Project Description

2. Sayı

Cezayir

DİPLOATLAS – OCAK 2008

2. Sayı

DiploAtlas

Ocak 2008

Merhaba,

DİPLOMAT ATLAS’ın geçtiğimiz Kasım ayında yayınlanan ilk sayısı okuyucularımızdan çok sayıda övgü almamıza neden oldu. DİPLOMAT ATLAS ekibi bu güzel tepkilerin verdiği yüksek moralle şimdi Cezayir’i konu alan bu sayıyı hazırlamış bulunuyor.

Cezayir, Kuzey Afrika’da yer alan ve yüzölçümü Türkiye’den yaklaşık 3 kat daha büyük olan bir ülke. Ancak, bu toprakların önemli bir bölümü dünyanın en büyük çölü olan Büyük Sahra’nın içinde kaldığı için, ülke nüfusu Akdeniz kıyılarında yoğunlaşmış bulunuyor. Bu çok kültürlü ve çok renkli ülke, bir yandan modern yaşamı yansıtırken, bir yandan da muhteşem geleneksel ve egzotik görüntüler veriyor.

Büyük bir kalkınma çabası içinde olan Cezayir, sahip bulunduğu petrol ve doğal gaz rezervlerinin sağladığı gelirler sayesinde, toplumsal refahı hızla iyileştirme yolunda. Ülkenin her bölgesinde dev şantiyeler faaliyet halinde. Bu şantiyelerde, Cezayir’in hızlı kalkınma sürecine katkıda bulunmakta olan bir çok Türk firmasının da yer alması Cezayir-Türkiye ilişkilerini kardeşlik boyutuna getiriyor.

Hiç kimse Büyük Sahra’nın bomboş bir arazi olduğunu sanmasın. Büyük Sahra’da hayat
var. Kendine has fauna’sı ve yer yer de olsa bitki örtüsünün yanında, üzerinde tarım yapılabilen vahalar, maden üretimine elverişli yer altı zenginlikleri, arkeolojik ve folklorik önem taşıyan kentler ve nihayet artık bir efsane haline gelmiş olan Tuareg’ler bu büyük çölün canlı kalmasını sağlıyorlar.

DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısının hazırlanması sırasında, Ankara’daki Cezayir Büyükelçiliğinden çok yardım gördük. Cezayir’in Ankara Büyükelçisi Sayın Smail ALLAOUA’nın değerli yönlendirmeleri derginin yazı kalitesinin artmasına önemli katkılar sağladı. Sayın Büyükelçiye ve yardımcısı Başkatip Sayın Saad BOUKHALFA’ya bizlere verdikleri destek için teşekkür borçluyuz.

Belki bu dergiyi okuyanlardan bazıları, içlerinde Cezayir’e gitme isteği duyabilirler. Hiç durmasınlar. Yılın büyük bir bölümünü ilkbahar havasında yaşayan bu güzel ülkede görecek çok şey var..

Kaya Dorsan

Afrika’daki En Büyük Akdeniz Ülkesi: Cezayir

Cezayir toplumu kendisine 3 hedef belirlemiş: Demokrasi, Çağdaşlık ve Kalkınma. Kuzey Afrika’nın Akdeniz kıyılarında yoğunlaşan 30 milyonu aşkın Cezayirli bu hedeflere ulaşmak için çaba sarfediyor… Kuzey-Batı Afrika’da yer alan Cezayir, 2 381 741 km2 büyüklüğündeki yüzölçümü ile, Afrika’nın en geniş ikinci, dünyanın ise en geniş onuncu ülkesi. Batısında Fas ve Moritanya, güneyinde Mali ve Nijer, doğusunda ise Libya ve Tunus ile komşu. Kuzeyinde ise Akdeniz var.

Akdeniz’li bir toplum

Yaklaşık 1200 km uzunluğundaki kıyı şeridiyle, aslında Cezayir tam bir Akdeniz ülkesi. Zaten bu özelliğini ülkedeki yaşam tarzından sanat eserlerine, tarihi eserlerinden folkloruna kadar bir çok alanda gözlemlemek mümkün.

Dünyanın en büyük çölü olan Büyük Sahra Cezayir topraklarının yüzde 80’ini kaplıyor. Bu nedenle, ülkenin 33,5 milyon olan nüfusu, Akdeniz’e yakın olan Kuzey bölgelerinde yoğunlaşıyor.

Resmi adı “Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti” olan Cezayir’in başkenti de ülke ile aynı adı taşıyor: Cezayir. Başkent Cezayir’in nüfusu 3 milyon. Diğer önemli şehirleri ise, Oran, Konstantin ve Annaba.

Ülkenin resmi dili Arapça ama, Cezayir nüfusunun çoğunluğunun kökenini oluşturan Berberi’lerin konuştuğu “Tamazight” dili de milli dil olarak kabul edilmiş. Ayrıca halkın yüzde 90’dan fazlası Fransızca biliyor. Zaten, ilk ve orta öğrenimin Arapça yapılmasına rağmen, yüksek öğrenimde Fransızca dili ağırlığını korumaya devam ediyor.

Resmi dini İslam, nüfusunun yüzde 99’u da Müslüman olan Cezayir’de, 2006 verilerine göre, ortalama ömür 75 yıl; nüfus artış hızı yüzde 1,78; evlenme yaşı kadınlarda 29, erkeklerde 33.

2 Meclis, 8 Parti

Cezayir’in yönetim şekli, “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesine dayanan bir “Halk Cumhuriyeti”. 1996 yılında bazı maddeleri yenilenen 1989 Anayasası ülke yönetiminin temelini oluşturuyor. Halk tarafından doğrudan seçilmiş olan Cumhurbaşkanı Abdelaziz Bouteflika, yürütme organının başı olarak Devleti temsil ediyor. Cumhurbaşkanı Bouteflika, Silahlı Kuvvetlerin en yüksek komutanı ve Başbakanı atama yetkisine sahip. Ayrıca gerektiğinde referanduma başvurmak veya sıkıyönetim ilan etmek gibi bir çok özel yetki ile de donatılmış.

Yasama organı ise, 1996 yılından bu yana iki meclisli sistemden oluşuyor: “Millet Konseyi” ve “Ulusal Halk Meclisi”. 144 üyeli Millet Konseyi’nin Başkanı aynı zamanda Devlet hiyerarşisinin ikinci kişisi olarak, gerektiğinde Cumhurbaşkanına vekâlet ediyor. “Ulusal Halk Meclisi’nde ise, 48 seçim bölgesinden gelen 389 milletvekili yer alıyor. Bu milletvekilleri 8 siyasi partinin temsilcileri ile bağımsızlardan oluşuyor.

Ülkedeki Yargı gücünün bağımsızlığı ise, Anayasa tarafından güvence altına alınmış durumda. Yargı sistemi adli konular ve idari konular için ayrı ayrı düzenlenmiş. Yargı organının en üst noktasında ise “Anayasa Konseyi” yer alıyor. Cumhurbaşkanı ile iki Meclisin Başkanları gerek gördüklerinde bu Konsey’e başvurma hakkına sahipler.

Cezayir’in hedefleri

Bugün için, Cezayir Hükümeti 5 partinin katıldığı bir koalisyondan oluşuyor. Parlamento’da zaman zaman ateşli tartışmaların yaşandığı görülüyor. Gerek muhalefetin, gerekse de basının Hükümete yönelttiği eleştiriler kimse tarafından pek yadırganmıyor. Çünkü basın ve düşünce özgürlüğü Cezayir’de titizlikle korunan değerler arasında.

20. yüzyılın en zor ve en kanlı bağımsızlık mücadelelerinden birini vermiş olan Cezayir, 1990’lı yıllarda yaşadığı, onbinlerce insanın hayatına ve milyarlarca dolar değerindeki maddi zarara mal olan karışıklıkların ardından, bugün demokrasinin yerleşmesi yolunda önemli bir ilerleme kaydetmiş durumda. Ülkede istikrarın yeniden egemen olması, kalkınma yönünde hızla ilerlemeyi de sağlamış. Yakın bir gelecekte, Cezayir’in istikrarlı ve toplumsal refahı sağlamış bir ülke olarak modern dünyadaki yerini alması, bu hedeflere kilitlenmiş olan Cezayirlilerin başlıca amacını oluşturuyor.

Hedef : Barış ve Kalkınma

“Cezayir, stratejik verilerden, konumunu sağlamlaştıracak, çıkarlarını koruyacak ve hedeflerine ulaşacak şekilde yararlanarak; ve çok eskilere dayanan devlet deneyimi ile diplomasi tarihinin yüce değerlerinden yola çıkarak, dış politikasını iç politikasının kaliteli bir uzantısı haline dönüştürmeye çok özen göstermiştir.”

(Cumhurbaşkanı Abdelaziz Bouteflika’nın 23 Ağustos 2005 tarihli konuşması)

Cezayir’in dış politikası, köklerini, sömürgecilik sistemine karşı verdiği savaşın da özünü oluşturan değerlerde buluyor. Adalet, eşitlik ve özgürlük gibi soylu değerlerden esinlenmiş olan bağımsızlık mücadelesinin ardından egemenliğin kazanıldığı ilk yıllardan bu yana, Cezayir’in diğer devletlerle, uluslararası örgütlerle, bölgesel ya da yerel ittifaklarla ilişkilerini sürdürmesinde, bu değişmez değerlerin simgelediği ana hatlar ve temel prensipler esas alınıyor. Bu ana hatlar ve temel prensipler arasında şunlar bulunuyor: uluslararası hukuka saygı, devletlerin hükümranlıklarının eşitliğine bağlılık, halkların kendi kaderlerini tayin hakkı, anlaşmazlıkların çözümü için diyaloğa ve istişareye başvurma, sömürgeciliğin sona erdirilmesi, dayanışma çerçevesinde gerekli olan takviye ve işbirliği alanlarının yaratılması, dünyanın neresinde olursa olsun haklı davalara destek sağlanması ve her durumda önceliğin hukuka verildiği, güce başvurulmayan, daha eşitlikçi, daha adil bir dünyadan yana olma.

Diplomatik dayanışma

Kısacası, bizzat Cumhurbaşkanı’nın yetki ve sorumluluğu altında yürütülen Cezayir dış politikasının ana hatlarının, evrensel barışın yayılması, BM Şartı’nca öngörülen ortak güvenlik sisteminden yana olma, uluslararası dayanışma prensiplerine bağlılık ve dünya ölçeğinde daha eşitlikçi ve daha adil bir kalkınmaya katkı olduğu söylenebilir.

Gerek eşitlik ve adalet prensiplerine bağlılık, gerekse de barış ve özgürlük idealleri doğrultusunda hareket etmek, halkının sömürge döneminde çektiği acılar ve mahrumiyet nedeniyle belki de adalet ve özgürlüğün değerini en iyi bilen bir ülke olan Cezayir’e, kendi tarihinden kaynaklanan bir rolü oynama görevi veriyor. Başta Magrep nülkeleri olmak üzere, Arap dünyası ile, Afrika kıtası ile ve müslüman dünyası ile doğal dayanışma içinde olmasının yanı sıra Arap-müslüman toplumuna, Afrika’ya ve Akdeniz’e aidiyetin getirdiği sorumluluklar da Cezayir’e uluslararası düzenin farklı kademelerine yerleşme imkanı veriyor.

Cezayir en zayıf ve en yoksullara karşı yükümlülüklerini yerine getirmek isteyen bir ülke. Bu çerçevede, öncelikle, bir zamanlar kendisinin sömürge hakimiyetinden kurtulmasına olanak sağlayan irade rüzgarını kalıcı kılmak, ve aynı zamanda da ezilen halklarla dayanışma üzerine kurulu bir uluslararası ilişkiler sisteminin temellerini atmak üzere, diğer güçlere katkıda bulunmak için çaba harcıyor.

Barış için arabuluculuk

Örneğin, bugün Cumhurbaşkanı olan Abdelaziz Bouteflika’nın, 1974 yılında Cezayir Dışişleri Bakanı olarak Başkanlık ettiği BM Genel Asamblesi, Güney Afrika’nın BM üyeliğini, uyguladığı ırkçı politika nedeniyle askıya almıştı. Yine aynı başkanlık döneminde, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri merhum Yaser Arafat, Asamble’de bir konuşma yapmaya davet edilmişti. Aynı yıl, yine Cezayir’in başkanlığı döneminde, “Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen” konusunda ilk uluslararası görüşme başladı. BM Genel Asamblesi’nin, 1975’te, enerji ve hammadde konulu olağanüstü bir oturum yapması da Cezayir’in dönem başkanlığında gerçekleşti.

Cezayir’in, uluslararası güvenlik ve barışın sağlamlaştırılmasına sağladığı katkılar arasında, 1975 yılında, Cezayir’de, OPEC zirvesi sırasında İran ve Irak arasında imzalanan barış anlaşmasını ve Tahran’daki Amerikalı rehinelerin serbest bırakılması için ABD ve İran arasında yaptığı arabuluculuğu hatırlatmak da mümkün. Geçmişte, çok da uzağa gitmeden söylemek gerekirse, 2000 yılının Aralık ayında, Cezayir’in arabuluculuğu ile, Cezayir şehrinde yapılan toplantıda, Eritre ile Etyopya arasında barış anlaşmasına varılmıştı. Bundan daha yeni bir tarihte ise, Cezayir’in arabuluculuk rolü, Mali hükümeti ile Tuareg isyan hareketi arasında barış anlaşması gerçekleşmesine yol açtı. Böylece bölge, Sahra alanının güvenlik ve istikrarına acılı ve yıkıcı sonuçlar getirecek olan bir çatışmanın yayılmasından korunmuş oldu.

