Project Description

8. Sayı

Belarus

DİPLOATLAS – ŞUBAT 2010

8. Sayı

DiploAtlas

Şubat 2010

Merhaba,

DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısında, hep birlikte Belarus’tayız. Türk halkı genellikle Belarus’u “Beyaz Rusya” adıyla biliyor. Ama ülkenin resmi adı “Belarus” olduğu için, aslında bu ismi kullanmak lâzım.

Belarus, coğrafi açıdan Avrupa’nın merkezinde konuşlanmış. Hatta bazı bilim adamları, ölçmüşler, biçmişler ve Avrupa kıtasının tam orta noktasının Belarus’taki Vitebsk kentine denk geldiğine karar vermişler. Bu hesaplar ne kadar doğrudur bilinmez ama, Belarus’un AB ile Rusya Federasyonu arasında ve Baltık Denizi ile Karadeniz arasında tam bir kavşak noktası olduğu kesin.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları da dahil olmak üzere, geçmişte bir çok kanlı savaşa sahne olan Belarus, aslında çok barışçı bir ülke. Yaşadığı savaşların hiç birini o başlatmamış. Ama hepsinin verdiği ağır zararlara katlanmak zorunda kalmış. Bugün artık sadece ekonomik kalkınmasını ve halkının refahını düşünüyor.

Belarus, bir sanayi ülkesi olmanın yanında, Avrupa’nın önemli bir eğitim ve kültür merkezi olma özelliğini taşıyor. Ayrıca olağanüstü bir doğası var. Başkent Minsk tarihi ve kültürel açıdan çok zengin bir kent. Minsk ve diğer 5 büyük Belarus kenti hakkındaki ilginç bilgileri okuyucularımıza aktarmak istedik. Ayrıca, kırsal kesimdeki muhteşem doğa yapısını ve buralarda yapılan değişik turizm faaliyetlerini iç sayfalarımızda okuyabilirsiniz.

Bu sayının hazırlanmasında bize çok yardımcı olan, Belarus’un Ankara Büyükelçisi Valery Kolesnik, Diplomat Atlas’a verdiği mülakatta, Belarus ile Türkiye arasındaki dostane ilişkilerin sürekli bir gelişme içinde olduğunu belirtirken, Türk yatırımcılarını, iş adamlarını, keyifli bir tatil geçirmek isteyen turizm sevdalılarını ve kaliteli bir eğitim için de öğrencileri Belarus’a içtenlikle davet etti.

Türkiye’den Belarus’a her gün uçak var ve söylendiğine göre hep dolu oluyormuş. Belki de Büyükelçinin davetine uymanın tam sırasıdır. Fırsatlarla dolu olan bu ülkeyi yakından tanımak, tarihi ve kültürel açıdan yeni bilgiler edinmek, Belarus nehirlerinde rafting yapmak, sevimli lokantalarda av etlerinin tadına bakmak, belki bu arada iş bağlantıları da kurmak… Bütün bunları kim istemez?

Kaya Dorsan

MAVİ GÖZLER ÜLKESİ BELARUS

Yaklaşık 10 milyon nüfusu olan Belarus’un yüzölçümü 207.600 km². Denizle bağlantısı yok. Ama irili ufaklı binlerce gölü var. Kuzey batısında Litvanya ve Letonya, kuzey ve doğusunda Rusya Federasyonu, güneyinde Ukrayna, batısında da Polonya yer alıyor.

Aleksandr Grigoryeviç Lukaşenko

Belarus, coğrafi açıdan üç bölgeye ayrılmış. Nüfus yoğunluğunun çok düşük olduğu kuzeyde sert bir iklim ve pek verimli olmayan topraklar var. Orta kısımda nüfus yoğun, topraklar verimli. Güney ise bataklık ve ormanlarla kaplı. Burası, Avrupa’nın en geniş bataklık alanlarından biri. Büyük kısmı geniş düzlüklerden oluşan ülkede kış ayları uzun, soğuk ve yağışlı oluyor. Bazı bölgelerde don olayı yılda 200 günden fazla sürüyor. Yaz mevsimi ise, kısa ve nemli. Baltık denizine yakın bölgelerde ılıman iklim görülüyor.

Sergei Sidorsky
Geniş sulak alanlar

Ülkede çok zengin bir bitki örtüsü var. Belarus topraklarının üçte birini derin ormanlık kesimler kaplıyor. Hükümet doğal rezerv alanlarını koruma konusunda oldukça duyarlı. Bazı alanlar, prehistorik dönemden beri hiç değişmemiş ve mesela Bizon gibi Avrupa’nın geri kalan bölgelerinde artık kaybolmuş olan hayvan türlerini barındırıyor. Kuzeyde, yeşil alanlar arasında inanılmaz bir balık çeşitliliğine sahip, irili ufaklı binlerce göl, binlerce nehir ve dere var. Belarus’taki göllerin sayısı 11 000, akarsuların sayısı ise 20 000 civarında. Ama bu akarsuların birçoğunun uzunluğu 10 km’yi geçmiyor. 500 km’yi aşan uzunluktaki nehir sayısı ise 6. Bunların en büyükleri Dvina, Neman, Piripyat ve Dnyeper nehirleri. Bu nehirlerde taşımacılık yapılabiliyor ve elektrik üretiliyor. Neman, Baltık Denizi‘ne, Dnyeper de Karadeniz‘e dökülüyor. Piripyat boyunca inşa edilen bir kanal da Polonya’da akan Wista nehrini Ukrayna’da Dnyeper’e bağlıyor. Belarus’un en büyük gölü olan Naroch, 80 km2 genişliğinde, “Mavi Göller”in bir parçasını oluşturuyor. Aslında Belarus göllerinin hepsi mavi. Uçaktan bakıldığında, aşağıdaki göller birer “mavi göz” gibi görünüyor. Bu nedenle, Belarus “Mavi gözler ülkesi” diye de anılıyor.

Ortalama rakımın 160m olduğu Belarus’ta pek yükselti yok. Ülkenin en yüksek yeri doğudaki Cerjinski tepesi (345 m). En alçak noktası ise Neman nehrinde bulunan 90m rakımlı bir adacık.

Hiç Bitmeyen Savaşlar

Bugünkü Belarus topraklarında kurulan ilk devlet, 10 ve 12. yüzyıllar arasında güçlü bir Prenslik olarak hüküm süren Polotsk Prensliği. 10.yüzyılda hristiyanlık kabul edilmiş. 12. yüzyılda Moğolların ve Tatarların tehdidini yaşayan bölge halkı, 13. yüzyılda Litvanya Büyük Dükalığının parçası olmuş. Bugün ülkenin batısında yer alan Novogrudok şehri de Büyük Dükalığın başkenti ilân edilmiş.

16. yüzyıla gelindiğinde, Litvanya Büyük Dükalığı ile Polonya Krallığı arasında büyük bir yakınlaşma olduğu görülüyor. Sonuçta, Litvanya Büyük Dükü Jogaila ile Polonya Kraliçesi Jadwiga evlenip, ülkelerini birleştirmişler. Ortaya çıkan bu federal yapıya “Rzeczpospolita” deniyor. Yani “ortak devlet”. Ama, daha sonraki yüzyıllarda, bölgede bir çok savaş meydana gelmiş, ortodoks-katolik uyuşmazlığı, güç ve toprak paylaşımı hırsı hiç dinmemiş. 17. yüzyılda Polonya ile Rusya arasında çıkan ve 32 yıl süren savaş, tarihe “Patop” yani “tufan” adıyla geçmiş. 1700’lü yılların başında, İsveç ve Rusya arasında başlayan ve bölgedeki diğer ülkeleri de içine alan “Büyük Kuzey Savaşları” ise 20 yıldan fazla sürmüş. Bu savaşta Belarus halkının yarısının hayatını kaybettiği biliniyor.

18. yüzyıl sonlarında, savaş yorgunu Litvanya Büyük Dükalığı’nın artık eski gücünde olmadığı, buna karşın Rusya’nın etkisini arttırdığı görülüyor. Sonuçta, “Rzeczpospolita” üçe bölünüyor ve Belarus, Rusya’nın parçası oluyor.

19.yüzyılda Belarus, hepsi şiddetle bastırılan milliyetçi başkaldırılara sahne olmuş. Bu milliyetçi hareketler kısa sürede, asillerin ve burjuvazinin diktatörlüğünü sona erdirmek isteyen sosyalist akımlara dönüşmüş. Sanayileşmeyle birlikte gelen köyden şehre göçle Minsk güçlenmeye başlamış ve Belarus kültürel direnişinin merkezi olmuş. 1898’de Rusya Sosyaldemokrat İşçi Partisi kongresi Minsk’te yapılmış. 1902 yılında, ilk Belarus partisi Gronada kurulmuş. I.Dünya savaşında Belarus, Alman ve Rus askerleri arasındaki çatışmalara sahne olmuş. Diğerlerinin aksine bu savaş Belarus’un özerkliğine katkıda bulunmuş. İşgalci Almanlar, milliyetçiliği teşvik etmişler. Çarpışmaların bitiminde Belarus bağımsızlığını ilan etmiş (1918, Belarus Halk Cumhuriyeti). Ama Rusya’da iktidara gelen Bolşevikler ülkeyi işgal etmiş ve 1919’da Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurmuşlar. 1922’de SSCB’ye katılma gerçekleşmiş.

1941’de başlayan Nazi işgali ülkede yeni bir felâket döneminin de başlangıcı olmuş. Yaklaşık 800 bin yahudi, yani Belarus’lu yahudilerin yüzde 90’ı yok edilmiş. Büyük kentler yerle bir olmuş. Savaş o kadar can acıtmış ki, sona erdikten sonra bile anısı bir şekilde yaşatılmış. Yeni evlenen her çiftin bir şehitler anıtına giderek çiçek koymasının gelenek haline gelmesi gibi. Savaşın sonunda adeta can çekişen ülke, kısa zamanda toplu bir sınai kalkınmadan geçmiş. Bütün kentler 1960’lı yılların başında yeniden inşa edilmiş, kısacası bir mucize gerçekleşmiş.

Belarus, bugün

Bağımsızlığını 1991 yılında kazanan bugünkü Belarus’ta nüfusun çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. Halkın %81,2’sini yerli Belaruslular, %11,4’ünü Ruslar, %4’ünü Polonyalılar, %2,3’ünü ise Ukraynalılar oluşturuyor. 2006 verilerine göre ortalama hayat süresi 69 yıl. Okur yazar oranı %99.6, nüfus artış hızı da %0,4. Belarus halkının %70’i Ortodoks, %20’si Katolik ve Protestan, %7’lik kısmı da Müslüman, Yahudi ve diğer inançlara mensup.

Bugünkü Belarus’un sınırları ve 6 idari bölgeye bölünmüş hali, 16.yüzyılın Polonya- Litvanya Ortak Devleti (Rzeczpospolita) döneminde şekillenmiş bir yapı.

Belarus, başkanlık sistemiyle yönetiliyor. Ülkenin bugünkü Cumhurbaşkanı olan Aleksandr Grigoryeviç Lukaşenko 2006 yılında üçüncü kez seçildiği görevini sürdürüyor. Belarus’ta Cumhurbaşkanı Anayasanın ve İnsan Hak ve Özgürlüklerinin garantörü sayılıyor. 5 yıllık bir süre için seçilen Cumhurbaşkanı, aynı zamanda başkomutanlık görevini de üstlenmiş oluyor. Ayrıca, Parlamento’nun çıkardığı yasaları onaylamak, gerektiğinde Kararnameler çıkarmak, ülkenin istikrarını koruyacak önlemler almak, hep onun görevleri arasında. Belarus, yetki süresi 4 yıl olan iki bölümlü bir parlamentoya sahip.

Temsilciler Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu. Temsilciler Meclisi 110 milletvekilinden, Senato ise, 64 üyeden oluşuyor. Doğal olarak, Parlamento’nun başlıca görevi yasaları yapmak. Yürütme görevini üstlenmiş bulunan Bakanlar Kurulu ise, Başbakan Sergei Sidorsky başkanlığındaki 24 bakandan oluşuyor.

Belarus, 1991 yılında bağımsızlığını ilân ettiği zaman, Polonya, ABD ve Ukrayna onu resmen tanıyan ilk ülkeler olmuşlar. Bugün, Belarus’un 162 ülkeyle diplomatik ilişkileri var. Dünyanın çeşitli 46 ülkesinde 59 diplomatik temsilciliği bulunuyor. Bugüne kadar 1700’den fazla ikili anlaşmaya ve 1500’den fazla da çok taraflı anlaşma belgesine imza koyan Belarus, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı ile mücadele konularında aktif rol alıyor.

