Project Description

17. Sayı

Hırvatistan

DİPLOATLAS – EYLÜL 2012

17. Sayı

DiploAtlas

Eylül 2012

Merhaba,

DİPLOATLAS, bu sayısında Hırvatistan’ı anlatıyor. Aslında, bu bir ilk değil. 2009 yılının Aralık ayında da, o zamanki adı “Diplomat Atlas” olan dergimiz, Hırvatistan’ı konu alan bir sayı yayınlamıştı. Her ne kadar bu kez farklı konular ve farklı anlatımlar sergilemeye çalışmış olsak da, gördük ki, bu güzel ülkeyi değişik yönleriyle daha bir çok kez anlatabiliriz ve hep eksik kalırız.

Hırvatistan hem bir Balkan ülkesi, hem bir Orta Avrupa ülkesi ve hem de bir Akdeniz ülkesi.

Ülkenin kuzey bölümü Balkan yarımadasından Orta Avrupa’ya uzanırken, batı bölümü Adriyatik sahilleri boyunca, güneşli yaz tatillerinin en gözde mekânlarından biri olma özelliğini taşıyor. Misafirperver Hırvat halkının ise son derece becerikli ve yaratıcı bir yönü var. Bir çok buluşa imza atmışlar. Örneğin, bugün, günlük hayatımızda hiç dikkat etmeden kullandığımız kravat ve dolmakalem birer Hırvat icadı. Kimlik tesbitinde vazgeçilmez olan “parmak izi” yöntemi de öyle. Sadece, ünlü bilim adamı Nikola Tesla’nın 700’den fazla patentli icadı olduğu biliniyor.

Bu sayıda, Hırvatistan’ın turistik bölgelerine ağırlık vermek istedik. Örneğin, Adriyatik kıyısındaki büyük kentlerin yanında, daha küçük yerlere ve muhteşem adalara da dikkat çekme gereği duyduk. En kuzeyden, en güneye kadar, Hırvat sahilleri boyunca uzanan yüzlerce ada farklı özellikler taşıyabiliyor ve ziyaretçilere ilginç tarihi ve kültürel miras örnekleri sergiliyor. Örneğin Pag adası kendine özgü dantelleri ile ün yaparken, Hvar adası lavantanın merkezi olmuş.

Ankara’daki Hırvatistan Büyükelçisi Drazen Hrastic, ülkesi ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin mükemmel olduğunu söylüyor. Kendisiyle yaptığımız mülâkatta, Büyükelçi Hrastic ülkesinin önümüzdeki yıl AB’ye tam üye olacağını belirterek, bu arada iki ülke arasındaki ticarî yatırımların karşılıklı olarak artmasını umduğunu vurguladı. Büyükelçiye bgöre, Hırvatistan batıda AB’ye, doğuda ise Türkiye’ye bakıyor.

Hırvatistan’a gitmek için vizeye gerek yok. Ama bu durum Hırvatistan’ın AB’ye tam üye olmasından sonra değişebilir. Türkiye ile Zagreb ve Dubrovnik arasında düzenli uçak seferleri var. Bu da, Hırvatistan’ı çekici ve kolay ulaşılan bir tatil ülkesi yapıyor.

Kaya Dorsan

AVRUPA’NIN EN GÜZEL ÜLKELERİNDEN BİRİ
HIRVATİSTAN

Hırvatistan’ın “Akdenizli bir Orta Avrupa ülkesi” olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Bir ucu Adriyatik kıyıları boyunca güneye uzanan, öbür ucu da Macaristan’a ve Sırbistan’a komşu olan ülkede, hem Akdeniz, hem de Avrupa kültürü bir arada yaşıyor.

Hırvatistan, Balkan yarımadasının kuzeybatısında yer alıyor. Ülkenin bir bölümü Adriyatik kıyılarında, diğer bölümü ise, Orta Avrupa’ya komşu. Hırvatistan’ın kuzeyinde Slovenya ve Macaristan, doğusunda Sırbistan, güneydoğusunda ise Bosna- Hersek ve Karadağ var. Başkenti Zagreb olan ülkenin nüfusu yaklaşık 4,8 milyon ve 56.594 km²’lik yüzölçümüne sahip.

Hırvatistan, hem verimli ovalara, hem dağlık ve ormanlık alanlara, hem çok sayıda göl ve akarsuya, hem de girintili bir sahil şeridi ile 1000’in üzerinde adaya sahip bir ülke. Bu coğrafi konumuna, Milli Parklar ve doğal koruma alanları da eklenince, Hırvatistan Avrupa’nın en güzel ülkelerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Adalardan 50 kadarında yerleşim var. En büyükleri aynı zamanda birer turizm merkezi olan Cres ve Krk adaları.

