Project Description
Bosna-Hersek
DİPLOATLAS – MAYIS 2010
DiploAtlas
Mayıs 2010
Merhaba,
Balkan yarımadasının tam kalbinde yer alan Bosna-Hersek, Türkiye ile çok yakın bağları olan bir ülke. Ataları Bosna-Hersek’ten Türkiye’ye göç etmiş milyonlarca yurttaşımız var. Bir yandan bu yurttaşlarımızın Bosna-Hersek’te kalan akrabaları, bir yandan da, köprüler, camiler, türküler, el sanatları ve yemek alışkanlıkları gibi geride bıraktıkları kültür izleri, iki ülke arasında güçlü ve güvenli ilişkiler sürdürülmesini sağlayan en büyük faktör. DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısında, Bosna-Hersek’i ziyaret edeceğiz ve bu ülkede biraz da kendimizi bulacağız.
Bosna-Hersek, 1992 yılında bağımsızlığını ilan etmesinin ardından kendisini 3 yıl sürecek olan iç çatışmaların içinde bulmuştu. Bu savaş dönemi ülkeye her açıdan çok zarar verdi, büyük yıkıma neden oldu. Ama, ülkede sükûnet ve istikrar sağlandıktan sonra, Bosna-Hersek büyük bir gayret içine girdi ve bir yandan savaşın yaralarını sarma, bir yandan da refah seviyesini yükseltme çabalarını başlattı. Bu yönde dış dünyanın da desteğini sağlayan Bosna-Hersek’in bugün geldiği noktaya bakıldığında çok başarılı olduğu söylenebilir. İç sayfalarımızda da okunabileceği gibi, Bosna-Hersek’i oluşturan Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar istikrarlı bir uyum içinde ülkelerinin kalkınması için çaba gösteriyorlar.
Bosna-Hersek hem kültür birikimi açısından, hem de doğal güzellikler açısından çok zengin bir ülke. Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalan mimari eserler ülkenin tarihi miras birikimi içinde önemli bir yere sahip. Sadece bu olgu bile Türklerin Bosna-Hersek’e özel bir ilgi göstermeleri ve bu ülkeye turistik ziyaretler planlamaları için yeterli bir neden. Ayrıca, Bosna-Hersek’in doğal ortamında rafting, yamaç paraşütü ya da trekking gibi maceralara atılmak ayrı bir keyif.
Tabii Bosna-Hersek kentlerinin çekiciliğini de unutmamak lâzım. Saraybosna, Banya Luka, Mostar ve diğer bir çok şirin kenti anlatan yazıları iç sayfalarımızda okuyup fikir edinmek mümkün.
Bu sayının hazırlanmasında bizimle işbirliği yapan, Bosna-Hersek’in Ankara Büyükelçisi Dragoljub Ljepoja, Diplomat Atlas’a verdiği mülakatta, ülkesi ile Türkiye arasındaki yakınlığa rağmen, ekonomik ve ticari ilişkilerin istenilen seviyeye ulaşmış olmadığını belirtti. Oysa Bosna-Hersek yatırımcılara önemli olanaklar sağlıyor. Yani, Marmara Grubu Vakfı başkanı Akkan Suver’in de dediği gibi, Bosna-Hersek tam bir fırsatlar ülkesi. Girişimcilerin dikkatini çekebilirsek, ne mutlu bize.
Kaya Dorsan
Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Başkanı Nikola Spiriç:
“İLERLEMEYE DEVAM ETMELİYİZ”
Bosna-Hersek Başbakanı Nikola Spiriç, Diplomat Atlas’a verdiği mülakatta Bosna-Hersek’in, ekonomik krize rağmen, hem refaha ulaşma, hem de Avrupa Birliği ve NATO ile bütünleşme yolunda emin adımlarla ilerlediğini belirtti. Güney Avrupa Yatırım Bankası kurulması önerisinden bahseden Spiriç, ülkesinin Türkiye ile olan ilişkilerine de değindi.
Diplomat Atlas: Sayın Başbakan, Hükümetinizi kurarken temel öncelikleriniz neydi ve sizce bu doğrultuda ne kadar yol aldınız?
Nikola Spiric: Hükümet olarak, temel önceliklerimizin arasında AB ve NATO’ya yaklaşma ve makroekonomik etkinliğimizi sürdürebilme vardı. İçerden, dışarıdan, bazen de hem içerden hem dışarıdan kaynaklanan bazı olumsuz koşullara rağmen, Bosna-Hersek’in Euro-Atlantik rotasında ilerlemesini sağlamayı başardık. Avrupa Birliği ile “İstikrar ve Katılım Anlaşması” imzaladık, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyelerindeniz ve Serbest Vize rejimi için Yol Haritasının tüm gereklerini yerine getirdik. Ayrıca, NATO üyeliği için Eylem Planında belirtilen şartların yerine getirilmesinde önemli gelişme kaydettik.
Diplomat Atlas: İstikrarı, büyümeyi, rekabet edebilirliği sağlayabilmek ve istihdam yaratabilmek için ne tür programlar ve politikalar yürütüyorsunuz?
Nikola Spiriç: Bosna-Hersek, ekonomisi geçiş sürecinde olan küçük bir ülke. Soğuk savaş sonrası dönemde, 2003-2008 yılları arasında ortalama %6’lık kayda değer ve istikrarlı bir gayrisafi yurtiçi hâsıla yaratmayı başardık. Ancak, küresel ekonomik krizin, maalesef bölgedeki tüm ülkeler gibi, Bosna-Hersek için de olumsuz sonuçları oldu. Karşılaşacağımız zorlukların bilincindeyiz. Bu nedenle Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu olarak, Sırp Cumhuriyeti’nin (Republika Srpska) ve Bosna-Hersek Federasyonu’nun “Entite” Hükumetleri ile birlikte makroekonomik istikrarı korumak ve ekonomik büyümeyi arttırmak için bir takım önlemler aldık. Örnek vermek gerekirse, makroekonomik istikrarı korumak, yani Vergi gelirlerinin sürdürülebilmesinin ve mali sistemin istikrarı için IMF ile 3 yıl süreli ve 1.2 milyar dolar değerinde bir “Stand-By” anlaşması imzaladık. Ayrıca, hem Devletin, hem de “entite” Hükümetlerinin aldığı önlemler sayesinde, ticari bankalara güveni sağlamayı, vatandaşların bankalardaki mevduatlarının sigortalı depozito seviyesini yükseltmeyi ve bankaların Bosna-Hersek Merkez Bankasına ödediği zorunlu karşılıkları azaltmayı başardık. Kriz tamamıyla aşıldıktan sonra da ekonomik kalkınmayı destekleyecek orta vadeli önlemler almaya ve uygulamaya devam etmekte kararlıyız.
Diplomat Atlas: Uluslararası toplumdan ve çok taraflı kuruluşlardan yeterli destek aldığınızı düşünüyor musunuz?
Nikola Spiriç: Bu noktada, küresel ekonomik kriz çerçevesinde, hem bölgesel olarak, hem Avrupa çapında, hem de küresel boyutta sorun çözme süreçlerinin yeterli olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle, Saraybosna’daki Bölgesel İşbirliği Konseyi Sekretaryası ile birlikte, “Güney Avrupa Yatırım Bankası”nı kurmak üzere bir girişim başlattım. Bu hareketimin bir başka nedeni de, bölgesel olarak yaşadığımız zorluklar ve Avrupa Komisyonu’nun Güney Avrupa Ekonomik Kalkınma Stratejisi çerçevesinde, ekonomik kalkınmanın ve bölgesel işbirliğinin ortak projeler aracılığıyla gerçekleştirilmesi konusuna verdiği kararlı önceliktir.
Diplomat Atlas: Geçtiğimiz Aralık ayında Türkiye’yi ziyaret ettiniz. Nisan ayı başında ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bosna-Hersek’i ziyaret etti. Bu karşılıklı ziyaretlerin amacı neydi ve nasıl sonuçlar elde edildi?
Nikola Spiriç: Evet, geçtiğimiz Aralık ayında ülkenize önemli bir resmi ziyaret gerçekleştirdim. Ziyaretim esnasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ile görüşmelerde bulundum. Bu görüşmelerde, özellikle, ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesi konusuna değindik. İki ülke arasındaki karşılıklı ilişkiler oldukça kuvvetli ancak ekonomik işbirliği düzeyi maalesef potansiyelin altında kalıyor. İstanbul ve Ankara’daki ziyaretlerim sırasında Türkiye’nin önde gelen işadamları ile görüşme fırsatı da buldum. Marmara Grubu Vakfı Başkanı Akkan Suver başkanlığında bir Türk işadamları heyetini de geçen yıl Aralık ayında Bosna-Hersek’te ağırlamıştık. İş adamları bu ziyaret esnasında Bosna-Hersek’teki yatırım fırsatlarını değerlendirme ve ekonomimizin önemli aktörleriyle görüş alışverişinde bulunma olanağına sahip oldular. Bu, Türkiye’ye gerçekleştirdiğim ziyaret esnasında da özellikle vurguladığım gibi, iki ülke arasında yoğun ekonomik ilişkiler kurulması açısından oldukça önemli bir adım oldu.
Diplomat Atlas: Önemli bir iş zirvesi de geçtiğimiz Nisan ayının başında Saraybosna’da gerçekleşti. Bu zirveden hangi sonuçlar çıktı? Zirve sonrasında Türklerin yaptığı yatırımlarda bir artış bekliyor musunuz ve söz konusu artış özellikle hangi sektörlerde olur?
Nikola Spiriç: Çeşitli ülkelerden işadamlarını Bosna- Hersek’te ağırlamaktan her zaman memnuniyet duyuyoruz, çünkü bu tür buluşmalar işbirliğini arttırmak ve Bosna- Hersek’teki iş ve yatırım olanaklarını anlatmak için önemli bir fırsat teşkil ediyor. Bu tür toplantıların sonucunda olumlu ekonomik mesajlar verilmesi ve ülkemizin ekonomik potansiyelinin tanıtılması çok önemli, çünkü Bosna-Hersek’teki yatırım ortamı giderek iyileşiyor. Bosna-Hersek’in sunabileceği çok şey var. Enerji, turizm, tarım, ulaşım ve diğer sektörlerde önemli kaynaklara sahibiz. Bu nedenle, inanıyorum ki, Nisan ayında gerçekleştirdiğimiz toplantı Bosna-Hersek’in tanıtımına ciddi bir katkıda bulundu. Ayrıca, son zamanlarda artan ekonomik ilişkilerimizin sonuçlarını görmek için uzun süre beklememizin gerekmeyeceğini düşünüyorum.
Diplomat Atlas: Okuyucularımıza son olarak ne söylemek istersiniz?
Nikola Spiric: Bölgesel işbirliği ve Bosna-Hersek’in AB ve NATO ile bütünleşmesi en önemli stratejik dış politika hedefimizdir. Bu unsurlar, ayrıca, istikrar ve refah için de en önemli ön şartlardır. Bosna-Hersek, Euro-Atlantik bütünleşme sürecinde asla fazla beklememelidir. Çünkü yerinde saymak, ülkemizin çıkarlarına aykırı olan alternatifler akla getirebilir. Türkiye ile işbirliğimize gelince, bunun ülkemizdeki her iki “entite”ye ve Bosna-Hersek’i oluşturan üç anayasal halk topluluğuna yönelik olacağına, ayrıca Türkiye’nin, Bosna-Hersek’in NATO ile bütünleşmesine ve ekonomik refaha ulaşma çabalarına verdiği desteği kararlılıkla sürdüreceğine inanıyorum.
KALP ŞEKLİNDEKİ ÜLKE
BOSNA-HERSEK
Bosna-Hersek halkı üç farklı etnik topluluktan oluşuyor. Bu aynı zamanda üç farklı inanç anlamına da geliyor. Çünkü, en büyük grup olan Boşnaklar aynı zamanda Müslüman; ikinci büyük topluluğu oluşturan Sırplar, Ortodoks; diğer grup olan Hırvatlar ise, Katolik.