Kısa sürede önemli bir ekonomik gelişme gösteren ve refah seviyesini sürekli arttıran Belarus, Avrupa Birliği ile Rusya Federasyonu arasında bir köprü konumunda. Ayrıca Baltık denizini Karadeniz’e bağlayan hat üzerinde de tam bir kavşak noktası. Doğal olarak, bu durumun ülkeye kazandırdığı stratejik önem Belarus’un en önemli kozlarından biri olarak değerlendiriliyor.

BÜYÜKELÇİ VALERY KOLESNİK’DEN SICAK BİR DAVET

Uluslararası işbirliği, bakanlık düzeyinde ziyaretler, ikili ticaret, telekomünikasyon yatırımları, inşaat projeleri, kardeş şehirler vs… Tüm bunlar Belarus ile Türkiye arasındaki ilişkileri geliştiriyor. Diplomat Atlas’a verdiği röportajda, Belarus’un Ankara Büyükelçisi Valery Kolesnik politika, ticaret, iş yaşamı, turizm, ulaşım, bilim, eğitim ve kültür alanında yeni gelişmeleri sabırsızlıkla beklediğini ifade etti.

DİPLOMAT ATLAS: Belarus’un en önemli iki komşusu olan Rusya ve Avrupa Birliği ile ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

VALERY KOLESNIK: Dış politikamızın temelleri diyalog, eşitliğe dayalı ortaklık ve ayrım yapmama ilkelerine dayanıyor. Belarus, AB ve Rusya ile dengeli ilişkiler kurmak istiyor. Bu ülkeler, ticaret hacmimizin ¾’ünü karşılıyor. Rusya Federasyonu ile uzun bir ortak geçmişimiz var. Rusya, aynı zamanda stratejik ortağımız. Belarus’taki pek çok ailenin Rusya’da ve bir diğer önemli komşumuz ve ortağımız olan Ukrayna’da akrabaları var. Okullarımızda hem Rusça hem de Belarusça öğreniyoruz. Belarus ve Rusya vatandaşları sınırdan serbestçe geçebiliyorlar. Diğer taraftan, Avrupa Birliği, 1.200 kilometreden fazla ortak sınır paylaştığımız çok önemli bir komşumuz. AB, en önemli teknik destek sağlayıcımız ve ekonomimiz için başta gelen yatırım ve yenilik kaynağı. Kendini hızla yenileyen ve büyüyen bir ekonomi olarak Belarus ise, hem Rusya hem de AB yatırım ve iş çevreleri için giderek daha çok önem kazanan bir sıçrama tahtası.

DİPLOMAT ATLAS: Belarus’un Avrupa’da stratejik bir role sahip olduğu açık. Peki, Belarus’un dış ilişkilerinde Türkiye’nin konumu nedir?

VALERY KOLESNIK: Öncelikle Türkiye’nin çok güzel ve ilginç bir ülke olduğunu söylemek istiyorum. İkili ilişkiler istikrarlı ve olumlu bir siyasi diyalog temelinde gelişiyor. Türkiye, 1991 yılında Belarus Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak tanıyan ilk ülkelerden biri. Diplomatik ilişkiler 1992 yılında kuruldu ve o zamandan bu yana bir güven ve karşılıklı anlayış ortamı geliştirildi. Son yıllarda üst düzey ziyaretlerde de artış yaşanıyor. Belarus Dış İşleri Bakanı Sergei Martynov’un Ankara ziyareti, Sağlık Bakanınız Recep Akdağ’ın Minsk’e gelişi, Belarus-Türkiye parlamentolar arası dostluk grubunun yoğun çalışmaları ve dış ticaretten sorumlu başbakan yardımcıları düzeyinde ziyaretler bunlardan bazıları… Belarus, Türkiye’nin 2009-2010 dönemi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi adaylığını destekledi. 2009 yılının Nisan ayında da Belarus, Türk-İspanyol “Medeniyetler İttifakı” projesine katıldı. Her iki ülke de barış ortamını güçlendirmeye yönelik girişimleri destekledikçe uluslararası işbirliğimiz daha da etkili olacaktır.

DİPLOMAT ATLAS: Karşılıklı ticaret ve yatırım oranlarımız ne durumda?

VALERY KOLESNIK: Türkiye, Belarus’un ticari ortakları içerisinde 17. sırada bulunuyor. Türkiye’nin orta vadede ilk on içerisine girmesini bekliyoruz. 2008 yılında ikili ticaret hacmi 332 milyon dolara ulaştı. 2009 yılında ise, küresel ekonomik krize rağmen bu oranın % 75’inden fazlasını korumayı başardık. Türk şirketlerinin Belarus’ta başarılı girişimleri var. Geçtiğimiz yıl Turkcell, Life markasıyla Belarus’a 3. kuşak GSM hizmetlerini getiren ilk şirket oldu. Princess Oteller Grubu tarafından şehir merkezinde kurulan beş yıldızlı Crowne Plaza Minsk oteli de başkentimizin mimarisinin bir parçası olmuş durumda… EMSAŞ İnşaat ve Turizm, ERİŞ Uluslararası Ticaret ve İnşaat, ÖZALTIN Holding ve KAYI Holding gibi önemli Türk inşaat firmaları ülkemizde evler, altyapı hizmetleri, enerji ve spor tesisleri inşa ediyorlar. Belarus’un Uluslararası Buz Hokeyi Şampiyonasına ev sahipliği yapacağı 2014 yılına kadar tamamlanacak pek çok proje var. Belarus’un Türkiye’deki faaliyetleri de giderek artıyor. 2008 yılında devlet tarafından işletilen petrokimya şirketi Belneftekhim İstanbul’da bir şube açtı.

DİPLOMAT ATLAS: Belarus’u yatırımcılar için çekici kılan unsurlar nelerdir?

VALERY KOLESNIK: Son beş yıl içerisinde yatırım ortamının liberalleşmesi konusunda önemli yol kat ettik. Doğrudan dış yatırımı ülkeye çekme konusunda BM Ticaret ve Kalkınma Örgütü (UNCTAD) raporu Belarus’u Merkezi ve Doğu Avrupa’da ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) içerisinde 5. sırada gösteriyor. Ülkemizin kapıları yatırımcılara ardına kadar açık. Belarus’ta iş yapabilmek için sadece 2 gün ve 3 resmi belge yeterli. Bunun yanı sıra, Belarus Sovyetler Birliği’nin montaj fabrikasıydı. Bu nedenle, makine, otomotiv, metal, petrokimya ve eğitimli işgücü konusunda büyük deneyimimiz var. Ayrıca, kavşak noktasında olan bir ülkeyiz. Malları ülkemiz üzerinden karayolu ya da demir yoluyla istediğiniz yöne, Rusya’ya ya da Avrupa Birliği’ne, kolayca geçirebilirsiniz. Rusya ve Kazakistan ile tamamlanmak üzere olan gümrük birliği anlaşmamız da yabancı ortaklarımız için yeni bir fırsat sunuyor: Belarus’ta yatırım yapan Türk işadamları, bu şekilde, 170 milyon nüfuslu bir pazara erişim sağlayacak.

DİPLOMAT ATLAS: Belarus ve Türkiye halkı birbirine ne kadar yakın? Halkların yakınlaşması konusunda neler yapıyorsunuz?

VALERY KOLESNIK: Türkiye Belarus halkı için giderek daha fazla önem kazanan bir turizm destinasyonu. 2008 yılında yaklaşık 150.000 Belarus vatandaşı Türkiye’yi ziyaret etti. Pek çok vatandaşımız Türkiye’yi güneşli sahilleri ve kültürel zenginlikleriyle tanıyor. Belarus halkının Türkiye’ye olan ilgisi arttıkça, giderek daha fazla Belaruslu öğrenci Türkçe öğreniyor. Ayrıca, ülkelerimiz vatandaşları arasında evlilikler de her yıl artış gösteriyor. Turizm ve yatırım amaçlı olarak Belarus’a gelen Türk vatandaşlarının artmasından büyük memnuniyet duyuyorum. İstanbul’dan Minsk’e her gün uçuş var ve hangi mevsim olursa olsun uçak dolu oluyor. Geniş ölçekli kültürel etkinlikler düzenl e y e r e k , ö ğ r e n c i d e ğ i ş imleri ve bil i m s e l işbirliği yaparak dost olan ülkelerimizi daha da yakınlaştırmak istiyoruz. Belarus Devlet Halk Dansları Topluluğu, İstanbul’un ünlü kültür merkezlerinden birinde bir gösteri sundu ve büyük övgü aldı. Bu gösterinin İstanbul Avrupa Kültür Başkenti 2010’un açılış gecesinde gerçekleştirilmesinin sembolik olarak önemi büyüktü.

DIPLOMAT ATLAS: Belarus – Türkiye ilişkileri ile ilgili başka neler söylemek istersiniz?

VALERY KOLESNIK: Belarus Cumhuriyeti, Türkiye Cumhuriyeti ile işbirliğini karşılıklı saygı ve ortaklık temelinde geliştirmek istiyor. Siyasi diyaloğumuzu geliştirmek, eşit düzeydeki devlet kurumları arasında etkileşimi derinleştirmek, uluslararası düzeyde işbirliğini sürdürmek ve birbirimizi desteklemek arzusundayız. Kardeş şehirler olan Minsk ve Ankara örneğinden yola çıkarak Belarus ve Türkiye’de şehirler ve bölgeler arasındaki doğrudan ortaklık ilişkilerini geliştirmeye de devam edeceğiz. Şu anda birkaç tane kardeş şehir projesi var. Daha fazlasına da sıcak bakıyoruz. Bölgesel işbirliğinin bir örneği olarak Li t va n y a , Belarus ve R u s y a , Baltık Den i z i ’ n d e n Karadeniz’e ve Türkiye’ye uzanan bir demiryolu bağlantısı oluşturan Viking Projesi üzerinde çalışıyor. Geçtiğimiz yıl Türkiye ile bir Mutabakat Zaptı imzalandı. Bu projeyi, Orta Asya’ya ulaşan İpek Yolu projesi ile birleştirmeyi umuyoruz.

DIPLOMAT ATLAS: Son olarak okuyucularımızla neler paylaşmak istersiniz?

VALERY KOLESNIK: Belarus, konuksever, eğitimli ve çalışkan insanlarıyla, çeşitlilik sunan eşsiz doğasıyla ve zengin kültürel mirasıyla Avrupa’nın merkezinde bulunan açık ve barışsever bir ülke. Tüm Türk halkını ülkemizde misafir olmaya, yatırımcıları Belarus iş çevreleriyle karşılıklı olarak bağlarını güçlendirmeye, bilim adamlarını Belaruslu meslektaşlarıyla yeni ortak projeler üretmeye ve birlikte yeni buluşlar yapmaya, öğrencileri Minsk, Grodro ve Baranovichi gibi şehirlerdeki üniversitelerimizde kaliteli Avrupa eğitimi almaya, kültür emekçilerini Belarus halk sanatları ile tanışmaya ve sanatımızdan ilham almaya, turistleri de ülkemizin kültürünü yakından tanıyarak doğal güzellikleriyle büyülenmeye davet ediyorum.

DÜZENLİ VE YEMYEŞİL MİNSK

“Trafik sıkışıklığından, kalabalıktan, park edecek yer bulamamaktan, klakson sesinden çok bunaldıysanız, Minsk tam size göre: kocaman caddeler, geniş meydanlar ve kesintisiz akan bir trafik.”

Minsk, yemyeşil, tertemiz, düzenli, güvenli, altyapı ve toplu taşım sorununu çözmüş bir başkent. Ülkenin tam ortasındaki bu şehrin her tarafında yürüyüş alanları, heykeller, çeşmeler, göletler ve havuzlar var. 1067’de kurulan Minsk’in içinden Svisloch nehri geçiyor. Kent merkezinin olduğu bölüme “Yukarı şehir” deniyor. Burası, Minsk’in neredeyse tamamını yok eden II.Dünya savaşından etkilenmeyen tek mahalle. Yine de, 1990’lı yıllarda yenilenmiş. Svisloch nehrinin sularına yansımaları vuran, 19.yüzyıldan kalma rengarenk cepheli evleri var. Ünlü şair ve yazar Maksim Bahdanovic’in doğduğu ve bugün müzeye dönüştürülmüş evi de burada.

