev halısı. Nahçıvanlı olan merhum Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev‘in anısının yaşatıldığı Haydar Aliyev Müzesi de, özellikle geceleri ışıl ışıl.

Şehirde ayrıca, Devlet Tarih Müzesi, Edebiyat Müzesi, ilk oyunun 1883’te sergilendiği Müzik ve Drama tiyatrosu, ünlü Azerbaycanlıların müzeye dönüştürülmüş evleri gezebileceğiniz diğer mekanlar. Halk kahramanı Köroğlu’nun heykeli, şahlanmış atının üstünde şehri korurken, ana vatanı Nahçıvan olan Dede Korkut’un heykeli de çok güzel bir meydanda masallarını anlatmak üzere ziyaretçilerini bekliyor.

Tuz hastanesi

Nahçıvan’a 14 kilometre uzaklıktaki Tuz Dağı Mağarası’nda ise astım, bronşit ve nefes darlığı çeken hastalara şifa dağıtan ilginç bir hastane var. Yerin 180 metre altında bulunan bu hastane dünyada tek. Mağaradaki ısı yaz-kış 18-20 derece. Hastalar geceyi burada geçirip sabaha kadar havadaki iyotu teneffüs ediyorlar. Bu tedavinin çok olumlu sonuçlar verdiği herkes tarafından kabul ediliyor.

GİZLİ
GÜZELLİKLER

Azerbaycan, zengin doğal kaynakları, çok eskilere kadar giden tarihi ve kültürü, misafirperver halkı ve farklı uygarlıkların uyumlu karışımları sonucunda oluşmuş gelenekleri ve yaşam tarzıyla, harika bir ülke. Ülkede, gizli kalmış birçok değerli turizm alanı keşfedilmeyi bekliyor.

Azerbaycan, çok eski çağlardan bu yana, üzerinde insan topluluklarının yaşadığı, çeşitli uygarlıkların somut izler bıraktığı ve bir çok arkeolojik eserin günümüze kadar korunduğu bir ülke. Eski mimari kalıntıların yanında, el yazması eserler veya geleneksel halı örnekleri gibi pek çok değişik konudaki ilginç kültür ürünleri, turizm açısından ülkenin önemli kozları arasında bulunuyor. Tarihi çok eskilere dayanan şehirlerin yanında, saraylar, kaleler, camiler ve Azerbaycan’a has “Ateşgâh” mekânları, görülmesi gereken yerlerin başında geliyor.

“Ateşgâh”

Bir petrol ve doğal gaz ülkesi olan Azerbaycan’da, özellikle Abşeron yarımadasında, topraktan sızan gaz nedeniyle hiç sönmeyen ateşlerin yandığı yerler var. Bunların en görkemlisi, Bakû’ya 30 km uzaklıktaki Surakhani’de bulunan ünlü Ateşgâh. Aslında, burası eski bir ateş tapınağı kompleksi. Hiç sönmeyen bir ateşin yanıyor olması, eski dönemlerde, buraya ilâhi bir anlam yüklenmesine yol açmış. Alan, ateşe tapan Zerdüştler için kutsal bir yer, adeta bir hac yeri olmuş. O zamanlar burada, ruh arıtma, çile çekme gibi dinsel uygulamalar yapılırmış, örneğin, kor ateş üzerine uzanmak, ya da zincirlenmek gibi. Şimdi, Ateşgâh’da bu yöntemleri mankenlerle anlatan bir müze var. Bu Zerdüşt tapınağı, bölgeye islâmiyetin gelişi ile yıkılmış, pek çok Zerdüşt başka yerlere göç etmiş. Ateşgâh’ta şu anda mevcut olan binayı, 18.yüzyılda Hindular yapmışlar. 19.yüzyıl ortalarında, yeraltındaki hareketlilik sonucunda gaz çıkışı kesilince, alandaki iki delikte yanan ateş sönmüş. Zerdüşt hacıları, bunu, tanrının kendilerini cezalandırışı olarak algılamışlar. Böylece, 1880’e kadar bir ibadet yeri olan Ateşgâh dinî işlevini yitirmiş ve 1975’te, restorasyon çalışmalarından sonra, bu kez bir ziyaret yeri olarak kamuya açılmış.

“Kobustan”

Bakü’nün 65 km güney-batısındaki Kobustan (ya da Gobustan) volkan kayalıkları, olağanüstü bir açık hava müzesi. UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan ve koruma altında olan bu alanda, neolitik çağda kayalar üzerine yapılmış resimler bulunuyor.

En eskisinin M.Ö. 12. yüzyıla ait olduğu belirlenen bu kaya resimlerinde, insan figürleri yanında, at, öküz, geyik, domuz ve balık gibi hayvan figürleri, av sahneleri, dini törenler, kullanılan el aletleri gibi figürler var. Ayrıca şaşırtıcı gemi resimleri de görülüyor. Bu resimlerdeki gemilerin Viking teknelerine benzemesi, ünlü Norveçli bilim adamı Thor Heyerdahl’ın da dikkatini çekmiş ve yaptığı araştırmaların sonucunda, İskandinav halklarının buradan göç etmiş olabileceğini söylemiş.

Kobustan’da, binlerce yıla yayılan geniş bir dönemde yapılmış, yaklaşık 4000 resim var. Bu resimlerden en büyük olanının genişliği 9 metre. Resimlerin yapıldığı çağlardan çok sonra, M.Ö. 4. yüzyılda buralara gelen Büyük İskender’in askerleri ve M.S. 2. yüzyılda, imparator Trajan’ın Romalı askerleri de boş durmamışlar ve arkalarında bir takım duvar yazıları bırakmışlar. Sit alanı, buz çağından sonra burada yaşamış olan kolonilerden ve mezarlıklardan geriye kalanları ve mağaraları da barındırıyor. Söylendiğine göre, mağaralar canlı yakalanan av hayvanlarının barınağı olarak kullanılıyormuş.

Turistlerin çok ilgisini çeken Kobustan, aslında bölgede çalışan taş ocağı işçileri tarafından tesadüfen keşfedilmiş. Arkeolojik çalışmalar ise, 1939 yılında başlamış. Bugün, sit alanının girişinde, küçük bir müze de bulunuyor.