Global kalkınma

Barış, istikrar ve kalkınmanın birbirinden ayrılmayan unsurlar olduğunun bilincinde olan Cezayir, son yıllarda, başta uluslararası terörizm olmak üzere uluslararası barış ve güvenliğe yönelik yeni tehditlerle mücadelede kararlı bir tutum izliyor. Bu yöndeki çabaların en iyi şekilde koordinasyonunun acil bir konu olduğu hakkında uluslararası toplumu duyarlı kılmaya çalışan Cezayir diplomasisi aynı zamanda dünyadaki kalkınma düzeyleri arasında beliren çarpıcı eşitsizliklerin azaltılması için daha geniş bir işbirliği nyapılması çabalarını da yoğunlaştırıyor.

İşte, Cezayir’in 2001 yılından beri, Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijerya, Mısır ve Senegal’in yanında, Afrika’ya yönelik global bir program olan NEPAD’ın (Afrika’nın Kalkınması İçin Yeni Ortaklık) içinde yer almasının nedeni de bu anlayıştır. NEPAD programı, Afrika kıtasının kalkınmasını dünyanın çeşitli bölgelerinde yer alan Devletlerle ve bölgesel gruplarla, dengeli karşılıklı çıkarlar ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalan ortaklıklar gerçekleştirerek sağlamayı amaçlıyor.

Ortakların somut girişimlerinin zayıflığına rağmen, Afrika’nın geleneksel partnerlerinin bu konuya gösterdiği özel ihtimam, bir yandan bu girişimin öncüsü olan Afrikalı liderlerin görüşlerinin doğruluğunu gösterirken, bir yandan da, Afrika’ya ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlama imkanı verecek tercihlerin uygunluğu konusunda yeterince kanıt sağlıyor. Bu nedenle, ekonomik ve sosyal kalkınma konusu, Cezayir’in girişimlerinin temel hedeflerinden ve dış politikasının da ana hatlarından biri olmaya devam ediyor.

İki Ülkenin Ortak Destanı Barbaros

Venedik, Ceneviz, Portekiz, Floransa, Malta donanmalarına ve dönemin en güçlü hristiyan Kralı (İspanya) Şarlken’e kafa tutan, yaklaşık 600 gemilik haçlı donanmasını Preveze zaferi ile dize getiren, denizlerde destan yazan, dünyanın ticaret merkezi Akdeniz’e hükmeden bir korsan, bir devlet adamı, Cezayir Beylerbeyi.. Asıl adı Hızır. Sakalının rengi nedeniyle Avrupalıların gözünde Barbaros, ya da Kanuni Sultan Süleyman’ın ona verdiği isimle Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa.

1400’lerin sonu, 1500’lerin başı.. Magreb kıyıları İspanyolların denetimindedir. Melilla, Oran, Mers el Kebir, Becaye gibi şehirler işgal altındadır. Başkent Cezayir Şeyhi Salim Toumi, ispanyollara yüklü miktarda vergi ödemeyi ve bütün hristiyan esirleri serbest bırakmayı kabul eder. İspanyol askerleri kente baskınlar düzenleyip halktan haraç almakta, baskı giderek katlanılmaz bir hale dönüşmektedir.

Cezayir’de bunlar yaşanırken, Osmanlı İmparatorluğu denizcilikte doruğa ulaşma yolundadır. Yüzlerce savaş gemisi ve bir o kadar tersane ile Avrupa’nın kilit bölgelerindeki nehirlerde bile dolaşan bir Osmanlı donanması vardır. Bu büyüme, İspanyolların Batı Akdeniz’deki üstünlüğüne engel olmaktadır. İşte bu koşullarda, başkent Cezayir’in ileri gelenleri, namları giderek yayılan Barbaros kardeşlere (Oruç, Hızır, İlyas, İshak) kendilerini İspanyollardan kurtarmaları için yardım çağrısında bulunurlar.

Bu noktaya gelmeden önceki döneme şöyle bir göz atarsak; Midilli doğumlu Barbaros kardeşlerin göz kamaştırıcı hayatı, Ege’de deniz ticareti ile başlar, Rodos şövalyelerine tutsaklıktan sonra korsanlık dönemi ile devam eder. Din bilimleri eğitimi yanı sıra Arapça, Yunanca, İtalyanca, İspanyolca ve Fransızca da öğrenirler. Lider, en büyük kardeş Oruç Reis’tir. 1502’den itibaren Tunus sultanının himayesinde yıllarca kök söktürürler Avrupa donanmasına, özellikle de İspanyol ve Portekizlilere. Cezayirlilerle bağlantı bundan sonra başlar.

Yöneticileri ispanyollarla işbirliği içinde, ya da teslimiyetçi olan Becaye, Cezayir şehri, Tenes, Tlemsen halkları, İspanyol gazabından kurtulmak için yardım isterler. Koşar
gelir Barbaros kardeşler. Çatışmalardan birinde sol kolundan olur Oruç Reis. Yerleştiği bölgelerde açları doyurur. Halk onu sever ve bey kabul eder. Saygınlığı iyice artar, başkentin savunmasını güçlendirir, para bastırır. Ama İspanyolların elinden kurtulamaz, son nefesine kadar mücadele ederken 44 yaşında ölür.

Kardeşleri Oruç ve İshak’ın ölümüyle yalnız kalan Hızır Barbaros) Kanuni Sultan Süleyman’dan başkent Cezayir’i koruma altına almasını ister. Sultan da onu Cezayir Beylerbeyliğine atar. İspanyolların saldırıları sürmektedir. Şehirde ticari hayat durmuş, asayiş ve huzur kalmamıştır. Barbaros, Cezayir kentinde, önce kendi adını taşıyan bir dalgakıran inşa ettirerek kentin hemen önündeki adayı karayla birleştirir. Ardından, ünlü Cenevizli Amiral Andrea Doria’yı yenilgiye uğratınca, 1533’te Kanuni onu Osmanlı donanmasının başına getirir. Böylece Cezayir şehri resmen Osmanlı İmparatorluğuna katılmış olur.

Onun döneminde Cezayir kısa zamanda bir ticari zenginlik, refah ve huzur ülkesi haline gelir. Başkent’in nüfusu 40 000’e ulaşır. Engizisyondan, ispanyolların zulmünden kaçan Endülüslüler de bu bölgeye sığınmaktadır. Barbaros onları kurtarmak için de denize açılmaktan geri durmaz, kıyılardan topladığı binlerce insanı Tunus’a ve Cezayir’e taşır. Artık o, düşmanlarının korktuğu, sevenlerinin saydığı, bilgili, cesur ve enerjik bir komutandır. Kumral, gür saçlı, kartal burunlu, güçlü ve uzun boyludur. Ağabeyi Oruç’un anısına sakallarını kızıla boyadığı söylenir (Kızıl Sakal lakabı önce Oruç Reis için kullanılmıştır). Tarihçi Diego de Haedo’ya göre ölümünden sonra portresi bütün İtalya’da dağıtılır. Cesarete duyulan hayranlığın simgesi olur. Hakkında anlatılan bir efsaneye göre, 1546 yılında İstanbul’da öldüğünde ruhu bu dünyayı terk etmemiş, ve Barbaros, türbesine gömüldükten sonra beş altı kez mezardan çıkıp yaşayanlara görünmüştür.

Barbaros’un ölümünden sonra yerine, annesi Cezayirli olan oğlu Hasan geçer.

Bugün Barbaros, Mimar Sinan tarafından İstanbul-Beşiktaş’ta yapılan, denizi görüp dalgaların sesini dinleyebildiği türbesinde yatmaktadır. Türbenin hemen arkasındaki Cezayir caddesinde, anısına yapılmış bir de anıt vardır. Anıtta, Yahya Kemal’in şu dizeleri yazılıdır:

“Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros belki donanmayla seferden geliyor?

Adalardan mı? Tunus’tan mı? Cezayir’den mi?”

Barbaros’un, Sultan Süleyman’ın emriyle yazdığı, savaşları ve hatıralarını anlattığı, Türkçe bir kitapçığı da (bir tür günce) var: Gazavat. Kitabın bir nüshası 1790 yılında Cezayir’de bulunmuş.

Bugün Cezayir’de Barbaros kardeşlere yoğun bir hayranlık var. Korunmaya ihtiyaçları olduğu bir dönemde Kuzey Afrika halklarını düzene soktukları, İspanyollardan kurtulmalarını sağladıkları ve toprak-siyaset bütünlüğünü yarattıkları için. Tarihçi Abdurrahman Khelifa, Barbaros kardeşleri “Cezayir devletinin mimarı” olarak görüyor. Pek çok Cezayirli tarafından, Barbaros ve Osmanlılar, halkı bir araya getiren, birliğin gücünü öğreten kişiler olarak hatırlanıyor.

Türkiye – Cezayir İlişkileri Büyükelçi Smail Allaoua : Gerçek Olan Hayaller

Cezayir Büyükelçisi Smail Allaoua için Türkiye’ye büyükelçi olarak atanmak bir rüyanın gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Yirmi yıl önce Antalya ve İstanbul’a ilk kez geldiğinde Türkiye’nin tek bir tatil süresi içerisinde hem yüzmeye hem de kayak yapmaya gidilebilen nadir ülkelerden biri olduğunu farketmişti. Atanmasıyla birlikte, yirmi yıl sonra dönüp geldiği bu ülkede meydana gelen değişimleri gözlemleyecek ve büyük bir ortak kültürel mirasa sahip iki ülke arasındaki siyasi ve ticari ilişkilerdeki gelişmelerin deneyimlerini yaşayacaktı.

Diplomat Atlas: Türkler ve Cezayirliler birbirlerine ne kadar yakın?

Büyükelçi Smail Allaoua : Üç yüzyıldan daha uzun bir süre birlikte yaşadık ve Cezayir’deki Osmanlı varlığı mimariden yemek kültürüne, hatta düşünme biçimimize kadar yaşamın çok çeşitli alanlarında izlerini bıraktı. Türkiyede yaşayan bir Cezayirli olarak burada kendimi evimde gibi hissediyorum. Türkiye’nin bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin hakim olduğu ülkeler konusundaki duyarlığını da hissedebiliyorum, hatta görebiliyorum. Aynı şekilde Türkiye’nin de Cezayirlilerin kalbindeki yeri apayrı. Özellikle, son yıllarda giderek daha fazla Türk şirketinin Cezayir piyasasına girmesinden büyük memnuniyet duyuyorum.

Diplomat Atlas: Peki siyasi ilişkiler de bu duyarlık ve duygu birliği ile uyum içerisinde mi?

Büyükelçi Allaoua: Kesinlikle. Siyasi ilişkiler harika. 1999 yılının Ocak ayında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Cezayir’e bir ziyaret gerçekleştirmiş, 2005 yılının Şubat ayında da Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Bouteflika Türkiye’ye gelmişti. 2006 yılının Mayıs ayında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ülkemizi ziyaret ederek bir “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması”na imza attı. Türkiye Cezayir’in böyle bir anlaşma imzaladığı çok az sayıda ülkeden biri. Anlaşma işbirliği alanlarını tanımlıyor ve tüm alanlarda daha güçlü ve derin ilişkiler için ortam yaratıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Dışişleri Bakanı iken 2005 yılının Nisan ayında Cezayir’i ziyaret etmişti. Yine geçtiğimiz yıllarda TBMM Başkanı Cezayir’i ziyaret etmiş, Cezayir Genelkurmay Başkanı da Türkiye’ye gelmişti. Bakanların ve teknik heyetlerin gerçekleştirdiği ziyaretler de var. İki ülke arasındaki bağların gelişmediği herhangi bir alan düşünemiyorum. Adalet, kültür, ulaşım, eğitim, bankacılık, yatırımların korunması ve KOBİ’ler ile diğer bazı alanlarda yanlış hatırlamıyorsam 21 ikili anlaşma var.

Diplomat Atlas: Ticaret konusunda akla hemen doğal gaz anlaşması geliyor…

Büyükelçi Allaoua: Cezayir doğal gazının Türkiye’ye satış anlaşması dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in 1988 yılında gerçekleştirdiği Cezayir ziyareti sırasında yapılmıştı. 1994 yılında yürürlüğe giren bu anlaşmanın süresi yirmi yıl. Bu anlaşmaya göre Cezayir, Türkiye’ye yılda 4 milyar sıvılaştırılmış doğal gaz satıyor. Bu rakam Türkiye’nin toplam gaz ithalatının %12’si demek. Cezayir Türkiye’ye az miktarda fosfat da satıyor. Ancak Türkiye’nin Cezayir’e ihracatı çok daha çeşitli. Türkiye’den tekstil, araba ve sanayi ürünleri ithal ediyoruz. Ticaret hacmi şu anda yılda üç milyar dolar. Bu da Cezayir’i Türkiye’nin Afrika’daki en büyük, Arap dünyasında da ikinci en büyük ticari ortağı yapıyor.