Belarus’un bir çok kenti gibi, Minsk de II. Dünya Savaşında çok hasar görmüş, yakılıp, yıkılmış. Savaştan sonra yeniden inşa edilmiş. Sovyet tarzı birbirine benzeyen kütlesel ve anıtsal yapılar birbirinden heybetli bulvarlarla ayrılmış. Şehrin kilit noktasını “Bağımsızlık meydanı” oluşturuyor. “Zafer meydanı” ise, resmigeçitlerin, törenlerin yeri. Tam ortasında II.Dünya savaşında hayatını kaybedenlerin anısına yapılmış 38 metrelik bir dikilitaş var. Eski adı Fransiska Skarini bulvarı olan “Bağımsızlık Bulvarı” Minsk’in ana arteri konumunda. 6 şeritli ve 11 km uzunluğunda olan bu yol neoklasik binalarla çevrili. Biraz ilerde, Svisloch nehri üzerinde de “Gözyaşı adası” var. Bu küçük adada, Afganistan savaşında hayatını kaybeden Belarusluların anısı için yapılan bir anıt ve bir de küçük kilise bulunuyor.

Nezalezhnasci, yani Bağımsızlık bulvarı ve çevresi, Belarus ulusal tarih ve kültür mirası listesinde. Çevre düzenlemesi ve binaların uyumu anlamında örnek bir bölge. Savaş sonrası, 15 yılda tamamlanmış. Moskova ve Minsk’ten mimarlar birlikte çalışmış. Prospekt Pobediteley yani “Zafer Kazananlar Caddesi” de Minsk’in en önemli ve işlek caddelerinden biri.

En sıcak ayın temmuz olduğu Minsk’te, spor yapmaya, oyunlar oynamaya elverişli çok sayıda devasa park var, örneğin Çeluskinets parkında, çocuklar için tren bile mevcut. Halkın en sevdiği yerlerden biri suni deniz; plaj ve parklarla çevrili. Hayvanat bahçesi ve kaplıca tesisleri de mevcut. Kışın açık havada buz pateni revaçta.

Ankara ile 2006’dan beri kardeş şehir olan Minsk, Belarus’un metrosu olan tek yerleşim yeri. Günde 800 bin yolcu taşıyan iki hatlı metronun yapımına 1977’de başlanmış. Minsk Passajyrski tren garı da tarihi bir öneme sahip. 1873’te ahşaptan yapılmış, 1890’da yeniden taştan inşa edilmiş. II.Dünya savaşında tamamen yıkıldığı için bir kez daha yapılan gar, 1991’e kadar hizmet vermiş. Onun yerini de 2002’de hizmete giren daha modern bir yapı almış.

Şehirde çok sayıda kilise var. Bunların içinde en eski olanı “Aziz Peter ve Paul Kilisesi”: 17.yüzyılda inşa edilmiş, yakın zamanda da restorasyonu yapılmış ve ikiz kuleler eklenmiş. “Aziz Meryem katedrali” ise, 18.yüzyılda Cizvitler tarafından bir manastır kilisesi olarak yapılmış, 1900’lerde iki kez restore edilmiş. “Aziz Simeon ve Helen katolik katedrali” de son derece gösterişli. Daha çok “Kızıl kilise” olarak biliniyor. 1900’lerin başında asil bir Belarus ailesi tarafından yaptırılmış.

Canlı bir kültür yaşamı

Minsk, kültür hayatı çok canlı bir başkent. 1 Müzik akademisi, 16 müzesi, 11 tiyatrosu, 20 sineması, 139 kütüphanesi ve çok sayıda sanat galerisi var. Opera ve balesi son derece kaliteli. Güzel Sanatlar Müzesi, ülkenin en büyük müzesi. Belarus ve Rusya’nın yanında, Batı’nın ve Doğu’nun zengin sanat koleksiyonlarını barındırıyor. 11-20.yy arasına tarihlenen, 25 binin üzerinde obje var. 1939’da kurulmuş, II. Dünya savaşında büyük hasar görmüş, ardından neoklasik tarzda yeniden inşa edilmiş. Nazi işgali sırasında eserlerin bilinmeyen bir yere götürüldüğü söyleniyor. Büyük bir galeriye ve çok geniş 10 salona sahip.

Dünyanın en büyük savaş müzelerinden biri olan Ulusal Savaş Tarihi Müzesi ise, II.Dünya savaşındaki kahramanlıkları yansıtıyor. Üniforma, silah, foto, askeri belgeler, yayınlar, askerlerin kişisel eşyaları türünde objeler var; önce 1942’de Moskova’da sergilenmiş, savaş sonunda daha şehir harabe halindeyken Minsk’e gönderilmiş. Bugün müzede 137 bin parça mevcut ve her yıl sayısı artıyor.

Ülkenin en büyük kütüphanesi olan Ulusal kütüphane ise 1922’de kurulmuş. II.Dünya savaşında eserlerin çoğu yok olmuş. Yeniden faaliyete geçmesi için yıllar geçmesi gerekmiş, birçok kez yer değiştirmiş. 2006’dan beri çağdaş bir binada. 19 okuma salonu ve 3 milyondan fazla esere sahip. Önünde Belarus’un ilk matbaacısı Franzysk Skaryna’nın bronz anıtı var. Minsk, ülkenin okul ve üniversitesi en bol şehri.

İlkler

Minsk, 19.yy’da çok belirgin bir gelişme göstermiş. 1830’larda arnavut kaldırımları döşenmiş. İlk kütüphane 1836’da açılmış. 1837 itfaiye kurulmuş. İlk yerel gazete olan “Minskiye Gubernskiye Vedomosti”nin kuruluş tarihi ise: 1838. Kentte ilk tiyatro 1844’te açılmış. Demiryolu ağı 1800’lerin ikinci yarısında döşenmiş. Su şebekesi 1872’de, telefon kullanımı da 1890’da devreye girmiş.

20.yy’da, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi kurucu kongresi burada yapılmış. O dönem Minsk, Belarus milliyetçi hareketinin de merkeziymiş. 1915’te, Rus ve Alman cepheleri arasında kalan

Minsk’te kültürel ve ekonomik kalkınma kesintiye uğramış. Şehri önce Almanlar, sonra Ruslar, ardından Polonyalılar işgal etmiş. 1918’de, Belarus Halk Cumhuriyeti’nin başkentliğini yapan Minsk, 1919’da da Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti olmuş ve 1922’de yeniden yapılanma programı başlamış. Eski canlılığına kavuşan Minsk’in nüfusu 300 bine yükselmiş. Ama II.Dünya savaşı ve Nazilerin işgali ile bir yıkım daha yaşanmış. Kısa sürede bir direniş merkezi haline gelen Minsk 1974 yılında, bu geçmişi nedeniyle “Kahraman Şehir” unvanını almış.

Nazi Kampı

II.Dünya savaşının en büyük yahudi gettolarından biri Minsk’in Ragov mahallesinde kurulmuş. Belarus’lu Yahudilere ek olarak Orta ve Doğu Avrupa’dan getirilen 100 000’i aşkın Yahudi, çok sıkı bir denetim altında tutulan, dikenli tellerle çevrili 39 sokaklı bu mahallede yaşamaya mecbur tutulmuş. 4-5 kişilik aileler için yapılmış evlere 25-30 kişilik gruplar yerleştirilmiş. Nazi’lerin en ufak bahanelerle verdikleri ölüm cezaları sonucunda, Minsk’in kurtuluşunun ardından gettodan sadece 13 kişinin sağ çıktığı söyleniyor.

Dnyeper havzasında, geniş ve dümdüz bir ovada kurulu Minsk’in nüfusu 1.7 milyon. Çoğunluğu oluşturan Belarusluların oranı yüzde 80. Kentte, ayrıca Ruslar (%15), Ukraynalılar (%2.5), Polonyalılar (%1) ve Yahudiler (%0.6) yaşıyor.

ÇERNOBİL VURGUNU GOMEL

Belarus’un ikinci büyük şehri olan Gomel, Ukrayna ve Rusya sınırlarının yakınında bulunuyor. Bu coğrafi yakınlık nedeniyle, 1986 yılında meydana gelen Çernobil felaketinden en çok etkilenen şehirlerden biri olmuş.

Gomel, Belarus’un güney-doğusunda yer alan 500 000 nüfuslu bir şehir. İçinden Soj nehri geçiyor. Soj nehrinde seyrüsefer yapılabiliyor. Kentin Belarus dilindeki adı “Homiyel”. Ülkenin en eski kentlerinden olan Gomel’in ne zamandan beri var olduğu tam olarak bilinmese de, 12. yüzyılda Chernigov Prensliği’ne ait olduğu biliniyor. Daha sonra, Belarus’un bazı diğer şehirleri gibi, Tatarların ve Altınordu devletinin istilasına uğramış. Bu yüzden Litvanya Büyük Dükalığından yardım istemiş ve Litvanya tarafından ilhak edilmiş. Belarus’un doğusu 1772’de Ruslara geçince, Çariçe II.Katerina, bu toprakları, pek kıymet verdiği Ukrayna guvernörü Piotr Alexandrovitch Rumyantsev-Paskevic’e bağışlamış. Rumyantsev, Gomel’e yerleşmiş ve devasa bir parkla çevrili bir saray ile katedral yaptırmış. Eşi Irina da bir hastane, öksüzler yurdu ve yoksul çocuklar için müzik okulu inşa ettirerek kocasının ününe ün katmış. Rumyantsev Sarayı, bugün “St. Peter ve Paul Katedrali” ile birlikte, Gomel’deki en önemli iki yapıdan biri.

Eğitim merkezi

Bir zamanlar nehrin bir kıyısında Gomel, diğer kıyısında Bielitsa şehirleri varmış. 1854’te Bielitsa, Gomel’e bağlanmış ve bugün artık sadece kentin mahallelerinden birini oluşturuyor.

Gomel, kentteki saygın üniversiteleri ve diğer öğrenim kurumları ile öğrenciler için ciddi bir cazibe merkezi. Gomel’de, Devlet Üniversitesinin yanında, Belarus Demiryolu Mühendislik Enstitüsü, Devlet Politeknik Akademisi ve Devlet Tıp Enstitüsü gibi uluslararası düzeyde isim yapmış eğitim kurumları bulunuyor ve bunlarda ABD’den Çin’e, Rusya’dan AB ülkelerine kadar her ülkeden öğrenciler eğitim görüyor. Tabii ki, aralarında Türk öğrenciler de var.

Böylece Gomel bir eğitim merkezine dönüşmüş bulunuyor ama, aslında kentin ekonomisi endüstriye dayanıyor. Özellikle, gıda sanayii, tarım aletleri üretimi ve kimya sanayii alanlarında güçlü tesisler var. Zaten, Gomel, Belarus’un sanayi merkezi sayılıyor. Tabii, kentin çevresinde konuşlanan ve ekonomiye önemli katkılarda bulunan çiftlikleri, mandraları ve ayrıca nehir taşımacılığının getirilerini de gözden kaçırmamak gerekiyor.

Bölgenin yeraltı zenginlikleri, potasyumlu tuz yataklarından, demir, boksit ve çeşitli metallerden ibaret. Gomel, ülkedeki petrol ve gaz dağıtımında da önemli bir merkez. Hayvan yetiştiriciliği Gomel’in tarım gelirlerinin ana kalemlerinden. Ayrıca patates, şeker kamışı, keten, sebze ve tahıl öncelikli olarak yetiştirilen ürünler.

Gomel, Rus ve Belarus şehirleri arasında hizmet veren ve 1968’den beri kullanılan bir havaalanına sahip. Ayrıca, özellikle Kiev-Minsk hattı üzerinde önemli bir demiryolu kavşak noktası. Şehir içindeki ulaşım ise otobüslerle ve tramvaylarla yapılıyor. Kentte çok sayıda spor merkezi yanında, tiyatrolar, orkestralar ve sanat galerileri var.

DİRENİŞİN MEŞALESİ MOGİLEV

“Mogilev 1941-1944 yılları arasında Nazi işgalinde kalmış. Kent nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan Yahudiler getto yaşantısına mahkum edilmiş. Ama Mogilevliler güçlü bir direniş göstermişler. Şimdi Mogilev’de bu direnişi hatırlatmak için sürekli yanan bir meşale var.”

Belarus’un üçüncü büyük şehri olan Mogilev, başkent Minsk’e 200 km, uzaklıkta ve ülkenin doğusunda yer alıyor. Rus sınırına uzaklığı sadece 75 km. Suları kışın don, yazın da buharlaşma nedeniyle azalan, ilkbaharda ise coşan Dinyeper nehrinin tam kıyısında. Çernobil felaketinden çok etkilenen, acılı günler geçiren Mogilev, 369 000 nüfuslu bir nehir limanı. Başlıca ekonomik faaliyeti sanayi ve ticarete dayanıyor.