Ovalar, genellikle Hırvatistan’ın kuzey-doğusundaki Slavonya bölgesinde yer alıyor. Dağlık alanların başında ise, Dalmaçya kıyılarına paralel olarak kuzeyden güneye doğru inen Dinar Dağları geliyor. Ülkenin en yüksek noktası da (1831 m)Dinar dağı.

Avrupa’nın en uzun ikinci nehri olan Tuna, Hırvatistan’ın kuzeybatısından geçiyor, Sırbistan’la olan sınırın da bir bölümünü oluşturuyor. Diğer büyük nehirler Zagreb’i sulayan Sava; Hırvatistan- Macaristan sınırını çizip daha sonra Osijek şehri yakınlarında Tuna ile birleşen Drava ve Hırvatistan-Slovenya sınırını oluşturan Kupa nehirleri. Karstik yapı nedeniyle genellikle derin olan birçok mağaranın da bulunduğu Hırvatistan’ın en ünlü gölleri ise, birbirine bağlı rengârenk Plitvice Gölleri.

Kültür Kavşağı

Büyük kültürlerin kesişme noktası olan bu topraklara bugünkü Hırvatların yerleşmeleri 7.yüzyılda başlamış. O dönemlerde, bir yandan Dükalıklar biçiminde bir yapılanma yaşanırken, bir yandan da, Bizans İmparatorunun ve Papa’nın gönderdiği misyonerlerin katkısıyla Hristiyanlık benimsenmiş. 925 yılında, Dalmaçya ve Panonya Hırvatları Dük Tomislav önderliğinde birleşerek Hırvat Krallığı’nı kurmuşlar. 11. yüzyılda, Hırvat Krallığı dönemi son bulmuş ve 1089 yılında Macar Kralı aynı zamanda Hırvatistan Kralı ilân edilmiş. Ülkede böylece başlayan Macar hakimiyeti ise, 1526 yılında Osmanlıların Mohaç’ta Macarları yenmesiyle sona ermiş. Ancak, Osmanlıların Slavonya bölgesini ele geçirmesi üzerine, Hırvatlar Avusturya’dan yardım istemişler ve 1918 yılına kadar, ünlü Habsburg Hanedanı tarafından yönetilmişler.

1918 yılında, I.Dünya Savaşı sona erdiğinde, “Sabor” diye anılan Hırvat Parlamentosu’nun bağımsızlık ilân ettiği ve “Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı” nın kurulduğu görülüyor. Ama bu Krallık kısa sürede “Yugoslav Krallığı” na dönüşerek Sırpların öncelikli olduğu bir devlet halini almış. II.Dünya Savaşı sonrasında ise, Josip Broz Tito’nun önderliğinde Federal Sosyalist Yugoslavya Cumhuriyeti kurulmuş. Zagreb yakınlarında doğan Hırvat kökenli Tito, Moskova karşısında “Bağlantısızlar” hareketine öncülük ederek tarihe geçmiş bir lider.

1980’de Tito’nun ölümünden sonra, Yugoslavya’da yaklaşık 10 yıl süren istikrarsız bir dönem yaşandığı ve sonunda Hırvatistan’ın 1991 yılında bağımsızlığını ilân ettiği herkes tarafından biliniyor. Ancak, bağımsızlık sonrasında, toprak paylaşımı ve etnik grupların hakları konusunda bazı anlaşmazlıkların çıktığı ve Sırpların komutasındaki Yugoslavya ordusunun ve Sırp milislerin Hırvatistan’a saldırdığı da henüz hafızalardan silinmedi. Bu savaş, 1991-1995 yılları arasında, yaklaşık 5 yıl sürmüş, ülkenin ağır hasar görmesine yol açmış ve sonunda Hırvatistan’ın galibiyetiyle sonuçlanmıştı.

Huzur dönemi

Bugün artık Hırvatistan’da demokrasi ve huzur ortamı hüküm sürüyor. 1990 tarihli Hırvat Anayasasının temelinde barış kavramı var. İlk çok partili seçimin 1990 yılında yapıldığı Hırvatistan, 2000 yılına kadar Yarı Başkanlık sistemiyle yönetilmiş. O tarihten bu yana Parlamenter Sistem uygulanıyor.

Hırvat Anayasasına göre, Cumhurbaşkanı halk tarafından 5 yıl için seçiliyor ve en fazla iki dönem görev yapabiliyor. 2010 yılından beri, sosyal demokrat Ivo Josipoviç, ülkenin 3.Cumhurbaşkanı olarak görev başında. Ivo Josipoviç çok yönlü bir siyasi şahsiyet. Zagreb Universitesinin Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ve aynı Üniversitede Ceza Hukuku Profesörlüğü yapmış. Ama, aynı zamanda ünlü bir müzisyen ve besteci kimliği de var. Öğrencilik yıllarında, Zagreb Müzik Akademisi’nden de mezun olan Josipoviç, 1985 yılında “Samba da Camera” adlı eseriyle Avrupa Radyo-Televizyon Birliği(EBU) ödülünü kazanmış. Yaklaşık 50 kadar oda müziği parçası bestelemiş olan Cumhurbaşkanının, şu sıralarda da “John Lennon’un Öldürülmesi” ni konu alan bir opera bestelemekte olduğu biliniyor.