Ceylanların yeri

54.374 hektarlık bir alanı kaplayan Şirvan Milli Parkı, başta ceylanlar olmak üzere doğal yaşamı korumak amacıyla 1969’da oluşturulmuş. Milli park ilan ediliş tarihi ise 2003. Bakû’ya uzak olmayan Şirvan Milli Parkında, göller, bataklıklar ve kum tepeleri bulunuyor. Bu alanda, ceylanların önceliği var. Ayrıca, ender bulunan kuşlar, 30 çeşit memeli hayvan, 30 kadar da sürüngen ve kurbağa türü koruma altına alınmış. Kendine özgü bazı bitki türlerini de barındıran Park sanki cennetten bir köşe gibi.

Beylagan ve Agcabedi bölgelerinde yayılan Ag-Göl Milli Parkı’ndaki sulak alanlar ise, göçmen kuşların uğrak yeri. Zemini kumluk olan Park, 140 kuş türü barındırıyor. Sazlıklardan havalanan kuşlar eşliğinde kayık sefası yapabilirsiniz. Ülkenin en güneyindeki Lankaran bölgesinde bulunan Kızılağaç doğal rezervi ise, çok sayıda ve türde hayvana ev sahipliği yapıyor. Dikkat edin, her an karşınıza kaplan ya da yaban domuzu çıkabilir.

Gala

Abşeron yarımadasının tam merkezinde bulunan Gala (yani Kale) köyü, yüzyıllar öncesine giden geçmişi ve mimari zenginliği ile diğer yerleşim birimlerinden ayrılıyor. 200 hektarlık alanda 243 eser var. 1988’de Devlet koruması altına alınan Gala’nın adı, burada bulunan bir ortaçağ kalesinden geliyor. Bir tepe üzerine 14.yüzyılda kurulmuş olan kale, köyün tarihi merkezi. Azerbaycan’da bir çok yerde olduğu gibi, burada da bir Cuma Camii var. Sur dibine inşa edilmiş bu tonozlu caminin altında da girişi muhafaza edilebilmiş bir yeraltı tüneli yer alıyor.

Antik dönemden beri tarım ve hayvan besiciliği yapılıyor Gala’da. Köy kavunu, karpuzu ve çok özel bir ırktan atları ile ünlüymüş. Keçileri de bütün Azerbaycan’da tanınıyor. Gala’nın çok karakteristik şehirleşme çizgileri var. Yekpare kocaman bloklarla çevrili evler, doğal kale gibi. Günümüzde bu evlerden biri Etnoğrafya Müzesi yapılmış. Girişteki bahçede bir kuyu var, müzenin iç avlusu da tipik özellikler sergiliyor. Taşlar süslü yazılarla ve desenlerle bezeli. Penceresiz iç duvarlarda nişler, taş ve briketle yapılmış konik tavanda da havalandırma delikleri mevcut. Ek binalar farklı tarihlerden; mimarileri de farklı. Kare temel üzerine inşa edilmiş, üst kısımları kubbeli yapılar, ambar olarak kullanılıyor, içinde kuru ot ve saman saklanıyormuş. Kayaya oyulmuş merdivenlerle inilen kuyu ve yeraltı sarnıcı sayısı da hayli fazla.

Köyün eski mezarlığında bulunan anıtsal yapılar, tarihi ve mimari açıdan çok özel. Geleneksel mezarların yanında, farklı yapıda, son derece değişik, çok sayıda mezar mevcut. Bazılarının üzerlerinde yazı yok, bazıları da etrafında yuvarlak ya da oval şekilde dizilmiş taşlarla çevrili oluşları ile diğerlerinden ayrılıyor. Mezarların bir kısmının yönü, geleneğin dışında, Mekke’ye dönük değil. 1625 tarihli Muhammed Türbesi’nin duvarlarında ise kurşun izleri görülüyor. 1930 yılında, Sovyet hükümetine muhalif köylüler, bu mezarlıkta kurşuna dizilmiş.

Büyüleyici Manzaralar

Abşeron yarımadasında, denizden gelen saldırılardan korunmak amacıyla Şirvanşahlar tarafından yapılmış 14.yüzyıl tarihli ortaçağ kaleleri var; en iyi korunmuşları Ramana, Nardaran ve Mardakan kaleleri. Alban mimari tarzıyla inşa edilmiş kilisesi ile Kiş köyü; hamamı, camisi, bakır atölyeleri ile kanyon manzaralı Lahij; islâm sanatı şaheseri Şirvanşahlar sarayının bulunduğu Şamakhi kasabası; Artyom adası; Yahudilerin Azerbaycan’daki ilk yerleşim alanlarından Krasnaya Sloboda ve çok sayıda anıtsal yapısı, arkeolojik alanları ve meşhur halı-kilimleri ile Kuba şehri, ziyaret etmekten çok keyif alacağınız yerler.

EKONOMİYİ ÇEŞİTLENDİRME ÇABALARI

Azerbaycan, başta petrol ve doğalgaz olmak üzere, çok zengin doğal kaynaklara, ayrıca tarıma uygun geniş çiftlik alanlarına sahip. Bunun sonucu olarak, ülke ekonomisi genelde yer altı kaynaklarının işletilmesine ve tarıma dayanıyor.

Son yıllarda, Azerbaycan’ın ekonomik açıdan istikrarlı bir kalkınma içinde olduğu gözlemleniyor. Ülkede uygulanan ekonomi politikalarının sonucunda, 2005-2010 yılları arasındaki dönemde, hem genel açıdan, hem de petrol dışındaki sektörlerde, düzenli bir ilerleme kaydedilmiş. Örneğin, 2010 yılında GSMH yüzde 5 oranında, kişi başına düşen milli gelir ise yüzde 3,7 oranında artmış. Başka bir deyişle, Azerbaycan’da kişi başına düşen milli gelir, 2010 verilerine göre, yaklaşık 5800 ABD doları.