Mogilev, 1267’de Rus Prensi Lev Danilovic Moguiy’in isteği üzerine kurulmuş. Bir söylentiye göre adı da buradan geliyor. Prens, Dinyeper nehri kıyısına bir şato yaptırmış. Bugün varlığına dair hiçbir iz bulunmayan şato, 1595’te Polonyalılar tarafından yıkılmış.

14.yüzyılda Mogilev, Litvanya Büyük Dükalığının parçasıymış. 15.yüzyılda gelişmeye başlamış, 1600’lerin başında nüfusu 15 000’e ulaşmış. Coğrafi konumu nedeniyle, 1700’lerin ortalarına kadar Ruslar, Polonyalılar, İsveçliler arasında pek çok çatışmaya sahne olmuş ve ardından Rus egemenliğine girmiş. 1812’de Napolyon ordusunun işgaline uğramış. Ekim devrimi sırasında ise, komünistlerle Bolşevik karşıtları arasındaki çatışmalara ve büyük karışıklıklara sahne olmuş. II.Dünya savaşında ise Alman işgalini yaşamış.

Bugünkü Mogilev

Bugün, Mogilev, yakın çevresiyle birlikte güçlü bir sanayi merkezi konumunda. Otomobil ve tarım aletleri lastiklerinin tümü burada üretiliyor. Belarus’ta üretilen kimyasal elyafın yüzde 76’sı, kauçuk ayakkabıların yüzde 67’si ve elektrik motorlarının yüzde 52’si Mogilev ürünü.

Kentte ayrıca 2 Bilimsel Araştırma Enstitüsü ile 7 Üniversite ve Enstitü var. Dram Tiyatrosu, Kukla Tiyatrosu ve Bölgesel Filarmoni Orkestrası Mogilev’deki diğer kültür kuruluşları arasında yer alıyorlar.

Kentte görülmesi gereken yerlerin başında St. Stanislas kilisesi yer alıyor. 18. yüzyılda, barok tarzında inşa edilmiş olan kilise turistler için bir cazibe merkezi. Mogilev Katolik Piskoposluğu ise, 1783’te kurulmuş. Dini ve tarihi açıdan önemli bir anlamı var, çünkü güneydeki bazı bölgeler hariç Rus katoliklerinin bağlı olduğu piskoposlukmuş burası. Piskoposluk Sarayı ve St. Nikola manastır kilisesi, UNESCO Dünya Mirası listesine girmeyi bekliyor.

Mogilev’de görülmesi gereken yerlerden biri de, Polokovici’deki, 350 metre yüksekliğindeki TV kulesi. Bu kule Belarus’taki en yüksek yapı olarak biliniyor. Ayrıca, bir de “Yıldızlar Meydanı” var. Kent merkezindeki bu geniş meydanda yer alan teleskop heykeli Vladimir Zhbanov’un eseri. Aynı zamanda güneş saati işlevi de görüyor. Doğru mudur bilinmez, ama bu büyük meydanın uzaydan çekilmiş fotoğraflarda bile görüldüğü söyleniyor.

Aslında, Mogilev sokaklarında bir rehber eşliğinde gezinti yapmak, kentin gizli güzelliklerini keşfetmek için iyi bir fırsat olabilir. Kent sakinleri konukseverlikleriyle tanınıyor. Şehrin eski mahallelerindeki yerel lokantalarda ise, Belarus mutfağının en tipik örneklerini bulmak mümkün.

MARC CHAGALL’IN SEVGİLİ KENTİ VİTEBSK

20. yüzyılın efsane ressamlarından Marc Chagall diyor ki: “Vitebsk’i tarif edilemez bir şekilde seviyorum. Ama orada doğduğum için değil, bütün hayatımın sanat rengini orada bulduğum için”

Vitebsk, Belarus’un nüfus dördüncü büyük şehri. İçinden Dvina ve Viteba nehirleri geçiyor. Şehre adını veren küçük Viteba nehri, sularını Dvina’ya boşaltıyor. 1000 yılı aşan bir tarihe sahip olan kent Belarus’un en eski şehirlerinden biri. Bir efsaneye göre, Kiev Prensesi Olga tarafından 974 yılında, Prensesin bir Baltık kabilesi olan “Yatvyagi” lere karşı zafer kazanmasının ardından kurulmuş. Çalkantılı bir tarihi var. 1300’lerde Litvanya Büyük Dükalığının, 16.yüzyılda Polonya- Litvanya Cumhuriyetinin, 1700’lerin sonunda da Rus İmparatorluğunun parçası olmuş. 1812’de Napolyon tarafından işgal edilmiş. O dönemde Vitebsk ve çevresinde altı büyük savaş yapılmış. Tolstoy’un Savaş ve Barış romanında anlattığı savaş da bunlardan biri. Şimdi, kentteki Yükseliş tepesinde bu savaşın anısına inşa edilmiş bir dikilitaş var: Vitebsk‘e ve Napolyon ordusu karşısında kazanılan zafere adanmış. Vitebsk, II.Dünya savaşında da Naziler tarafından işgal edilmiş. Şehir, 1944’te Kızılordu’ya bağlı Belarus ve Baltık cephesi orduları tarafından kurtarılmış.

Bilim ve kültür

350 bin nüfuslu Vitebsk, halıları ve tuhafiye ürünleri ile ünlü. Kentte 6 büyük sanayi kuruluşu faaliyet gösteriyor ve bu fabrikalarda 800 işçi çalışıyor. Kent ayrıca canlı bir ticaret alanı: İl sınırları içinde 4400 dükkan ve mağaza, 1665 lokanta ve cafe, 33 ticaret merkezi ve 61 pazaryeri bulunuyor. Ama yine de Vitebsk bilimin ve sanatın daha öne çıktığı bir kent.

Belarus’un en eski tiyatrolarından olan Yakub Kolas tiyatrosu Vitebsk’in önemli sanat merkezlerinden biri. Birçok uluslararası festivalde ödüller kazanmış. Lenin’in heykelinin bulunduğu Lenin Meydanında ise, Filarmoni Salonu bulunuyor. Avrupa’nın en iyi kukla tiyatrolarından biri olan “Lyalka Tiyatrosu” da Puşkin Sokağında, hem çocukları, hem de büyükleri eğlendiriyor.

Özgürlük Meydanındaki “Sanat Müzesi”nde 19. yüzyıla ait eserler ağırlıkta. Değerli tabloların yanında, ikonalar ve el sanatlarından örnekler de görmek mümkün. Kentte ayrıca bir “Özel Koleksiyonlar Müzesi” bulunuyor. 1993’de Galkevich adlı bir koleksiyoncu tarafından kurulan müzede, antika sikkeler, eski madalyalar ve dünyanın her yerinden toplanmış ödül plaketleri gibi objeler sergileniyor. Çekov sokağındaki “Minai Shmyrev” müzesinde ise, Savaş dönemine ait anılar gözler önüne serilmiş. Ayrıca, Vitebsk doğumlu olan dünya çapında ünlü ressam Marc Chagall’ın evi de bugün müzeye dönüştürülmüş. Bundan ayrı olarak, bir de “Marc Chagall Sanat Merkezi” var. Müzede usta sanatçının orijinal eserlerinin yanında, sürekli düzenlenen değişik sergileri de izlemek çok keyifli.

Vitebsk ve Chagall

Vitebsk, 20.yüzyılın efsane sanatçılarından Marc Chagall’ın eserlerinde işlediği ana tema. Çok yönlü bir kimliğe ve renkli hayal dünyasına sahip sanatçının, bu şehre olan sevgisi hiç azalmamış. Mainz, Reims ve Saint-Etienne katedrallerinde; Chicago, Frankfurt ve Londra tiyatrolarında; Nice ve Kudüs üniversitelerinde; Paris operasının tavanında; New-York Metropolitan operasında; Kudüs parlamento binasında, kısacası dünyanın her yerindeki eserlerinde, mozaiklerinde ve vitraylarında hep Vitebsk’ten izler var. Chagall diyor ki: “Vitebsk’i tarif edilemez bir şekilde seviyorum. Ama orada doğduğum için değil, bütün hayatımın sanat rengini orada bulduğum için”.

Chagall (1887-1985), Vitebsk’te başladığı güzel sanatlar eğitimini St. Petersburg‘da sürdürmüş. 1917 Devrimi’nden sonra Vitebsk’e dönmüş, sanat komiserliği görevine getirilmiş. Vitebsk Sanat Akademisi’ni kurmuş, bir de müze açmış.

Vitebsk’te yaşadığı Pokrovskaya sokağı şehrin kuzeyinde. 1927’de adı Cerjinski olarak değiştirilen sokak 1991’de tekrar eski adına kavuşmuş. Sokakta, sanatçının adına dikilmiş bir de heykel var.

Anıt binalar

Bir çok savaşa sahne olan ve çok zarar gören Vitebsk’te, bütün badirelere rağmen ayakta kalabilmiş ya da restorasyon çalışmalarıyla yeniden diriltilmiş çok değerli yapılar bulunuyor. Vitebskliler bu binaları adeta birer anıt gibi görüyorlar. Örneğin 12. yüzyılda yapılmış olan Ortodoks “Annunciation” Kilisesi şehrin gözbebeği gibi. 1992 yılında restore edilmiş. Hemen yakınında Aleksandr Nevski kilisesi yer alıyor.

18. yüzyıl ürünü olan “Belediye Binası” Vitebsk’in kartviziti sayılıyor. Saat kulesi çok popüler ve resmini her afişte görebilirsiniz. Yine aynı dönemin ürünü olan “Vali Konağı” ise klasik mimarinin güzel örneklerinden. Kentte, ayrıca 18. yüzyılda yapılmış “Diriliş Pazarı Kilisesi”, “St. Michael Kilisesi” ve 19. yüzyılda inşa edilmiş olan “St. Barbara Katolik Kilisesi” var. Her biri bir anıt…

Bu yapılar kadar dikkat çekici olmasalar da, Dvina nehrinin iki yakasını birbirine bağlayan “Kirov Köprüsünü” ve tipik “Tramvay Garı” binasını da unutmamak gerekiyor.

TARİHİ DEĞERİ YÜKSEK BİR KENT GRODNO

Nüfus açısından Belarus’un beşinci büyük kenti olan Grodno, sahip olduğu 400’ü aşkın tarihi yapı ile, kültür mirası açısından ülkede ilk sırada yer alıyor.

Ülkenin kuzey batısında, yer alan Grodno, Belarus’un en eski şehirlerinden biri. Belarusluların “Hrodna” diye adlandırdıkları kent, Neman nehri kıyılarında, 11. yüzyılda kurulmuş. Polonya’ya sadece 15 km uzaklıkta olan Grodno’nun, il olarak Litvanya ile de sınırı var.

Tarihin izleri Grodno, birkaç katlı evleri ve daracık sokakları ile Belarus’un modern şehirlerinden çok farklı. Tarihi ve kültürel dokusunu iyi koruyabilmiş. Örneğin 12. yüzyılda inşa edilmiş olan St. Boris ve Gleb Ortodoks Kilisesi hala ayakta duruyor. Belarus’ta “Kolozha” olarak da anılan bu kilise, ülkede o yıllardan kalan tek yapı ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmeyi bekliyor.

12. yüzyıldan bugüne kadar hemen hemen her döneme ait eserlerin bir arada bulunduğu Grodno’da, şehrin tarihi merkezi sit alanı ilan edilmiş. Bu bölgede 400’ü aşkın tarihi önem taşıyan yapı var. Şehrin içinden geçen Neman nehrinin sağ yakasında iki şato var. Bunlardan 14.yüzyılda Litvanya Büyük Dükü Vytautas tarafından yaptırılmış olan “Eski Şato”, daha sonra 16.yüzyılda tamamen yenilenmiş. 18. yüzyılda inşa edilen “Yeni Şato” ise, Polonya Krallarının yazlık rezidansı olarak hizmet görmüş.

Grodno, Polonya kültürünün de izlerini taşıyan bir kent. Şehirde Polonya kökenli çok sayıda insan yaşıyor. Ayrıca, Katolik Hristiyanların da yoğunlukta olduğu Grodno’da en dikkat çekici yapılardan biri de, St. François-Xavier katedrali. Sovyet Meydanındaki bu görkemli barok katedralin yüksekliği 50 metre. İnşaatı 1678’de başlamış, 27 yıl sonra bitmiş. Freskler ise 1752’de yapılmış. Grodno Katolik Piskoposluğuna ait olan bu katedral, Polonya krallığının ve Doğu Avrupa’nın en zengin kilisesiymiş. Aslında bir külliye olarak yapılan katedralde, seminer binası, okul, sağlık merkezi, eczane ve idari binalar var. Neredeyse şehrin bir mahallesini kaplıyor. 1960-1988 arasında müzeye dönüştürülmüş. 1988’den sonra, yine ibadet yeri olmuş.