Bosna-Hersek, Balkan yarımadasının batı kesiminde yer alan, yaklaşık 3,8 milyon nüfuslu bir ülke. Doğusunda Sırbistan ve Karadağ, kuzeyinde ve batısında ise Hırvatistan var. Harita üzerindeki görünümü kalp şeklini andırıyor. Bu nedenle, Bosna- Hersek’i “Güney-Doğu Avrupa’nın kalbi” diye adlandıranlar az değil. Ülkenin kuzey kesimleri Bosna, güney-batısı ise Hersek bölgesi. Ama, bu iki bölge arasında belirgin sınırlar yok. Bosna, genellikle ormanlarla kaplı dağlık bir arazi yapısına ve karasal iklime sahip. Hersek’te ise Akdeniz’in ılıman iklimi kendisini gösteriyor. Denize ulaşan tek bir noktası var: Adriyatik kıyısındaki küçük fakat olağanüstü güzel Neum şehri. Neum’daki 20 km’lik sahil şeridi, Bosna- Hersek’in tek denizi.
Yılların birikimi
Bosna-Hersek’in Milattan önce 2. yüzyıla kadar inen bir geçmişi var. Romalılar, Gotlar, Hunlar, Alanlar, Avarlar, Franklar, Bulgarlar, Bizans, Sırplar, Hırvatlar, Macarlar, Osmanlılar gelip geçmiş bu topraklardan… Kimisi kültür izleri ve paha biçilmez eserler bırakmış ardında, kimisi de sadece acılı anılar…
İslam öncesi dönemde, Bosna, Roma Katolik Kilisesine daha yakın durmuş, Hırvatlarla yakınlaşmış. Aynı dönemde, Sırbistan ise Doğu Ortodoks Kilisesinin parçası olarak güçlenmeye devam ediyormuş. Ancak 1463 yılında Türklerin buraya gelmesi tam bir dönüm noktası olmuş. Birbirine üstünlük sağlamaya çalışan Ortodoks Sırplar ile Katolik Hırvatlara üçüncü bir taraf olarak Sünni Müslümanlar da eklenmiş.
Aslında, bugün Bosna-Hersek’teki Müslüman topluluğunu oluşturan Boşnakların çoğu yüzyıllardır bu bölgede yaşayan insanlar. Osmanlıların bölgeyi ele geçirmelerinin ardından, kademeli bir şekilde İslam dinine geçmişler. Kimilerince din değiştirme olayı zorlamayla gerçekleşmiş, kimilerine göre de sahip olunan toprakları korumak, birtakım haklar elde etmek, vergi indirimi sağlamak ya da sadece rahat etmek için. Tabii, Bosna-Hersek’teki Müslüman topluluğu sadece bunlardan oluşmuyor. Bosna’nın yoğun göç alan bir bölge olduğunu, Engizisyondan kaçan bazı Yahudiler’in de buralara gelmesi yanında, Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli bölgelerinden Müslüman Türklerin yıllar boyunca Bosna’ya göç ettiklerini unutmamak gerek.
Gerçek olan şu ki, 17. yüzyıl başlarında Müslümanlar bugünkü Bosna-Hersek sınırları içinde büyük bir çoğunluk haline gelmişler. İslâmın bu kadar yayılışının başka nedenleri de var: Osmanlıda din değiştirmeyi kabul eden kölelerin serbest bırakılması; Osmanlının görkemli altyapısının ve şehir ve kasabalarda büyük camiler, havuzlar, köprüler, su boru hatları, vs inşa edilmesinin yarattığı etkiler; İslam dinine geçen gençlerin Devlet teşkilatında yüksek makamlara gelebilmesi gibi.
Bogomil’ler
İslam dinine geçişle ilgili tezlerden biri de “Bogomil’ler” üzerine kurulu. Bogomilizm, 10-14.yüzyıllarda Bulgaristan’da ve Bosna’da, köylüler arasında görülen bir dini akım. Çıkış noktasında sosyal dengesizlik, toprak ağalarına, zenginlere ve soylulara başkaldırı var. 13.yüzyılda, Bulgaristan’da ve Bosna’da resmi dinmiş. Osmanlının gelişi ile din değiştirenlerin bu insanlar olduğu ileri sürülüyor. Binlerce Bogomil’in İslam’a yönelmesi, temsili törenlerle hala kutlanıyor. Hersek bölgesindeki Stolac kasabasında Bogomillerin en büyük mezarlığı var.
1878 yılına kadar süren Osmanlı idaresinin ardından, Bosna–Hersek, önce Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun kontrolüne geçiyor, daha sonra da Avusturya tarafından ilhak ediliyor. Herkesin bildiği gibi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliaht Prensi Franz Ferdinand ve eşinin Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi ile de, Birinci Dünya Savaşı başlıyor.
Bugünkü yönetim tarzı
Bağımsızlığını 1992 yılı Mart ayında ilân etmiş olan Bosna- Hersek “entitet” olarak adlandırılan 2 alt yapıdan oluşuyor. Bunlardan birincisi, Boşnakların ve Hırvatların bir arada oluşturdukları “Bosna- Hersek Federasyonu”, diğeri ise Sırp topluluğunu içeren “Sırp Cumhuriyeti”. Aslında bir üçüncü unsur daha var: ülkenin kuzey-doğusundaki “Brcko” kasabası. Uluslararası gözetim altında özel bir idari statüye sahip olan Brcko, hiçbir entitet’e dahil değil ve içinde her topluluktan nüfus yaşıyor.
Bosna-Hersek Devletinin başkenti Saraybosna. Parlamenter demokrasi ile yönetilen ülkede, Boşnak, Sırp ve Hırvat üyelerden oluşan bir “Cumhurbaşkanlığı Konseyi” bulunuyor. Konseyin 3 üyesi, dönüşümlü olarak ve 8 aylık süreler için, Devlet Başkanlığı görevini üstleniyor. Geçtiğimiz 6 Mart 2010 tarihinde, Konseyin Boşnak kökenli üyesi Haris Silajdzic Cumhurbaşkanlığı görevini Hırvat üye Zeljko Komşiç’den devraldı. Daha önce, Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık görevlerinde de bulunmuş olan Haris Silajdzic, ülkesinde siyasetin en kilit isimlerinden biri sayılıyor.
Bosna-Hersek Parlamentosu ise 2 meclisten oluşuyor: Temsilciler Meclisi ve Halk Meclisi. Temsilciler Meclisi’nin 42 üyesi var. Halk Meclisinin üye sayısı ise 15. Her iki Meclisin üyelerinin 1/3’ü Sırp Cumhuriyeti tarafından, kalanı ise Bosna-Hersek Federasyonu tarafından seçiliyor.
Başbakanı atama yetkisi ise, Cumhurbaşkanlığı Konseyine ait. Ancak, bu atama Temsilciler Meclisinin onayı ile geçerlik kazanıyor. Halen, Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Başkanlığı görevini Dr. Nikola Spiriç yürütüyor. 2007 yılında bu göreve gelen Sırp kökenli Başbakan Spiriç, Banya Luka Üniversitesinde Ekonomi dersleri vermiş. Siyasi geçmişinde ise, Temsilciler Meclisi Başkanlığı ve Halk Meclisi Başkanlığı gibi saygın görevler var.
Bosna-Hersek’in en yüksek yargı organı ise, Anayasa Mahkemesi. Yasal konularda son hakemliği o yapıyor. Anayasa Mahkemesinin 9 üyesi var. Bunlardan 4 üyeyi Temsilciler Meclisi, 2 üyeyi de Sırp Cumhuriyeti Meclisi seçiyor. Kalan 3 üye ise, AİHM Başkanı tarafından, Cumhurbaşkanlığı Konseyi ile istişare edilerek seçiliyor.
Doğal güzellikler ülkesi
Bosna-Hersek zengin doğal kaynaklara sahip olan ve yıl boyu bol yağış alan bir ülke. Tarım yapılan topraklar ve otlaklar yüzölçümünün yüzde 35’ini kapsıyor. Ormanlar ise yüzde 40’lık paya sahip. Bu nedenle, Bosna-Hersek yemyeşil bir doğal güzellikler ülkesi. Akarsular bakımından da çok zengin olan ülke, rafting, trekking ve yamaç paraşütü gibi doğa sporları için çok uygun. Tabii, aynı zamanda, kış sporları için de. Herhalde, 1984 Kış Olimpiyatlarının Saraybosna’da yapılmış olduğunu hatırlatmaya gerek yok.
BÜYÜKELÇİ DRAGOLJUB LJEPOJA:
TİCARET VE YATIRIM ZAMANI
Bosna-Hersek’in Ankara Büyükelçisi, tecrübeli diplomat Dragoljub Ljepoja ile konuşurken, Türkiye ile Bosna-Hersek arasındaki işbirliğinin ne kadar yoğun ve kapsamlı olduğuna bir kez daha tanık olduk. Yaptığımız söyleşide ortaya çıkan en önemli mesaj da şu: Özel tarihi ve kültürel bağları ve mükemmel siyasi ilişkileri olan Türkiye ile Bosna-Hersek, bugün iktisadi ve ticari ilişkilerini de aynı derecede geliştirmeye kararlıdır.
DİPLOMAT ATLAS: Sayın Büyükelçi, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
DRAGOLJUB LJEPOJA: Ben meslekten gelen bir diplomatım. Eski Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nde de diplomat olarak çalıştım ve 36 yıllık diplomasi tecrübem var. 20 temmuz 2009 tarihinde, güven mektubumu Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sunarak Ankara büyükelçiliği görevine başladım. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Bosna-Hersek’te tamamladım, yüksek lisansımı ise Belgrad’da aldım. Almanca, İtalyanca ve İngilizce konuşuyorum, biraz da Rusçam var ve şimdi de Türkçe öğreniyorum. Evliyim ve 4 çocuğum var. Burada eşim ve oğlumla beraberiz. Diplomatik görevlerimi yerine getirirken eşimden büyük yardım görüyorum. Ankara’ya büyük bir memnuniyetle geldim. Sadece Ankara’da değil, Türkiye’nin her yerinde kendimi evimdeymiş gibi hissediyorum. DİPLOMAT ATLAS: Bosna-Hersek’in Türkiye büyükelçiliği ne zaman açıldı?
DRAGOLJUB LJEPOJA: Bosna-Hersek’in Türkiye’deki büyükelçiliği 1994’te açıldı. Bosna-Hersek’in ilk Ankara büyükelçisi yazar ve gazeteci Sayın Hayrettin Somun idi. O dönem, Bosna- Hersek’te savaş hala devam ediyordu. Türkiye Cumhuriyeti, gerek savaş yüzünden Bosna-Hersek’ten kaçan insanların kabulü, gerekse de Bosna-Hersek halkına her türlü yardım konularında çok büyük katkılarda bulunmuştu.
DİPLOMAT ATLAS: İki ülke arasındaki ilişkilerin bugünkü durumu nedir?
DRAGOLJUB LJEPOJA: İki ülke arasındaki ikili ilişkiler en üst seviyededir. Aramızda herhangi bir sorunun olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. İki ülke arasında 50’den fazla anlaşma imzalanmış bulunuyor. Son derece dinamik bir ilişkimiz var. Cumhurbaşkanlarından, başbakanlardan ve bakanlardan başlayarak, sivil toplum örgütlerine, sanayi ve ticaret odalarına kadar sürekli karşılıklı ziyaretler yapılıyor. Bu karşılıklı ziyaretler ve işbirliği çabaları neredeyse her gün gerçekleşiyor.
DİPLOMAT ATLAS: Türkiye bugün Bosna-Hersek’e ne gibi katkılar sağlamaktadır?
DRAGOLJUB LJEPOJA: Bosna-Hersek’in euro-atlantik kurumlarla, özellikle de NATO ile birleşmesinde Türkiye’den son derece önemli destek alıyoruz. Bölgesel ve uluslararası kurum ve kuruluşlarda da Türkiye’nin desteğini hissediyoruz. Türkiye aynı zamanda Dayton barış anlaşmasının uygulanmasını denetleyen Barış İcra Konseyinin üyesidir. Ayrıca, altyapımızın düzeltilmesinde Türkiye’nin çok önemli katkıları var. Kültür ve bilim alanlarında da iki ülkenin ilişkileri son derece gelişmiştir. Öte yandan, teknik alanda ve tarım alanında Türkiye Cumhuriyeti Bosna-Hersek’e çok destek vermektedir. Bosna-Hersek silahlı kuvvetlerinin mensupları Türkiye’de eğitim görüyor ve bunun yanı sıra çok sayıda Bosnalı öğrenci de Türkiye’de üniversite ve yüksek lisans eğitimi alıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nden iki ülke arasındaki ilişkileri her alanda geliştirmek konusunda çok büyük destek ve anlayış görüyoruz.