Zengin doğal kaynaklar

Azerbaycan doğalgaz, petrol, demir cevheri, kurşun, çinko, kobalt, tuz rezervleri, bakır ve kükürt yatakları ile çok zengin yeraltı kaynaklarına sahip. Ama, ekonomide en büyük pay petrolün. Petrol ve doğalgaz, ülke ekonomisinin yaklaşık yüzde 75’ini oluşturuyor. Bu zenginlik her ne kadar bir avantaj gibi gözükse de, Azerbaycan yönetimi ekonomiyi çeşitlendirmek ve petrol dışı ürünlerin ekonomideki payını arttırmak için büyük çaba sarf ediyor. Nitekim, geçtiğimiz yıl, petrol sektöründeki sanayi üretiminde yüzde 1,7 oranında artış olurken, petrol dışındaki sanayi ürünlerindeki artış yüzde 6,6 olarak gerçekleşmiş. Azerbaycan’ın sanayi tesislerinin çoğu Abşeron bölgesinde. Ağır sanayide enerji, metalurji, makina imalatı, kimya ve orman ürünleri öne çıkıyor. Hafif sanayi ise petrokimya, gıda, giyim, dokuma, deri, kürk ve kundurada yoğunlaşıyor. Son dönemde silah sanayii ve elektronik malzeme üretimi de artmış.

Aslında, 1991’de ilân edilen bağımsızlık sonrasında, Azerbaycan için, bugünlere gelmek çok da kolay olmamış. Komünist ekonomik düzenden birdenbire serbest piyasa ekonomisine geçişin ilk yıllarında pek çok zorlukla baş edilmiş. Bir yandan özel mülkiyet, devlet tahvilleri, toprak kanunu, ve vergilendirme gibi konularda yeni düzenlemeler yapılırken, dış ticaretin serbestleştirilmesi amacıyla, pazar ekonomisi taleplerine cevap vermeye yönelik mevzuat değişiklikleri de öncelikli olarak ele alınmış. Böylece, ülkeye yabancı sermaye akışı sağlanmış ve uygulanan ciddi sosyal ve ekonomik reformlarla kapsamlı bir kalkınma süreci başlatılmış.

Bugün, Azerbaycan, turizm potansiyeli de yüksek olan bir ülke. Zaten 2011 yılı “Turizm yılı” olarak ilân edilmiş bulunuyor. Hem yaz turizmi, hem de doğa sporları açısından geniş imkânlar sunan Azerbaycan, tarihi ve kültürel birikimleriyle de yabancıların ilgisini çekiyor. Başkent Bakû’nun her hangi bir Batı kentinden farkının olmaması da ayrı bir cazibe nedeni.

Tarım ve diğerleri

2008 yılında dünyaya damgasını vuran krize rağmen, Azerbaycan 2009 ve 2010 yıllarında, yüzde 15 gibi bir oranla ekonomisini büyütmeyi başarmış. Aynı zamanda, ekonomisini petrol dışı ürünlerle çok yönlü hale getirmeyi ve yeni iş fırsatları yaratmayı da amaçlamış. Bu durum, Batıyı Bakü’ye çeken en önemli faktör. Ülkede yaşam kalitesi de inanılmaz bir hızla artıyor. Bir yandan şehirleşme projeleri hızla ilerlerken, bir yandan yeni sosyal ve kültürel yaşam alanları açılıyor. Son beş yılda telekomünikasyon ve inşaat alanları, büyümenin itici gücü olmuş.

Azerbaycan dağlık bir ülke ama, verimli arazilere de sahip. Topraklarının yüzde 7’si tarıma çok elverişli. Yetiştirilen başlıca ürünler tahıl, meyve, pamuk, çay, tütün, üzüm, mısır, pirinç ve turunçgiller. Dut ağacından ipek kozası elde ediliyor, ipekçilik oldukça yaygın. Azerbaycan ekonomisinde balıkçılık, hayvancılık ve arıcılığın da önemli yeri var.

2010 verilerine göre Azerbaycan’ın 147 ülke ile yaptığı ticaretin hacmi 28 milyar dolar. Türkiye ile yapılan ticaretin hacmi ise, 2,5 milyar dolar civarında. 2010 yılında, ekonomiye 8 milyar dolarlık yatırım yapılmış. Bu miktar, bir önceki yıla kıyasla yüzde 21,2’lik bir artışı gösteriyor. Ülkede döviz rezervi 30 milyar dolar, enflasyon oranı ise 2010’da yüzde 5,7 olmuş. Yoksulluk belirgin şekilde azaltılmış. Zaten, sosyal adalet ve refah konuları Azerbaycan politikalarının temel ilkelerinden.

EKONOMİNİN CAN DAMARI
PETROL VE DOĞALGAZ

Azerbaycan dünyanın önde gelen petrol ülkelerinden biri. Burada Ortaçağdan beri petrol üretimi yapılıyor. Bugün de ekonomisinin yüzde 75’ini petrol ve doğalgaz oluşturuyor. Azerbaycan, petrolü ve doğalgazı hem üreten, hem de dünyanın başka bölgelerine ulaştıran çok özel bir ülke.

Petrol üretimi konusunda dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olan Azerbaycan, bu alanda çok eskilere giden tarihi ve üretimde edindiği deneyimlerle de öne çıkıyor. Azerbaycan’da, Ortaçağ’dan beri petrol üretildiği bilinen bir gerçek. 17. yüzyılda Bakû’yu ziyaret eden Evliya Çelebi bile, “Bakû kalesinin çevresindeki 500 kadar kuyudan asidi arıtılmış siyah ve beyaz yağlar çıkarılıyor” diye yazmış. Tabii, o zamanlar petrol öncelikle yakacak olarak; zaman zaman da tıbbi tedavilerde, ya da askeri amaçlarla kullanılıyormuş. Petrolün stratejik bir enerji maddesi olarak endüstride bugünkü önemli yerini alması, 18. ve 19. yüzyıllarda dünyayı saran sanayi devrimi ile başlıyor. Petrola olan talebin, deyim yerindeyse, aniden patlaması, dikkatlerin derhal Azerbaycan üzerinde yoğunlaşmasına neden olmuş ve yine deyim yerindeyse, ülkeye dalga dalga yabancı sermaye yağmış. Bu dönemde, Bakû’nun petrol üretimi konusundaki yeni buluşların ve ileri teknoloji kullanma denemelerinin merkezi haline geldiği ve hızlı bir zenginleşme süreci yaşadığı görülüyor.