Acı ve İnsanlık Utancı Tarihinde çok kez işgal edilmiş, bazen Litvanya’nın, bazen Polonya’nın, bazen de Rusya’nın parçası olmuş olan Grodno en acı günlerini İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşamış. Savaş öncesinde nüfusu 50 000 olan kent sakinlerinin yüzde 42’si yahudiymiş. Şehir, 1941’de Almanların eline geçmiş ve ardından Yahudilerin transfer edildiği iki getto kurulmuş. 1 no’lu gettoda, yarım km2’lik bir alana 15 bin yahudi yığılmış. Daha geniş bir alana sahip, ama daha az donanımlı olan 2 no’lu gettoda ise 10 bin kişi toplanmış. İlki “üretici” işçiler, ikincisi de “işe yaramayanlar” içinmiş. Sonra Auschwitz ve Treblinka gibi ölüm kamplarına nakil için demiryolu hattı boyunca geçici kamplar oluşturulmuş ve gettolar boşaltılmaya başlanmış. Bu kamplardan, Grodno’ya 5 km uzaklıktaki Kielbasin, yahudiler için bir transit kampı olarak kullanılmış. Öldürülme ve işkencelerin yanında, korkunç yaşam koşulları nedeniyle de her gün ortalama 70 kişi, açlık ve sağlık sorunları sonucu hayatını kaybediyormuş. Sonuçta, Haziran 1944’te Kızılordu Grodno’ya girdiğinde, saklandıkları yerlerden sadece 40-50 kişi sağ çıkmış. Ve bunların sadece 5’i eski Grodno sakiniymiş.

Günlük yaşam

Grodno hem karayolu, hem de demiryolu ulaşımında tam bir kavşak noktası. Ayrıca, kente hayat veren Neman nehri üzerinde nehir taşımacılığı yapılıyor. Grodno bu açıdan bir de nehir limanı olma özelliği taşıyor.

Kentin çok zengin bir kültür altyapısı var. 325 000 nüfuslu kentte, bir “Drama Tiyatrosu” ve bir de “Kukla Tiyatrosu” bulunuyor. “Tarih ve Arkeoloji Müzesi” ile “Dinler tarihi Müzesi” diğer cazibe merkezleri. Ünlü Belaruslu şair Maksim Bagdanovic’in evi ile Polonyalı yazar Eliza Ozheshko’nun evi de müzeye dönüştürülmüş. Kentte eğitim veren Devlet Üniversitesinin yanında, 7 de Enstitü bulunuyor. Ayrıca 2 tane de resim galerisi var. Grodno’lular bu zengin kültür ortamı içinde yaşamlarını sürdürüyorlar.

“KAHRAMAN” ŞEHİR BREST

Brest, Belarus’un, gizemli Ortaçağ büyüsüne sahip en eski yerleşim yerlerinden biri. Kara ve demiryolları açısından Berlin-Moskova arasında çok önemli bir ulaşım noktası ve Avrupa Birliği ile Bağımsız Devletler Topluluğu arasında stratejik bir ticaret merkezi.

Brest, Belarus’un en batısında, Mukhavets ve Bug nehirlerinin birleştiği noktada yer alıyor. Polonya ile sınır kenti. Tam karşısında Polonya’nın Terespol kasabası var. 320 000’lik nüfusuyla, Brest, Belarus’un 6. büyük şehri.

Kent, 11.yüzyılın başlarında Slavlar tarafından kurulmuş. 1319 yılında Litvanya Büyük Dükalığına dahil olmuş. Daha sonra, 16. yüzyılda Polonya-Litvanya Ortak Devletinin başkenti olan Brest, 1795 yılında Rusya İmparatorluğunun parçası olmuş. 1918’de, I.Dünya Savaşını sona erdiren ünlü Brest-Litovsk anlaşması burada, o zamanki adıyla Brest-Litovsk kalesinde imzalanmış. Ardından, 1921 yılında Polonya’ya verilen kent, 1939 yılında, “Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti” olarak, Sovyetler Birliğine katılmış. 1991’den bu yana, artık Belarus Cumhuriyetinin bir şehri olan Brest’in, 1941- 1944 yılları arasında Nazi işgali altında kaldığını ve çok acılar yaşadığını söylemek gerekiyor. O dönemde gösterilen direniş nedeniyle, 1965’te “Kahraman Şehir” unvanını almış.

Brest Kalesi

Brest Kalesi, 19. yüzyılda Ruslar tarafından yapılmış. İnşası 1842’de tamamlanan kale, 4 km2’lik bir alan kaplıyormuş. Ama daha sonra yapılan restorasyonlar ve eklemeler sonucunda, 1914’e gelindiğinde, kalenin alanı 30 km çapında dairesel bir alana dönüşmüş. 1939’da Nazilerin güçlü saldırısına, kaledeki küçük bir askeri birlik 4 gün direnmiş, ama kale de ağır hasara uğramış. 1941’de, Sovyet askerleri, Alman ordularına yine burada karşı karşı koymak sorunda kalmışlar. Bu kez kale büyük ölçüde yıkılmış.

Kaleden arda kalanlar, daha sonra, kaleyi savunanların anısına devasa bir anıtlar bütününe dönüştürülmüş. Öncelikle, derin çukurlar, kanallar ve yeraltı tünelleriyle çok donanımlı bir askeri kompleks olan kaleden geriye kalanlar, aynen olduğu gibi, aldığı darbeler ve hasarlarla birlikte korunmuş. Anıtsal eserlerin tamamı, üç kapıdan girilen kale alanı içinde bulunuyor. Anıt yapılar arasında çok büyük üç heykel var: Bunlardan ilki Susuzluk heykeli. Susuzluk kuşatmanın en can alıcı sonuçlarından biri. Heykel, yerde yatan ve miğferi ile suya uzanmaya çalışan bir askeri gösteriyor. Cesaret heykeli ise, devasa bir asker başı, granit kaya bloğuna oyulmuş. Ve 100 metrelik dev dikili taş. Burada hiç sönmeyen bir meşale yanıyor. Askerlerin önünde kurşuna dizildiği anıt duvarın olduğu yerde 800’den fazla askerin külleri gömülü. Kale içinde müzeler var; Savaş müzesi, Arkeoloji müzesi gibi. Belgelerle, kuşatmadan kalan bütün objeler ve silahlarla kalenin tarihi anlatılıyor. Ve Beyaz Saray kalıntıları: Osmanlı İmparatorluğu’nun da dahil olduğu Brest-Litovsk anlaşması 1918’de burada yapılmış.

Brest şehri

Brest, 1945’ten sonra yeniden inşa edilmiş. Ortaçağda tamamen ahşap binalarla kaplı şehrin anısına, ahşap mimari örneklerin bir bölümü muhafaza edilmiş. Sevimli, hareketli, modern ve gelişen bir şehir. Ünlü bir kukla tiyatrosu, nefis parkları, ilginç müzeleri ve gösterişli kiliseleri var.

Örneğin İsa’nın Dirilişi kilisesi, Belarus’un en büyük yapısı. Brest Kalesinin batısındaki St. Nikola kilisesi ise şehrin en eski kilisesi. Yaldızlı kubbeleri, mavi ve sarıya boyalı bir dış cephesi var. Bizans yapısı olan kilise, önceleri bir manastırın parçasıymış. Sonra askeri merkeze dönüşmüş, meşhur 1941 kuşatmasında da yıkılmış. Bugün restore edilmiş hali ve bütün görkemi ile ibadete açılmış durumda.

1596’da amacı Slavlar ile Polonyalıları birleştirmek olan Uniate kilisesi kurulmuş Brest’te. 1855 yapımı St Simon ortodoks kilisesi ise, klasik Bizans stilinde, pembe ve yeşil bir cephesi var, kubbeler yaldızlı, yakın bir zamanda da restorasyondan geçmiş. Lenin meydanında, Lenin heykelinin karşısında da St Christophe katolik kilisesi var. Ve bir de 16. yüzyıldan kalma Sinagog. Avrupa’nın en büyüğü olduğu söyleniyor.

Brest, müzesi bol bir şehir. Bölgenin yapısını, Çernobil’in mahvedici etkilerini bilimsel açıdan anlatan Bölge müzesinden Demiryolu müzesine kadar değişik bir çok müze. Örneğin, El Konulan Sanat Eserleri Müzesi hayli ilginç. Kaçakçıların yasa dışı yollarla komünist rejimden kaçırmaya çalıştıkları tablo ve sanat eserlerinin yakalanan ve el konulanları bu müzede sergileniyor. Eski gettonun yerine ise bir Soykırım Müzesi yapılmış.

Brest’te ulaşım zor değil. Kentteki bütün cazibe merkezleri birbirine yürüyüş mesafesi uzaklığında. Ayrıca otobüs ve troleybüs seferleri çok düzenli işliyor. Taksi bulmak da çok kolay. Bir de “maşrutkas” adı verilen minibüs-taksiler var. Bunlar otobüslere ayrılan yol şeritlerini kullanabiliyorlar.

Sovetskaya sokağında bir çok mağaza ve butik sıralanıyor. Bunlarda giyim-kuşamdan balık oltasına kadar her şeyi bulmak mümkün. Şehir merkezinde, irili ufaklı bir çok dükkanın yanında, Moskovskaya caddesinde, bir de “Tsum” isimli büyük mağaza var.

Güvenli bir kent olan Brest’te, iki yanında kestane ağaçlarının sıralandığı Gogolya sokağında yürüyüş yapmak, ya da, Nabereznaya sokağından nehir manzarası izlemek çok keyifli oluyor.

HIZLI GELİŞME MODELİ

Belarus ekonomisi daha çok endüstriye dayanıyor. Ülkedeki doğal kaynakların yeterli olmamasına ve Sovyetler Birliği’nden ayrılma sonrasında yaşanan ekonomik çalkantılara rağmen, ekonominin kendisini hızla toparlaması sayesinde, 2008 yılında, Belarus, dünyanın en hızlı ekonomik büyümeye ulaşan yedinci ülkesi oldu.

Ağır sanayinin önderliği

Belarus’un ekonomik büyümesindeki en büyük pay, hiç kuşkusuz Sanayi sektörüne ait. Milli gelirin yaklaşık üçte biri sanayi sektöründen sağlanıyor. Sanayi ürünleri, toplam ihracatın da yüzde 90’ını oluşturuyor. Ülkedeki yaklaşık 100 değişik sanayi kolunda faaliyet gösteren 20 000 kadar firma var. Makine üretimi ve metalürji alanında faaliyet gösteren firmalar lider konumunda.

Örneğin, kısaca MAZ adıyla bilinen “Minsk Otomobil Fabrikası”, otomobil, kamyon ve otobüs üretiyor. MAZ, bu alanda bütün BDT ülkeleri içinde en büyük kuruluş olma özelliğine sahip. 2007 yılında, 23429 otomobil, 7809 kamyon ve 1609 otobüs üretmiş. Merkezi Zhodino şehrinde olan BelAZ fabrikası ise, maden ocaklarında ve taş ocaklarında kullanılan makinaların ve araçların üretiminde bir dünya markası. Tek başına, dünya pazarının yüzde 30’unu elinde tutuyor.

Traktör ve tarım makinaları üretimi de Belarus’un çok ileri olduğu diğer bir alan. Kısaca MTZ markasını kullanan “Minsk Traktör Fabrikası” dünyadaki 8 büyük traktör üreticisinden biri. Tarım makinaları üreten Gomselmash ise, ürünlerini bütün BDT ülkelerine satıyor. Ülkede ayrıca, inşaatlarda ve karayolu yapımlarında kullanılan makinaları üreten veya başta troleybüs olmak üzere, belediyelerin ihtiyaçlarını giderecek çeşitli araçlar ve makinalar üreten “Amkodor” ya da “Belkommunmash” gibi firmalar faaliyetlerini sürdürüyorlar.