Diplomat Atlas: Türk müteahhitler de Cezayir’de oldukça aktif, değil mi?

Büyükelçi Allaoua: Evet. Türk şirketlerinin aldığı ihalelerin toplam bedeli 800 milyon dolara ulaştı. Cezayir piyasasının henüz çok yeni olduğu düşünülürse bu rakam kayda değer. ATLAS firması Başkent Cezayir, Oran ve diğer şehirlerde konut ve Ain Temuchent ve Chlef’te iki hastane inşa ediyor. MNG’nin su ve enerji alanlarında projeleri var. KOÇOĞLU’nun yaklaşık 2500 konutu var. ASKA yol, tünel ve liman inşa ediyor. NUROL’un bir baraj inşasını da kapsayan büyük projeleri var. STFA da Cezayir kentinin metro yapımını ve diğer bazı kamu hizmetlerini üstlendi. Cezayir iskan, yol yapımı, genel kamu hizmetleri, baraj, gençlik ve kültür alanlarında 120 milyar dolarlık bir kalkınma programı başlattı. Türk şirketlerinin iyi bir şöhrete sahip olmaları ve Cezayir pazarına giderek daha çok alışmaları göz önüne alınırsa, eminim ki ilerde daha çok ihale alacaklardır.

Diplomat Atlas: Cezayir’de Türk endüstri yatırımlarını da görmeye başlıyormuyuz?

Büyükelçi Allaoua: Cezayir’de büyüklü küçüklü toplam 430 Türk şirketi var. Özellikle ikisinden söz etmek istiyorum: Abdi İbrahim ilaç üretmek üzere bir fabrika kuruyor. İkincisi de Hayat. Deterjan, peçete gibi temizlik malzemeleri üretiyor ve 500’ün üzerinde çalışanı var. Pekçok Türk şirketi de Cezayir’de yatırım yapmak için koşullar hakkında bilgi almak istiyorlar. Şu anda yüzlerce şirket satılmayı ya da sermayesini özel sektöre açmayı bekliyor. Özelleştirme programımız genişledikçe Türk yatırımcıların daha da aktif hale geleceğinden hiç kuşkum yok.

Diplomat Atlas: Bu potansiyel yatırımcılara neler söylüyorsunuz?

Büyükelçi Allaoua: Öncelikle Cezayir’in son yıllarda önemli reformlar yaptığını anlatıyoruz. Artık stratejik sektörler dışında özel sektöre öncelik veriyoruz. Ulusal ve yabancı sermaye arasında fark gözetmiyoruz. Vergilendirme, ticaretin serbestleşmesi, gümrük uygulamaları açısından pek çok kolaylık sağlıyoruz. Dış borcun artık ekonomi için ciddi bir engel oluşturmadığını belirtiyoruz. Döviz rezervlerimiz fazla ve kâr aktarım garantisi var. Ayrıca ekonominin ihtiyaçlarına da dikkat çekiyoruz. 1990’larda pek çok yatırım engellenmek zorunda kalmıştı. Cezayir’in hem parası yoktu ve doğrusu hem de, siyasal ortam ve güvenlik pek parlak değildi. Mevcut ortamda ise, güvenlik sağlanmış ve siyasi ortam normale dönmüş bulunuyor. Petrol fiyatları da uluslararası pazarda arttı. Ancak hala yapılması gereken şeyler var. Her sektörde yabancı yatırımcılar tarafından keşfedilmeyi bekleyen, oldukça kazanç sağlayabilecek boşluklar var.

Diplomat Atlas: İki ülke arasındaki ilişkilerde turizm önemli rol oynuyor mu?

Büyükelçi Allaoua: Aslında Cezayir Turizm Bakanı 2007 yılının Nisan ya da Mayıs ayında Türkiye’yi ziyaret edecekti. Ancak iki ülkenin de siyasi gündemi oldukça yoğun olduğu için bu ziyaret ertelendi. Çünkü aynı dönemde Cezayir’de de genel ve yerel seçimler vardı. Türkiye’nin gerek Akdeniz’de, gerekse de tüm dünya çapında en iyi tatil yerlerinden biri olduğunun farkındayız. Cezayir’in de başta Sahra gibi pek çok turistik değerleri var ancak çalışmalarımız henüz potansiyelimizi tam olarak ortaya çıkarmış değil. Bu alanda Türkiye’den öğrenebileceğimiz çok şey var. Cezayir vatandaşları Türkiye’yi seviyor. Her yıl 40.000 kişi İstanbul, Antalya ve İzmir’i ziyaret ediyor. Bunlardan bazıları yalnız başına gelen turistler. Ama çoğunlukla aileler geliyor. Alışveriş için gelenler de var. Ancak Türkiye’den Cezayir’e istediğimiz kadar çok sayıda
turist gitmiyor.

Diplomat Atlas: Türkiye-Cezayir arasındaki ilişkiler konusunda geleceğe dönük ne gibi planlarınız var?

Büyükelçi Allaoua: İşbirliği potansiyeli konusunda hiçbir sınırlama yok. Resmi düzeyde, öncelikle, dostluk ve işbirliği anlaşmasının hükümlerinin uygulanmasına başlanmalı. Belki de 2008’e iki ülkenin dışişleri bakanlarından birinin ziyareti ile başlayabiliriz. Ayrıca Serbest Ticaret Anlaşması’nın imzalanması için müzakerelere başlanmalı. Cezayir, Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşmasını uygulamaya ve Dünya Ticaret Örgütü’ne katılma çabalarına yoğunlaşmış durumda. Serbest Ticaret Anlaşması için müzakerelerin ne zaman başlayacağı kesinleşmiş değil ancak bu konu Büyükelçiliğimizin önceliklerinden biri.

Diplomat Atlas: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Büyükelçi Allaoua: Tükiye ve Cezayir arasındaki ilişkiler Cezayir’in uluslararası ambargo altında olduğu dönemde önemli gelişmeler gösterdi. 1999 yılında dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in gerçekleştirdiği ziyaretten bahsetmiştim. Ayrıca, 1993 yılında Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in gerçekleştirdiği ziyareti de anmak isterim. Türk şirketleri de bu zor zamanlarda Cezayir’e geldi. Bence bu durum ilişkilerimizde çok özel bir yere sahip olan ve kökleri 16. yüzyıla kadar uzanan insani boyutun en önemli kanıtı.

Her Mevsimde İlkbaharın Renkleri : Başkent Cezayir

Cezayir’in başkenti olan 3 milyon nüfuslu Cezayir şehri, aynı zamanda Afrika’nın da en büyük kentlerinden biri. Cezayir, arapçada “Adalar” anlamına geliyor. Bir zamanlar, kentin hemen önünde bulunan küçük adacıklar nedeniyle, bu güzel sahil şehrinin böyle adlandırılmış olduğu söyleniyor. Ama artık bu adacıklar yok. Çünkü, 16. yüzyılda, ünlü Türk denizcisi Barbaros Hayrettin, güvenli bir liman oluşturmak amacıyla bunları bir mendirek biçiminde birbirleriyle ve karayla birleştirmiş. Kartacalılar tarafından kurulan kent, 16. ve 19. yüzyıllar arasında, Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin ile başlayan bir dönemde, yaklaşık 300 yıl kadar Osmanlı yönetiminde kalmış.

19. yüzyılda Fransa’nın hâkimiyetine geçen bu güzel Akdeniz kentinin sahil şeridindeki işlek caddelerinde, Fransız mimari anlayışında yapılmış binaların ağırlıkta olduğu görülüyor. Evler beyaz, pencereleri mavi. Bu yüzden “Beyaz Şehir” dense de aslında Cezayir yemyeşil bir yer. Daracık arka sokaklar meydanlara açılıyor ve bir labirentten farkları yok. Fransız dönemi eserlerine Mağrip evleri, sarayları ve Osmanlı kültürü eşlik ediyor.

Bir yanda martı sesleri, bir yanda dalgalar, sirenler.. Bütün şehri kaplayan baharat kokusuna eşlik eden deniz kokusu.. Arapça ve Fransızca olmak üzere iki dilli, çok kültürlü, kıpır kıpır bir şehir; Afrika, Arap, Akdeniz karışımı. Fransızlar, “Mağrip ülkesinin Marsilyası” diyorlar Cezayir’e. Şehrin kalbi, UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine de kaydedilen Kasbah bölgesi. Burası, Barbaros Hayrettin zamanında tepede kurulmuş bir mahalle. Kasbah’da görülmesi gereken yapılar, halen restorasyon çalışmaları süren Hasan Paşa (Dayı) Sarayı, Cezayir’in en eski camii olan görkemli Cami El Kebir’in (Ulu Cami) kalıntıları, 17. yüzyılda inşa edilen ve içi Cami El Kebir’e benzetilen Cami El Cedid (Yeni Cami). Bu iki cami arasında eskiden Kahveler Mahallesi denilen bir bölge var. El Kebir’den El Cedid’e uzanan yoldan Saida Camii’ne ve Ketchaoua Camii’ne ulaşılıyor. Fas ve Bizans mimarisini yansıtan, mermer kolonlu Ketchaoua’nın ilginçliği, bir caminin yıkıntıları üzerine yapılan Aziz Philip Katedrali’nden tekrar Cami’ye dönüştürülmüş olması. Sütunların ilk camiden, yani 1600’lerden kalma olduğu söyleniyor.

Sekizgen biçimiyle dikkat çeken Safir Camii ise bölgedeki ilk Türk camii. 1791’de Hasan Paşa tarafından restore ettirilmiş. Şehir 19. yüzyıla kadar bugün de kimi parçaları ayakta kalmış bulunan surlarla çevriliymiş.

1954-1962 yılları arasında Fransızlara karşı verilen kurtuluş savaşında 1,5 milyon Cezayirli hayatını kaybetmiş. Şehitler anısına, 1987 yılında “Makam-ı Şehid” anıtı yapılmış. 100 metre yüksekliğindeki anıt şehrin her yerinden görülüyor.

Fransızların, bu topraklara geldiklerinde ilk yaptıkları kilise Bizans ve Fransız mimari izlerini taşıyan Notre Dame d’Afrique olmuş. Günümüzde Afrika’ya yardım ve eğitim gönüllülerini barındırıyor. Z’ghra mahallesindeki bu bazilikaya teleferikle çıkılıyor.

Bu arada Fransız sömürge döneminde, Cezayir’in Osmanlı izleri hemen hemen silinmiş. Osmanlılar 1830’da çekilirken 176 cami varmış şehirde. Çok değil 30 yıl sonra bu sayı 48’e inmiş. Bazı semtlerde Osmanlı döneminden kalma avlulu, havuzlu, revaklı, cumbalı, içinde İznik çinili hamamları olan, eski Türkçe veya Arapça yazılarla bezeli Endülüs sütunlu evler de var.

Ve Hamma.. Kültür Sarayı, Doğa Müzesi ve bahçeleriyle özellikle Kasbah’ın dar sokaklarından sonra ferah, göz okşayıcı bir bölge. Bab El Oued mahallesi ise 1962 öncesinde Avrupalıların yaşadığı son derece şık ve zarif bir yermiş. “Marche Triolet” ve “Trois Horloges” Meydanı ile ünlü.

Şehrin ziyaret edilmesi gereken diğer noktaları ise, Antikite (Eski Eserler) müzesi, es- ki bir Türk konağı olan heykel ve mozaik ağırlıklı Bardo müzesi, bir renk cümbüşü olan Tropikal park ve insanı Ortaçağa götüren “Amirauté” limanı.

Cezayir, kitle turizminin baskın olduğu bir şehir değil. Sakin tatil geçirmek isteyenlerin yeri. Zaten otel sayısı da çok fazla değil. Ama en kendi halinde oteller bile sürprizlerle
dolu. Örneğin El Cezayir oteli: Arap mimari anlayışı ile yapılmış küçük bir saraymış eskiden. 1889 yılında St.George adıyla otele çevrilmiş. Dönemin dünya sosyetesinin buluşma yeri olmuş. Kimleri ağırlamamış ki.. Baron Rothschild, Andre Gide, Winston Churchill, Montgomery, Eisenhower, Simone de Beauvoir, Edith Piaf..

Şehir merkezinin yanı sıra “1. Mai”, “El Mourad”, “Hydra” en güzel semtler. Didane Mourad Caddesi, Haliç Center ve Bazar alışveriş yapılabilecek yerler. Klasik Cezayir yemekleri yapan lokantaların en meşhurları ise “Cenina”, “Fantasia”, “Carthage”, “Le Dauphin” ve “Casa Mia”. deniz ürünleri çok revaçta.

Cezayir’de Arapça yada Fransızca bilmeyen biri oldukça zorlanıyor. Müzelerde dahi İngilizce bilgilere ulaşmak mümkün değil. Ama ne olursa olsun, her mevsimde ilkbahar renklerini taşıyan bu ışıl ışıl kenti gezip görmek gerekiyor.