Nobel kardeşler Bakû’da

Dünyada, modern anlamdaki ilk petrol kuyusu, 1847 yılında, Bakû yakınlarındaki Bibi-Heybet’te açılmış. 21 metre derinliğindeki bu kuyunun ardından, Balakhani’de açılan ikinci kuyuda da üretime geçilmiş. Bu kuyuların tarihi önemini vurgulayabilmek için, ABD’deki ilk petrol kuyusunun Bibi-Heybet’den 10 yıl sonra, 1857 yılında açıldığını belirtelim. Tabii, o yıllarda üretim nisbeten ilkel yöntemlerle, örneğin elle çalıştırılan pompalarla yapılıyormuş. Ama yine de çok hızlı bir petrol endüstrisinin doğmaya başladığı, hemen o yıllarda Surakhani’de bir “kerosen” fabrikasının, Pirallahi adasında da bir “parafin” fabrikasının açılmasından anlaşılıyor.

İlk petrol kuyularının açılmasının ardından, Bakû’de peş peşe kurulan Petrol şirketleri, üretilen petrol miktarını dev boyutlara taşımaya başlayınca, şehir de çok zenginleşmiş. Petrol zengini yerli ve yabancı firma sahipleri Bakû’da muhteşem villalar yaptırıp, son derece lüks bir yaşam tarzının yaratıcı olmuşlar. Bu villalardan bazıları bugün de yerlerinde duruyor ve o dönemle ilgili somut bilgiler veriyorlar.

O dönemde, Bakû’nun parlak gelişimini gören ve burada petrol şirketi kuranlardan biri de, ünlü Nobel ödülünün kurucusu, mucit ve bilim adamı Alfred Nobel ile kardeşleri. 1873 yılında, o sıralar Amerika’dan aldığı petrolü Finlandiya’ya satmakta olan, Robert Nobel, yani kardeşlerin en büyük olanı, Azerbaycan’da yeni fırsatlar olduğunu görüyor ve bizzat Bakû’ya gelerek Abşeron yarımadasında incelemeler yapıyor. 1875 yılında da, Robert, Ludvig ve Alfred Nobel’in Azerbaycan’daki petrol faaliyetleri başlıyor.

Dünyanın ilk petrol tankerini de Nobel kardeşler yapmışlar. 1877’de inşa edilen bu geminin adı “Zoroaster”, yani “Zerdüşt”. Bilindiği gibi, islâm dini öncesinde, bölgede Zerdüşt tarafından çıkarılmış olan dine inananlar yaşamaktaydı. Ortanca kardeş Ludvig Nobel’in yeni ve modern bir rafineri modeli tasarlaması üzerine, Nobel kardeşler,1879 yılında “Nobel Kardeşler Petrol Kumpanyası” ismiyle kendi şirketlerini kurmuşlar. Daha sonraki yıllarda başarıdan başarıya koşan şirket, bir dönem, Bakû’de çıkan petrolün yarısını üretir hale gelmiş. Nobel’lerin 1882 yılında, büyük bir parkın içinde inşa ettirdikleri “Villa Petrolea” isimli muhteşem villa, bugün bile dillere destan.

Ortanca kardeş Ludvig Nobel, 1888 yılında, Fransa’da ölmüş. Bir Fransız gazetesi, Ludvig ile dinamitin mucidi olan kardeşi Alfred Nobel’i karıştırıp, “Ölüm taciri öldü” diye bir haber yayınlamış. Kendisinin “ölüm taciri” olarak nitelenmesine çok üzülen Alfred Nobel, bir vakıf kurarak, ölümünden sonra Nobel ödüllerinin verilmesini vasiyet etmiş. Vakfın gelirlerinin yüzde 12’si, günümüzde de Nobel Vakfının Azerbaycan petrollerinden elde ettiği gelirden sağlanıyor. Nobel’lerin Azerbaycan’daki işleri, 1917 Sovyet devriminden sonra bozulmaya başlamış. Sahip oldukları varlıkları Bolşevik iktidara devretmek zorunda kalmışlar. Nobel’lerin varisleri, Kızılordu’nun 1920’de Bakû’ya girmesinin ardından, şirketlerini Amerikan “Standart Oil” firmasına satıp petrol işinden çekilmişler.

“Neft daşları”

1901 yılında, Azerbaycan 11,5 milyon tonluk petrol üretimiyle, dünya birincisiymiş. 2010 yılında, artık daha çok üretim yapan başka ülkeler var. Ama Azerbaycan’ın 2010 yılı üretimi de 50,8 milyon ton. Ülkedeki petrol rezervlerinin ise 270 milyar varil olduğu hesaplanıyor.

Azerbaycan, sadece karadaki kuyulardan değil, denizden de petrol çıkarma konusunda öncü bir ülke. 1949 yılında, Hazar Denizi’nin karadan 40 km açığında petrol bulunması, üretimde yeni bir dönemin de başlangıcı olmuş. Bakû’dan 100 km uzaklıkta kurulan sondaj platformu, zaman içinde genişleyerek alışılmadık bir şehir haline dönüşmüş.

Buraya “Neft Daşları” diyorlar. Yani, “Petrol Kayaları”. Dünyada, denizin ortasında beton direkler üzerine inşa edilmiş ilk şehir. Petrol üretiminde çalışan mühendisler ve işçiler, aileleriyle birlikte burada yaşıyorlar. Yan yana platformları birbirine bağlayan, köprü biçimindeki yollardan arabanızla giderek, okula, hastaneye, ya da alışveriş alanlarına ulaşabilirsiniz. Denizin ortasında 8-10 katlı blok apartmanları görmek insanı şaşırtıyor. Birbirine paralel uzanan karmaşık bir boru hatları sistemi de manzaraya dahil bulunuyor. Neft Daşları, sanki dünyanın dışında yer alan, tıpkı bir uzay istasyonu gibi, yeryüzünde başka bir benzeri de olmayan çok farklı bir âlem.

Enerji nakil sistemi

Azerbaycan’ın en önemli ihracat kalemi petrol. Azerbaycan bütçesindeki toplam gelirin yarısı petrol ihracından geliyor. Buna doğalgaz da eklenince, toplam ihracatın yüzde 90’ının petrol ve doğalgazdan oluştuğu görülüyor. Bu önemli miktarların başka ülkelere nakledilmesi zorunluluğu, Azerbaycan’ı petrol ve doğalgaz boru hatları konusunda da uzman bir ülke haline getirmiş. Halen Rusya’ya gönderilen petrol ve doğalgaz hatlarının yanı sıra, Türkiye üzerinden ihraç edilen enerji de önemli boyutlarda.