Başbakan ise, Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor ve Meclis tarafından onaylanıyor. Hırvat hükûmetinin yerel adı “Vlada”. 23 Aralık 2011 tarihinden bu yana, Hırvat hükûmetinin başında, Zoran Milanoviç bulunuyor. 46 yaşında olan Milanoviç, bağımsızlık döneminin en genç başbakanı. Zaten, 48 yaş ortalamasıyla, kabinesi de en genç Bakanlar Kurulu. Sosyal Demokrat Partinin Başkanı olan Başbakan Milanoviç de bir hukukçu. Önce Ticaret Mahkemesinde çalışmış, sonra Dışişleri Bakanlığı mensubu olmuş. BM’nin Dağlık Karabağ ile ilgili barış misyonunda görev yapmış. Kariyerinde Dışişleri Bakan Yardımcılığı da olan bu deneyimli diplomat, 2003 yılında siyasete atılmış. Halen, Milanoviç’in Kabinesinde, 4’ü başbakan Yardımcısı olmak üzere 21 bakan görev yapıyor. Bu bakanlardan biri bağımsız, diğerleri 3 ayrı partiye mensup.

Hırvatistan Parlamentosu da, “Sabor” diye adlandırılıyor. Bu, 1918 yılından beri kullanılan geleneksel bir isim. Halen, Sabor’da yasama görevini yürüten 151 milletvekili var. Bunların 140’ı kendi seçim bölgelerinde seçilmiş olanlar. Ayrıca 8 milletvekili azınlık grupları tarafından, 3 milletvekili de yurt dışında yaşayan Hırvatlar tarafından seçilmişler. Sabor üyeleri 4 yıl için seçiliyor. 13 siyasi partinin temsil edildiği Meclis’in halihazırdaki başkanı, Boris Şprem.

Yakında AB üyesi

Hırvatistan, dış politika konusunda aktif bir ülke. BM, Avrupa Konseyi, NATO, Dünya Ticaret Örgütü ve CEFTA üyesi. Akdeniz Birliği’nin de kurucu üyelerinden. AB’ye tam üyelik sürecini Türkiye ile aynı zamanda başlatmış olan Hırvatlar, Avrupa Birliği ile müzakereleri yakın bir geçmişte sonlandırdılar. Şimdi, ülkenin Temmuz 2013 tarihinde birliğe tam üye olması bekleniyor. Yüksek bir yaşam düzeyine sahip olan Hırvatistan’da, halkın kültür düzeyi de yüksek. Okuma-yazma oranının yüzde 98’i geçtiği ülkede 8 üniversite var. 1396’da kurulan Zadar Üniversitesi, ülkenin ilk yüksek öğretim kurumu, 1807 yılında kapanıp 2002’de yeniden açılmış. 1669’da kurulan Zagreb Üniversitesi ise Güneydoğu Avrupa’da eğitimine ara vermeden devam eden en eski üniversite. Hırvatistan bilimsel araştırmaya çok önem verip yeterli kaynak ayıran bir ülke.

Hırvatistan nüfusunun yüzde 90’ını Hırvatlar oluşturuyor. Ülkede, küçük gruplar halinde Sırplar, Boşnaklar, Slovenler, İtalyanlar ve Macarlar gibi topluluklar da var. Doğum oranı dünyanın en düşüklerinden olduğu için, 2050’ye gelindiğinde nüfusun azalmış olacağı hesaplanıyor. Ülkenin yüzde 88’i Katolik, yüzde 4,5’i Ortodoks, Müslümanların oranı ise yüzde 1,5 civarında.

BÜYÜKELÇİ DRAZEN HRASTIC:
Hırvatistan’ın yüzü batıda AB’ye,
doğuda Türkiye’ye dönük

2005 yılında, bir Hırvat diplomat olan Drazen Hrastic, NATO’nun Afganistan Kıdemli Sivil Temsilcisi, eski Türk Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in siyasi danışmanlığına atandığında, NATO böyle önemli bir görev için ilk kez üyesi olmayan bir ülkenin vatandaşını seçmiş oluyordu. Ama, sadece birkaç yıl sonra, Hırvatistan NATO’ya üye olmakla kalmadı aynı zamanda Avrupa Birliğine katılma yoluna da girdi. O sıralar, Drazen Hrastic de, Brüksel’de, ülkesinin NATO nezdindeki Daimi Temsilci Vekilliği görevine getirilmişti. Bu görevinden sonra, Ankara’ya büyükelçi olarak atandı, aynı zamanda Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan, Kırgızistan ve Afganistan’a da akredite edildi. Bu mülakatta Sayın Büyükelçi geçmiş başarıları özetliyor ve Türkiye ile Hırvatistan’ın güçlü ekonomik bağlarına sıcak siyasi ve kültürel ilişkilerin eşlik edeceği bir geleceğe umutla bakıyor.