DİPLOMAT ATLAS: İktisadi ve ticari ilişkilerimiz ne aşamada?
DRAGOLJUB LJEPOJA: Iktisadi ve ticari ilişkilerimiz, demin saydığım alanlarına göre daha alt seviyelerdedir ama, iki ülke arasında özellikle ticari ilişkileri geliştirmek için ve karşılıklı yatırımları çoğaltmak için çeşitli faaliyetlerde bulunuyoruz. Bizim önümüzdeki dönemde yoğunlaşacağımız alan bu ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek olacak. Halen, Natron-Hayat, Şişecam, Çilek, SeHa, Nobel İlaç gibi bazı önemli Türk şirketlerinin Bosna-Hersek’te yatırımları var. Bu şirketleri takip eden iki Türk bankası, Ziraat Bankası ile Vakıfbank, yerel bankalarla birlikte Bosna- Hersek’te faaliyette bulunuyor. Türk Hava Yolları da, “Air Bosna”nın ortakları arasında yer alıyor. Bunun yanı sıra birkaç Türk turizm acentesi Bosna-Hersek’te faaliyet göstermektedir. Türkiye’de faaliyet gösteren Bosna-Hersek’li acenteler de var.
DİPLOMAT ATLAS: Turizm konusunda biraz daha bilgi verebilir misiniz?
DRAGOLJUB LJEPOJA: İki ülke arasındaki karasal ulaşımın yani sıra, son derece gelişmiş bir hava ulaşımı söz konusudur. Her gün iki karşılıklı uçuş gerçekleşiyor. Yaz aylarında, “charter” uçuşlarıyla birlikte çok daha yüksek sayılara ulaşılıyor. Sonuçta yoğun bir turist akışı var. Yılda ortalama 100 000 Bosna-Hersek’li turist özellikle tarihi ve kültürel yapıları görmek ve alışveriş yapmak için Türkiye’ye gelmektedir. Benzer nedenlerle çok sayıda Türk turist de Bosna-Hersek’e gidiyor. Kısacası, turizm alandaki ilişkilerimiz sürekli gelişmektedir.
DİPLOMAT ATLAS: Ekonomik ve ticari ilişkiler ağırlıklı olarak hangi alanlarda gelişebilir?
DRAGOLJUB LJEPOJA: Bosna-Hersek’in çok büyük doğal kaynakları var. Özellikle enerji, tarım ve turizm alanlarında yabancı yatırımları çekmekte başarılı olacağımızı düşünüyoruz. Ayrıca savaş zamanında zarar gören altyapının yeniden inşa edilmesi veya onarılması için de son derece önemli yatırımlar gerçekleştiriliyor. Geçtiğimiz 5 ile 7 Nisan tarihleri arasında, Saraybosna’da uluslararası bir yatırım konferansı düzenlemiş ve hem İslam ülkelerinden, hem de Doğu Avrupa’dan çok sayıda yatırımcı davet etmiştik. Yabancı yatırımcılara, toplam değeri 23 milyar avro olan 156 proje sunuldu. En büyük projeler, çok sayıda hidroelektrik ve termal santral inşasını ve rüzgar enerjisi kapasitesinin geliştirilmesini de içeren, enerji sektörüne ait projelerdi.
DİPLOMAT ATLAS: Bahsettiğiniz toplantıya Türkiye’den kimler katıldı?
DRAGOLJUB LJEPOJA: Konferansın özel konuğu Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dı. Başbakanla birlikte Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve diğer bazı bakanlar da katıldılar. Ayrıca, 100’den fazla Türk işadamı da gelmişti. Türk yatırımcılara sunulmak üzere hazırlanacak olan projelerin ve fizibilite çalışmaların hazırlanmasında, özellikle Marmara Grubu Vakfı, DEİK, TOBB, İstanbul Ticaret Odası ve diğer sanayi ve ticaret odalarının temsilcileri destek verdiler. Somut sonuçlar alınacağından umutluyuz.
DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ve Bosna-Hersek halkları arasındaki ilişkilere gelirsek…
DRAGOLJUB LJEPOJA: Balkanlar ve Balkan ülkeleri, Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte tek bir kültürel bölge olarak yaşamıştır. Bu ilişkide, Bosna-Hersek’in Türkiye Cumhuriyeti açısından en önemli konuma sahip olduğuna inanıyoruz. Yüzyıllarca süren bu ortak yaşam, gerek Bosna-Hersek’te, gerekse de diğer Balkan ülkelerinde son derece derin izler bırakmıştır. Bu izleri bugün de rahatlıkla görebiliyoruz. Burada, Türkiye Cumhuriyet kurumlarından TİKA’nın yoğun faaliyetlerinden özellikle bahsetmekte fayda var. TİKA sayesinde Mostar’daki eski köprü ile Konjic şehrindeki eski taş köprünün onarıldığı bilinmektedir. Ayrıca bu sene Vişegrad şehrinde, Drina nehri üzerindeki Sokullu Mehmet Paşa köprüsünün onarımına başlanacaktır.
DİPLOMAT ATLAS: Türkiye’deki Balkan göçmenleriyle ilgili çalışmalarınız var mı?
DRAGOLJUB LJEPOJA: İki ülke arasındaki en doğal bağın Türkiye’de yaşayan Bosna-Hersek kökenli Boşnaklar olduğunu söyleyebiliriz. Tahminlere göre Türkiye’de Balkan ülkelerinden göç etmiş 5 ila 8 milyon kişi vardır. Bunları, Türkiye’de, bilim, kültür, iş ve siyaset alanlarında çok başarılı birer Türk vatandaşı olarak görmek mümkündür. Bahsettiğimiz bu topluluklar, eski Yugoslavya dağıldıktan sonra, çeşitli derneklerde örgütlenmeye başladılar. Bugün bu derneklerin oluşturduğu bir federasyon var ve iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde çok önemli katkı ve faaliyetlerde bulunuyorlar.
DİPLOMAT ATLAS: Eklemek istediğiniz başka önemi bir husus var mı?
DRAGOLJUB LJEPOJA: Bosna-Hersek’in kültürel değerlerini ve yatırım alanlarını Türkiye’de tanıtmak açısından şunu söylemek istiyorum: Biz Türkiye’de iki tane Fahri Konsolosluk daha açtık. Şimdiye kadar sadece İzmir’de bir Fahri Konsolosluğumuz vardı. İzmir’deki Fahri Konsolosluğumuzun başında Sayın Ahmet Kemal Baysak bulunmaktadır. Bursa’da yeni açılan Fahri Konsolosluğumuzda ise Sayın Muzaffer Çilek Fahri Konsolos olarak görev yapıyor. Konya’da ise Sayın Ercan Uslu Fahri Konsolosumuz oldu. Yakında, bu iki yeni temsilciliğin resmi açılışı yapılacak. Her fahri konsolosluğumuzda birer kültür merkezi bulunuyor ve yakında dil kursları verilmeye başlanacak. Ayrıca Ankara Üniversitesi ile de, bir Slav dilleri bölümü açma konusundaki görüşmelerimiz devam ediyor.
BALKANLARIN KALBİ
SARAYBOSNA
Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna, din ve etnik köken açısından çeşitlilik gösteren bir nüfusa sahip. Ortodoks ve Katolik kiliseleri ile cami ve sinagog aynı bölgede, neredeyse yan yana.
Saraybosna, Bosna ve Neretva nehirlerinin oluşturduğu vadiler üzerine kurulmuş, yaklaşık 5000 yıllık bir yerleşim merkezi. Bronz çağının son dönemlerinde, burada İllirya’lıların yaşadıkları biliniyor. 7. yüzyılda ise, kuzeyden Slav kabileleri gelip buraya yerleşmeye başlamışlar. 12. yüzyıla gelindiğinde, Bosna Devletinın bölgesel bir güç haline geldiği ve Saraybosna’nın da önemli bir merkez olduğu görülüyor. Ama, Saraybosna’nın kentleşme sürecindeki en büyük pay Osmanlı yönetimine ait.
“Saray Ovası”
Saraybosna, 15. yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğuna katılmış ve Osmanlı’nın Bosna’daki ilk idari ve askeri merkezi olmuş. Rivayete göre, vadiye dik bakan bir yamaca inşa edilen Saray’ın önündeki ova manzarasından yola çıkılarak, kente önce “Saray Ovası” ismi verilmiş. Bugün bütün dillerde kullanılan “Sarajevo” isminin de buradan geldiği söyleniyor. Bosna halkı da kendi şehirleri için bu adı kullanıyor.
Önemli ulaşım yolları üzerinde bulunan Saraybosna, Osmanlı yönetimine geçer geçmez ticari ve idari bir merkeze dönüşmüş ve kısa sürede bayındır bir şehir haline gelmiş. Dericilik, nalbantlık, değirmencilik, fırıncılık gibi meslekler Saraybosna’ya ekonomik bir ivme kazandırmış. 16. yüzyılda, şehrin ekonomik ve kültürel açılardan hızlı gelişmesini sürdürdüğü görülüyor. Şehrin içinden geçen sevimli Milyaçka nehri üzerindeki köprüler de bu dönemde yapılmış. “Çehaya” ve “Latin” köprüleri ile kent dışındaki “Koziya” yani “Keçi köprüsü”, Osmanlı mimarisinin muhteşem izlerini yansıtıyor. Özellikle Vezir Gazi Hüsrev Bey, Saraybosna’yı Balkanlar’ın en büyük ve en zengin şehri haline getirmiş. 16.yüzyılda altın çağını yaşayan şehir tıp, müzik ve kültürün de merkezi olmuş.
Saraybosna, mimarisi, sosyal yapısı ve bir de yemekleri ile sanki bir Anadolu şehri. Ortasından akan Milyaçka Nehri, Dinar Alpleri arasındaki vadide uzanıyor. Bu cennet yeşili belde, çağlayan suları, kaynakları, büyüleyici doğası, kayak tesisleri ve kolay ulaşımı ile son derece cezbedici. Ormanlarla kaplı yüksek dağların arasında küçük bir şehir olan Saraybosna, kış turizmine de çok elverişli. Zaten, 1984 Kış Olimpiyatlarına ev sahipliği yapmıştı. İklimi serin, ağustosta en yüksek sıcaklık 30 dereceyi bulmuyor.
Başçarşı ve kahve kokuları
Saraybosna’nın tarihi çekirdeği olan “Stari Grad”, yani “Eski Şehir”, kentin bir numaralı cazibe merkezi. Buradaki “Başçarşı”, ortada etrafını güvercinlerin mekan seçtiği çeşmesi ve sağlı sollu sıralanmış bakımlı ahşap dükkânları ile bir Anadolu köşesini andırıyor. 15.yüzyılda Bosna Sancak Beyi Isa Bey tarafından yaptırılmış, daha sonra Gazi Hüsrev Bey‘in katkılarıyla büyümüş. Başçarşı’nın sembolü olan “Sebil Çeşmesi”, Vali Hacı Mehmet Paşa tarafından 1753 yılında, İstanbul’daki çeşmeler model alınarak yaptırılmış. Efsaneye göre bu sebil çeşmesinin suyundan içen, bu şehirden asla ayrılamaz, kopamazmış.
Başçarşı, çok canlı ve cafe’lerle dolu. Geceleri ışıl ışıl minareleri ile göz alıcı. Herkesin çok leziz bulduğu Bosna köftesinin tadına bakmayı, sonra da Türk kahvesi içmeyi ihmal etmemek lazım. Başçarşı’daki Çarşı Camii 1528 tarihli. Halen, Saraybosna’da müezzinin minareye çıkarak ezan okuduğu tek cami. Şehirdeki diğer camilerden Ali Paşa Camii, 1560’da Vali Hadım Ali Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Mimar Sinan’ın öğrencilerinden birinin yaptığı sanılıyor. Osmanlı tarzında tek kubbeli ve tek minareli. Evliya Çelebi’ye göre içinden sıcak su akan muslukları varmış. Ferhadiye Camii ise, 1561’de Beylerbeyi Ferhat Paşa tarafından yaptırılmış. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde kubbesinin kurşun ile kaplı olduğunu söylüyor. Gazi Hüsrev Bey Camii (1531) ise Saraybosna’nın en tanınmış eserlerinden biri. Balkanlar’daki en önemli islam yapılarından sayılıyor. Hemen yanında ünlü “Sahat-Kula” yani “Saat Kulesi” ve “Gazi Hüsrev Paşa Medresesi” var. Cami, zamanın en ünlü mimarı olan “Acem Esir Ali” tarafından yapılmış. Evliya Çelebi’ye göre, maliyeti savaş ganimeti ile karşılanmış. Bir de Hünkar Camii var. 1566’da, Kanuni Sultan Süleyman’ın talimatı üzerine yapılmış. Bosnalılar buraya “Çareva Camiya” diyorlar; yani “Çar’ın Camisi”. Sekizgen bir kolon şeklindeki minaresi bölgedeki en güzel eserlerden sayılıyor.