Kısaca “BTC” olarak bilinen “Bakû-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı”, 2006 yılında hizmete açılmıştı. Bakü’den başlayıp Gürcistan üzerinden geçerek Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’da son bulan bu hat sayesinde, Azerbaycan’ın Hazar kıyısındaki petrol sahalarından elde edilen petrol en hızlı ve ekonomik şekilde dünya pazarlarına taşınıyor. Ucuz ve istikrarlı enerji kaynaklarına sahip olabilmenin birincil önem taşıdığı günümüzde, BTC Boru Hattı stratejik bir öneme sahip. BTC’nin uzunluğu 1760 km. Toplam maliyeti ise yaklaşık 4 milyar dolar.

Doğalgaz konusunda ise, toplam rezervi 2,2 trilyon m³ olan Azerbaycan’ın 2010 yılı üretimi 27 milyar metreküp olmuş. Bu rakamın, 2020’de 54 milyar metrekübe çıkması hedefleniyor. Azerbaycan doğalgazı Türkiye’ye “Bakû- Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı” ile ulaşıyor.

Enerji nakil sistemleri konusunda, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki işbirliği sadece bunlarla da sınırlı değil. Türkiye, Erzurum’a ulaşan Azerbaycan doğalgazının, buradan Avusturya’ya gönderilmesini sağlayacak “Nabucco” projesinin önemli bir aktörü olmanın yanında, “TAP” ve “ITGI” projelerinin içinde de yer alıyor. Kısaca “TAP” olarak adlandırılan “Trans Adriyatic Pipeline” projesi, Azerbaycan doğalgazının Türkiye’den Yunanistan’a, oradan Arnavutluk’a, oradan da deniz altına döşenecek boru hattıyla İtalya’ya ulaştırılmasını öngörüyor. Kısa adı “ITGI” olan “Interconnector Turkey-Greece- Italy” projesi de, aynı şekilde, Azerbaycan doğalgazını Güney Avrupa’ya ulaştırmayı hedefleyen diğer bir çalışma. Bu proje ile yılda 10 milyar metreküp doğalgazın Avrupa’ya taşınması amaçlanıyor.

ÖZGÜN KÜLTÜR,
ÖZGÜN SANATÇILAR

Azerbaycan kültürü Türkiye ile bir çok ortak unsura sahip ve bu yüzden bize hiç de yabancı gelmiyor. Örneğin, Leyla ile Mecnun’un hikâyesinden Dede Korkut’a, Kafkas danslarından halı dokumacılığına kadar bir çok konuda aynı değerlere ve beğenilere sahibiz.

Azerbaycan kültür ve sanat dünyasının zenginliği bilinen bir şey. Tarih boyunca çeşitli uygarlıklarla etkileşim içinde bulunan Azerbaycan halkı, kültür ve sanat birikimlerine sürekli yeni değerler katarak, çok kültürlü olmanın zenginliğini sağlamışlar. Örneğin, edebiyat alanında, İslâm, İran, Batı ve Türk dünyası ile etkileşim içinde olan Azerbaycan, kendine özgü sanatçılarının muhteşem eserleriyle çevresindeki diğer toplumların da hayranlığını kazanmış.

Nizami’den çağdaş edebiyata

Ortaçağdan itibaren, bizim “Leylâ ile Mecnun” diye bildiğimiz ama Azerbaycan’daki adı “Leyli ve Mecnun” olan mesnevinin yazarı Nizami Gencevi’yi, hurufiliği savunduğu için derisi yüzülerek öldürüldüğü rivayet olunan İmadeddin Nesimi’yi, ünlü divan şairi Fuzuli’yi, ayrıca Nahçıvan’lı Dede Korkut ve şiirle halkı kaynaştıran Molla Panah Vakıf gibi büyük isimleri çıkaran Azerbaycan edebiyatı, daha sonraki dönemlerde Batı’daki siyaset ve kültür akımlarının tesiri altına girmiş.

Azerbaycan edebiyatı, 19.yüzyılda kendi rönesansını yaşamış. Sovyet döneminde öne çıkan yazarlar arasında, romantizm akımının kurucularından Hüseyin Cavit ilk akla gelenlerden. Sovyet rejimine uygun eserler yazmadığı için Sibirya’ya sürülen ve orada ölen yazarın naşı doğumunun 100.yılında Nahçıvan’a getirilmiş. Aynı dönemin şairlerinden olan ve tiyatro eserleri ile de tanınan Samed Vurgun ise, Sovyet rejimi ile uzlaşmış bir kişi. Modern Azerbaycan şiirinin temel taşlarından birisi olarak niteleniyor ve çok beğeniliyor. Stalin döneminde Azerbaycan kültürünü yaşatma çabaları nedeniyle rejime ihanetle suçlanan ve 31 yaşındayken idam edilen Şair Mikail Müşfik ve ülkede mizah edebiyatının öncüsü olan Elekber Sabir diğer öne çıkan isimlerden.

2009’da ölen dünyaca ünlü şair ve yazar Bahtiyar Vahabzade ise, ne milliyetçi damgası yemekten, ne de Sovyet baskılarından yılmış. Halkın sıkıntılarını konu ettiği birçok yasaklı eserinin yurtdışında yayınlanmasını sağlamış. Milletvekilliği de yapan yazar, ülkesinin özgürlük simgelerinden biri. Azerbaycan edebiyatının çok ilginç örneklerinden bir başka yapıt ise “Kurban Said” tarafından kaleme alınan ve 20 dile çevrilen “Ali ve Nino” isimli roman. Roman, komünist rejim döneminde yasaklanmış ama aynı zamanda da bir efsaneye dönüşmüş. Roman, Azerbaycan´ın Ruslar tarafından işgalini ve bir müslüman Azerbaycanlı ile bir ortodoks Gürcü’nün tutkulu aşkını destansı bir üslupla anlatıyor.