İki Aslanın Koruduğu Kent : Oran

Kökleri milattan önce 2. yüzyıla dek giden, Endülüslülerden Kartacalılara, İspanyollardan Osmanlılara, ve daha sonra da Fransızlara dek uzanan bir yelpazede pek çok imparatorluğun izlerini, renklerini taşıyan bir Akdeniz şehri Oran. Başkent Cezayir’e 450 km uzaklıkta. Kentin adının, arapçada “iki aslan” anlamına gelen “Wahran” kelimesinden geldiği biliniyor. Mitolojiye göre, kent bu iki aslan tarafından korunuyormuş. Bugün ise, Cezayirliler kente “Wahran el Bahia” diyorlar. Yani “Güzel Oran”…

10. Yüzyılda Endülüslü gemiciler tarafından kurulan ve yüzyıllar boyunca korsanlara barınak olan Oran, bugün 1 milyon dolaylarındaki nüfusuyla Cezayir’in ikinci büyük kenti.

Depremlerden istilalara, açlıktan ve salgın hastalıklardan sömürge ve din savaşlarına kadar dünyanın en korkunç felaketlerini yaşamış olan Oran, yine de her seferinde yeniden dirilerek varlığını koruyabilmiş.

1400’lerde İspanya kraliçesi İsabelle’in gazabından kaçan, ya da 1700’lerde Osmanlıların isteğiyle buralara gelen Yahudiler, ekonomisi büyük ölçüde limana ve deniz ticaretine dayanan Oran’ın ticaret damarlarını ellerinde tutmuşlar. Zaten, 1960’larda, Oran, Avrupalı nüfusun müslüman nüfustan fazla olduğu tek şehriymiş Cezayir’in. Fransızlar, İspanyollar, Maltalılar, İtalyanlar, İsviçreliler, Almanlar.. Ülke 1962’de bağımsızlığına kavuştuğunda 200 bin Avrupalı ve Yahudi terketmiş Oran’ı.

Bu kadar çok etnik grup ve bu kadar farklı din ve kültürün bir arada bulunması Oran’a çok özel bir yapı getirmiş. Özellikle 1831 yılında Fransızların kente yerleşmelerinin ardından yapılan yeni inşaatlar, şehrin her köşesine Fransa’nın etkisinin damgasını vurmuş ve şehirde yeni bir sosyo-kültürel yapı oluşmuş. Aslında, yansımalarının sokak dilinde, argoda da çok net şekilde görüldüğü bir sosyo-kültürel örgü bu.. Birkaç örnek vermek gerekirse, İber yarımadasından göç edenlere evlerini sırtlarında getirdikleri için “salyangoz”, Yahudiler en çok tatlı biberden yapılmış bir yemek yedikleri için “biber”, fes ve örtüleri ile dolaşan müslümanlar da, bu renkli ve değişik görüntüleri nedeniyle “Hollanda peyniri” diye anılırmış. Belki de bugün pek çok kişi, Oran’ı, Albert Camus’nün ünlü eseri Veba’nın ilk satırlarından tanıyor: “İlk bakışta Oran sıradan bir şehir (…) İtiraf etmeliyim ki çirkin (…) Hiçbir şey hissettirmeyen bir yer, insanın burada canı sıkılıyor (…) Günler çok uzun…”

Camus bunları söylese de, Oran aslında görülmeye değer ve turistler için de oldukça eğlenceli ve bol seçenekli bir şehir. Zaten ünlü yazarın bu bölgeden ne kadar etkilendiğini de herkes biliyor.

Şehirde mutlaka görülmesi gereken yerler şöyle sıralanabilir:

Çok meşhur olan El Bahia plajları dışında, Mers El-Kebir, Ain El-Turck, Bousfer, Corales, les Andalouses ziyarete değer plajlar. Oran şehrinin sahil şeridi ise 10 kilometre uzunluğunda. Turistlerin en beğendikleri bu alanda her türlü bütçeye uygun otel, sayısız lokanta, cafe, pastane ve gece klubu sıralanıyor. Her beğeniye hitap eden deniz aktiviteleri de mevcut. Bu arada, BouZedjar limanından ulaşılabilen Habibas adaları da ihmal edilmemeli.

Paşa Camii: 7. yüzyıl ürünü, Muhammed El-Kebir Bey tarafından İspanyollardan kur-
tuluşun anısına yaptırılmış.

Sidi El Havari Mahallesi, Marine, Kasbah (eski şehir çekirdeği): Tarihi doku hakkında en çok bilgiyi sunan bölge. Bugünkü merkezin kuzeyine düşüyor. Arap-ispanyol özellikleri ile büyüleyici.

Sacre Coeur Katedrali: 1913 yılından beri kutsal bir ibadet yeri.

Ahmed Zabana Müzesi: 1830 tarihli bir bina. Arkeolojik kalıntıların, etnografik eserlerin, tarih öncesine ait parçaların ve sanat ürünlerinin sergilendiği son derece kaliteli bir müze.

Saint Louis Kilisesi: İspanyollar tarafından 1679’da yapılmış.

1 Kasım Meydanı: Fışkıran suları, ferahlatıcı ve görsel yanıyla ulusal tiyatro ve tarihi belediye binasını barındırıyor.

Santa Cruz-Notre Dame Basilikası, İbn Badis bölgesinde yapılacak gezinti (limanı ve eski şehri tümüyle görmek mümkün), el emeği ürünlerin satın alınabileceği Medina Djedida, termal suları ile Ain Franin köyü, Murdjadjo, Karguentah et Gametta (tarih öncesi kalıntılar) ihmal edilmemesi gereken turistik güzergahlar.

Köprüler Kenti : Konstantin

Ülkenin kuzey doğusunda, başkent Cezayir’e yaklaşık 500 km uzaklıkta yer alan Konstantin, iki kaya üzerinde kurulmuş, 600 metre yükseklikte bir boğazlar, köprüler ve kanyonlar şehri. Nüfusu 750 bin. Eskiden, Kartaca dilinde “şehir” anlamına gelen “Cirta” ismiyle anılan kentin bugünkü adı, 4. yüzyılda bölgeye hükmeden Roma İmparatoru Konstantin’den geliyor; tıpkı eski adı Constantinople olan İstanbul gibi.

Coğrafi özellikleri nedeniyle tarihinde zorlu savaşlara sahne olan Konstantin, bir Berberi-Yahudi şehri. Paleolitik dönemden başlıyor yerleşim. Sekiz uygarlık içiçe geçiyor: Berberiler, Fenikeliler, Yahudiler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Türkler, Fransızlar. Kent, 1517-1837 yılları arasında, Osmanlıların Cezayir Doğu Beyliği’nin merkezi olmuş.
Konstantin’in eski mahalleleri, 16 ve 17. yüzyıllara tarihlenen çok güzel yapılar barındırıyor. Zengin bir mimari altyapısı var. Şehir aynı zamanda bir kültür ve sanat merkezi. Ünlü Cezayirli din filozofu Ben Badis’ten klasik Arab-Endülüs müziği olan “Maluf”un ustası Bestanji’ye kadar bir çok aydın ve sanatçının vatanı Konstantin.

Kentte görülmesi gereken tarihi ve doğal güzellikler şunlar:

Rhummel boğazları, Şeytan köprüsü, Sidi-Rached köprüsü, Perregaux geçidi, El-Kantara köprüsü, Sidi-M’Cid geçidi, Şelale köprüsü ve doğal sit alanı olan El Ouahch boğazındaki göl.

Tidis, şehre 30 km uzaklıkta, sert kayalar üzerinde, katman katman müthiş manzarası olan bir doğa harikası. Değirmenler, şelaleler, mağaralar ve termal sularla doğayla bütünleşmek isteyenler için ideal bir parkur. Ama Fransızlara karşı direnişte bu boğazlardan kaçmaya çalışan halk, çok sayıda kayıp vermiş bu bölgede.

Bey Sarayı: 1827’ye tarihlenen, Osmanlı uygarlığının canlı izlerini taşıyan bir saray. Foch ya da bugünkü adıyla Si Haous meydanında, 5600 metrekarelik bir alana yayılmış. Konstantin’in Fransızlar tarafından alınmasından hemen önce yapımı tamamlanmış. Sütunlar ve mermer parçalar İtalya’dan gelmiş. Taşların bir kısmı antik Cirta kenti kalıntılarından alınmış. Ahşap bölümler sedir ağacından. Guy de Maupassant ve Horace Vernet gibi sanatçılar, sarayı “Binbir Gece masallarından çıkmış, rüya gibi bir mekan” şeklinde tanımlamışlar. Saray Fransız komuta karargahı olarak kullanılmış. 3. Napoleon’un bronz büstü, o dönemi hatırlatan bir hatıra.

Şehitler Anıtı: 1. Dünya savaşında ölen askerler anısına yapılmış bir zafer anıtı.

Büyük Cami: 1136’da Zirid devleti döneminde yapılmış.

Konstantin Katedrali: 1703 yılında inşa edilen Souk El Gazal camii, 1838 yılında değiştirilip genişletilmiş ama göz alıcı arap mimari stiline pek dokunulmamış.

Tiyatro: 1883’te açılmış. Cephesi 19. yy klasik mimarisinin en başarılı örneklerinden. Devasa mermer merdivenleri, gösteri salonu, resimleri, süsleme motifleri, heykelleri ve dekoru ile İtalyan stilinin sanatsal bir tarihi yansıması. Geleneksel sisteme göre dünyada yapılmış en görkemli tiyatrolardan biri.

Mercier müzesi ile Cirta müzesi ihmal edilmemesi gereken yerler. Çok yeni bir yapı olan Emir Abdülkadir Camii, 12 000 kişi kapasiteli. Devlet Başkanı Bumedyen’in özel ilgisi ile 1994’te açılmış. Boyutları, güzelliği, mimarisi ve dekorasyonunun zenginliği ile göz kamaştırıcı.

Bağımsızlık sonrasında (1962), Cezayir’den Fransa’ya götürülen eserler de var: Lamoriciere maydanında bulunan, General Louis Juchault de Lamoricière heykeli. Konstantin belediye meclisinin kararı ile Cezayir’in fethindeki katkıları nedeniyle anısına bu heykel dikilmiş (1909). 5 metre yüksekliğinde, 6 ton ağırlığında. Fransa’da yapılıp getirilmiş. Eski şehir merkezindeki bir başka eser,

“Le Tombeau des braves”: 1836-1837 kuşatmalarındaki kayıpların (fransızların) anısına 1852’de açılmış ve ölenlerin küllerini barındırıyormuş. Taş taş sökülmüş. Üçüncü yapı da, 1837’de Konstantin’i alan ve 3 yıl Cezayir Genel valisi olan Mareşal Valee’nin 3 metre yüksekliğindeki heykeli.

Bugün Konstantinliler, Berberi, Arap, Roma, Fransız kültürleri içice geçmiş halde hayatlarına devam ediyor. 2010 yılında tamamlanması planlanan, bir tramvay projesi sürüyor. Yeni bir havaalanı planlanıyor. İki modern üniversite var: Emir Abdülkadir İslam bilimleri Üniversitesi ve Mentouri Üniversitesi.

Sehrin yetiştirdiği ünlü şahsiyetlerden bazıları ise şöyle: Daniel Levi, Enrico Macias, Jean Mixhel Atlan (ressam), Cheikh Raymond (orkestra şefi), Malek Haddad (yazar), Benjamin Stora (tarihçi), Alphonse Halimi (boks şampiyonu), Paul Amar (gazeteci), Jacques Derrida (filozof), Cohen Tannuci (Nobel fizik ödülü), Katip Yasin (yazar), Beşir Hacı (heykeltraş), Maurice Boitel (ressam), Monaco Prensi 3. Rainer’nin annesi Prenses Charlotte.

Zarif ve Nostaljik : Annaba

Bir zamanlar Cezayir’in en şık şehri iken şimdilerde biraz eskimişliğin kokusu, biraz da unutulmuşluğun burukluğunun sindiği bir yer. İlerleyen yaşlarında aynaya bakarak geçmişini anıp iç çeken bir kadın gibi; ama özündeki güzelliği ve cazibesinin ana
çizgilerini asla yitirmeden…
Annaba, Fenikelilerden bugüne yüzyıllardır var olagelmiş. Adı, bölgede bolca yetişen hünnap ağacından geliyor. Kokulu sarı çiçekleri ile hünnap, iri zeytin veya ceviz büyüklüğünde, çekirdekli, kahverengi kabuklu meyveleri olan bir ağaç.

Bir liman şehri Annaba. Birbirine karışmış yeşille mavisi, plajları, koyları, sık sık tıkanan trafiği, ağaçlıklı geniş caddeleri, kıyı gezinti şeridi, genellikle beyaza boyanmış denize bakan evleri, balıkçıları ve ayrım çizgisi yakalanamayan eski ve yeninin bir arada olmasıyla huzurun simgesi.

Arap-Bizans stilinde yapılmış St Augustin bazilikası, milattan önceki döneme tarihlenen harabeleri (Adrian sarnıcı, forum, tiyatro, vs), saat kuleli garı, belediye binası, Sidi Brahim Camii ve anıtı ilk göze çarpan yapıları.

Eski şehir bölümündeki kasbah, daracık yada çıkmaz sokakları, iç içe geçmiş hissi veren evleri, kapılarının önüne attıkları sandalye yada taburelerde oturan sıcak kanlı ve hoş sohbet insanları ile her konuğunu sarıveriyor. Tıpkı Türkiye gibi seyyar tezgahları ile karpuz yada közlenmiş mısır satıcıları bir sokaktan çıkıveriyor karşınıza.

Annaba’yı çevreleyen küçük yerleşim birimleri de içini ısıtıyor insanın.