Saraybosna’da “Vekilharç Camii”, “Şeyh Magribiye Camii” gibi başka camiler ve “Gazi Hüsrev Bey Hamamı” ya da “Kütüphane” gibi pek çok Osmanlı mimari eseri var. Bunlardan biri de “Brusa Bezistan” adı verilen kapalıçarşı. Adını Bursa’dan almış. Eskiden burada Bursa ürünü ipek kumaşlar satılırmış. Altı kubbeden oluşan bu kapalıçarşı 16.yüzyıl ortalarında Vezir Rüstem Paşa tarafından yaptırılmış.
Kentin batılı yüzü
Eskiden, Viyana’dan, Venedik’ten, Akdeniz’den veya Doğu’dan gelen kervanlar Saraybosna’da konaklarmış. 16. yüzyılda, kentte 50 kadar han olduğu biliniyor. Bunlardan tek ayakta kalanı “Morica Han” olmuş. Halen lokanta olarak kullanılan geniş bir avlusu var. Milyaçka Nehri üstündeki Latin köprüsü ise, 1914 yılında Avusturya veliahtı Ferdinand’ın öldürüldüğü yer. Bilindiği gibi, bu suikast Birinci Dünya Savaşını başlatan kıvılcım olmuştu.
Saraybosna’da, Osmanlı’nın alçak gönüllü mimarisine Avusturyalıların heybetli eserleri eşlik ediyor. Milyaçka nehri kıyısındaki Milli kütüphane gibi. Bina, Bosna savaşı sırasında kısmen yanmış ve birçok kitap, önemli belge, nadir el yazması eserler yok olmuş. Şimdi restorasyonu sürüyor.
Aslında, Saraybosna’da her mahalle ayrı bir dünya. Örneğin, Haussmann stili ile 19. yüzyılın Fransız kentlerine benzeyen Avusturya- Macaristan mahallesi gibi. Katolik “İsa’nın Kalbi” Katedrali 19.yüzyılda yapılmış. Ön cephesinde iki çan var. Viyana tarzı cafelerin etrafını sardığı Katedral önündeki merdivenler gençlerin buluşma yeri. Ortodoks Bazilikası Saborna Crkva ise, Meryem Ana’ya adanmış. İlk yapılışı 5.yüzyıla gidiyor ama bugunkü haline 1800’lerde kavuşmuş. Barok ve Sırp-Bizans stilinde, beş kubbeli. Restorasyonu Sultan Addülaziz ve Rusya Çarlık ailesince finanse edilmiş. İçi zengin görünümlü; ikonlar, resimler. Her iki kilise de yanyana, arada sadece, her zaman dev satranç oyuncularının bulunduğu küçük bir meydan var. Aşkenaz Sinagogu, 1900 tarihli, klasik stilde. Bir başka sinagog ise Sefaradların.
Saraybosna, bugün Avrupa’nın en hızlı değişen şehri olarak biliniyor. Bosna savaşı sırasında tahrip olan binaların hemen hemen tamamı onarılmış, bazılarının yerine yenileri yapılmış. Yeni açılan cafe’ler, lokantalar ve çekici mağazalar şehre modern ve canlı bir görünüm kazandırıyor. Buna Saraybosnalıların konukseverliğini de eklerseniz, çok keyifli bir kent ortaya çıkıyor.
SIRP CUMHURİYETİNİN EN BÜYÜK KENTİ
BANYA LUKA
Banya Luka, Bosna-Hersek’in ikinci büyük şehri. İçinden Vrbas ırmağı geçiyor.
Ağaçlıklı geniş caddeleri, parkları, yayalara ayrılmış sokakları, iş merkezleri ve kültür etkinlikleri ile oldukça modern bir kent.
Banya Luka, Sırp Cumhuriyeti’nin en büyük kenti ve 250 000’e ulaşan nüfusuyla, ülkenin de en büyük ikinci şehri. Etrafı tepelerle çevrili olan kentin içinden Vrbas ırmağı geçiyor. Şehre ulaşıncaya kadar deli deli akan ve bir çok yerde şelaleler oluşturan Vrbas ırmağı, Banya Luka’ya geldiğinde uslanıyor, sessiz ve düzenli bir akarsu oluveriyor. Banya Luka, ağaçlıklı geniş caddeleri, bahçeleri, parkları ile yemyeşil bir şehir. Aktif iş merkezleri yanında, sanat ve kültür etkinlikleri ile tanınıyor. Ve peyniri meşhur.
Sokollu Ferhat Paşa
Banya Luka, aslında Roma İmparatorluğu zamanından beri var. Bugün şehir merkezinde yer alan “Kastel”, yani “kale”, o dönemde inşa edilmiş. 7. yüzyılda ise, Slavlar gelip buraya yerleşmişler. “Banya Luka” ismi 1494 yılından bu yana kullanılıyor. Ama, Banya Luka’nın kent özellikleri kazanması 16. yüzyılda başlamış. 1566- 1574 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğunun Bosna Valisi olarak görev yapan ve zaten kendisi de köken olarak Bosnalı bir Sırp olan Sokollu Ferhat Paşa, Banya Luka’yı kendisine merkez yapmış ve çok önemli imar faaliyetleri gerçekleştirmiş. Örneğin kentin bugünkü ana caddesi onun eseri. Ayrıca 200’den fazla dükkan, hamamlar ve camiler inşa ettirmiş. Özellikle “Ferhadiye” (Ferhat Paşa) ve “Arnavut” camileri çok ünlü. Ferhadiye camii, UNESCO Dünya mirası listesindeyken, ne yazık ki, 1993’de, Bosna savaşı sırasında yıkılıp yerle bir olmuş. Şimdi aslına uygun olarak yeniden inşa ediliyor.
17. yüzyılda Avusturya tarafından işgal edilen şehir, bu kez de sanayileşme ve batılı bir görünüm kazanma süreci yaşamış. Demiryolunun gelmesi, fabrikaların kurulması ve kentte altyapı çalışmaları 18 ve 19. yüzyıllara kadar sürmüş. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Yugoslavya Krallığına dahil olan Banya Luka’da, Sırp Ortodoks Kilisesi, tiyatro ve müze binaları inşa edilmiş. 1930 yılında kentte tam 125 ilkokul varmış. 1969 yılında ise Banya Luka bir deprem felâketi yaşamış. Şehir büyük hasar görmüş. Deprem sonrasında yaralar sarılmış, kent yeni baştan inşa edilmiş ama, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu zamanından kalma pek çok eser artık yok.
Modern Banya Luka
Banya Luka’nın nüfusunun büyük bir çoğunluğunu Bosnalı Sırplar oluşturuyor. Göç nedeniyle, kentteki Boşnakların ve Bosnalı Hırvatların sayısı, Bosna savaşı öncesine oranla iyice azalmış durumda. Kentin en canlı yeri, bir yaya bölgesi olan Gospodska sokağı ve yakın çevresi. İrili ufaklı bir çok sevimli dükkanın bulunduğu bu sokağın bir ucunda “City Hall” isimli bir alışveriş merkezi bulunuyor. City Hall’dan Ulusal Tiyatro’ya uzanan yoldaki sayısız cafe’ler gençlerin buluşma yeri gibi, her zaman tıklım tıklım.
Sırp Cumhuriyetinin Meclis binası oldukça gösterişli bir yapı. Kentteki büyük kiliseler de öyle. 18. yüzyıl eseri, St Sava Ortodoks Kilisesi barok tarzda inşa edilmiş. Dış cephesinde duvar resimleri var. Hrist Spasitelj kilisesi ise modern, 1945’te bombalanan bir kilisenin yerine yapılmış. Cephesi renkli, kubbeleri yaldızlı. Vrbas ırmağı kenarındaki Kastel yani Büyük Kale, Romalılar döneminden beri, yüksek kulelerle takviyeli iç içe iki sur tarafından korunan önemli bir askeri kompleks. Pek çok kere restore edilmiş, değişime uğramış, ama bugünkü hali aslına benziyor, aradan geçen yüzyıllar sanki hiçbir zarar vermemiş gibi. Milli müze, bölgenin tarihini, prehistorik dönemi, halk sanatını ve geleneksel değerleri anlatıyor. Neo-klasik bir binaya sahip olan Çağdaş sanat müzesi ise, çoğunluğu Sırp olan çağdaş sanatçıların eserlerini sergiliyor. Şehirde çok sayıda üniversite ve 30 bin kadar da öğrenci var. Ayrıca her yaz iki aylık bir süreyi kapsayacak şekilde müzik festivalleri düzenleniyor.
Tarihi bira imalathanesi
Banya Luka 1881’den beri faaliyette olan bir “Bira Manastırı” var. Manastırdaki keşişler önceleri sadece kendi ihtiyaçları için bira yaparlarken, daha sonra olay ticari bir boyut kazanmış ve 1800’lerin sonunda genişleme ve modernleşme kararı alınmış. Çek’lerden gelen yeni ekipmanlarla imalathane yenilenmiş, yeni yapım teknikleri devreye sokulmuş. Üretim artınca, keşiş sayısı da 200’e çıkmış. Tabii, bölgedeki tekellerinin kırılmasını istemeyen rakip biracılarla çıkan sorunlar nedeniyle zor günler de yaşanmış. Ama bugün,
Banya Luka biracılığı, ülkenin en büyüklerinden biri olmaya devam ediyor. Banyaluka etrafında da çarpıcı yerler var. Vrbas Boğazı, bazı yerlerde dar, bazı kısımlarda derin kanyonlarla 50 km boyunca uzanıyor. Akarsular özellikle rafting sporu için çok elverişli. Zaten 2009 Dünya Rafting Şampiyonası Banya Luka’da yapıldı. 16. yüzyılda, büyüleyici bir vadiye inşa edilmiş olan Gomionika manastırı’nı, Vrbas Boğazı gişindeki Krupa manastırı’nı ve nehre bakan tepelerden birindeki görkemli Krayina Şehitleri anıtını da mutlaka görmek gerekiyor.
DİLLERE DESTAN KÖPRÜSÜ VE..
MOSTAR
Bosna-Hersek’in 4. büyük şehri olan Mostar, Hersek bölgesindeki Neretva kantonunun merkezi. Çok küçük bir yerleşim birimi iken Osmanlı döneminde sancak merkezi haline gelmiş. Ortasından Neretva nehri geçiyor. Nehrin iki yakasını birleştiren efsanevi Mostar köprüsü ise, şehrin en önemli simgesi.
Bosna-Hersek’in Hersek bölgesi, içinde çok sayıda göl ve nehir olan, zümrüt yeşili bir bölge. Yumuşak bir Akdeniz iklimine sahip. Saraybosna’da kar yağarken buralarda ılıman bir iklim görülüyor. Mostar ise, Hersek bölgesinin en gözde kentlerinden biri.
“Stari Most”
Mostar denince ilk akla gelen Neretva nehri ve ünlü Mostar köprüsü oluyor. Köprünün yerel adı “Stari Most”, yani “Eski Köprü”. Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1560’larda modern bir teknoloji ile inşa edilen köprü için 456 kalıp taş kullanılmış. 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde. Her iki ayağında koruma amaçlı kalecikler var. Nehrin iki yakasını birleştirdiği için, şehirde ticareti canlandırmış, zenginleştirmiş. Söylentilere göre Mostar, “mostari“ kelimesinden geliyor. Çünkü eskiden, köprüyü koruyan nöbetçilere “mostari” denilirmiş.