Notaların cümbüşü

Çok büyük bir zenginliğe sahip olan Azerbaycan müziğinde Kafkas, Orta Asya ve İran etkileri gözleniyor. Ama, ülkenin kendine has gelenekel enstrümanları var ve bu aletlerle çok özgün bir müzik ortaya çıkıyor. Örneğin, geleneksel enstrümanlardan tar uzun saplı, telli bir alet. Diz üzerinde tutularak çalınıyor. Goşa nağara ise, çubuklarla çalınan bir tür davul. İskeleti çınar ağacından veya demirden, derisi ise deve derisinden yapılıyor. Bir tür akordeon olan garmon da halk oyunlarının vazgeçilmezi enstrümanı. Üflemeli bir çalgı olan tütek, Kafkasya müziğinin temel aletlerinden. En makbul olanı çürümeye yüz tutmuş göl kamışından yapılanı. Diğer bir üflemeli çalgı olan balaban’ın en kıymetlisi ise kayısı ağacından yapılıyor. Azerbaycan müziğinin en ünlü sanatçılarından biri olan Şevket Alekberova, hem bir kemençe ustası, hem de ülkenin en ünlü halk türküsü olarak biliniyor. Yaklaşık 20 ülkede konserler vermiş olan sanatçı, 1993’te yaşamını yitirmiş. Ülkenin diğer bir starı ise, ünlü Zeyneb Hanlarova. Türkiye’de de iyi tanınan sanatçı, 50 yıllık sanat hayatında hem klasik müzik, hem de halk müziği konserleri vermiş, geniş bir hayran kitlesine sahip olmuş.

Günümüzde, Alihan Samedov, en ünlü balaban virtüözü. Mirza Sadık Esadoğlu ve Ramiz Guliyev ise tarın önde gelen isimleri. Bütün Kafkasya’da tanınan Aşık Elesker ise, 19.yüzyıl Azeri saz üstadlarının en önemlisi. Azerbaycan’ın artık klasikleşmiş olan milli müziğine “muğam” deniyor. Muğam, karma ritmli ezgilerden oluşan folklorik bir müzik. Batılı müzik uzmanları, muğam ile jazz arasında benzerlikler görüyorlar. Zaten, 1979 yılında ölmüş olan, ünlü Azeri jazz sanatçısı Vakıf Mustafazade, muğam’ı jazz olarak çalarmış. UNESCO da, 2003 yılında, muğam’ı Dünya Mirası listesine dahil etmiş.

Muğam sanatının günümüzdeki büyük sanatçısı Alim Kasımov, şimdilerde kızı Fergana’yı da yetiştiriyor. Muğam’a senfonik özellikler eklemesiyle bilinen Fikret Amirov (1922-1984) ise ünlü bir besteci. Babası Meşhedi Cemil Amirov da tanınmış bir muğam şarkıcısı ve tar ustasıymış. Bakû’da bir de “Uluslararası Muğam Merkezi” bulunuyor. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in talimatı üzerine inşa edilen ve 2008 yılında açılışı yapılan binada, 350 kişilik bir konser salonu ile, stüdyolar ve dinleme odaları yanında, geleneksel müzik aletlerinin sergilendiği bir alan da bulunuyor.

Klâsik müzikte, besteci Üzeyir Hacıbeyov, Azerbaycan’da anıldığı şekliyle söyleyelim, “Leyli ve Mecnun”, “Aslı ve Kerem”, “Köroğlu” gibi operalarının yaratıcısı olmuş. Müzikbiliminin esaslarını belirlemiş, Azerbaycan Milli Marşını bestelemiş. “Arşın Mal Alan“ gibi müzikalleri, yazarlığı, şairliği, eğitmenliği ile çok yönlü bir kişilik sergileyen sanatçı, halk edebiyatını ve müziğini klasik batı müziği ile birleştirmiş. Doğum günü olan 18 Eylül tarihi, Müzik Günü olarak kutlanıyor.

Besteci Kara Karayev de, aşırı modernist yaklaşımları ve cesaretiyle biliniyor. Çeşitli türde 110 eser ile Azerbaycan müziğinde derin izler bırakan müzisyen, baleye yeni bir yol açmış. “Yedi Güzeller” adlı çalışması ilk Azerbaycan balesi. Uluslararası ün kazanan ilk Azerbaycanlı besteci olan Karayev, çok sayıda müzisyen ve besteci yetiştirmiş. Bugün de, birçok orkestra, müzik okulu ve mekan onun adıyla anılıyor, adına müzik festivali düzenleniyor.

Kafkas Halıları

Azerbaycan’da kültürel yaşamın öne çıkan unsurlarından bir diğeri de kuşkusuz halı ve kilim dokuma sanatı. Dekorasyonun ana öğesi haline gelen ve bir sanat-bilim koluna dönüşen halı dokumacılığı, Bronz Çağından beri yapılıyor. Dünyaca meşhur olan ve yüksek kalitesi ile hemen fark edilen Azerbaycan halı ve kilimlerinde her türlü desen ve motifi görmek mümkün. İpek halılar yanında, altın ve gümüş iplerle ya da inci ve mücevherle dokunanlara paha biçilemiyor. Bazılarında tablodan farksız; çiçek, insan, hayvan, geometrik desen, minyatür gibi öğeler var ve her bölgeye göre halının rengi, stili, kenar süslemeleri ve kompozisyonları değişiyor. Azerbaycan’da, halı dokumak bir sanat olmanın ötesinde, adeta bir yaşam biçimi.

Ülkenin en önemli halıcılık merkezi olan Gence’de dokunmuş halılar, geometrik desenleri ve süslemelerinin güzelliği ile tanınıyor. Şirvan- Kuba bölgesinin halıları ise, hayvan ve bitki figürleri ile ünlü. Bakû bölgesi halıları yumuşaklığı ve renklerinin yoğunluğu ile dikkat çekerken, Karabağ halılarının özelliği yünlerinin dolgun, renklerinin de çok canlı olması.

KAPI KOMŞU
SOFRASI

Azerbaycan mutfağı son derece zengin. İran, Kafkas boyları, Çin, Rus, Türk, Arap ve Hint etkileri taşıyor. Bunda hem İpek Yolu’nun, hem de coğrafi özelliklerin rolü olmuş. Özellikle dolma, kebap, pilav ve hamur işleri Türk mutfağıyla çok benzeşiyor.