Seraydi, meşe ağaçları, şelaleri ve doğal su kaynakları ile özellikle dağ havasını özleyenler için. El Kala, şirin bir sahil kasabası. Kuş gölü ve milli parkı hayli ilgi topluyor. Chetaibi ise, Annaba’nın en hoş kasabası. Şirin bir balıkçı limanı.

Bu arada bölgeye uğrayanların ihmal etmemesi gereken bir de Annabi böreği var: Bizdeki çiğ böreğe benzeyen, özellikle ramazanda çok rağbet gören; yumurtalı, kıymalı, soğanlı, bol baharatlı, sıvı yağda kızartılarak pişirilen bir börek.

Dünyanin En Büyük Çölü : Büyük Sahra

Cezayir topraklarının yüzde 85’ini kaplayan Büyük Sahra, dünyanın en büyük çölü. Toplam yüzölçümü 8,6 milyon km2. Arapçada “çöl” anlamına gelen Sahra, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Çad, Nijerya ve Mali’ye yayılmış durumda. Üzerinde yaşayan nüfus, çoğunluğu Faslı ve Cezayirli olmak üzere 1,5 milyon. Yerleşim genellikle vahalarda yoğunlaşmış halde. İklim çok kuru ama yılın belli dönemlerinde, birkaç milimetre küpü geçmeyen miktarda yağmur da var. Sahra’nın dörtte biri dağlık arazi. Bazı dağların zirvesinde kış aylarında kar bile görülebiliyor. Sahra’nın sadece 200 bin km2’lik bölümünde tarım yapılabiliyor; yani vahalarda ya da yeraltı sularıyla beslenen bölgelerde.

Yeraltı nehirleri Atlas dağlarından geliyor. Bazen bu nehirlerin suları yüzeye çıkıyor ve vahalar doğuyor. Gece-gündüz sıcaklığı arasındaki fark, 35-40 dereceye ulaşabiliyor. Yağmurun yıllarca yağmadığı dönemler de oluyor. Bitki örtüsü yok denecek kadar az. Kimi bölgelerde develer en pratik ulaşım aracı.

Sık sık kum fırtınalarına rastlanıyor. Bazı bölgelerde insan gerçek ötesi bir yerdeymiş hissine kapılıyor, ay yüzeyindeymiş gibi.. Biraz ürkütücü, biraz korkutucu, biraz vahşi ama her zaman ilginç ve çekici. Uçsuz bucaksız kum denizleri, devasa kumullar, inanılmaz renklerde kumlar: gri, toprak rengi, kızıl, pembe, turuncu.. Gece bastırdığında çöl hareketleniyor. Hayvanlar yuvalarından çıkıp yiyecek bulmaya çalışıyorlar. Çoğunun hayatta kalmak için su içmeye de ihtiyacı yok: Deve, çakal, çöl tilkisi, kunduz, sarı akrep, yırtıcı kertenkele, engerek, kaya porsuğu, deve kuşu, beyaz antilop, buğday karıncası, dağ tavuğu, kemirgenler..

Bir zamanlar çok verimli olan Sahra’da iklimin giderek kurulaşması sonucunda tüccarlar bölgeye uğramamaya, çiftçiler de topraklarını terk etmeye başlamışlar. Sahra, uzunca bir süre Kuzey Afrika ile “Kara” Afrika arasında iş yapan kervanların izlediği bir ticaret yolu olmuş. Kuzey Sahra zamanla, geniş petrol yataklarının bulunması ile kayda değer bir ekonomik önem kazanmış.

Sahra, Cezayir’i keşfetmek isteyenlerin, özellikle de doğa tutkunlarının mutlaka ziyaret etmesi gereken bir bölge.

Sahra’da en ilgi çekici yerler ise şöyle sıralanıyor:

Hoggar: Şiddetli volkanik patlamalarla oluşmuş bir dağ çemberi. Atakor bölgenin merkezi. Ülkenin en yüksek noktası, Hoggar kitlesinde 3.000 metre yükseklikteki Tahat zirvesi. Ünlü Garet el Cenun, devasa bir granit yapı. Özellikle Mertutek çevresinde büyüleyici güzellikte kaya oyuklarına ve çıkıntılarına sahip. Gecici akarsular ve çölde yitip giden dereler var: Tamanrasset, Tin Tarabin, Tafassaset gibi. Yüksek doruklar (en bilinenleri Ilaman -2740 m- ve Assekrem platosu -2730m-), kule gibi yükselen ya da kubbeye, piramide benzeyen kayalar, bazalt kuyucuklar, renkleri pırıltılı sarıdan mora uzanan donmuş lavlar, yükseklikler arasında kalmış vadiler, kum taşı platoları, kum ve kum taşlarının yığıldığı tassili denen oluşumlar ilginç görüntüler oluşturuyorlar.

Hoggar’ın kuzey doğusunda yer alan Amadror, tuz dolu devasa bir küvet gibi. Touaregler için çok önemli bir zenginlik.

Téfédest: Tamanrasset’nin 250 km kuzeyinde, 130 km uzunluğunda ve 40 km genişliğindeki bir eksen boyunca uzanan granit zinciri. Kaygan-parlak kubbeli kayalar hemen dikkat çekiyor. Batı yamaçlarında rengi siyah, doğu yamaçlarında ise beyaz. Farklılık, dag eteğinde toplanan kumların renginden geliyor. Tefedest, güneyindeki Mertutek köyünde bulunan kaya resimleriyle tanınıyor.

Tamanrasset: 1400 m yükseklikte, 40 bin nüfuslu bir şehir. Ilgın ağaçlarının gölgelediği daracık sokaklara sahip. Ünlü misyoner Charles de Foucauld buraya 1905 yılında geldiğinde, sadece 10-15 kulübe varmış.

Tassili N’Ajjer: Atakor’un kuzey doğusunda, bir akarsu platosu. Sarp falezler, dar kanyonlar, taş ormanları, Akdeniz’e özgü zakkum ağaçları ve servilere sahip. Canet, Tassili’nin incisi, hurma bahçeleri ve palmiyelerle dolu “beyaz” bir şehir. Tassili N’İmmidir ise, yüksek rakımın düzenli yağmur getirdiği, bu nedenle her türden bitki örtüsünün yaşayabildiği bir bölge.

Tassili N’Ajjer’in güney doğusunda bulunan Tadrart, 300 km uzunluğunda bir plato. Anlamı “dağ”. Gerçek bir labirent. Erozyonun muhteşem şekiller yarattığı, renklerinin sarıdan kırmızıya beyaza döndüğü kumullarla kaplı göz kamaştırıcı ergler var. Tadrart Akakus bölgesi, nadide kaya resimleri ve gravürleri ile Unesco’nun korunması gereken eserler kategorisinde. Toprak tıpkı bölgede bulunan resimlerde olduğu gibi kırmızı. Tegharghart’ta ünlü “ağlayan inek” gravürleri var.

Timimun ve Gurara bölgesinde efsanevi vahalar mevcut. Yarım milyon palmiye, buğdaygiller ve sebze yetiştirilen -soğan, domates, bakla gibi bahçeler var. Kanallarla sulama yapılıyor. Tanezruft ise Güney Cezayir’de 150 bin km2 genişliğinde, ıssız, hiç yerleşeni olmayan bir “korku ve susuzluk beldesi”.

Bölge insanları ağırlıklı olarak, islamiyeti seçmiş “maures” ve tuareg kabileleri. Tuaregler, Hoggar, Air ve Tassil N’Ajjer bölgelerinde yoğunlaşmış durumdalar.

Tuareg Efsanesi

“Çöl adamları”, “Mavi adamlar”, “Çöl haydutları” ya da “Çölün efendileri” gibi adlarla anılan Tuareglerin tamamı müslüman. Tuareg’ler, çölün göçerleri. Kadınların değil erkeklerin sadece gözleri açıkta kalacak şekilde başlarını ve yüzlerini örttüğü bir topluluk.

Çok yakınları dahil ergenlikten ölüme dek yüzlerini kimseye göstermedikleri ve bu örtünme biçiminin dini bir simgeden çok çölde yaşamanın ve kumlardan korunma zorunluluğunun sonucu olduğu söyleniyor.

Tuareglerde kadın herhangi bir dini ya da toplumsal baskı altında yaşamıyor.

Kervanlara yaptıkları baskınlar, yağmalar, at üzerinde rüzgar gibi hareket edişleri, zılgıtı andıran naraları ile Fransız askerlerine saldırışları ya da çoğunluğunun yaşadığı Nijer’de hükümete karşı verdikleri silahlı mücadele ile meşhur Tuaregler. Bir zamanlar, develerle kervan ticareti onların elindeydi. Ticari mallar dışında, Avrupa ve Ortadoğu’ya satılmak üzere Batı Afrika’ya köleler de getiriyorlardı. Şimdilerde bu efsanevi hava, yerini orduda askerlik yapmak, turistlere hediyelik eşya satmak ya da sıradan işlerde çalışmaya bırakmış. Artık vahalarda develerini besleyece yemi bile zor buldukları söyleniyor.

Sayıları tam olarak bilinmese de, 300 000 ila 1 milyon arasında oldukları tahmin edili-
yor. İslamiyeti kendi tarzlarında yaşıyorlar. Beş vakit namaz kılıyorlar ama oruçla pek ilgilenmiyorlar. Toplumsal yapıda soyluluk müessesi var. Çay ve “kum ekmegi” de denen taguellaları, bir tür ritüel gibi. Taguella buğdaydan yapılıyor. Kumda açılan bir oyuk içinde, kömür korunda pişiriliyor. Üzeri kumlu ve küllü olduğu için yemeden önce suyla yıkanıyor. Yerken de sağ elin kullanılması gerekiyor.

Cezayir’in Güçlü Enerji Kaynağı : Doğalgaz

Cezayir’de “enerji” deyince akla doğal gaz geliyor. Doğal gaz ihracatında dünyada 3. sırayı alan Cezayir, dünya gaz rezervlerinin de yüzde 3’üne sahip. Ayrıca önemli bir petrol ihracatçısı olan Cezayir’de, enerji sektörü stratejik önem taşıyor …

Cezayir ekonomisinin zenginliği büyük ölçüde enerji sektörüne dayanıyor. Enerji sektörünün lokomotifi ise ülkedeki doğal gaz rezervleri. İkinci sırada da petrol yer alıyor. Günde 1,5 milyon varil petrol üreten Cezayir, Akdeniz’in 1 numaralı petrol ihracatçısı. Petrol üretiminde Afrika’da 3’cü, dünyada ise 12’inci sırada yer alıyor.

Kalkınma için en büyük kaynak

Cezayir’in tüm ekonomik zenginliğinin üçte birini oluşturan enerji sektörü, doğal olarak stratejik bir öneme sahip. Devlet gelirlerinin yüzde 50’si bu sektörden sağlanıyor ve ülkenin kalkınma çabaları büyük ölçüde bu gelirlere dayanıyor.

Doğal gaz ihracatında dünya üçüncüsü olan Cezayir’in gaz rezervleri dünya rezervlerinin yüzde 3’ünü oluşturuyor. Sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatında ise dünya ikinciliği Cezayir’in elinde. Hidrokarbürlerin sondaj çalışmaları, üretimi, taşınması ve satılması konularında en yoğun faaliyeti, 1963 yılında Devlet tarafında halka açık bir anonim şirket olarak kurulmuş olan “Sonatrach” isimli kuruluş sergiliyor.

“Sonatrach”

Aslında, “Sonatrach”, henüz bir iki yıl öncesine kadar Cezayir’in enerji sektöründe tek söz sahibi olan devlet kuruluşu idi. 2005’te çıkarılan bir yasa ile ekonominin pek çok alanında olduğu gibi, enerji sektöründe de yeni düzenlemelere gidildi ve bu nedenle “Sonatrach”ın tekeli de sona ermiş oldu. “Sonatrach” yine güçlü varlığını koruyor ama sektör artık yerli, yabancı ve uluslararası her türlü şirketin katılımına açık.

Dünyada Petrol firmaları içinde 11. sırada yer alan “Sonatrach”, Afrika’nın en büyük kuruluşu. 120 bin çalışanı var. Avrupa’nın doğal gaz ihtiyacını gideren ana kaynaklardan biri olmanın yanında, yine Avrupa’nın 1 numaralı helyum gazı sağlayıcısı.

Bu büyük firma, çağımızın gereklerini de göz ardı etmiyor ve çevre kirliliğine meydan vermemek için de gerekli yatırımları yapmaktan kaçınmıyor. Örneğin, son dönemde, BP ve Statoil ile birlikte “İn Saleh” gaz yataklarında karbondioksit reenjekte işlemlerine başlamış. Yani, elde edilen doğal gazın karbondioksiti süzülerek tekrar toprağa geri pompalanıyor ve böylece hava kirliliği önleniyor. Bu çalışma, dünyada bu türden hayata geçirilen sadece iki projeden biri.