1993 yılında, iç şavaş sırasında, Müslüman ve Hırvat mahallelerini birbirine bağlayan Mostar Köprüsü Hırvatlar tarafından yıkılmış, dev taşları Neretva’nın sularına gömülmüştü. Köprü, daha sonra, uluslararası katkılarla bir Türk şirketi tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edildi. Dalgıçlar orijinal taşları nehir yatağından bulup vinçlerle çıkardılar, eksik parçaların yerine yenileri eklendi, temeller sağlamlaştırıldı ve 2004’te açılışı yapıldı. Bugün şehrin en çok ziyaret edilen yeri olan köprü 2005 tarihinden bu yana, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde bulunuyor. Aslında şehirde bundan başka bir eski köprü daha var: “Kriva cuprija”, yani “Eğri Köprü”. Neretva nehrinin kollarından Radobolya ırmağı üzerindeki bu köprü, Mostar köprüsünden biraz daha küçük. İnşa tarihi muhtemelen 16.yüzyıl ama kimin eseri olduğu bilinmiyor.
Tarihin izleri
Mostar’da el sanatları her zaman çok önemli olmuş ve şehrin ekonomisine büyük katkıda bulunmuş. Bu, bugün de devam ediyor ve özellikle turistlere çok çeşitli el sanatları ürünleri sunulabiliyor. Turistik ürünlerin en kolay bulunduğu yer ise, “Kuyunciluk” çarşısı. Bu kelime her ne kadar yabancılara “Bakırcılar” çarşısı olarak tercüme ediliyor olsa da, “Kuyumcular” çarşısı demek daha doğru olabilir. Bir de deri ürünlerinin yoğun olduğu “Tabhana” var. Bunun da aslının “Tabakhane” olduğu gözden kaçmıyor.
Bosna-Hersek’in göz bebeği Mostar’da Osmanlı mahallesi tam bir cazibe merkezi. Irmağa paralel küçük daracık sokaklarda küçük cafe’ler var. Harika halıları, ahşap terasları, divanları ile tipik Osmanlı evleri turizmin hizmetinde. Örneğin, Muslibegoviç Evi, Mostar’ın mimari hazinelerinden, bir ulusal anıt. Balkanlar’daki en estetik Osmanlı evi olarak tanımlanıyor. Ev, iki haremlik ve iki selamlıktan oluşuyor. Büyük kemerli etkileyici bir avlusu var. Tavanlar inanılmaz güzellikte süslenmiş. Bahçede özellikle gül ve palmiyeler var. Osmanlı döneminin en iyi korunmuş yapılarından bir diğeri de, 1635 tarihli Biscevica Evi. Etrafı, evin kadınlarını meraklı bakışlardan korumak için yüksek duvarlarla çevriliymiş. Zaten Biscevica sokağı boydan boya Türk evleriyle süslü.
Hersek bölgesindeki en güzel cami de Mostar’da bulunuyor: Karagöz Bey Camii. Nakışlı kubbesi ve yüksek minaresi ile dikkat çeken bu anıtsal eser, 1557’de Mimar Sinan tarafından yapılmış. 1992 savaşında tamamen yıkılınca yeniden inşa edilmiş. Caminin hemen yanındaki medresede ise, Mostar’ın en eski halk kütüphanesi var. 17. yüzyılda yapılan Koski Mehmet Bey Camii ve Çerçi Mehmed Camii de savaşta hasar görüp restore edilenlerden. Özellikle, Koski Mehmet Bey Camii, Mostar köprüsüne sadece 150 m. uzaklıkta ve tam nehir kıyısında bulunuyor. Minaresine çıkıldığında, eski şehrin büyüleyici manzarası unutulacak gibi değil.
Mostar’da bir de Saat Kulesi var. 1600’lü yılların başlarında inşa edildiği sanılıyor. Rivayete göre Fatma Kadın tarafından yaptırılmış. 1838’de, Hersek mutasarrıfı Rizvanbegoviç Ali Paşa’nın Zadar’da yaptırıp hediye ettiği 250 kg ağırlığındaki bir çan kuleye monte edilmiş.
Mostar’da ayrıca, Derviş İshak Türbesi, ya da Mahmut Baba Türbesi gibi başka Osmanlı eserleri de görmek mümkün.
Batı kültürü
Mostar eskiden Bosna-Hersek’in en karma şehri iken, savaş sonrasında etnik yapısında değişiklik olmuş. Bugün Müslümanların çoğu Mostar‘ın doğusunda, Hırvatlar ise, batısında yaşıyor. Ama, elbette ki şehirde hristiyan batı kültürünün ürünleri olan eserler gözden kaçmıyor.
Örneğin, ultra modern Katolik Katedrali 20 yüzyıl mimarisinin seçkin bir örneği. 1980’lerde, Katolik Piskoposu’nun evinin yakınına inşa edilmiş. Savaşta yıkılan damı ve pencereleri yeniden yapılmış.
Ortodoks Kilisesi ise, 19. yüzyılda inşa edilmiş ve Sultan Abdülaziz kilise için maddi yardımda bulunmuş. Ne yazık ki, iç savaş sırasında yıkılan kilise, şimdi yeniden inşa edilmeyi bekliyor.
Mostar’a gidince, Partizan Abidesi‘ni de mutlaka görmek gerekiyor. Burası, II. Dünya Savaşında Mostar’ı savunurken hayatını kaybedenlere adanmış bir anıt mezar. Beyaz taşlardan, iki teras şeklinde yapılmış, çimlerle kaplı ve oldukça da etkileyici.
ADI ÜSTÜNDE, TUZ ŞEHRİ
TUZLA
Tuz üretimiyle ünlü Tuzla şehri, ülkenin kuzeydoğusunda yer alan ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman Boşnaklardan oluşan Tuzla kantonunun merkezi.
Tuzla, 175 000’e yaklaşan nüfusuyla Bosna-Hersek’in üçüncü büyük şehri. Adı şehir merkezinin altında bulunan tuz yataklarından geliyor. Şehrin ilk adı olan “Soli” Boşnakçada “Tuz” demek. Daha sonra, Roma İmparatorluğu döneminde, adı “Salinas” olmuş. “Salinas” da tuz yatağı anlamına geliyor. “Tuzla”, kentin Osmanlı döneminde türkçeleşmiş olan, bugünkü adı.
Avrupa’nın en önemli tuz yataklarına ve Orta Avrupa’daki tek tuz gölüne sahip olan kentte, tuz yatakları toprak altının tamamını kaplıyor. Bu tuz yataklarının varlığı çok eskiden beri bilinen bir şey, zaten antik Yunan kaynaklarında da belirtilmiş. Ama ticari üretime 16. yüzyılda, Osmanlı döneminde başlanmış. 20. yüzyıla gelindiğinde, Tuzla bir “labirent şehir” haline gelmiş. Oraya buraya açılmış kuyular, üretim azalınca terk edilip yenisi kazılan galeriler ve tüneller tehlikeli olmaya başlamış. Zamanla yer altında meydana gelen çöküntüler nedeniyle bazı binalar hasar görmüş, hatta yıkılmış. Kentte, bugün artık tuz üretimi yapılmıyor, tehlikeli binalar yıkılıyor ve mevcut yapıların kurtarılmasına çalışılıyor. Tabii, ciddi ekonomik kaynak gerektiren bir iş bu.
Doğal güzellikler, tarihi eserler
Tuzla, doğal güzelliklere sahip bir kent. Yakın çevresindeki tuzlu su kaplıcaları yüzyıllardır kullanılıyor. Avrupa’daki tek tuz gölü olan Panonica gölü ise şehir merkezinin hemen yanında. Bu küçücük göl, koyu mavi sularıyla halkın en çok vakit geçirdiği yerlerden biri ve turistlerin de ilgi odağı. Yaz aylarında piknik yapmak ya da serinlemek için ideal.
Tuzla’da bir çok tarihi eser de yer alıyor. En göze çarpanlar Osmanlı eserleri. Örneğin, şehir merkezindeki Turalı Bey Camii 16. yüzyılda inşa edilmiş. Göz alıcı bir minaresi olsa da, dini bir yapıdan çok lüks bir konutu andırıyor. Bulunduğu caddenin adı da “Turalı Bey Caddesi”. “Çarşı meydanı”nda ise, yine 16. yüzyıldan kalma “Çarşı Camii” var. Çarşı meydanının “Çeşme”si de çok ünlü. Osmanlı eseri olan çeşme turistlerin en çok resim çektikleri yerlerden biri. Yine 16. yüzyıl ürünü olan “Sarina Camii” de bronz şerefesi ile dikkat çekiyor.
Tuzla’da, 19. yüzyıl yapımı, görkemli bir de Ortodoks Kilisesi var. Neo-klasik tarzda inşa edilmiş. Şehir merkezinin hemen yakınında. Bu bölgedeki binalar genelde küçük boyutlu. Farklı dönemlerde ve farklı tarzlarda inşa edilmişler. Bazısı klasik, bazısı barok, bazısı da Avusturya-Macaristan tarzını yansıtıyor. Fakat hepsi inanılmaz bir uyum içinde ve tartışılmaz bir estetik sergiliyorlar. Şehrin içinden geçen Jala ırmağı üzerindeki Kipovi Köprüsü’nü süsleyen heykelleri de unutmamak lâzım.
Kültür noktaları
Tuzla’da 2004’te açılan ve bir tür açık hava müzesi olan “Solni Trg“ turistlere tuz üretiminin öyküsünü anlatıyor. Çok değişik ve ilgi çekici bir yer. Doğu Bosna Müzesi ise, antik dönemlerden kalan eserlere, halk sanatlarının geleneksel örneklerine, sanat galerilerinden daimi ya da geçici sergilere kadar zengin bir yelpazeye sahip. Ayrıca bir de Tarih Arşivi Müzesi var. Ambijent heykel atölyesi ve Portreta müze galerisi de görülmeye değer.
Balkanlar’ın tanınmış yazarlarından olan Meşa Selimoviç Tuzla’lı ve onun adına her yıl festival düzenleniyor. Şehirdeki ilk tiyatro “Narodno Pozorişte u Tuzli“ 1944 tarihli. Tuzla üniversitesinde 10 binden fazla öğrenci öğrenim görüyor.
Bugünkü Tuzla, ağırlıklı olarak müslüman bir hayat tarzı ve mimari üslubuyla bir işçi, sanayi şehri. Bir yandan turizme açılırken bir yandan da savaşın yaralarını sarmaya ve sanayiini modernleştirmeye çalışıyor. Henüz çok taze olmasına rağmen, duvarları kurşun delikli ya da yıkık olan bir-iki bina dışında, şehirde savaşın izleri pek kalmamış. Akşamları ışıl ışıl olan kentin tertemiz ve düzenli caddeleri, huzurlu parkları var. Şehir merkezindeki küçük ve sevimli sokaklar, hem alışveriş için, hem de oturup bir kahve içerek geleni geçeni seyretmek için çok elverişli. Burada gece hayatı da hareketli geçiyor. Özellikle hafta sonlarında, eğlence geç saatlere kadar devam ediyor.
ÜSTESİNDEN GELMEK
Bir yandan sosyalist rejimden serbest piyasa ekonomisine geçiş döneminin çalkantıları, bir yandan da savaş yaralarının sarılması yönündeki çabalar, Bosna-Hersek ekonomisini bir çok güçlüğün üstesinden gelmeğe zorluyor.
Bosna-Hersek ekonomisi, güçlenmeye çalışan bir ekonomi. Sosyalist Yugoslavya’nın merkezden planlanan ekonomik sisteminin ardından serbest ekonomiye geçiş süreci, aynı durumdaki diğer bütün ülkelerde olduğu gibi, Bosna- Hersek’te de bir takım sorunların yaşanmasına neden olmuştu. 1992-1995 yılları arasında ülkede yaşanan savaşın sebep olduğu yıkım da ekonomik kalkınma sürecine darbe vuran diğer bir önemli neden oldu.
Ama, Bosna-Hersek, bütün bu olumsuzlukları artık geride bırakmış görünüyor. 2000’li yıllarda, istikrarlı bir biçimde yıllık yüzde 5-6 oranında bir büyüme hızı yakalamış olan Bosna-Hersek, sadece küresel krizin dünyayı en çok etkilediği 2008 yılında bir durgunluk yaşadı.
Tarımdan endüstriye
Geleneksel olarak, Bosna- Hersek ekonomisi daha ziyade tarıma dayanıyor. Ülkede buğday, arpa, yulaf gibi tahıl ürünlerinin yanında tütün, pamuk, çeşitli meyveler ve şaraplık üzüm de üretiliyor. Ancak, son yıllarda sanayileşme yolundaki çabaların da sonuç vermeye başladığını ve sanayi ürünlerini ekonomideki payının giderek arttığını gözlemlemek zor değil. Bunda ülkedeki yer altı zenginliklerinin büyük rolü var. Bosna-Hersek’teki önemli linyit yatakları, ayrıca demir cevheri ve boksit, bakır, çinko ve manganez gibi madenler ülke ekonomisine katkıda bulunuyor.