Azerbaycan mutfağında ağırlık kırmızı et ile hamur işlerinde. Azerbaycanlılar başta koyun olmak üzere dağ hayvanlarının etini tercih ediyor. Çok leziz olan kebap ana yemekleri. Şaşlık, yani şiş, genellikle koyun etinden yapılıyor, ama tavuk ya da balıkla yapılanı da var. Bir gün önceden baharatla çeşnilendirilmiş soslarda bekletilen et, şişe geçirilip mangalda pişiriliyor. Nar şurubu, reyhan, sumak, şişte kızartılmış domates, biber ya da soğan halkaları eşliğinde birçok türü var; en meşhuru tike kebabı. Mutlaka tadılmalı. Bir de Lüle kebabı var ki, bizim Adana kebabına benziyor. Nehir ve derelerin bolluğu, balık yemeklerini de hayli çeşitlendirmiş. Balıklar kızarmış, doldurulmuş ya da şiş şeklinde tüketiliyor. Ayrıca, Hazar denizinin kendine has balıklarını ve Mersin balıklarından dünyanın en leziz ve kıymetli siyah havyarlarının elde edildiğini de unutmayalım.

Çorbalar ve sebzeler

Azerbaycan sofralarında çorba hiç eksik olmuyor. Bir tür sulu köfte olan ve içine nohut da konulan kufta bozbaş hayli yaygın. İçine köfte yerine parça et de koyabilirsiniz. O zaman adı parça bozbaş oluyor. Kefirle yapılan ve soğuk içilen ovduh ile sebzeli bir yoğurt çorbası olan dovga da çok seviliyor. Köfte, kuru fasulye ve erişte ile pişirilen hamuraşı; pirinç, havuç, ıspanak, kuzukulağı ve ekşi pestille hazırlanan turşu sıyık ve ünlü borç çorbası da diğer beğenilerek içilen çorbalar. Bir de, koyun eti ve nohut ile yapılan piti var. İçine konulan malzemeler yapıldığı bölgeye göre biraz değişiyor. Ama, en ünlü olanı Bakû Pitisi.

Sebze yemekleri pek fazla olmasa da, Azerbaycan halkı taze sebzeye düşkün. Her yemekte domates ve salatalık mutlaka yeniyor. Lokantalarda siz istemeseniz de önünüze taze kişniş yaprağı, reyhan gibi yeşillikler konuyor. Hazar salatası, Azerbaycan salatası, ya da soyutma gibi yöresel salatalar var, bir de kırmızı fasulye ezmesi olan Fasulye Fisincanı. Kestane ve safranla pişirilen etli nar kavurması, içine kişniş, dereotu, ıspanak ve yeşil soğan konulan yeşil omlet, ve patlıcan çığırtması da sevilen yemeklerden.

“Yarpag dolması”

Et ve pirinçle yapılan, sofraların kıymetlisi dolma, Azerbaycan’da popüler bir tencere yemeği. Lahana, yaprak, domates, biber, patlıcan başta olmak üzere soğan, ayva ve elmadan da dolma yapılıyor. “Yarpag Dolması”, yani bildiğimiz yaprak sarması, Azerbaycan’da kare biçiminde sarılıyor, bunun için de asma yaprağının küçük olanları tercih ediliyor.

Ülkede ayrıca, pirinç de çok kullanılıyor. Pilavın her çeşidi çok yaygın: etlisi, balıklısı, sebzelisi, sütlüsü, meyvelisi veya kurutulmuş meyvelisi. Dereotlu pilav olan Şüyüd çok rağbet görüyor. Azerbaycan pilavı zaten dünyaca ünlü. Özelliği de, pilav tencerelerinin dibine 1 cm kalınlığında kazmak denilen bir hamurun döşeniyor olması. Kazmak, isteğe göre yumurta, pirinç ya da yufkadan hazırlanıyor. Hamur işleri de Azerbaycan mutfağının baş tacı. En çok tüketilenler arasında küçük mantılarla yapılan düşbere, bir tür mısır lapası olan kuymak, pelmeni adıyla bilinen etli mantı, hamur çorbası umaç ve iri mantılarla yapılan süzme hıngal önde geliyor. Bizim poğaça dediğimiz Şorgoğalı ile kete de iyi tanıdığımız hamur işleri.

Baklava, bir tür kurabiye olan şekerbura ve gırma badem, Azerbaycan’ın geleneksel tatlılarından. Şekerbura’nın üzerindeki süsleri yapmak için, makkaş denilen özel bir cımbız kullanılıyor.

Azerbaycan’da ahçılara “aşbaz” deniyor. Yumurta, tatlı-tuzlu pek çok yiyeceğin içinde var. Yemeklerde genellikle tereyağı, biraz da kuyruk ve ay çiçek yağı kullanılıyor. Zeytinyağlı yemekleri yok. Genelde, kahve az tüketilirken, çay halkın hayatında çok önemli bir yer tutuyor.

SPORLAR ÇEŞİTLİ
BAŞARILAR ORTAK

Azerbaycan spor konusunda “ille de futbol” demeyen bir ülke. Futbol, elbette ki, çok popüler ama, diğer sporlar da üst düzeyde yapılıyor ve bir çok dalda uluslararası başarılara imzalar atılıyor.

Azerbaycan’ın geleneksel sporu, hiç kuşkusuz, güreş. Güreş, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, Azerbaycan’da da “Ata Sporu” olarak görülüyor. Ama, günümüzdeki en popüler spor dalı olarak, diğer bir çok ülkede olduğu gibi, futbol öne çıkıyor. Aslında, Azerbaycan’da başka çok çeşitli spor dallarında üst düzey sporcular var ve uluslararası platformlarda her zaman yer alıyorlar. Örneğin, son 4 Olimpiyat oyunlarında, Azerbaycanlı sporcular güreş’in yanında, boks, judo ve atıcılık dallarında madalyalar kazanmışlar. Zihin sporu sayılan satranç da ülkede bir hayli yaygın. Doğal olarak, bu dalda da dünya çapında satranç ustaları ortaya çıkmış.