Yeni mega-projeler

Cezayir, önümüzdeki dönem için yeni mega-projeleri de gerçekleştirmek için çalışmalarını sürdürüyor. Bunlardan birincisi, Cezayir’i doğrudan İspanya’ya bağlayacak dogal gaz boru hattı projesi. 747 km uzunluğunda ve yılda 8 milyar m3 kapasiteli. İkincisi, Cezayir’i Sardunya adası üzerinden İtalya’ya bağlayacak olan 1550 km uzunluğundaki boru hattı. Üçüncüsü ise, öncekilerden daha da büyük olan “Trans Sahara” boru hattı. Bu proje, Nijerya gazını Nijer ve Cezayir üzerinden Avrupa pazarlarına taşıyacak, yılda 25 milyar m3 kapasiteli ve 4400 km uzunluğunda bir boru hattını öngörüyor. Böylece, Avrupa’nın gaz ihtiyacının yüzde 25’i karşılanmış olacak.

… ve diğerleri

Elektrik ve gazın üretimi, nakli ve dağıtımı için, 2010-2012 yılları hedef alınarak 12 milyar doların üzerine yatırım yapılması öngörülüyor. Elektrik üretiminin 2010’da 12.000 megavat’a çıkarılması planlanıyor. Yıllık yüzde 2-4 arası büyüme gösteren elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yeni enerji nakil hatları ve trafolar yapılması gerekli.

Öte yanda, Aralık 2007 başında Cezayir ile Fransa, sivil nükleer enerji alanında bir işbirliği anlaşması imzaladılar. Söz konusu anlaşma, araştırma, teknoloji transferi, eğitim, elektrik üretimi ve uranyum zenginleştirilmesi konularında işbirliği yapılmasını öngörüyor.

Yeni Zenginlikler Bulmak İçin…

Ekonomik zenginliği büyük ölçüde petrol ve doğal gaza dayanan Cezayir’de, değişik sektörlere gelişme imkânları sağlayacak yatırımlar teşvik ediliyor. Özellikle yabancı yatırımlar, yeni çıkarılan yasalarla hem garanti altına alınmış, hem de bürokratik kolaylıklar, vergi indirimleri ve gelir transferleri serbestisi gibi düzenlemelerle çekici hale getirilmiş…

Cezayir ekonomisi, doğal zenginlikler ve insan kaynakları bakımından kayda değer bir potansiyele sahip. Ülkede, gayri safi milli hasıla 84.8 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir ise 3487 dolar. Yıllık enflasyon yüzde 2,5. Cezayir, ithalat için 21,4 milyar dolar harcarken, ihracattan 54.6 milyar dolar kazanıyor. Bu ihracat gelirinin 53,6 doları hidrokarbürlerden sağlanıyor. Dış borçlanması 5,4 milyar dolar olan Cezayir’in büyüme hızı ise, 2006 verilerine göre, petrol ürünleri hariç, yüzde 4,8. Cezayir, petrol, doğal gaz, cıva, fosfat, uranyum, demir, kurşun, çinko ve bakır rezervlerine sahip. Ama, ülkenin en önemli ihraç ürünü petrol. Petrol ve doğal gaz, ihracatın yüzde 98’ini oluşturuyor.

İthal ettiği malların başında ise savunma araçları, elektrikli ve elektronik araçlar, makineler ve yedek parçaları, ulaşım araçları, kimyasal maddeler ve gıda maddeleri geliyor. Dış ticaret daha çok ABD, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve Çin ile yapıyor. Türkiye, Cezayir’in ihracat yaptığı ülkeler arasında 8. sırada, ithalat yaptığı ülkeler arasında ise 7. sırada yer alıyor.

Güçlükleri yenebilmek

Her ekonomide olduğu gibi, Cezayir ekonomisinin de zayıf noktaları ve yetersiz kaldığı hususlar var. Örneğin ihracatın aşırı ölçüde petrol ve türevlerine dayanması, yüzde 12 dolaylarındaki işsizlik oranı veya bürokrasinin bazen ağır çalışması gibi konular, bizzat Devlet Başkanı Bouteflika tarafından da açık yüreklilikle dile getiriliyor.

Bütün bu zayıf noktaların bertaraf edilmesi için, Cezayir, hem global gerçeklerin, hem de istikrarın taşıdığı önemin bilincinde bir ülke olarak bu yönde ciddi ve somut adımlar atıyor. Ülkenin ticari açıdan bir cazibe merkezi haline gelmesi amacıyla 2001’de girişilen mevzuat değişikliği çalışmaları ile, idari yapının ağırlığı, yeni koşullara uyumda yetersizlik, ihtiyaca hitap etmeyen bankacılık sektörü gibi bazı yetersizlikler ve yapısal sorunların üzeri gidilmeye başlanmış. Aslında bu zamana karşı yapılan bir yarış; rekabet gücü elde edebilmek için süratle gerçekleştirilmesi gereken bir modernleşme çabası.

Öte yandan, 2005 yılında, Cumhurbaşkanı’nın önderliğiyle, 5 yıllık bir dönem için kalkınmayı destekleme amacıyla 55 milyar dolarlık bir kamu finansmanı tahsisine karar alınmış. Bu ulusal kalkınma programı, şunları hedefliyor: 1 milyon konut yapmak, okul sayısını artırmak, sağlık altyapısını güçlendirmek, yeni konutlara gaz-elektrik-içme suyu götürmek, yeni istihdam alanları yaratmak, devam etmekte olan altyapı çalışmalarını tamamlamak, yeni projelere başlamak, kara ve demir yollarını modernleştirmek, Doğu-Batı karayolunu (1200 km) tamamlamak, baraj, kanalizasyon ve temiz su boruları inşa etmek, tarımda ve kırsal kesimde iyileştirmeye
gitmek.

Devlet sektörü ekonomiyi geliştirmek için bu çalışmaları sürdürürken, özel sektörün de 1990 yılından bu yana çok belirgin atılımlar içinde olduğu görülüyor. Zaten, petrol ürünleri dışında, ekonomide ağırlık bu sektörde. Özel sektörün, akaryakıt hariç, devlet sektörüne kıyasla ülke ekonomisindeki yeri yüzde 77’i buluyor. 1 Eylül 2005’te yürürlüğe girmiş olan AB ile ortaklık ve işbirliği anlaşması, AB ürünlerine uygulanan kademeli gümrük vergisi indirimleri ve Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik konusu ekonomiye yeni bir ivme katmış. AB ile serbest bölge oluşturma çalışmaları da başlamış durumda.

Yabancı yatırımlara teşvik

Cezayir’de bütün yatırımlar özgürce yapılıyor, teşvik ediliyor ve garanti altına alınıyor. Yatırım girişimleri yerli ya da yabancı, kamu ya da özel, gerçek ya da tüzel herkese açık. Yeni yasalarla her tip yatırıma teşvik öngörülüyor: İster yeni faaliyet alanları yaratmaya yönelik olsun, ister mevcut bir faaliyetin sermayesine katılım şeklinde olsun. Kısmi ya da tam özelleştirme çerçevesindeki girişimler, üretim kapasitesini artırma veya yeniden yapılandırma girişimleri, mal ve hizmet üretimi konusundaki projeler, hepsi destek kapsamı içinde.

Kalkınma programının en cazip unsurlarından biri olan yatırım teşvikleri bir çok avantaj sunuyor: Yapım ve işletmede vergi avantajları, üretim ekipmanlarının ithalatı için düşük gümrük vergileri, doğrudan yatırımlarda mal ve hizmetlere KDV muafiyeti. Ülkenin güneyine yapılacak yatırımlarda ise, patent kaydında indirim veya arazi vergisi muafiyeti gibi daha fazla avantaj öngörülmüş. Hele çevreyi ve doğal kaynakları koruyacak, enerji tasarrufu sağlayacak ve kalkınmayı sürekli kılacak teknolojiler kullanıldığında, teşvikler daha da çoğalıyor.

Yabancı yatırımlarda, sermaye ve gelirlerin transfer hakkı garanti altında. Anlaşmazlık hallerinde konu uluslararası mahkemelere götürülüyor. Yerli ve yabancı yatırımcılar arasında ayrım yapılmaması ise temel ilke. Kazanılan avantajların dokunulmazlığı var. Yatırımların korunması ve teşviki için ikili ve çok taraflı anlaşmalara uyma yükümlülüğü de mevcut.

Türkiye ile ticari ilişkiler

Türkiye son yıllarda Cezayir’le giderek artan ticari ilişkiler içinde. İki ülkenin ticaret hacmi 2 milyar dolar civarında. İhale alan, ürün ve hizmet pazarlayan kuruluşlar arasında, ASKA, ATLAS Holding, HİDROMEK, KOÇOĞLU, MNG, NUROL gibi çok sayıda Türk şirketi var. Faaliyet gösterilen alanlar ağırlıklı olarak gıda endüstrisi (salça, konserve, bisküvi, yağ fabrikaları vb) ve inşaat. Bu ivme nedeniyle çoğunluğu işçi ve mühendis yaklaşık 3 bin Türk yaşıyor bu ülkede. Türk Ekonomi Bankası da BNP Paribas aracılığıyla Cezayir KOBİ’leri ile bağlantı halinde.

Cezayir’in Türkiye’den ithalatı, tekstil-konfeksiyon ürünleri, elektrikli aletler, gıda, demir-çelik ve otomotiv ürünleri üzerine. Türkiye’ye ihracatı da kükürt, fosfat, ham deri ve hurmadan oluşuyor.

İki ülke arasında imzalanmış, çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması ile yatırımı teşvik ve koruma anlaşması var.

Cezayir’de yatırım yapmak için uygun sektörler şunlar:

Tarım/Gıda: Tohum, Şeker pancarı, Sebze-Meyve, Hurma üretimi; Şarap ve Zeytinyağı ihracatı; Sütçülük ünitelerinin kurulması; Veteriner aşıları üretim üniteleri kurulması; Tıbbi bitkilerin işlenmesi.

Turizm: Lüks oteller, Tatil köyleri, Kulüp, Marina, Alışveriş merkezleri, Büyük mağazaların yapımı.

KOBİ’ler: İnşaat malzemeleri; Tarım ürünlerinin işlenmesi; Tekstil; Deri; Kimyasal ve kozmetik ürünler.

Endüstri: Sağlık ekipmanları; Eczacılık ürünleri; Fiber optik kablolar; Araba üretimi; Metalürji; Kimya-petrokimya; Enerji; Elektrikli ve elektronik ürünler.

Balıkçılık: Balık ürünleri, Balık üretimine destek üniteleri (soğuk depolar, dondurma işlemleri gibi); Balık çiftlikleri..

İnşaat: Çimento; Tuğla; Baraj; Temiz ve atık su kanalları.

Ayrıca bankacılık, sigortacılık, telekomünikasyon ve hava ve deniz taşımacılığı.

Nurol İnşaat Ve Ticaret A.Ş.

1966 yılında kurulmuş olan NUROL İnşaat ve Ticaret A.Ş. (NUROL İnşaat), faaliyetinin ilk gününden itibaren önde gelen Türk Müteahhitler arasında yer almış ve dünya çapında lider bir rol üstlenmiştir. Küresel gelişmeler paralelinde şekillendirilen ileri görüşlü ve dışa açılımcı yönetim stratejilerinin bir sonucu olarak, günümüzde üç kıtaya yayılmış onüç ülkedeki faaliyetleri ve alanının hemen her dalında tamamlanmış referans projeleri ile NUROL İnşaat, sektörünün devleri arasındaki yerini almış bulunmaktadır.

İlk yıllarda gerçekleştirilen hidrolik/sulama projelerinin yanısıra bitirilen endüstriyel kompleksler ile, sanayi tesisin projeleri alanında 20. yüzyılın son çeyreğinde tamamlanan önemli projeler ile sembolleşen “NUROL” isminin temelleri atılmış bulunmaktadır. Diğer yandan, 80’li yıllarda gerçekleştirilen muhtelif kurumsal binalar, turizm yatırımları, konut kompleksleri ve uydu şehirler bağlamında bina projeleri önemli bir faaliyet sahasını teşkil etmiştir.

70’lerin son yarısı itibariyle altyapı projeleri öncelikli faaliyet sahaları arasında yerini almış bulunmaktadır. Barajlar ve hidroelektrik santraller içeren hidrolik projeler, aralarında otoyollar, karayolları ve demiryolu sistemleri bulunan ulaşım projeleri, kanalizasyon, temiz su temini, katı atık bertaraf ve arıtma sistemleri gibi kentsel altyapı projeleri ile metro sistemleri ve tünel projeleri dünya çapında tamamlanmış ve devam eden referans projeler çerçevesinde NUROL İnşaat’ın ana faaliyet sahaları dahilindedir.

Yaşanan ilerleme sürecinde, inşaat sektörünün farklı pek çok dalına yayılmış çalışmalar dolayısıyla yan sektörlerde kardeş şirketlerin hayata geçirilmesi dünya çapındaki pozisyonun korunması için bir mecburiyet halini almış ve 80’li yıllarla beraber hem sektörel hem de coğrafik anlamda genişleme sürecine girilmiştir. Bu yıllarda yurtdışı faaliyetler için, tamamlanan muhtelif konut ve kentsel altyapı projeleri bağlamında başta Suudi Arabistan olmak üzere Orta Doğu’nun petrol üreticisi ülkeleri ana odak noktasını teşkil etmiştir.