Petrokimya

Televizyon, buzdolabı veya çamaşır makinası gibi her türlü elektrikli ev aletlerinden bisiklete, optik cihazlardan çeşitli boru tiplerine kadar geniş bir üretim yelpazesine sahip olan Belarus’ta, kimya ve petrokimya sanayii de oldukça ileri durumda bulunuyor ve piyasaya çok çeşitli ürünler sunabiliyor. Örneğin, suni gübre üreten “Belaruskali” firması, dünya suni gübre ihracatının yüzde 16’sını gerçekleştiriyor. Kimyasal elyaf konusunda Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden olan Belarus, cam elyafı alanında da bütün BDT ülkelerinin ihtiyacını tek başına karşılıyor. Petrokimya ürünleri konusunda uzmanlaşmış büyük Belarus firmalarından biri olan “Belneftekhim”, 2008 yılından bu yana Türkiye’de de faaliyet gösteriyor. Türkiye ve Orta-Doğu piyasalarında genişlemeyi hedefleyen Belneftekhim, akrilik elyaf, jeotekstil keten, viskoz filament ipliği ve parafin gibi günlük hayatta pek akla gelmese de, aslında kullandığımız bir çok ürünün içinde yer alan maddeleri pazarlıyor.

Tarım ve hayvancılık

Belarus ekonomisinin diğer bir önemli kolu olan tarım sektörü aynı zamanda tarım endüstrisinin de başlıca katmanı durumunda bulunuyor. Hayvan besiciliği açısından bakıldığında, 2008 yılı rakamlarına göre, ülkede 4 milyondan fazla büyükbaş hayvan var. Zaten, süt üretiminde Belarus, bütün BDT ülkeleri içinde birinci, Avrupa’da ise 4.sırada yer alıyor. Belarus’un çiftlik arazilerinin toplamı 90 000 km2’yi bulmuş durumda. En çok üretilen tarım ürünü ise: patates. Dünyanın yedinci patates üreticisi olan ülkedeki yıllık ürün miktarı 8 milyon tonu geçiyor. Ülkede ayrıca buğday vs. gibi hububat da yetiştiriliyor ama Belarus bir de keten üretimi ile ünlü. Keten lifi üreten başlıca ülkelerden biri olarak, keten ekiminde dünyanın ilk 5 ülkesi arasında yer alıyor.

Serbest Ekonomi Bölgeleri

Belarus’ta 6 adet “Serbest Ekonomi Bölgesi” kurulmuş: Brest, Vitebsk, Gomel-Raton, Grodnoinvest, Minsk ve Mogilev Serbest Ekonomi Bölgeleri. Yani, her Belarus vilayetinin bir serbest bölgesi var ve bunlar ekonomik kalkınmanın önemli araçları sayılıyor. Bu ticari bölgeler, içinde bulunan firmalara vergi seçenekleri, vergi indirimleri ve gümrük serbestisi gibi olanaklar sunuyor. İçlerinde tesis kurup üretim yapmak da mümkün. Devlet, yatırımcılara bir çok kolaylıklar ve garantiler sağlamış. Bu serbest bölgelere hem Belarus’lu firmalar, hem de yabancılar gelip yerleşebiliyorlar.

2008 yılı rakamlarına göre, Serbest Ekonomi Bölgelerinde faaliyet gösteren firmalar, 290 milyon dolar tutarında yabancı yatırım sağlamışlar. En fazla yabancı yatırımı ise, en batıdaki kent olan Brest getirmiş. İkinci sıradaki Minsk’i ise Gomel-Raton Serbest Bölgesi takip ediyor. Yine aynı yılın rakamlarına göre, bütün bu serbest ekonomi bölgelerinde yerleşik olarak faaliyet gösteren firma sayısı: 260.

Bazıları, Belarus ekonomisini “Sosyal yönelimli pazar ekonomisi” diye adlandırıyorlar. Bunun sebebi ise, bir çok fabrikanın ve ekonomik kuruluşun devletin elinde olması. Bağımsızlık sonrasında özelleştirilen bazı kuruluşlar, daha sonra yeniden devletleştirilmiş. Bu durum Batı’da bazı eleştirilere neden olsa da, Belarus ekonomisinin istikrarlı bir biçimde büyüdüğü ve refahın arttığı bir gerçek. Genel açıdan bakıldığında, Belarus’un hem yeterli ekonomik potansiyele, hem de kaliteli bir insan gücüne sahip olduğu görülüyor. Bu çerçevede, ülkede refahın artması ve insanların daha mutlu bir yaşama kavuşması hiç de şaşırtıcı değil.

KÜLTÜR GÜNLÜK YAŞAMIN PARÇASI

Belarus’un, Polotsk Prensliği dönemine dek uzanan zengin bir kültürel geçmişi var. Örneğin mimari anıtlar ülkenin her yerinde dikkat çekiyor. Sanat eserleri, özellikle 19 ve 20.yüzyıllarda inanılmaz bir gelişmişlik ve çeşitlilik kazanmış.

Belarus’lular, yüzyıllar boyunca zengin ve özgün bir kültürel birikim oluşturmuşlar. Ülkedeki anıt-yapıların sayısı 15 000’i aşıyor. Mimari eserlerin yanında, müzelerde sergilenen sanat eserleri ve kitap koleksiyonları da Belarus’un tarihi ve kültürel zenginliğinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Zaten, Nesvij kentinde bulunan Radzivil konağı, Grodno’daki Mir Şatosu ve “Struve Jeodetik Yayı” Unesco’nun Dünya Mirası Listesinde yer alıyor. “Struve Jeodetik Yayı”, Alman astronomi bilgini Frederich George Wilhelm Struve’nin, 19. yüzyılda, dünyanın gerçek boyutlarını ölçebilmek için, Norveç’in kuzeyinden Karadeniz’e kadar uzanan bir hat üzerine belli aralıklarla yerleştirdiği işaret kolonlarından oluşuyor. Bu hat üzerinde bugün tam 10 ülke yer alıyor.

Güzel sanatlar

Belarus’ta oldukça dinamik ve çeşitlilik gösteren bir sanat yaşamı var. Sergiler halk için bir çekim merkezi gibi. Özellikle, yabancı sanatçılarla ortaklaşa düzenlenen karma sergiler çok rağbet görüyor. Ayrıca festivaller de ülkedeki kültür yaşamına katkı sağlıyor. Özellikle, her yıl Temmuz ayında Vitebsk’te düzenlenen “Slavianski Bazaar” isimli festival, 13 yıl önce sadece bir müzik festivali olarak başlamışken, bugün Uluslararası bir Sanat Festivali haline dönüşmüş.

Tarih boyunca bazı şehirlerinm sanatsal ve kültürel açıdan öne çıktığı görülüyor. Örneğin Vitebsk, 20.yüzyıl başına kadar ülkenin sanat ve kültür beşiği olmuş. Ustalarından birinin de Marc Chagall olduğu Vitebsk sanat okulu, bir zamanların çok ayrıcalıklı ve aktif bir sanat merkeziymiş. Belarus’un tek ünlü ressamı Chagall degil tabii ki. Günümüzde, Mihail Savitski, Gavriil Vaşçenko, Leonid Şkemelyof, Victor Alşevski ve Valery Şkarubo gibi ressamlar Belarus sanat dünyasına katkıda bulunuyorlar. Minsk’in merkezinde bulunan “Belarus Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi” Belaruslu sanatçıların eserlerinin yanında, Rusya başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden gelen değerli sanat ürünlerini barındırıyor. Belarus’un diğer kentlerindeki müzelerde de çok değerli eserlerle karşılaşmak mümkün.

Büyüleyici danslar

Belarus müziği karma bir yapıya sahip; Ortaçağın ortodoks dini ezgilerinden Litvanya folkloruna, Ukrayna ve Rus müziğine uzanan geniş bir yelpazesi var. Ülkede 16.yüzyıla kadar dini müzikler ağırlıkta olmuş. Minsk konservatuarı 19.yüzyılda açılsa da, kaydadeğer bestecileri 20.yüzyılda görüyoruz. Dmitri Smolski, Genrik Vagner, Galina Gorelova ve Oleg Kodosko çağımızın en önemli Belaruslu bestecileri. Tiyatro alanında, Belaruslular genellikle evrensel tiyatro tarzı ile kendi ulusal tiyatro geleneklerini bir araya getiriyorlar. Ülkede devlete ait 28 tiyatro var. Bu tiyatrolar sık sık yurtiçi ya da yurtdışı turnelere çıkıyorlar, uluslararası festivallere katılıyorlar. Elbette Belarus’ta da festivaller düzenleniyor. Örneğin, Brest kentinde yapılan “Belaya Vezha” (Beyaz kule) festivaline 25 ülkeden tiyatrolar katılıyor.

Belarus’ta bale sanatı da hayli popüler. Ulusal Akademik Bolşoy Bale Tiyatrosu ülkenin en ünlü bale topluluğu. SSCB döneminde, 1959’da kurulmuş. Devlet Halk Sanatçısı unvanı taşıyan Valentin Dudkevic, 23 yıldır topluluğun sanat yönetmenliğini yapıyor. Ünlü koreograf Valentin Yelizaryev de topluluğun uluslararası şöhret yapmasında önemli rol oynamış. Çok ünlü sanatçıların bulunduğu grubun tüm dünyada sergilediği gösteriler hayranlık uyandırıyor. Topluluk, 1995 yılında, ünlü Belaruslu besteci Andrei Mdivani’nin “Tutkular” adlı eseriyle, Unesco’ya bağlı “Uluslararası Dans Derneği” nin en iyi koreografi ödülünü kazanmış.

Kupala ve Kolas

2007 yılında, Belarus’un en popüler iki şairi olan Yanka Kupala ve Yakub Kolas’ın 125. doğum yıldönümleri bütün ülkede çeşitli kültür gösterileriyle kutlanmıştı. Açilan bir çok serginin yanında, bilimsel konferanslar, konserler ve sanat şenlikleri düzenlenmişti. Hatta, etkinliklere komşu Polonya, Litvanya ve Ukrayna da katılmışlardı.

Yanka Kupala, Belarus edebiyatının öncülerinden biri olarak kabul ediliyor. Kupala, 1882 yılında, topraksız bir köylü ailesinin çocuğu olarak, Minsk yakınlarındaki Vizinka’da doğmuş. “Köylü” başlıklı ilk şiiri 1905 yılında, bir gazetede yayınlanmış. Daha sonra, bir süre Vilnius ve St. Petersburg’da yaşayan Kupala’nın, 1910’lu yıllarda Maksim Gorki’den etkilendiği biliniyor. 1917 Ekim Devriminden sonra “Enternasyonal” marşını Belarusçaya çevirmiş olmasına rağmen, Sovyet karşıtı gruplarla bağlantı kurduğu gerekçesiyle, 1927’de Çekoslovakya’ya sürgün edilmiş. 1941 yılında ise “Lenin Nişanı” ile ödüllendirilmiş. Aynı yıl, Belarus’un Nazi işgaline uğramasının ardından, sağlığı da bozuk olduğu için, Moskova’ya taşınmış ve 1942’de orada ölmüş. Kupala, Sovyet dönemindeki Belarus kültürünün bir sembolü olarak tanınıyor. Minsk’te 1945’de eşi tarafından kurulmuş bir müzesi var. 1978’de de, Grodno kentinde “Yanka Kupala Devlet Üniversitesi” kurulmuş.

Kupala gibi, Yakup Kolas da 1882 yılında ve topraksız bir köylü ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Çocukluğu ormanlık kırsal alanda geçmiş. 1902 yılında, Pedagoji eğitimini tamamlamış ve öğretmen olmuş. 20. yüzyılın başlarında, Çarlık Rusya’sında esen devrim rüzgarları Kolas’ı da eylemlere itince, 1908’de 3 yıllık bir hapis cezasına çarptırılmış. Kendisi daha hapisteyken, ilk şiir kitabı olan “Hapishane Türküleri” yayınlanmış. Birinci Dünya Savaşında askere alınan Kolas, 1921’de Minsk’e yerleşmiş. Kolas’ın şiirlerinde Belarus köy yaşantısının renkleri yansıtılıyor. Ona göre, köylü alçak gönüllü, isyankâr ve üretkendir. Şairliğinin yanında iyi bir yazar olan Kolas, düz yazı türünde de önemli eserler vermiş. 1923-1954 yılları arasında yazdığı “Kavşak noktasında” isimli üçlemesi, Belarus edebiyatının önemli eserlerinden. 1946 ve 1949’da “SSCB Devlet Ödülü”ne layık görülen Kolas. 1956 yılında Minsk’te ölmüş.

Yüksek tarihi değer taşıyan, anıt gibi bir çok yapının yer aldığı kentlerde, müzeler ve kültür merkezleri ile iç içe yaşayan, sık sık düzenlenen sergilere ve sanat festivallerine keyifle katılan Belaruslular için kültürel etkinlikler son derece olağan. Kısacası, Belarus’ta kültür günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası.