Popüler Futbol

Azerbaycan’daki spor tesisleri içinde en büyüğü, Bakü’deki Tevfik Behramov Stadyumu. 1952 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen stadyum 30 000 kişilik. Milli maçlar da burada yapılıyor. İsmini ünlü futbol hakemi Tevfik Behramov‘dan almış. Behramov, 1966 Dünya Kupası finalinde görev alan Azerbaycanlı bir futbol hakemi.

Azerbaycan’daki futbol kulüpleri arasında öne çıkanlardan ilki Bakü Neftçi futbol takımı. 1937’de kurulan siyah-beyazlı kulüp, ülkenin en popüler ve başarılı takımı sayılıyor. Tarihinde beş şampiyonluk, beş de Azerbaycan kupası olan takım, 2006 BDT kupasının da sahibi. Neftçi ile ülkenin diğer büyük takımı Hazar Lankaran arasında hiç bitmeyen bir rekabet var. 1975 yılında kurulan yeşilbeyaz formalı Hazar Lankaran, bir şampiyonluk, iki Azerbaycan kupası, bir de BDT kupası sahibi. Diğer önemli futbol takımları ise, iki kez Azerbaycan şampiyonluğunu, iki kez de Azerbaycan kupasını alan mavi-beyaz formalı FK Bakü, kırmızı-beyaz renkler taşıyan Sumgayıt Gençlerbirliği ve 1959’da kurulan, üç Azerbaycan şampiyonluğu, dört de Azerbaycan kupası olan mavi-sarı formalı Gence takımı.

1994 yılında kurulan Azerbaycan milli takımının formasını en çok giyenler Aslan Kerimov (75 kez), Milli takım kaptanlığı da yapan defans oyuncusu Tarlan Ahmedov (73 kez) ve Mahmud Kurbanov (69 kez).

Tabii, Azerbaycan’da ilgi sadece futbol üzerinde yoğunlaşmıyor. Sporun pek çok dalında olimpiyatlardan ve dünya şampiyonalarından yüz akı ile çıkmış sporcular var. Bağımsızlığını kazandıktan sonra 5 Olimpiyat’a katılan Azerbaycan’a ilk altın madalyayı 1992’de, Judo’da Nazım Hüseyinov getirmiş. Daha sonraki olimpiyatlarda da Azerbaycanlı sporcular ülkelerine 4’ü altın olmak üzere toplam 16 madalya kazandırmışlar. Altın madalyalı sporcular, Güreşte Namık Abdullayev ve Ferid Mansurov, Atıcılıkta Zemfira Meftahaddinova ve Judo’da Elnur Mammadlı.

Dünya ve Avrupa Şampiyonalarında da çok başarılı sonuçlar elde eden sporcular arasında, karateci Rafael Agayev, 3 dünya ve 7 Avrupa şampiyonluğu ile öne çıkıyor. Yine karate’de, Nizami Paşayev, 2 kez dünya ve 1 kez de Avrupa şampiyonu. Güreşçi Khetag Gazyumov’un da 1 dünya ve 3 Avrupa şampiyonluğu var. Boks’ta Agasi Mammadov eski bir dünya şampiyonu, bayan güreşçi Mariya Stadnik ise son Avrupa şampiyonu.

Atletizmde, Azerbaycan’a ilk uluslararası madalyayı, 5000 m.de Hayle İbrahimov getirmiş. Dünya ve Avrupa şampiyonalarında ülkesini gururla temsil eden jimnastikçi Aliya Garaeva da, bir altın, iki gümüş ve dokuz bronz ile bol madalyalı bir sporcu.

Voleybol

Azerbaycan, Voleybol sporunda da başarılı sonuçlar alan bir ülke. Özellikle kadın Voleybol takımları dünyanın önde gelen ekipleri arasında sayılıyor. Azerbaycan’da, ses getiren iki kadın kulübü var. Bunlardan, geçmişi 1950’ye uzanan ve 1990’da SSCB kupasını kazanan Azerrail, bu yılın da CEV (Avrupa Voleybol Konfederasyonu) kupası sahibi. Aynı kupayı 2002 yılında da kazanmış olan Bakû’lu takımın 6 kez de Azerbaycan şampiyonluğu var. Diğer başarılı ekip olan Rabita Bakû ise, 2001’de kurulmuş. Bugüne kadar iki kere Azerbaycan şampiyonu olmuş. Avrupa Voleybol Şampiyonlar Liginde, geçen yıl üçüncü olmuştu, bu yıl ise ikinci oldu.

Azerbaycanlı oyunculardan bazıları Türk sporseverleri tarafından da yakından tanınıyor. Örneğin, Rabita’nın eski oyuncularından Inessa Korkmaz, üç ayrı Türkiye takımında oynamıştı. Natalya Mammadova ise kariyerini Azerbaycan, İtalya, İsviçre, ve Rusya liglerinde sürdürmüş, milli takımda 154 kez oynamış, Türkiye’de de Türk Telekom takımının formasını giymişti. Şimdi Rabıta Bakû’nün kadrosunda. Azerbaycan’ın 180 kere milli olan oyuncusu Valeriya Korotenko da 2005 Avrupa şampiyonasında en iyi libero ödülünü almış. Korotenko, Fenerbahçe’nin de eski oyuncularından. Yine eski bir Fenerbahçe’li olan pasör Oksana Parkomenko da 143 kez milli olmuş bir sporcu.

Satranç

Azerbaycan’da halkın çok sevdiği satranç dünyasının dehalar yetiştirdiği görülüyor. Örneğin, Büyük Usta Elmar Maharremov, ünlü dünya şampiyonu Garry Kasparov’un antrenörlüğünü yapmış. Halen dünyanın en iyilerinden olan Şahriyar Mamedyarov, günümüzün en büyük satranç virtüozlarından sayılıyor. Ocak 2011 itibariyle, dünya sıralamasında 8 numarada. İki kız kardeşi Zeyneb ve Türkan da hayatlarını satranca adamış iki Büyük Usta. Büyük Usta Vugar Haşimov’un da çok sayıda uluslararası başarısı var, Ocak 2011 itibariyle dünya sıralamasında 13 numara. Henüz 15 yaşındayken Kasparov’u yenerek dikkatleri üzerine çeken Teymur Recebov da ünlü satranççılardan. 1998’de, 12 yaş altı Dünya Şampiyonu olan Racabov, halen dünya sıralamasında 12.sırada yer alıyor.

Sayfalar