İnşaat sektörünün yan dallarında kurulan şirketlerle başlayan sektörel yayılım günümüzde, turizm, sanayi, savunma ve finans gibi alanlara yayılmış yüksek ölçekli NUROL yatırımları ile lider bir pozisyona ulaşmış bulunmaktadır. 2007 yılı sonu itibariyle, NUROL Şirketler Topluluğu, İnşaat, Ticaret, Turizm ve Otelcilik, Finans ve Sigortacılık, Makine ve Savunma, Gıda ve Elektronik gibi sektörlerde faaliyet gösteren otuzyedi bağlı şirket ve ortaklık içermektedir. Diğer yandan NUROL İnşaat, Ağustos 2007’de ABD’den Mc Graw Hill’e bağlı “Engineering News Record” araştırma kurumu tarafından dünyanın en büyük 111. Uluslararası Müteahhidi olarak ilan edilmiştir.

20. Yüzyıl’ın son bölümü, inşaat sektöründe farklı odaklara yönelinen bir dönemi teşkil etmiştir. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından yalnızca bir yıl sonra başlattığı çalışmaları ile NUROL İnşaat, Rusya Federasyonu ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde faaliyete geçen ilk batılı şirketler arasında yer almıştır. Kurulan alt şirketler aracılığıyla yürütülen çalışmaların kapsamı Rusya Federasyonu, Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan, Kazakistan ve son olarak da Afganistan’ı içine almaktadır.

21. Yüzyıl’a gelindiğinde ise Polonya ve Gürcistan’daki faaliyetlerin yanısıra, Körfez Ülkeleri ve Kuzey Afrika öncelikli hedef pazarlar arasına katılmışlardır. Abu Dabi (BAE), Dubai (BAE), Katar, Cezayir ve Libya’daki proje portföyü Aralık 2007 itibariyle 1.2 Milyar ABD Doları’na ulaşmış bulunmaktadır. Tüm bu yurtdışı çalışmaların yanısıra son dönem önemli gelişmeler arasında 2004 yılında NUROL İnşaat’ın hissedarı olduğu Türk- Japon Ortaklığı’na ihale edilmiş olan 1.0 Milyar ABD Doları proje bedelli Boğaz Batırma Tüp Tünel (Metro) Geçişi Projesi ve 2006’da resmi temel atma töreni yapılan ve NUROL İnşaat liderliğinde uluslararası konsorsiyumun taahhüdünde gerçekleştirilmekte olan 1.5 Milyar ABD Doları proje bedelli Ilısu Barajı ve HES Tesisleri Projesi ilk göze çarpanlarıdır. Ilısu Barajı için ön çalışmalar tamamlanmakta olup, 2008 yılı itibariyle yapım kalemlerine geçilmesi öngörülmektedir.

Yukarıda kısaca değinilen uluslararası çalışmaları, değeri 150 Milyon ABD Doları’nı aşan makine-ekipman parkı, 4.7 Milyar ABD Doları değerindeki devam eden proje portföyü ve onbeş farklı milletten 8000 çalışanı ile NUROL İnşaat, 21. Yüzyıl’da da önemli çalışmaları ile çağdaş Türkiye’nin dünya çapında gurur kaynağı olmaya devam etmektedir.

Çok Renkli Bir Kültür

Cezayir, çok zengin bir kültür ve sanat dünyasına sahip. Berberlerin, Kartacalıların, Romalıların, Arapların, Endülüslülerin, Yahudilerin, Osmanlıların ve Fransızların bıraktıkları izlerin senteziyle oluşan kültür birikimi, ülkede çokrenkli ve özgün sanat ürünlerinin ortaya çıkmasını sağlamış. Değişik kültürlerin etkileşimi, geleneksel sanat eserlerinde bile kendisini gösteriyor ama, çağdaş sanatta bu sentezin daha çarpı- cı olduğu görülüyor.

Bugün için, popüler kesimleri en çok etkileyen sanat dalının Müzik olduğunu söylemek mümkün. Cezayir’de müzik tam bir çok kültürlülük simgesi ve ülkede yerleşmiş bütün toplulukların izlerini taşıyan bir alaşım durumunda. Cezayir’de geleneksel arap müziğinide dinleyebilirsiniz, klasik arap-endülüs müziğini de. Kulağınıza çarpan melodi Berber folklorundan veya Yahudi ezgilerinden izler taşıyor olabilir. Tabii Osmanlı tarzı Divan müziği yanında Batı müziği normlarında eserler veya doğu-batı sentezinin ürünü melodiler de duyabilirsiniz. Bunların tamamı Cezayir müziğinin zenginliğini oluşturuyor. Bu müziklerde kullanılan dilin zenginliği de Cezayir müziğinin ayrı bir özelliği. Şarkı sözlerinde klasik Arapça, Cezayir arapçası, berberi lehçeleri veya Rai müziğinde olduğu gibi, Oran varoşlarında kullanılan lehçe gibi çeşitlilikler dikkat çekiyor.

Bir çok Cezayirli müzisyenin ünü ülke sınırlarını aşmış ve başta Fransa olmak üzere dünyanın pek çok ülkesine ulaşmış durumda. Bunların başında da Rai Müziği geliyor.

Oran tarzı “blues”

Rai Müziği, Oran bölgesinde, protest gençlik müziği olarak doğdu. Geleneksel müzikle rock, funk, soul ve reggae müziği motiflerinin bir araya geldiği, nefesli sazlar ve akordeon gibi enstrümanların yerini klavyeye ve synthetizer’lara bıraktığı, ritmik temponun ve yöresel ritmlerin korunduğu bir tarz. 80’li yıllarda özellikle Fransa’da büyük ilgi görmeye başladı. Bu müzik bazı çevrelerce Kuzey Afrika’nın “blues”u olarak da niteleniyor. İçinde şiddet, kavga, duygusallık, hüzün, coşku, aşk, inanç, özgürlük ve isyan var.

Cheb Khaled, Rai müziğinin en önemli temsilcilerinden. “Ayşe”, “Didi” ve “Abdül Kader” gibi şarkılarıyla tüm dünyada tanınıyor. Satış rakamları milyonlara varan sempatik bir şarkıcı. Heyecan verici tarzıyla Khaled’in 1992’de pek çok ülkede popüler olan “Didi” adlı şarkısı, Fransız “Top 50”sine giren ilk Arapça şarkı olmuştu. Bu şarkının Tarkan tarafından yapılmış bir Türkçe adaptasyonu da “Kimdi?” adını taşıyor.

Bu türün ikinci kuşakta en başarılı isimlerinden biri, Rai müziğine modern bir kimlik kazandıran, ticari kaygı taşımadan muhalif ve hüzünlü yanını koruyan Cheb Mami. İkinci albümü “Lot Me Rai” (1990), ABD’de ilk yayınlanan rai albümü. Rap müziğini rai’ye ilk katan da o. “Meli Meli” albümü (1998), öncekilerden farklı olarak darbuka, akerdeon, perküsyon gibi otantik enstrümanlar da içeriyor.

Punk Rachid Taha ise “kült” şarkıcılardan. 1970’lerde iş bulmak için Cezayir’den Fransa’ya taşınan bir ailenin çocuğu; boyacılıktan bulaşıkçılığa kadar her işi deneyen.. Cezayir sokak tarzını rock ve tekno ile birleştirip Fransız Grammy’si sayılan “Victoire De La Musique” ödülünü aldı. “Ya Rayah” adlı parçası tüm dünyaya yayılıp en çok satanlar listesine girdi. Ünlü Carlos Santana, Supernatural albümündeki Migra şarkısını Taha ile birlikte söyledi. “Made In Medina-Medine’de Üretilmiştir” albümü ile Kuzey Afrika tarzı bir “pop fusion”, “küresel pop karışımı” yarattı. The Clash, Led Zeppelin gibi gruplardan etkilenen ve Kuzey Afrika gelenekleriyle pop, tekno ve çağdaş dans müziğini birleştiren Taha’nın müziği eleştimenlerince ‘eşsiz’ olarak nitelendiriliyor.

Şair-müzisyen Souad Massi ise, Akdeniz’in tüm özelliklerini yansıtan genç bir müslüman kadın. Herkese Cezayir’de sadece rai müziği olmadığını gösteriyor. İşe flamenko tarzı müzikle başlayan, sonra rock, sonra da soloya geçen Massi, yıllarca ülkeyi dolaşıp yöresel ezgiler toplamış. Kuzey Afrika’nın Tracy Chapman’ı olarak adlandırılıyor. Gitar, ud, gimbri (arap bası), karkabous (Sahra çölünde kullanılan kastanyet) eşliğinde berber melodileri ve fransızca/arapça sözlerle çok farklı bir tarzı var. Fransa’da altın plak almış. 2002 “BBC Radio 3” ödülü de var. 2003 tarihli “Deb” albümü, o güne dek Kuzey Afrika’da yapılmış en başarılı albüm ilan edilmiş. Aşk şiirleri, hareketli dans ritmleri, Endülüs, flamenko, rai, arap ve klasik müzik biraraya gelince satışlar patlamış. Hatta şarkıcının, Feyruz ve Warda’dan daha ünlü ve önemli bir arap kadın şarkıcı olduğu ileri sürülüyor. Sadeliği ve sesinin duruluğu ile de dikkat çeken Massi, en etnik aktivist.

Cezayir müziğinde kalal, dendur, gayda, mizmar gibi değişik enstrümanlar var.

Kalal, sadece kadınlar tarafından çalınan vurmalı bir çalgı. Şekil olarak darbukaya benziyor. Kilden yapılan gövdesi, alt kısma göre geniş. Açık, darlaşan alt kısmı diz üstüne geliyor, sol elle tutuluyor, vuruşlar da sağ elle yapılıyor. Dendur (gengu), silindir şeklinde vurmalı bir saz. Düz bir çubuk ile deri gerilmiş kısma vurularak çalınıyor. Davuldaki gibi, sağ elle vurulduğunda bas ses elde ediliyor. Gayda, obuaya benzeyen üflemeli bir saz. Silindir şeklindeki kamışı huni şeklinde sivri, sekiz deliği var. Kiraz ağacından yapılıyor. Türkiye’deki zurnaya da Cezayir’de mizmar deniyor. Güçlü ciğerler isteyen zor bir çalgı. Hünnap ağacından yapılıyor.

Fransa etkisi

Cezayir’de sanatın diğer bir güçlü kolu ise edebiyat. Bu dalda Fransız etkisinin oldukça fazla olduğu görülüyor. Eserlerini Fransızca dilinde yazan bir çok edebiyatçı var. Hatta çağdaş Cezayir edebiyatının önde gelen isimlerinden Assia Gjebar, aynı zamanda “Académie Française” üyesi.

Cezayir edebiyatı, bağımsızlık öncesi, bağımsızlık dönemi ve 90 sonrası olmak üzere üç döneme ayrılıyor. İlk dönemde Muhammed Dib, Mouloud Feraoun, Mouloud Mammeri ve Kateeb Yaseen öne çıkıyor. İkinci dönemde Fransız işgaline karşı duran ve Cezayirlilik kimliğini öne çıkaran eserler üretilmiş. Bağımsızlık sonrasında ise, sos- yalist bakış açısının baskın olduğu görülüyor. 90’lı yıllarla birlikte islamcı yazarlar öne çıkıyor. Yaklaşık 100 000 kişinin hayatına mal olan çatışmalar, şiddetin ve kaosun kökleri ve getirdikleri sorgulanıyor. Yeni kuşak yazarlar arasında Rachid Boucera, Rachid Mimoni ve Yasmina Khadra takma adıyla yazan Muhammed Moulessehoul’u görüyoruz.

Yedinci sanat

Cezayir Sinema sanatı alanında da oldukça ileri bir ülke. 1921 ve 1962 yılları arasında,
ülkede 100’den fazla film çevrilmiş. 1962’den 1970’e kadar ise, Cezayir kurtuluş savaşı başlıca film konusu olmuş ve sayısız film yapılmış.

1975’den sonra, Cezayir sinemasının ulusal sınırları aştığı görülüyor. Mohammed Lekhdar-Hamina’nın 1975 yılında “Chronique des années de braise” adlı filminin Cannes’da “Altın Palmiye” ödülünü kazanmasının ardından, “Al sinima al cedid” (Yeni Sinema) akımının ortaya çıkması üzerine, Cezayir sinemasına estetik ve tematik ağırlıklı bir sinema anlayışının hakim olduğu söyleniyor.

Resimler, minyatürler…

Cezayir’de resim sanatına ilk damga vuranlar Azouaou Mammeri, Mohammed Zmir- li, Ahmed Bensliman ve Milod Boukerche olarak biliniyor. Bu ressamlar her ne kadar batı kültürü ile yetişmiş de olsalar, oryantalist etkileri tuallerine taşımadan edemedikleri söyleniyor. Aynı dönemde yaşamış olan Mohammed Racim ise tam bir minyatür sanatçısı. 1896 yılında tahta oymacılığı yapan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mohammed Racim, 14 yaşına geldiğinde minyatür sanatını keşfediyor ve 18 yaşındayken Oryantalist Ressam Nasredine Dinet’in “Muhammed’in Hayatı” isimli kitabının süslemelerini yapıyor. Rasim, 1975 yılında ölünceye kadar yaptığı eserlerle sayısız ödüller almış, Cezayir Güzel Sanatlar Akademisinde Profesör olmuş ve İngiliz Kraliyet Ressam ve Minyatürcüleri Derneğine onur üyesi seçilmiş. Mohammed Racim, XX. Yüzyılın en büyük minyatür ustası olarak biliniyor.