Endüstri ürünleri konusunda, Bosna-Hersek’in en önemli kozları olarak, demir-çelik üretimi, tekstil ürünleri, mobilya ve ev aletleri sayılabilir. Ülkede ayrıca montaj sanayi, petrol rafinerisi ve tütün ürünleri alanında tesisler var. Son yıllarda, hidroelektrik kaynakların geliştirilmesi konusunda önemli atılımlar yapıldığı da biliniyor. Bosna- Hersek genellikle maden, tekstil ve giyim eşyası, ağaç ürünleri ihraç ediyor; ithalatında ise, kimya ürünleri, akaryakıt ve gıda ürünleri önde geliyor.
Başarılı bankacılık
1990’lü yıllarda, Bosna-Hersek’te başarılı bir Bankacılık Reformu gerçekleştirildi. 1997 yılında Bosna-Hersek Merkez Bankası kuruldu. 1998’de, yeni para birimi olan “Bosna Konvertibl Markı” hayata geçirildi. Yapılan yeni düzenlemelerle, bankacılık sektörü yabancılar için de cazip hale getirildi. Bugün, ülkede çoğu Avrupa’lı olan pek çok yabancı banka faaliyet gösteriyor. Türkiye’den de Ziraat Bankası Bosna-Hersek’te çalışan yabancı sermayeli bankalar arasında yer alıyor. Bankacılık sektöründe sağlanan bu canlılık, hem sektöre, hem de ulusal paraya olan güveni arttırmış görünüyor.
Turizm
Bosna-Hersek ekonomisinde önemli yer tutan diğer bir alan ise, hiç kuşkusuz turizm. Özellikle kış turizmi ve kayak imkânları ülke turizminin en büyük kozu. Yaz turizmi ise, kırsal kesimde doğa turizmi olarak değer kazanıyor. Her yıl 600 000 civarında turist ülkeyi ziyaret ediyor. Ayrıca, diğer ülkelerde yaşayan Bosnalıların da özellikle yaz aylarında ülkelerine gelerek yakınlarını ziyaret ettiklerini, bunun da hem alışveriş açısından, hem de gıda ürünlerine getirdiği canlılık açısından, ekonomiye hissedilir bir katkıda bulunduğunu unutmamak gerekiyor.
Sonuç olarak bakıldığında, fert başına milli gelirin 6300 dolar civarında olduğu Bosna-Hersek’te, ekonominin yaklaşık yüzde 10’unu tarım, yüzde 25’ini de sanayi oluşturuyor. Hizmet sektörünün payı ise yaklaşık yüzde 65 civarında. Enflasyon oranı düşük olan Bosna-Hersek’in en çok ihracat yaptığı ülkeler, sırasıyla Hırvatistan, Slovenya, İtalya, Almanya ve Avusturya; en çok ithalat yaptığı ülkeler ise, Hırvatistan, Slovenya, Almanya, İtalya ve Türkiye.
HIZLI GELİŞME MODELİ
Belarus ekonomisi daha çok endüstriye dayanıyor. Ülkedeki doğal kaynakların yeterli olmamasına ve Sovyetler Birliği’nden ayrılma sonrasında yaşanan ekonomik çalkantılara rağmen, ekonominin kendisini hızla toparlaması sayesinde, 2008 yılında, Belarus, dünyanın en hızlı ekonomik büyümeye ulaşan yedinci ülkesi oldu.
Ağır sanayinin önderliği
Belarus’un ekonomik büyümesindeki en büyük pay, hiç kuşkusuz Sanayi sektörüne ait. Milli gelirin yaklaşık üçte biri sanayi sektöründen sağlanıyor. Sanayi ürünleri, toplam ihracatın da yüzde 90’ını oluşturuyor. Ülkedeki yaklaşık 100 değişik sanayi kolunda faaliyet gösteren 20 000 kadar firma var. Makine üretimi ve metalürji alanında faaliyet gösteren firmalar lider konumunda.
Örneğin, kısaca MAZ adıyla bilinen “Minsk Otomobil Fabrikası”, otomobil, kamyon ve otobüs üretiyor. MAZ, bu alanda bütün BDT ülkeleri içinde en büyük kuruluş olma özelliğine sahip. 2007 yılında, 23429 otomobil, 7809 kamyon ve 1609 otobüs üretmiş. Merkezi Zhodino şehrinde olan BelAZ fabrikası ise, maden ocaklarında ve taş ocaklarında kullanılan makinaların ve araçların üretiminde bir dünya markası. Tek başına, dünya pazarının yüzde 30’unu elinde tutuyor.
Traktör ve tarım makinaları üretimi de Belarus’un çok ileri olduğu diğer bir alan. Kısaca MTZ markasını kullanan “Minsk Traktör Fabrikası” dünyadaki 8 büyük traktör üreticisinden biri. Tarım makinaları üreten Gomselmash ise, ürünlerini bütün BDT ülkelerine satıyor. Ülkede ayrıca, inşaatlarda ve karayolu yapımlarında kullanılan makinaları üreten veya başta troleybüs olmak üzere, belediyelerin ihtiyaçlarını giderecek çeşitli araçlar ve makinalar üreten “Amkodor” ya da “Belkommunmash” gibi firmalar faaliyetlerini sürdürüyorlar.
Petrokimya
Televizyon, buzdolabı veya çamaşır makinası gibi her türlü elektrikli ev aletlerinden bisiklete, optik cihazlardan çeşitli boru tiplerine kadar geniş bir üretim yelpazesine sahip olan Belarus’ta, kimya ve petrokimya sanayii de oldukça ileri durumda bulunuyor ve piyasaya çok çeşitli ürünler sunabiliyor. Örneğin, suni gübre üreten “Belaruskali” firması, dünya suni gübre ihracatının yüzde 16’sını gerçekleştiriyor. Kimyasal elyaf konusunda Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden olan Belarus, cam elyafı alanında da bütün BDT ülkelerinin ihtiyacını tek başına karşılıyor. Petrokimya ürünleri konusunda uzmanlaşmış büyük Belarus firmalarından biri olan “Belneftekhim”, 2008 yılından bu yana Türkiye’de de faaliyet gösteriyor. Türkiye ve Orta-Doğu piyasalarında genişlemeyi hedefleyen Belneftekhim, akrilik elyaf, jeotekstil keten, viskoz filament ipliği ve parafin gibi günlük hayatta pek akla gelmese de, aslında kullandığımız bir çok ürünün içinde yer alan maddeleri pazarlıyor.
Tarım ve hayvancılık
Belarus ekonomisinin diğer bir önemli kolu olan tarım sektörü aynı zamanda tarım endüstrisinin de başlıca katmanı durumunda bulunuyor. Hayvan besiciliği açısından bakıldığında, 2008 yılı rakamlarına göre, ülkede 4 milyondan fazla büyükbaş hayvan var. Zaten, süt üretiminde Belarus, bütün BDT ülkeleri içinde birinci, Avrupa’da ise 4.sırada yer alıyor. Belarus’un çiftlik arazilerinin toplamı 90 000 km2’yi bulmuş durumda. En çok üretilen tarım ürünü ise: patates. Dünyanın yedinci patates üreticisi olan ülkedeki yıllık ürün miktarı 8 milyon tonu geçiyor. Ülkede ayrıca buğday vs. gibi hububat da yetiştiriliyor ama Belarus bir de keten üretimi ile ünlü. Keten lifi üreten başlıca ülkelerden biri olarak, keten ekiminde dünyanın ilk 5 ülkesi arasında yer alıyor.
Serbest Ekonomi Bölgeleri
Belarus’ta 6 adet “Serbest Ekonomi Bölgesi” kurulmuş: Brest, Vitebsk, Gomel-Raton, Grodnoinvest, Minsk ve Mogilev Serbest Ekonomi Bölgeleri. Yani, her Belarus vilayetinin bir serbest bölgesi var ve bunlar ekonomik kalkınmanın önemli araçları sayılıyor. Bu ticari bölgeler, içinde bulunan firmalara vergi seçenekleri, vergi indirimleri ve gümrük serbestisi gibi olanaklar sunuyor. İçlerinde tesis kurup üretim yapmak da mümkün. Devlet, yatırımcılara bir çok kolaylıklar ve garantiler sağlamış. Bu serbest bölgelere hem Belarus’lu firmalar, hem de yabancılar gelip yerleşebiliyorlar.
2008 yılı rakamlarına göre, Serbest Ekonomi Bölgelerinde faaliyet gösteren firmalar, 290 milyon dolar tutarında yabancı yatırım sağlamışlar. En fazla yabancı yatırımı ise, en batıdaki kent olan Brest getirmiş. İkinci sıradaki Minsk’i ise Gomel-Raton Serbest Bölgesi takip ediyor. Yine aynı yılın rakamlarına göre, bütün bu serbest ekonomi bölgelerinde yerleşik olarak faaliyet gösteren firma sayısı: 260.
Bazıları, Belarus ekonomisini “Sosyal yönelimli pazar ekonomisi” diye adlandırıyorlar. Bunun sebebi ise, bir çok fabrikanın ve ekonomik kuruluşun devletin elinde olması. Bağımsızlık sonrasında özelleştirilen bazı kuruluşlar, daha sonra yeniden devletleştirilmiş. Bu durum Batı’da bazı eleştirilere neden olsa da, Belarus ekonomisinin istikrarlı bir biçimde büyüdüğü ve refahın arttığı bir gerçek. Genel açıdan bakıldığında, Belarus’un hem yeterli ekonomik potansiyele, hem de kaliteli bir insan gücüne sahip olduğu görülüyor. Bu çerçevede, ülkede refahın artması ve insanların daha mutlu bir yaşama kavuşması hiç de şaşırtıcı değil.
DR. AKKAN SUVER, BOSNA-HERSEK’İ DEĞERLENDİRDİ:
“BOSNA-HERSEK FIRSATLAR ÜLKESİ”
Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından “Marmara Grubu Vakfı” geçtiğimiz günlerde Bosna-Hersek’e bir ziyaret gerçekleştirdi. Vakıf Başkanı Dr. Akkan Suver’in başkanlığındaki heyet, alışılmışın dışına çıkarak, sadece Saraybosna’yı ziyaretle kalmadı ve Bosna Sırp Cumhuriyetinin başkenti Banya Luka’ya da gitti. Saraybosna’da, Bosna-Hersek Başbakanı Nikola Spiriç ve Bosna-Hersek Federasyonu Başbakanı Mustafa Muyezinoviç tarafından, Banya Luka’da da Bosna Sırp Cumhuriyeti Başbakanı Milorad Dodik tarafından kabul edilen Vakıf heyeti, ayrıca her iki başkentte bakanlarla ve diğer kanaat önderleriyle bir araya geldi.
Marmara Grubu Vakfı Başkanı Dr. Akkan Suver, bu ilginç ve faydalı ziyaretin, “Vakfın Sivil Toplum Örgütü kimliğiyle yapıldığını ve amaçlarının bir durum tesbiti yapmak olduğunu” söylüyor ve önemle şunu ekliyor: “Türk işadamları Bosna-Hersek’e gitmeli ve Türkiye, Bosna-Hersek’te gerçek yerini almalı”.
Dr. Akkan Suver, ziyaretle ilgili sorularımıza şu cevapları verdi:
DİPLOMAT ATLAS: Sayın Suver, seyahatinizi kısaca anlatır mısınız?
Dr. Akkan SUVER: Öncelikle şunu söylemek isterim ki, biz Marmara Grubu Vakfı olarak Balkanlara verdiğimiz büyük değer çerçevesinde ve Sivil Toplum Örgütü kimliğimizle Bosna-Hersek’i ziyaret ettik. Bosna-Hersek çok elverişli ve zengin bir coğrafyanın merkezi. Başka bir deyimle, Balkanlara ve Avrupa’ya açılan bir kapı. Zengin doğal kaynakları var. Turizm alanında kış ve alternatif turizm imkanlarına sahip. Enerji projelerinde oldukça çeşitlilik olduğu görülüyor. Örneğin, Bosna-Hersek kendi ihtiyacının 20 misli elektrik enerjisi üretebilecek imkanlara sahip. Ancak, 2010 Ekim’inden önce burada yüksek bir icraat beklemenin doğru olmayacağı da ayrı bir gerçek. Çünkü gündemde seçimler var. Ama seçimlerden sonra istenen gelişmelerin olabileceği de şimdiden görülüyor.