AKTİF TURİZM
DOĞA SPORLARI VE SAĞLIK

Belarus, bir güneş-deniz-kum ülkesi değil. Ama turizm açısından çok farklı olanaklar sunuyor. Bu yemyeşil ülkedeki doğal ortamlarda avcılık, rafting ve trekking gibi sportif faaliyetler yapılabiliyor, sağlık turizminden yararlanılabiliyor, veya en küçük kasabasında bile tarihin izlerini taşıyan eserlerin tadına varılabiliyor.

Belarus’ta turizm, son zamanlarda hızla gelişen bir sektör. Hükümetin de bu alanda önemli destek ve teşvik programları var. Belarus’taki kentlerin ve kasabaların ziyaretçilere çok ilginç eserler ve kültür faaliyetleri sunmasının yanında, şehir dışına çıkıldığında bambaşka turizm olanakları ortaya çıkıveriyor. Aktif turizm olarak adlandırılan bu faaliyetler, Belarus’ta oldukça popüler.

Yeşil Turizm ve Av

Örneğin muhteşem manzaralı kırsal kesimde bisikletle dolaşabilir, veya her bölgede sıkça rastlayacağınız akarsularda rafting yapabilirsiniz. Belarus’ta turistik güzergâhlar genellikle milli parklardan ve doğal rezervlerden geçecek biçimde düzenlenmiş. Bu doğal rezervlarden biri olan Belavejskaya Pushcha, ülkenin batısında, Polonya sınırında. Burası, geyik, karaca, yaban domuzu, ren geyiği, kurt, vaşak, kunduz gibi ender bulunan hayvanların, 23 değişik balık türünün, 7 cins sürüngenin, 200 kadar kuş ve 17 kurbağa çeşidinin yaşadığı, ayrıca, nesli tükenmekte olduğu için devlet koruması altına alınan binlerce bizonun yaşadığı bir orman. Doğa yürüyüşleri ve kamp yapmak için son derece ideal. 1932’de ulusal park ilan edilen Belavejskaya Pushcha’nın bir bölümü de Polonya sınırları içinde yer alıyor. Ormanın Polonya bölümü 1977 yılında, Belarus bölümü ise 40 1992’de İnsanlık mirası listesine alınmış. Bitki örtüsü çok zengin (3000 çeşit): 1500 çeşit mantar, 200 çeşit kara yosunu, 250 çeşit liken, su yosunu ve ağaçlar; çam, meşe, kızılağaç, kayın ağacı..

Belarus’un en büyük gölü Naroch ise, Minsk’in kuzeyinde. En derin noktası 25 metre olan gölün etrafı çam ormanları ile kaplı. Etrafında yürüyüş yaparken, mücevher gibi iki küçük göl görüyorsunuz: Glublya ve Glubelka. Çok özel çevre özelliklerine sahip olan Belarus, avcılık konusunda macera tutkunlarını çeken bir yer. Ormanlarında, kendi doğal ortamlarında yaşayan vahşi hayvanlar var. Cazibesi, av öncesi hayvanların tutulduğu ve beslendiği belli alanların olmayışı; üstelik çeşitlilik göz kamaştırıcı.

Çernobil felaketiyle doğan radyoaktif kirlilik nedeniyle bölgeye giriş yasak olsa da Pinsk Bataklığı’nı anmadan olmaz. Brest’in doğusunda, Pripyat Nehri boyunca uzanıyor. Çok geniş bir sulak alan. Baharda karların erimesi ile genişliği yıl içinde değişiyor, su fazlalığı nehrin taşmasına ve su baskınlarına yol açabiliyor. Doğu kısmında kanallar yoluyla kurutma yaparak tarım arazisi ve otlak açma çalışmaları var. Yoğun orman, küçük göller, dereler ve batak çayırları ile bezeli.

İrili ufaklı çok sayıda göle ve akarsuya sahip olan Belarus, su turizmi için ideal bir konumda. Rafting için, hem usta sporculara, hem de yeni başlayanlara çeşitli olanaklar sağlıyor. Bu açıdan en gözde yerlerden biri de Braslav gölleri. Buradaki su yolları genellikle dairesel olduğu için, motor gezintileri açısından da son derece elverişli. Pripyat milli parkının en önemli özelliği ise, kuş gözlemi yapmaya ve kuşların fotoğraflarını çekmeye imkan vermesi. Burada günlerini geçiren meraklılar var.

Önce sağlık

Günlük hayat hem fizik olarak, hem de zihinsel olarak, insanı zorluyor ve yoruyor. Bu durumda, insanı dinlendiren, forma girmesini sağlayan, kilo verdiren ve hücrelerini tazeleyen sağlık programları önem taşıyor. Belarus’ta bu işlevi gören çok sayıda Sağlık Merkezi var. Hemen hemen hepsi de ülkenin en güzel manzaralı yerlerinde, nehir kıyılarında veya çam ormanları içinde kurulmuş. Bunların bazılarında Spa olanakları da mevcut bulunuyor.

Genellikle ailece gidilen bu sağlık merkezlerinde, standart ya da lüks odalarda konaklamak mümkün. Sağlık merkezi çevresinde, bisikletle veya at üstünde gezintiler yapılabiliyor. Hatta otobüslerle düzenlenen turlara katılıp, civardaki kent ve kasabaları ziyaret etmek, kültürel bir zenginlik de getirebilir. Belarus sağlık turizmi açısından lider ülke olma yolunda hızla ilerliyor.

ÖZGÜN LEZZETLER DRANİKİ VE KVAS

Belarus mutfak geleneğinin kökeni orta çağa kadar iniyor. O günden bu güne, Belaruslular komşu Ukrayna’dan, Polonya’dan, Rusya’dan, Litvanya’dan ve Yahudilerden bir şeyler alıp kendi mutfaklarına katmışlar. Böylece bugünkü özgün Belarus mufağı ortaya çıkmış.

Belarus mutfağı denince ilk akla gelen patates ve mantar oluyor. Geleneksel yemeklerde, bu iki ana unsurun çeşitlemeleri ve kırmızı et oldukça baskın. Belarus’ta bol bulunan mantar çeşitleri genellikle sosla ya da krema ile yeniyor. Patates ise, Belarus’un milli ürünü. Patates ile 300 değişik yemek yapılabildiği söyleniyor.

Mönüde neler var?

18. yüzyıla kadar, Belarus mutfağında çorba yokmuş. Komşu ülkelerin etkisiyle olsa gerek, çorba Belarus mutfağına sonradan dahil olmuş. Bugün, “Borç” çorbası ve “Kabak çorbası” en popüler olanlardan. Malzemesi bol, doyurucu çorbalar arasında bir de Gribnoy var. Mantar ve arpa ile yapılıyor. Borç, Ukrayna ve Rusya’dan farklı bir biçimde, Belarus usulü ekşi bir sosla servis ediliyor. Ana yemek olarak genellikle kırmızı et tercih ediliyor. Domuz etinden yapılan “Maçanka”, sığırdan yapılan “Zrani” sosisi ve kıymalı bir hamur işi olan “Piroşki” çok rağbette.

Ama, Belarus’a has yemeklerin başında ünlü “Draniki” geliyor, yani bir nevi p a t a t e s mücveri. P a t a t e s rendeleniyor, yumurta, tuz, karabiber, un ve süt ekleniyor. İyice karıştırılıyor, yuvarlak parçalar halinde kaşıkla tavaya konup, her iki tarafı tereyağında kızartılıyor. Yanına isteğe göre soğan, mantar ya da ızgara kuşbaşı ekleniyor. Eğer harca süt eklenmemişse, yenirken krema ile servis edilebiliyor. Draniki’nin, sıvı yağda, harca rendelenmiş soğan ve domuz kıyması eklenerek yapılanı da var. Bir başka türünde ise üzerine krema eklenip ayrıca fırına veriliyor, çok kısa bir süre daha pişiriliyor.

Minsk usulü pirzola ve bonfile de spesiyalitelerden. Mantarlı soslu domuz pirzolası olan Kotleta pokrestianski, yani “köy pirzolası” herkesin sevdiği bir yemek. Pelmeni ise bir tür etli mantı. Toprak kapta pişiriliyor, yoğurtla servis ediliyor. Genellikle evlerde Pelmeni yapmak için özel mutfak aletleri bulunuyor. Kalduny, patates ve mantarla yapılıyor. Bir çeşit domuz sucuğu olan Ugliarki de çok tüketilen yiyecekler arasında.

Belarus’ta, beyaz et taze tüketilirken, son derece lezzetli olan kırmızı et, konserve olarak da rağbet görüyor. Ayrıca, sosis, salam ya da jambon gibi şarküteri ürünleri de çok yaygın. Soğuk ve uzun kışlar, dayanıklı sebze ve bakliyat tüketimini de beraberinde getiriyor. Belarus yiyecekleri yağlı, sos çeşitleri de çok fazla. Ülkede onca göl ve nehir olunca, tatlı su balıklarının da ayrı bir yeri var elbette. Taze balık kadar tuzlu ya da kurutulmuş balık da oldukça yaygın. Çok tüketilen süt ürünleri arasında tereyağı, kaymak, krema, kefir, süzme yoğurt ve peyniri saymak mümkün.

İçecekler

Belarus’ta en yaygın alkolsüz içecek, çay. Kahve ise yemeklerde tüketiliyor. Bira ve kırmızı şarap tüketimi de oldukça yaygın. Bir de geleneksel Kvas var. Kvas, çavdar ekmeğinin mayalanmasıyla elde edilen ve evlerde de üretilebilen alkolsüz bir içecek. Genellikle soğuk içiliyor. Belarus’ta olduğu gibi, Rusya’da da oldukça popüler. Bütün dünyanın bildiği gibi Votka da her iki ülkede en çok tüketilen alkollü içki. Bu arada, Belarus’un geçen yıl Türkiye’ye Votka ihraç etmeye başladığını da belirtelim. Türkiye’deki Belarus Votkasının markası: Minsk Kristal.

Beloverszhskaya ise, içinde 100 çeşit otun bulunduğu, çok özel bir tada sahip Belarus likörü. Ve bir de K o m p o t var. Bizdeki k o m p o s t o gibi, evlerde hazırlanıyor. İçine meyve taneleri konulmuyor ve s e r i n l e t i c i o l a r a k , soğuk içiliyor.

A s l ı n d a , dünya mutfaklarından her türlüsünü de bulmak mümkün bu ülkede. En rağbet görenler İtalyan lokantaları ve sayıları oldukça fazla. Ama, yol kenarlarında sıralanan patates, salatalık turşusu ya da çilek satıcıları apayrı bir renk.

KALİTELİ EĞİTİMLER ÜLKESİ

Halkın neredeyse tamamının okuryazar olduğu Belarus’ta, 6 ve 15 yaşları arasındaki 9 yıllık ilköğretim dönemi zorunlu ve tamamen parasız.

Belarus’ta, herkesin eğitim görme hakkı olduğu varsayılıyor. Çeşitli düzeylerdeki eğitim kurumları da bu çerçeve içinde, yani isteyen herkesin istediği eğitimi görmesine olanak verecek şekilde yapılanmış.

Tüm modern ülkelerde olduğu gibi, Belarus’ta da eğitimde “okul öncesi” dönem var. 6 yaşından küçük olan çocuklar eğitimlerine yuvalarda veya anaokullarında başlıyorlar. Bedensel veya zihinsel engelli olan çocuklar için özel ve uzmanlaşmış okulların bulunduğunu da ekleyelim.

Çocuklar ilkokula 6 yaşından itibaren gidiyor. Belarus’ta zorunlu ilköğretim süresi 9 yıl. İlköğretim sırasında, çocuklar ilgilerine göre okul dışı bir eğitimden de geçiyorlar. Bu eğitim, kulüplere üye olmak, hobi gruplarına dahil olmak, spora yönelmek gibi çeşitli biçimlerde, okul dışındaki faaliyetlere katılmak şeklinde gerçekleşiyor.

İlköğretim sırasında beliren yeteneklerine veya heveslerine göre, öğrenciler, orta öğretimde çeşitli alanlardaki okullara yönelebiliyorlar. Örneğin, öğrencilere, teknik ya da mesleki öğretim veren bir okula gitmek veya bir müzik aleti çalmak gibi sanatsal konularda eğitim görmek imkanı sağlanmış.