Cezayir’in uluslararası üne sahip modern ressamları arasında Baya Mahieddine, Abdallah Benanteur, Rachid Koraichi ve Kamel Nezzar gibi sanatçıları saymak mümkün.

Türkiye ile kültürel bağlar

Cezayir-Türkiye ilişkileri, çok uzun bir ortak geçmiş nedeniyle yakın ve sıcak. Zaman zaman durgunluklar yaşansa da, bozulamayacak nitelikte derin bir bağ var iki halk arasında.

Özellikle sanat alanında bu bağ daha net görülebiliyor. İstanbul’da düzenlenen festivallere katılan Khaled, Cheb Mami, Rachid Taha gibi müzisyenler.. Geçtiğimiz Ekim ayında İstanbul’da açılan, video, fotoğraf, heykellerle islami örtünme ve laiklik konusunu karşılaştırmalı biçimde ele alan, Cezayir’in de yer aldığı “Mahrem” adlı sergi.. Mayıs 2007’de yine İstanbul’da, “Pierre Bourdieu Cezayir’de Köksüzleşmenin tanıklığı” isimli fotoğraf sergisindeki 1958-1961 yılları arasını yansıtan Cezayir fotoğrafları.

Ya da Mayıs 2007’de Antakya, Adana ve Gaziantep’te gerçekleştirilen, 42 sanatçı, yazar ve şairin katıldığı Uluslararası Çukurova Sanat Günleri (Cezayir’den dört katılım: Prof. Dr. El Arabi Ez Zubeyri, Prof. Dr. Hasan Duvel, Prof. Dr. İbrahim Sahvari, Prof. Dr.Yusuf Waghlisi).

TRT sanatçılarının Cezayir’de verdiği konserler; TRT ve Cezayir Radyosu sanatçılarının birlikte Türk Sanat ve Endülüs Müziği eserlerini icra edişleri.. Ya da Cezayir Biim ve Teknoloji Üniversitesi’nde doçent olarak görev yapan, profesyonel resim çalışmalarına 1980’de orada başlayan ve Cezayir Güzel Sanatlar Müzesinde eserleri
bulunan Türk ressam Necmettin Özlü..

Birlikte yaşanan ortak geçmiş, müziğe de yansımış; bu türküde olduğu gibi:

“Cezayir’in yüksek olur evleri
İçindedir ağaları beyleri
Türkçe de bilmez arapçadır dilleri
Sokakları mermer taşlı
Güzelleri hilal kaşlı
Hep bakışırlar bize karşı
Sultan Cezayir vay aman aman ….”

Mucizeler Yaratan Kutsal Meyve : Cezayir Hurması

Hurma ağacı, Palmiyegillerden, sıcakta yetişen, 10-30 metre yüksekliğinde bir ağaç. Uzun, kalın, silindir biçiminde bir gövdesi var. Gövde üstünde de parlak, yeşil, boyu 2 metreye kadar ulaşan mızrak biçimindeki yaprakları dizilişleriyle taç ya da şemsiyeyi andıran tepe kısmı bulunuyor. Dikildikten 5-10 yıl sonra meyve vermeye başlıyan hurma ağacının ömrü 150-200 yıl. Her ağaç yılda ortalama 35 kilo hurma veriyor.

Meyveler salkım halinde, birarada. Taze hali sert, zaman geçtikçe yumuşuyor. İçi açıldığında görülen renk altın sarısı ise bu, hurmanın taze olduğu anlamına geliyor.

Genellikle islam ülkelerinde tüketilen hurmadan çeşit çeşit tatlı yapılıyor. Kekler, kurabiyeler, susamlı-hindistan cevizli hurma topları/bilyeleri, hurma kavurması, sütlü hurmatatlısı, dolma..

Son derece besleyici bir meyve olan hurma enerji veriyor, demir ve mineral tuzları bakımından da çok zengin. B1 vitamininden kalsiyuma, potasyumdan magnezyuma kadar her türlü yaşamsal yapı taşını barındırıyor. İçerdiği lif, yağ, protein gibi unsurlar ve kalori değerinin yüksekliği ile de alternatif tıpta son dönemde hayli rağbet gören bir bitki: Kanserden öksürüğe, bronşitten kemik hastalıklarına kadar çok değişik alanlarda kullanılıyor. İslamiyette ritüel bir özellik taşımasının yanısıra hastalar, zayıflar, yorgunlar ve hamilelerin sıklıkla başvurduğu bir meyve. Beslenme uzmanları tarafından özellikle çocuklar ve sporculara tavsiye ediliyor. Bilim insanlarına göre bir ömür boyu sadece su ve hurma ile yaşamak mümkün.

Kuran’da ve İncil’de adı geçen bu kutsal meyve, özellikle Ramazan ayında sofraların baş tacı. Ayrıca, Hac dönüşlerinde hacıların çantalarından çıkan en gözde hediye.

Yeryüzünde 80 çeşit hurma yetiştiği söyleniyor. Fiyatlar da yetiştiği ülkeye ve cinsine
göre değişiyor. Diğer hurmalara nazaran daha iri ve parlak olan Acve (Peygamber) Hurması oldukça pahalı. Acve hurmasının, Hz M u h a m m e d’in diktiği hurma ağaçlarının tohumlarından geldiği rivayet ediliyor. Cezayir hurması, hem taze hem de kurutulmuş olarak tüketilen, ince kabuklu, etli kısımları nerdeyse çekirdeği gösterecek kadar şeffaf ve parlak olan, oldukça tatlı bir meyva ve dünyada yetiştirilen hurma çeşitleri arasında özel bir yere sahip. “Hurmaların kraliçesi” olarak nitelenen ya da “Sahra’nın incisi” adı verilen bu türün en güzel ürünleri, ülkenin kuzeyindeki Biskra kenti yakınlarındaki Tolga’da yetişiyor. Kahverengi altın olarak da nitelendirilen hurma, Cezayir’in petrolden sonra ikinci ihraç ürünü. Cezayir, dünyada Tunus’tan sonra ikinci hurma ihracatçısı. 2006’da hurma üretimi rekor bir miktara, 550 bin tona ulaşmış. Soğukta muhafaza ediliyor. 0 ile -4 derece arasında iki yıl korunabiliyor. Ürün, Ekim ayının ilk yarısında alınıyor, ihracat da Kasım’da başlayıp bütün yıl devam ediyor. Bu arada lifleri kumaş üretiminde, çekirdekleri de yakacak ya da hayvan yemi olarak kullanılıyor.

Cezayir hurması, Türkiye’de de en çok tercih edilen hurma çeşitlerinin başında, geliyor. Zaten, fiyatı da oldukça makul…

Önce Futbol

Pek çok ülkede olduğu gibi Cezayir’de de futbol, sporun kalbi. Cezayir milli futbol takımı “Çöl Tilkileri” adıyla anılıyor. Takım, uluslararası ilk maçını 1957 yılında Tunus’la yapmış. En farklı galibiyetini, Güney Yemen’le 1973’te oynadığı maçta, tam 15 gol atarak elde etmiş. En farklı mağlubiyetini ise 1976’da Doğu Almanya maçında yaşamış ve 5 gol yemiş. Dünya kupasına, ilki 1982’de olmak üzere iki kez katılmış. Afrika uluslar kupasına da 1968’den başlayarak 13 kez katılmış; 1990 yılında gelen bir de şampiyonluğu var. Cezayir milli futbol takımının en çok gol atan oyuncusu Rabah Madjer. Günümüzde antrenörlük yapan Madjer, oynadığı 87 milli maçta 40 gol atma becerisini göstermiş. Cezayir milli takımının bütün zamanlardaki en önemli oyuncusu sayılan Rabah Majder’in yanında, yine onun kadar önemli olduğuna inanılan Lakhdar Belloumi de unutulmazlar arasında.

Dünya ve Fransız futbolunun efsane isimlerinden Zinedine Zidane’ın da Cezayir asıllı olduğunu herkes bilir. Fransa milli takımının kaptanlığını da yapan Zidane, başarılarıyla Fransa için olduğu kadar, Cezayir için de bir gurur kaynağı olmuştur.

Otoritelere göre Fransa’nın Cezayir asıllı genç yıldızı Samir Nasri, geleceğin Zidane’ı olacak. Orta sahanın her yerinde oynayabilen, sağ ayağını raket gibi kullanabilen ve ikili mücadelelerden kolayca sıyrılan Nasri, geçen Mayıs ayında, Fransa liginin en başarılı genç oyuncusu ödülüne layık görüldü.

Türkiye-Cezayir Futbol Hattı

Cezayir’li futbolcuların yüksek performanslarının Türk Kulüplerinin gözünden kaçması beklenemezdi. Nitekim, Cezayir milli takımının bugünkü önemli oyuncularından Ismail Bouzid şu anda Galatasaray takımında yer alıyor. Daha önce, Cezayir’de, Fransa’da ve Almanya’da top koşturan Bouzid, 1.90’lık boyuyla kafa toplarında çok başarılı. Türkiye Birinci Süper futbol ligi ekiplerinden Sivasspor ise, Cezayirli 27 yaşındaki savunma oyuncusu Diss Smain ile üç yıllık bir sözleşme imzalamış bulunuyor. Smain de, Cezayir milli takımında stoper olarak görev yapıyor.

Öte yandan, Cezayir’de faaliyet gösteren Türk şirketlerinden “Atlas Yapı”, geçen yıla kadar, Oran şehrinin önde gelen takımlarından “Mouloudia d’Oran”ın sponsorluğunu üstlenmişti. Geçtiğimiz yıl Cezayir ligini 4. sırada bitiren Mouloudia d’Oran, hazırlık dönemlerini Kızılcahamam’da kamp yaparak geçiriyordu ve maçlara da üzerinde “Atlas Yapı” logosu olan formasıyla çıkıyordu.

Atletizmin kraliçesi

Cezayir’de, elbette futbol dışındaki sporlar da ilgi görüyor. Ama, atletizmde Hasiba Boulmerka’nın çok özel bir yeri var. Dünya çapında bir atlet olan 1500 metre koşucu- su Boulmerka, 1991 yılında Tokyo’da ve 1995’de Göteborg’da iki kere dünya şampiyonu olmuştu. 1992’de ise Barselona’da ülkesine ilk Olimpiyat şampiyonluğunu kazandırdı. Tabii müslüman bir ülkede kadın şampiyon olmak, onu daha da özel kılıyor. Şampiyon olmasından 15 yıl sonra, şimdi artık modern bir iş kadını olan Boulmerka, Cezayir şehrinin batı banliyösündeki şirketinde ilâç dağıtımı yapıyor.

Ama Cezayir’e altın madalya getiren başka Olimpiyat şampiyonu atletler de var. Örneğin, 1970 yılında 9 çocuklu mütevazi bir ailenin ferdi olarak Tenes’de doğan Noureddine Morceli, 1500 metre’de 3 kez dünya şampiyonu olup, 2 kez de dünya rekoru kırdıktan sonra, 1996 Atlanta Olimpiyatlarında altın madalya kazanmıştı. Morceli’nin, ayrıca 1 mil, 2000 metre ve 3000 metre mesafelerinde de birer dünya rekoru bulunuyor.

1970 yılında Cezayir kentinde doğan Nouria Benida Merah ise, Hasiba Boulmerka’nın izlerinden giderek, yine 1500 metre’de Olimpiyat şampiyonu oldu. Daha önce, Akdeniz
Oyunları ve Afrika Kupası gibi bazı spor müsabakalarında başarıları olan Benida Merah, 2000 yılındaki Sydney Olimpiyatlarında Altın madalya kazanarak, ülkesine hoş bir sürpriz yapmış oldu.

Ve Akdeniz oyunları..

Cezayir, Akdeniz oyunlarında bugüne kadar, 53’ü altın olmak üzere 184 madalya kazanmış. 1975 yılında ise, Cezayir kenti Akdeniz Oyunlarına ev sahipliği yapmış.

Cezayir Havayolları

1987’den bugüne, Cezayir-İstanbul-Cezayir hattında faaliyette bulunan Cezayir havayolları, zamanla Cezayir – Türkiye arasındaki işbirliğinin gelişmesindeki tempoya ayak uydurmayı başarmıştır.

Politik, ticari ve kültürel gelişmeler, Cezayir ve Türkiye arasında var olan bu bağı, karşılıklı alış – veriş dinamizminin tam kalbine yerleştirmiştir. Burada Cezayir Havayolları, vazgeçilmez bir unsur oluşturmaktadır.

2004 yılından itibaren, Cezayir Havayolları Yeni Nesil uçaklarıyla, Pazartesi – Çarşamba – Cumartesi olmak üzere, İstanbul’a haftada 3 sefer düzenlemektedir. Nisan 2008 tarihinden itibaren de dördüncü sefer eklenecektir (Perşembe).

İstanbul kalkış: yerel saat 02:45
Cezayir kalkış: yerel saat 21:30

Bilet / Rezarvasyon ve Kargo ile ilgili tüm sorularınız için Cezayir Havayolları Türkiye bölge temsilciliğiyle aşağıda belirtmiş olduğumuz adreste Pazar hariç haftanın hergünü sizleri bilgilendirmeye hazırdır.

Sayfalar