DİPLOMAT ATLAS: Banya Luka’yı ziyaret ettiniz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Dr. Akkan SUVER: Bosna- Hersek’e yalnızca Saraybosna’dan bakmak eksiktir. Şık da değildir. Bosna-Hersek’te Mostar da vardır. Ama Banya Luka’sız Bosna-Hersek’i değerlendirmek ülkeyi tanımamaktır. Zira bu bölgede varlığımızı yalnız ekonomik, yalnız kültürel boyutlarıyla değil sosyal değer ölçüleriyle gerçekçi ve eşit olarak var kılabilirsek doğru bir varoluş hedefine yönelebiliriz. Dolayısıyla Bosna-Hersek ile Türkiye arasında bugüne kadar gelişen ekonomik ilişkiler yetersizdir. Bugün, bu ülkede yatırımcı olan tek ciddi ülke Avusturya’dır. Türkiye de, Bosna-Hersek hedeflerini büyütmeli, daha çaplı hale getirmelidir. İş ve yatırım dünyasını Banya Luka’ya, Mostar’a taşımalıdır. Bu değer ölçüleriyle Banya Luka’ya gittik.
DİPLOMAT ATLAS: Peki Banya Luka değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Dr. Akkan SUVER: Banya Luka Bosna-Hersek’in bir parçasıdır. Bu Sırp bölgesinin Başbakanı Milorad Dodik 65 seçim bölgesinden 45’ini kazanmış başarılı bir devlet adamıdır. Bölgede enerji konusunda pek çok fırsatlar mevcuttur. Turizm açısından da imkanlar oldukça fazladır. Bölge kaplıca turizminin merkezi durumundadır. Burada hemen eklemem gerekir ki, Banja Luka’da 5 yıldızlı termal bir otele de şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır.
DİPLOMAT ATLAS: Sizce Saraybosna’da var mıyız?
Dr. Akkan SUVER: Saraybosna’da hem varız hem yokuz. Düne göre kıyaslanırsak varız. Avusturya’nın ulaştığı ekonomik boyutlarla boy ölçüşmeye kalkışırsak, yokuz. Türk yatırımı ve Türk işadamı burada ciddi anlamda yok. Buna mukabil Bosna-Hersek’teki Türk okullarını ve Saraybosna Uluslararası Üniversitesini gördüm. Bu kültür ve eğitim varlıklarını önemsiyorum. Zira bu merkezler, yarın Balkanlarda bir barış ışığı oluşturacak girişimlerdir.
DİPLOMAT ATLAS: Başka temaslarınız da oldu mu?
Dr. Akkan SUVER: Evet. Bosna Hersek’te işadamı Fahrudin Radonic ile görüştüm. Ayrıca Yabancı Yatırım Ajansı Başkanı Haris Basic ile yan yana geldim. Dış Ticaret Odası Başkanı Mahir Hadziahmetovic ile temas etme imkanım oldu. Havayolları Genel Müdürü Bakır Karahasanovic beni kabul etti. Bütün bunlardan sonra diyebilirim ki Türkiye’nin Bosna-Hersek ile ilişkileri henüz daha işin başlangıcındadır. Türk işadamlarına bu bölgeleri kucaklamak ve bu bölgelerde yatırımlara yönelmek konusunda büyük görevler düştüğüne inanıyorum. Son söz olarak diyebilirim ki Türkiye’nin TOKİ’sine de burada büyük ihtiyaç vardır.
YAŞANAN KÜLTÜR
Bosna-Hersek zengin bir kültür ve sanat geçmişine sahip. Geleneksel Slav kültürü, Avusturya üzerinden gelen Avrupa kültürü ve Osmanlı ile gelen Doğu kültürü burada kesişerek zengin bir sanat ve kültür ortamı oluşturmuş.
Ardarda gelen büyük uygarlıkların düğüm noktası olan Bosna- Hersek’te Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırplar ve Katolik Hırvatlar bir arada yaşıyor. Bu farklı kültürler, ülkeye büyük bir sanatsal zenginlik kazandırmış. Zaten bu zenginlikleri günlük hayatın içinde kolayca fark edebiliyorsunuz. Hangi şehirde olursanız olun, mücevher gibi bir ev, muhteşem bir köprü, zarif bir kilise, tarihi bir şadırvan ya da cami, her an karşınıza çıkabilir. Bosna-Hersek müzelerinde Rönesans’tan kalma yağlıboya tablolar, ya da romantik döneme ait eserler pek bulunmuyor. Görselliğe dayanan kültür ve sanat ürünleri, daha çok mimaride, geleneksel giysileri süsleyen işlemelerde, halıcılık, çömlekçilik ya da kuyumculuk gibi el sanatları ürünlerinde, ve bir de dini mekanlarda göze çarpıyor. Yani, Bosna- Hersek’te sanat eserleri duvarlarda asılı değil, günlük yaşamın tam içinde. Bunun, kültürel açıdan Bosna-Hersek’i komşu ülkelerden ayıran en büyük özellik olduğu söylenebilir.
Usta yazarlar
En meşhur Bosnalı yazar, 1961 yılında “Drina Köprüsü” kitabıyla Nobel edebiyat ödülü alan. Bosna’da yetişmiş bir yazar olan Andriç’in bu eseri Drina nehri kıyısındaki küçük Vişegrad şehri halkının öyküsünü anlatıyor. Yazarın Travnik’te doğduğu ev ise, bugün müzeye dönüştürülmüş. Bir başka ünlü yazar ise, 1910-1982 yılları arasında yaşamış olan Mesa Selimovic. Adı Saraybosna’nın en uzun bulvarına verilmiş. En tanınmış eseri «Derviş ve Ölüm».
Şair Mak Dizdar’ın (1917- 1971) dizelerinde, modern felsefe ile bilgeliğin sentezini görmek mümkün. Boşnak edebiyatının en önemli temsilcilerinden Hüseyin Başiç’in de şiirleri, hikayeleri ve romanları çok değerli.
Sinema
Bosna-Hersek’te Sinema sanatının çok ileri bir düzeyde olduğu dikkat çekiyor. Özellikle son dönemlerde Bosna savaşı üzerine çekilmiş çarpıcı filmler var: “Saraybosna’ya Hoşgeldiniz” (1997), “No Man’s Land” (2001) ve “Grbavica” (2006) gibi. Yönetmenliğini Jasmila Zbanic’in yaptığı “Grbavica”, Berlin Film Festivalinde Altın Ayı ödülü kazanmiş.
“No man’s land” filminin yönetmeni ve senaristi olan Danis Tanovic ise, 2001 Cannes Film Festivalinde en iyi senaryo, 2002’de Oscar (en iyi yabancı film) ve Cesar ödülleri, ayrıca Altın Palmiye ve Altın Ayı ödülleri kazanmış bir sanatçı. “No man’s land” adlı film, 90’lı yıllardaki savaşın trajedisini bir tür kara mizahla anlatıyor: Biri Sırp diğeri Boşnak iki askerin traji-komik öyküsü. Yazar, şair ve senarist Abdullah Sidran da Emir Kusturica’nın ünlü “Dolly Bell’i Hatırlıyor musun?” ve “Babam İş Gezisinde” filmlerinin senaristi.
Yönetmen Ademir Kenovic, ödüllü “Kuduz” (1989) ve “Kusursuz Çember” (1997) filmleri ile tanınıyor. Bu filmlerin senaristi de Abdullah Sidran. Kenovic acıları nükteli bir dille, sarsıcı, bazen de şiirsel şekilde anlatıyor. Kuduz filminin müzikleri Goran Bregoviç’e ait.
Sevdalinka
Müzik, Bosna-Hersek kültüründe geniş yer tutuyor. Ünlü müzisyen Goran Bregoviç’in yaptığı müzik, ülke sınırlarını çoktan aşmış, evrensel bir boyut kazanmış. Ama, Bosna- Hersek’te en yaygın müzik, “sevdalinka” ya da kısaca “sevdah” diye adlandırılan aşk türküleri. Osmanlı izleri taşıyan bu türküler, kimi zaman mutluluk, kimi zaman hüzün dolu, ama mutlaka coşkulu. İçinde biraz doğu, biraz batı, biraz Sefarad motifi var. Mükemmel bir harman.
Safet Isovic (1936-2007), sevdalinka deyince ilk akla gelen isimlerden, hatta yaşarken efsane olanlardan. Bir çok sevdalinka ödülünün sahibi. 2003 yılında “20. yüzyılın en iyi sanatçısı” seçilmiş. Himzo Polovina (1927-1986) ise, Saraybosnalı bir psikiyatrist. Unutulup gitmiş sevdalinka şarkılarını su yüzüne çıkarmış. Çok özel, yumuşak sesi ve harika yorumuyla tarihe mal olmuş bir sanatçı. Meho Puzic de 2007’de vefat eden, çok sempatik bir sevdalinka ustası. Son yıllarda Mostar Sevdah Reunion adlı grup da hayli ilgi topluyor; sevdalinka ile çingene müziğini birleştiren bir tarzla.
VENEDİK KORKUSU
NEUM
Adriyatik kıyısında küçük bir tatil kasabası olan Neum, Bosna-Hersek’in denize ulaşan tek noktası. Bu olağanüstü güzellikteki sahil kenti, turistlerin gözbebeği.
Bosna-Hersek’in Adriyatik Denizi’ne tek çıkış noktası olan Neum, 20 kilometrelik bir kıyı şeridine sahip. Yaklaşık 4.700 olan nüfusunun yüzde 90’dan fazlasını Hırvatlar, geri kalan kısmını da Sırplar ve Boşnaklar oluşturuyor. Hersek-Neretva kantonunun parçası olan Neum, Hırvatistan’ın kıyı şeridinde küçük bir kesinti oluşturuyor ve adeta ikiye bölüyor. Bir limanı yok. Tam önünde de açık deniz yok, Hırvatistan’ın Peljesac yarımadası var.
Neum, Dubrovnik’e 60, Mostar’a 70 km uzaklıkta. Neum bir Bosna-Hersek şehri olsa da, bölgeden geçen ana yol Hırvat ulusal karayolu. Yani, örneğin Mostar’dan Neum’a ulaşmak için Hırvatistan sınırını aşmak gerekiyor. Ama, Hırvatistan’ın iki kıyı kenti olan Split ve Dubrovnik arasındaki gidiş gelişlerde de Neum’dan, yani Bosna-Hersek topraklarından geçmek zorunlu.
Bu garip görünen durumun kaynağı, Dubrovnik Cumhuriyeti dönemine uzanıyor. XVII. Yüzyılda, Venediklilerin gücünden endişe eden Dubrovnik Cumhuriyeti, Venediklilerin karadan yapacakları saldırılardan araya bir engel yerleştirerek korunmaya çalışmış ve 1699’da bu küçük kara parçasını Osmanlılara vermiş. Böylece, Venedik’in, Dubrovnik’e karadan saldırmak için önce Osmanlı İmparatorluğu ile savaşmak zorunda kalacağı hesaplanmış.
Bugün Neum sadece otellerle dolu bir tatil beldesi. Yazları kalabalık, kışları sessiz. Kayalık ve taşlık plajları var. Adriyatik kıyılarına gelen yabancı turistler, genellikle Neum’da kalmayı tercih ediyor çünkü fiyatlar Hırvatistan’a göre çok daha ucuz. Kapalı bir körfez içinde bulunan Neum, açık denizden etkilenmediği için oldukça sakin sulara sahip. Adriyatik kıyılarının en güneşli bölgelerinden. Kıyı arkasındaki bölüm ise arkeolojik anlamda hayli zengin. Burası, Yugoslavya zamanında komünist seçkin sınıfın tatil yeriymiş. Neum’a gelince, Hersek’in güzel şaraplarının ve Adriyatik’in taze balıklarının tadına bakmayı ihmal etmemek lazım. Yüzme ve güneşlenmenin yanı sıra kiralık botlarla bölgedeki koyları ve adaları ziyaret, atlayış ve dalış, jet ski, su kayağı diğer atraksiyon seçenekleri.