Yüksek öğrenim

Belarus’ta 31 adet devlet üniversitesi, 12 adet de özel üniversite var. Ayrıca devlete ait 6 akademi, 2 enstitü ve 4 de yüksek okul bulunuyor. Belarus, bu eğitim kurumlarıyla, Avrupa’nın en gözde öğrenim merkezlerinden biri olmuş. Dünyanın her yerinden öğrenciler Belarus’a öğrenim görmeye geliyorlar. 2002 yılında yayınlanan “Avrupa Bölgesindeki Yüksek Öğrenim Özelliklerinin Kabulu” hakkındaki kararname ile, Lizbon Sözleşmesine tam taraf olduğu UNESCO ve Avrupa Konseyi tarafından onaylanan Belarus, böylece üniversite diplomalarının denkliği konusunda yaşadığı sorunların ortadan kalktığını düşünüyor. Böylece, önümüzdeki yıllarda Belarus’a gelecek yabancı öğrencilerin sayısında muhtemelen bir artış olacak.

Minsk’te, Belarus’un en önemli üniversitelerinden biri olan “Belarus Devlet Üniversitesi” var. 1921 yılında kurulmuş. Halen, 211 profesörün ve 900’ü aşan öğretim görevlisinin ders verdiği üniversitede yaklaşık 14 000 öğrenci eğitim görüyor. Bunların arasında, 30 ayrı ülkeden gelmiş, 200 kadar yabancı öğrenci var. Grodno’daki ünlü “Yanka Kupala Devlet Üniversitesi” ise 1978’de kurulmuş. Akademisyen kadrosu 460, öğrenci sayısı ise 7000 kişi. Belarus’un diğer kentlerinde de bir çok öğrenim kurumu bulunuyor. Örneğin, Gomel’de ünlü “Fransisk Skarina Devlet Üniversitesi”, “Gomel Devlet Teknik Üniversitesi” ve “Gomel Devlet Tıp Üniversitesi” yabancı öğrencilerin de çok rağbet ettiği okullar.

2006-2007 ders yılında, 6741 yabancı öğrenci Belarus’ta eğitim görmüş. Bu sayıya, doktora eğitimi gören 130 üniversite mezunu yabancı dahil değil. Üniversite öğrenimi dışında, bir de yabancı dil öğrenmek için Belarus’a gelenler var. Belarus, Rusça öğrenmek için ideal bir ülke olarak biliniyor. AB ülkelerine yakınlığı da ayrı bir avantaj. Türk gençlerinin de Rusça öğrenmek için Belarus’a gidip, süresi 1 ile 6 ay arasında değişen kurslara katıldığı biliniyor. Şahinbay Yurtdışı Eğitim firması gibi bazı kuruluşlar, Belarus’ta eğitim görmek isteyen öğrencilerin programlarını organize etmek konusunda uzmanlaşmışlar. Ankara’daki Belarus Büyükelçiliğinin verdiği bilgilere göre, 2007 yılında Belarus’ta 244 Türk öğrencisi varken, bu sayı 2009 yılında 443’e yükselmiş. Bundan sonra da, her yıl bu sayının en az yüzde 25 artacağı tahmin ediliyor.

Neden Belarus’ta eğitim?

Yabancılar üniversite eğitimi almak için neden Belarus’u tercih ediyorlar? Hiç şüphesiz, bu sorunun birinci yanıtı, Belarus’ta kaliteli bir üniversite eğitimi alınabildiği için. Gerçekten de, Belarus’ta her dalda güçlü eğitim veren okullar ve çok yetkin akademisyenler var.

Fakat, yapılan araştırmalarda, tercihleri etkileyen başka faktörlerin de bulunduğu görülmüş.

Örneğin, Belarus’ta günlük yaşamın huzurlu ve sakin olması, ırkçılık veya ülke ayırımcılığı yapılmaması önemli bir unsur olarak ortaya çıkmış. Düzenli bir öğrenim dönemi arayanlar için Belarus ideal bir ülke sayılıyor. Üstelik, Belarus’ta sağlam dostluklar kurulmasının da oldukça kolay olduğu söyleniyor.

Belarus’u seçenlerin bir bölümü de, sağlık ya da spor olanakları gibi, sosyal imkanların iyi olması nedeniyle bu ülkeye gelmeyi seçtiklerini ifade etmişler. Bir de ülkenin doğasının zenginliğine dayanamayıp gelenler var. Onlar her fırsatta şehir dışına çıkıp, doğa ile baş başa kalıyorlar.

Ama, Avrupa ülkelerinden gelenlerin önemli bir nedeni ekonomiye dayanıyor. Belarus Avrupa’nın tam ortasında olduğu için küçük bir bütçeyle seyahat edebiliyorlar ve sık sık ailelerinin yanına gidip gelebiliyorlar.

Seçim nedeni ne olursa olsun, Belarus’un iyi ve örgütlü bir eğitim merkezi olduğu kesin. Öte yandan, Eğitim gelirlerinin gelecekte Belarus bütçesine önemli katkılarda bulunması da arzu edilen bir husus. Ülkedeki 6700 civarındaki yabancı öğrenci, her yıl Belarus’a milyonlarca dolar getiriyor. Ama, Belarus için bu gelirden çok daha önemli bir başka kazanç söz konusu: o da, bu öğrencilerin Belarus eğitim sistemine dünya arenasında kazandırdığı yüksek itibar ve güvenilirlik.

FARKLI SPORLAR, FARKLI SPORCULAR

Dünyanın bir çok ülkesinde, spor sevdalılarının kalbi önce futbol için atıyor ama, Belarus’ta durum farklı. Bu ülkede, Buz Hokeyi’nden Eskrim’e, Jimnastik’ten Moto-ball’a kadar, popüler bir çok farklı spor dalı var.

Belarus, çeşitli sporların yaygın olarak yapıldığı, ve değişik dallarda dünya çapında sporcuların yetiştiği bir ülke. Örneğin, Jimnastik’e dört kez Olimpiyat şampiyonu olan Olga Korbut’u, altı Olimpiyat madalyası sahibi Vitali Şerbo’yu, ya da, Şampiyon Ahmet Ayık’ın en büyük dostu ve rakibi, üst üste 3 kez Olimpiyat Şampiyonu olmuş ünlü güreşçi Aleksandr Medved’i dünya spor kamuoyu hala unutmuş değil.

70 Olimpiyat madalyası

Belarus’lu sporcular Olimpiyatlara ilk kez 1952’de, Helsinki Olimpiyat Oyunlarında, SSCB forması ile katılmışlar. 1991’de bağımsızlıklarını ilân ettikten sonra ilk katıldıkları Olimpiyat ise, 1994 Lillehammer Kış Olimpiyatları. Burada sadece 2 gümüş madalya ile yetinmişler. Ama 1996’da, Atlanta’da, 1’i altın olmak üzere tam 15 madalya kazanmışlar. En büyük başarı ise, 2008 Pekin Olimpiyatlarında gelmiş: 4’ü altın, 17 madalya.

1994 ile 2008 yılları arasında yapılan 8 Olimpiyatta Belarus’un kazandığı toplam madalya sayısı 70. Bu 70 madalyanın 17’si Atletizm dalında kazanılmış. Daha sonra Jimnastik, Halter ve Güreş geliyor. Kürek dalında 7, Atıcılık’ta 6 madalya kazanmış olan Belaruslu sporcuların başarılı olduğu diğer dallar arasında Kano, Biatlon, Bisiklet gibi değişik disiplinler var.

Buz Hokeyi

Belarus’ta en popüler sporlardan biri de buz hokeyi. 2002 yılındaki 4.lük dışında bir Olimpiyat başarısı olmasa da, Belarus Buz Hokeyi takımı, 2009 dünya sıralamasında 8. sırada bulunuyor. Zaten 2014 Dünya Buz Hokeyi Şampiyonası da Belarus’ta yapılacak.

Belarus’ta tam 2.850 lisanslı buz hokeyi oyuncusu var; bu da nüfusun %0,02’si demek. Lisanslı oyuncuların dışında, sırf keyif aldıkları için Buz Hokeyi yapan amatörlerin sayısı da oldukça fazla. Bunlardan biri de bizzat Başkan Lukaşenko. Fırsat buldukça amatör olarak karşılaşmalarda yer alıyor.

En iyi milli oyuncular arasında şu isimler sayılabilir: birçok dünya şampiyonasına katılmış olan Mikhail Grabovski, Vladimir Denisov, Oleg Antonenko, Sergei Kolosov, ünlü oyuncu Andrei Kostitsin ve kardeşi Sergei Kostitsin.. Sergei, 2006 Dünya Gençler Buz Hokeyi Şampiyonasında en iyi hücumcu, en iyi golcü, en iyi pasör ve en çok ceza alan oyuncu seçilmiş.

Moto-ball

Türkiye’de hiç bilinmeyen bir spor olan moto-ball, 1920’li yıllardan beri Belarusluların çok sevdiği bir spor dalı. Moto-ball, 250 cc’lik motosikletler üzerinde oynanan bir tür futbol oyunu. Her ekip motosikletli 4 oyuncu ve motosikleti olmayan bir kaleciden oluşuyor. Top yaklaşık 1 kg ağırlığında, çapı da 40 cm. İki hakem gözetimindeki oyun, normal bir futbol sahasında ve aynı tip kalelerle oynanıyor. Oyun süresi, 20’şer dakikalık 4 bölümden oluşuyor. Minsk’teki Motovelo şirketi, 2004 yılına kadar yol motosikletleri yanında, 250 cc’lik moto-ball motosikleti üretimi de yapıyormuş ve bunlar “Minsk” markasıyla satılıyormuş.

Moto-ball, Avrupa’da yaygın bir spor. Son 3 yıldır yapılan Avrupa Şampiyonalarında Rusya birinci, Belarus ikinci olmuş. Üçüncülük ise 2007’de Almanya’nın, 2008 ve 2009’da Fransa’nın elde ettiği sonuç.

Diğer şampiyonlar

Teniste Belarus’u en iyi temsil eden oyuncu Viktorya Azarenka. 2005’de, gençlerde dünya şampiyonu olan Azarenka, hem teklerde, hem de çiftlerde oynayabiliyor. Ters (backhand) vuruşlarda çok güçlü, alana hakimiyeti de mükemmel. 2009’da dünyada ilk 7’ye girmişti. Bir diğer ünlü Belarus’lu tenisçi de Max Mirnyi. 2003 yılından sonra sadece çiftlerde maç yapan Mirnyi, 1.96 boyunda ve mükemmel servisleriyle tanınıyor. 2004’te, Davis Kupasında gösterdiği performanstan sonra Belarus’ta “ulusal kahraman”ilan edilmiş. Aynı zamanda, UNESCO’nun da iyi niyet elçisi.

Masa tenisinde Vladimir Samsonov, akla gelen ilk isim. Birçok kez Avrupa şampiyonu olmuş, 3 kez de Dünya masa tenisi kupası galibi. Çinlilerle rekabet edebilen ender Avrupalılardan biri ve en iyi blokör. 1.90 boyuyla Dünya turnuvasının en uzun sporcusu; bu da masaya hakimiyet anlamında büyük avantaj sağlıyor Samsonov’a.

Atletizm: Belarus, atma sporlarında, özellikle çekiç ve gülle dalında çok yetkin. Kadınlarda Aksana Miankova, Pekin olimpiyatlarında, 76,34 m’lik bir atışla olimpiyat rekoru kırarak çekiç atma dalında şampiyon olmuş. Ivan Tsikhan ve Vadim Devyatovskiy öne çıkan diğer isimler. Ivan Tsikhan çok başarılı bir çekiç ustası. Dünya atletizm şampiyonalarında altın madalyalara sahip. Devyatovskiy’in ise, dünya ve Avrupa atletizm şampiyonalarından gümüş ve bronz madalyaları var

Futbol’da ise ülkenin en popüler takımı,1927’de kurulan FC Dinamo Minsk. 1983’te ilk kez Avrupa kupasına katılmış olan Dinamo Minsk, 6 kez Belarus şampiyonu, 3 kez de kupa galibi olmuş. Takım, bağımsızlık öncesinde, 1982 yılının da SSCB şampiyonu. 1973’te Borisov şehrinde kurulan BATE Borisov takımı da 1999’da ilk kez Avrupa kupasına, 2008’de ilk kez şampiyonlar ligine katılmış. BATE, 6 kez Belarus şampiyonu, 1 kez de kupa galibi.

İlk resmi maçını 1992’de Litvanya ile yapan Belarus milli takımının önemli oyuncuları arasında Hleb, Gurenko, Kutuzov ve Romaşenko gibi uluslararası şöhretler bulunuyor.

Minsk Dinamo stadı, başkentin en büyük stadı. Çok yönlü kullanıma müsait ama en çok futbol maçları için kullanılıyor. Belarus’ta tam 243 tane stadyum var. 250 adet de yüzme havuzu. Ülke çapında 5140 spor salonu, 46 atletizm tesisi ve 20 adet de buz pisti bulunuyor. Şampiyonlar da işte buralardan çıkıyor.

Sayfalar