NEHİR KENTLERİ
Bosna-Hersek, akarsular açısından çok zengin bir ülke. İrili ufaklı bir çok nehir, bütün Bosna-Hersek’i adeta bir örümcek ağı gibi sarıyor ve hayat veriyor. Doğal olarak, bir çok kent nehir kıyılarında kurulmuş. Bazıları küçük birer kasaba da olsa, bu kentler, doğası ve tarihi ile birer turizm cenneti olarak tanınıyor.
Una nehri ve Bihaç
Bosna-Hersek’in kuzey-batısındaki Una nehri Hırvatistan’da doğuyor, 4 km kadar aktıktan sonra Bosna-Hersek’e ulaşıyor. Uzunluğu 207 km. Daha sonra, Sava nehrine dökülüyor. Una, göz kamaştırıcı kanyonlara ve şelâlelere sahip, tertemiz, zümrüt renkli bir nehir. Rafting yarışları için de çok uygun. Una üzerindeki Bihaç şehri ise, rafting tutkunlarının, yamaç paraşütçülerinin, dalgıçların, avcıların ve balıkçıların gözdesi. 40000 nufuslu Bihaç, yazları çok canlı; özellikle açık hava tiyatro festivali ile sanatseverleri de topluyor. Nüfusunun üçte ikisi Müslüman olan Bihaç’ta çok sayıda cami var.
Bosna nehri, Zenica ve Doboy
Bosna-Hersek’in üçüncü büyük akarsuyu olan Bosna nehrinin kaynağı Saraybosna yakınlarındaki Vrelo Bosne. 271 km uzunluğundaki nehir, Sava ırmağıyla birleşiyor ve Tuna’ya doğru akıyor. Nehir boyunca kurulmuş pek çok kasaba ve köy var. Bunlardan bir tanesi, Saraybosna’nın kuzeyindeki Zenica kenti. Zenica, ülkenin tam orta noktasında yer almak gibi bir özelliğe sahip. 93000 nüfuslu bu sanayi şehrinin kalbi “Eski çarşı” adı verlen mahallede atıyor. Buradaki “Çarsiska camii” görülecek yerlerin en ön emlisi. Avusturya çeşmesini ve “Hacımazica Evi“ni de gözden kaçırmamak gerek. Bir de 1906’da yapılmış bir Sinagog var. Bugün, “Şehir Müzesi” ve “Sanat Galerisi” olarak kullanılıyor. Bosna nehri üzerindeki bir diğer ilginç kent olan Doboy (Doboj) ise, ülkenin kuzeyinde, Sırp Cumhuriyeti içinde yer alıyor. Doboy çok renkli bir şehir. Kent merkezindeki kaleye çıkıp şehri ve çevresini kuş bakışı izlemek hayli keyifli. Doboy’da Avrupa ve Balkan mutfaklarının en leziz örneklerini tadabilir ve her türlü müzik eşliğinde eğlenceli geceler geçirebilirsiniz. Ayrıca, her yıl Haziran ayında ünlü “FEST-TOUR” turizm festivali Doboy’da yapılıyor.
Vrbas, Pliva ve Yayçe
Bosna-Hersek’in orta kesiminde 33 km uzunluğunda küçük bir nehir olan Pliva, 235 km uzunluğundaki Vrbas nehrine dökülüyor. Vrbas’ın Pliva ile birleştiği noktada ise Yayçe (Jajce) şehri yer alıyor. Pliva’nın 20 m. yükseklikten bir şelâle yaparak Vrbas’a dökülmesi ve çevredeki yemyeşil doğal ortam Yayçe’ye bambaşka bir güzellik veriyor. Zaten, UNESCO da burayı 2006 yılında Dünya Mirası listesine almış. Şehrin dik çatılı eski ve tipik evlerinin çoğu onarılmış durumda. Ayrıca şehrin en eski kilisesi olan Aziz Luka kilisesi, Roma döneminden kalma Mitras anıt mezarı, Osmanlı Saat kulesi, Kervansaray ve Esma Sultan Camii, eski şehrin ilk etapta sayılabilecek yerleri. Yuvarlak, görkemli Ayı Kulesi ise şehrin en eski binası olarak biliniyor.
Drina’nın kentleri
Köprüsü ile ünlü Drina nehri, Karadağ’da doğup Bosna-Hersek’e doğru akan Tara ve Piva nehirlerinin birleşmesiyle oluşuyor. 346 km uzunluğundaki Drina nehri, daha sonra Sava ile birleşiyor. Kayak ve rafting için çok uygun olan Drina, yer yer Bosna-Hersek ile Sırbistan sınırını da oluşturuyor. Nobel ödüllü yazar Ivo Andriç’in ünlü romanındaki Drina Köprüsü’nün asıl adı Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü. Bir Mimar Sinan eseri. Vişegrad kentindeki bu köprü 1577 yılında yapılmış, 2007’de ise UNESCO dünya kültür mirası listesine alınmış. Orantılı yapısı ve zerafeti ile çağının sivil mimari dehasının ürünü sayılıyor.
Gorazde ise, 42 bin nüfuslu bir başka Drina nehri şehri. Adeta bir su cenneti olan Gorazde, avlanma alanları, rafting, su kayağı ve balıkçılığı ile de ünlü. Osmanlı döneminden kalma bir köprüsü var. Bosna-Hersek’in ilk matbaası, Ortodoks kilisesi tarafından 1521’de burada kurulmuş. Doğal güzelliklerin öne çıktığı bu Drina vadisi şehrinde, birçok kamp alanı ve plaj var.
Drina üzerindeki kentlerin en büyüğü olan Biyelyina (Bjeljina), aynı zamanda Sırp Cumhuriyetinin de ikinci büyük şehri. Ülkenin doğusunda yer alan bu sınır kenti, Sırbistan’a 6 km., Hırvatistan’a ise 40 km. uzaklıkta. Şehirde 19. yüzyıl yapımı St. George Sırp Ortodoks Kilisesi dikkat çekiyor. Bir de, 16. yüzyıl ürünü “Atik Camii” var. Bosna savaşı sırasında hasar gören cami son yıllarda onarım görmüş. Byelyina’nın bir diğer gözde yeri de, “Gradski Park” diye bilinen, Şehir Parkı.
Neretva’nın berrak suları
Ünlü Mostar Köprüsü ile tanınan Neretva nehri Dinar Alplerinden çıkıyor ve kuzeye doğru akıyor. Adriyatik havzasının bu en büyük akarsuyu, 230 km uzunluğunda ve muhteşem bir doğal güzelliğe sahip. Nehir üzerindeki bir çok şirin köy ve kasabadan biri olan Poçiteli (Pocitelj), yamaca sırtını dayamış, bir anfitiyatro gibi nehre yukarıdan bakıyor. 16.yüzyıldan kalma bu muhteşem köyde, Osmanlı dönemine ait kesme taştan tipik evler, arnavut kaldırımlı yokuşlar, kale ve Hacı Aliya Camii gezilebilir. Ayrıca çok şık bir de saat kulesi var. Poçiteli UNESCO dünya mirası listesinde. Cami, medrese, yetimhane, cumbalı evler, beş küçük kubbeli Şişman İbrahim Paşa Medresesi ve hamamı göz kamaştırıcı. Daha kuzeyde bulunan, dağlık ve sıkı ormanlık bir alanda kurulu Konyiç (Konjiç) ise, bir başka Neretva şehri. Kentteki klasik Osmanlı tarzı Taşköprü, Sultan IV.Mehmet tarafından 1682 yılında inşa ettirilmiş.
Trebişnyitsa
Trebişnyitsa ilginç bir nehir. Uzunluğu 187 km ama, bunun sadece 98 km’si yeryüzünde akıyor, kalan 89 km ise yer altında. Bosna- Hersek’te doğan nehir, Karadağ’dan geçiyor ve Hırvatistan’da denize dökülüyor. Nehir üzerindeki en güzel kent ise, Trebinye (Trebinje). Bosna-Hersek’in en güneyinde yer alan ve Adriyatik denizine sadece 10 km uzaklıkta olan Trebinye, turistik açıdan oldukça hareketli. Şehirde 15. yüzyıldan kalma Tvrdos manastırı, Osman Paşa camii ve Sokullu Mehmet Paşa dönemine ait bir de köprü var.
TANIDIK LEZZETLER
BÖREK, KÖFTE VE KAHVE
Bosna-Hersek mutfağı deyince, börek, köfte ve kahve ilk akla gelenlerden oluyor. Ama, Bosnalılar, bunlara kendi özelliklerini de ekleyip fark yaratmayı başarmışlar.
Bosna-Hersek mutfağı, diğer Balkan ülkelerinde de olduğu gibi, Doğu ile Batının seçkin lezzetlerini bir arada sunabilen bir özellik taşıyor. Genellikle yemeklerde Osmanlı mutfağının, pasta ve patates türevi yiyeceklerde ise, Avusturya-Macaristan mutfağının etkisi var. Bosna- Hersek mutfağında süt ürünleri ve her çeşit et büyük yer tutuyor. Çok kullanılan bir diğer unsur ise, baharat.
Yerel alışkanlıklar
Bosna-Hersek’de sabah kahvaltısında yumurta, yumuşak beyaz peynir, reçel ya da bal, tereyağı ve tabii ki ekmek mutlaka sofrada oluyor. Çay, kahve veya sıcak süt içiliyor. Öğle yemekleri ise, günün en kuvvetli öğünü oluyor. Eğer mümkünse, ailece hep birlikte yeniliyor. Tatil günlerinde, ailece yenen yemekler öğleden sonra geç saatlere kadar sürebiliyor. Ama akşam yemekleri genelde saat 20’den sonra ve çok daha hafif.
İyi bir öğle yemeği, ev yapımı bir çorba ile başlamalı. Müslüman evlerde bu bazen Tarhana olabilir. Bunu bir et ya da balık, ayrıca sebze yemeği ve salata izlemeli, ardından da tatlı gelmeli. Tatlı deyince, puding veya kek daha harcıalem sayılıyor. Baklava ya da Tulumba özel günlerde tercih edilen tatlılar. Bir de “tufahiye” denilen, Bosna’ya has elma tatlısı var. İçine ceviz, üstüne de krema konularak sunuluyor.
Özel lezzetler
Ünlü Boşnak böreği günün her saatinde yenebiliyor. En popüler olanı kıymalısı. Ama daha pek çok çeşidi var: peynirli olanına “sirnica” deniliyor, ıspanaklısına “zelyanica”, patateslisine de “krompirusa”. Bosna-Hersek’de en yaygın olan bir diğer yiyecek ise köfte. Bosna-Hersek usulü köfteye “cevapi” ya da “cevapcici” deniyor. Türkçedeki “kebap” kelimesinden alınmış. Saraybosna, “cevapdzinica”, yani köfteci dolu. 400 yıllık geçmişi olan, koyun ya da sığır etinden yapılan “cevapi”, “somun” adı verilmiş yassı ve yuvarlak ekmek ya da pide arasında yeniyor; bol soğanlı, yanında da yoğurt.. Bosna-Hersek’e yolu düşen herkesin en az bir kez tatması gereken bir lezzet. Geleneksel yemeklerden bir diğeri olan “bosanski lonac”, güveç kap içinde fırına verilen ve yavaş yavaş pişirilen et ve sebzeden oluşuyor. Çok lezzetli. Bosna-Hersek’de pek çok yemek Türk zevkini yansıtıyor, örneğin şiş kebap gibi. Diğer popüler yemekler “Yaprak” sarması, lahana sarması, ve bir tür kuzu şiş olan “Raznyici”. Raznyici, odun ateşinde yapılıyor, bazen keçi eti de kullanılıyor. Zaten, ülkede etler çok kaliteli. Deniz kıyısındaki tek kent olan Neum’da ve nehir kıyılarında ise mutlak surette taze balık yeniyor.
Ne içelim?
“Pivo“, bira demek Boşnakçada. “Sarajevsko“ ise, Saraybosna’nın geleneksel birası. Ülkede ayrıca “Banjalucko”, “Tuzlanski” ve “Preminger” gibi başka kaliteli markalar da var. Bira, Bosna-Hersek’de çok tüketilen bir içki. Ayrıca, “Rakiya” da çok tüketiliyor. Rakiya, adı üstünde, bir tür rakı. Üzümden veya erikten üretiliyor, evlerde de yapılabiliyor. Şarap ise, hem kırmızı, hem de beyaz olarak her yerde var. Bosnalılar kırmızı şaraba “Crno vino” yani “siyah” şarap diyorlar.