DİPLOATLAS: Hırvatistan’ı yıllardır barışı inşa etmek ve Batılı kuruluşlara üye olmak için çabalayan bir ülke olarak tanıdık. Şimdi bunların hepsi başarılmış gibi görünüyor…

DRAZEN HRASTIC: Kesinlikle haklısınız. 20 yıldan daha az bir süre önce ülkemde savaş ve karışıklık vardı, ülkenin üçte biri işgal edilmişti. O zamandan bu yana, Hırvatistan güçlü demokratik kurumlar oluşturdu ve ekonomisini geliştirdi. Güvenliği tükenmekte olan bir ülke konumundan, tüm BM, NATO ve AB barış görevlerine ve operasyonlarına katılan, yani güvenliğe katkıda bulunan bir ülke haline geldik. En önemli dış politika hedeflerimiz gerçekleşti. Hırvatistan üç yıl önce NATO’ya üye oldu ve önümüzdeki yılın 1 Temmuz’u itibariyle de AB üyesi olacak. Hırvatistan NATO’yu güvenliğimizin garantörü olan bir değerler topluluğu olarak görüyor. AB de Hırvatistan’ın kendisini daima ait hissettiği bir değerler topluluğudur, ancak yakın zamana kadar çeşitli nedenler yüzünden adaylığımız söz konusu değildi.

DİPLOATLAS: Peki Hırvatistan’ın şimdiki gündemi ne?

DRAZEN HRASTIC: Üye olduktan sonraki gündem, bu kurum ve kuruluşların iyi ve aktif üyelerinden biri haline gelmektir. Ulusal çıkarlarınızı bu kurum ve kuruluşlar bünyesinde devam ettirirsiniz ve aynı zamanda bu kurum ve kuruluşların da çıkarlarını devam ettirirsiniz. Müttefik olmak ortak güvenliğe katkıda bulunmak demektir ve biz de böyle yapacağız. AB’de tüm yeni ülkelerin önemli rolleri olduğunu düşünüyoruz. Hırvatistan ekonomisinin daha da ilerlemesine odaklanmış durumdayız. Aynı zamanda, Hırvatistan dış politikasının temel unsurlarından birisi uzun süreli siyasi istikrara, ekonomik refaha, barışa ve güneydoğu Avrupa’da güçlü devletlerarası ilişkilere katkıda bulunmaktır. Akdeniz ile ilgili konular da Hırvatistan’ın ilgi alanındadır.

DİPLOATLAS: Hırvatistan’ın halâ çok sayıda amacı ve isteği var gibi görünüyor?

DRAZEN HRASTIC: Kesinlikle. Merkezî Avrupa’da siyaset, ekonomi, çevre ve ulaşım gibi alanlarda bir çok işbirliği girişimlerinde bulunuyoruz. Tüm AB ülkelerinin yanı sıra, ABD ile de güçlü ilişkilerimize çok değer veriyoruz. Anayasal hedeflerimizden biri, hiçbir ülkenin iç işlerine karışmadan yurtdışında bulunan ve Hırvatistan ile yaşadıkları ülke arasında önemli bağlar oluşturan Hırvatlara destek olmaktır.

DİPLOATLAS: Türkiye ile Hırvatistan arasındaki ilişkileri nasıl tanımlarsınız?

DRAZEN HRASTIC: Üst düzey ilişki ve ziyaretlerden de anlaşılacağı üzere, siyasi ilişkilerimiz harika gidiyor. Yalnızca geçtiğimiz birkaç aylık süre içerisinde Hırvatistan’ın Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ankara’yı, Türk Başbakan Yarımcısı Beşir Atalay ise Hırvatistan’ı ziyaret etti. İki ülkenin halkları arasındaki ilişkiler de her zamankinden daha sıcak. Türkiye’den her yıl yaklaşık 50.000 turist Hırvatistan’ı ziyaret ediyor. Zagreb ve İstanbul arasında günde iki uçuş var. Dubrovnik ve Split gibi diğer merkezlere de uçuşlar planlanıyor. Hırvatistan’daki Hırvat-Türk Dostluk Derneği Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibi önemli konuklarla üst düzey sanatsal ve edebi etkinlikler gerçekleştirdi. Bir Türk filmleri Festivali yeni sona erdi. Türk dizileri de oldukça popüler. Türk Büyükelçisi, Sinj şehrinin 1715 yılındaki bir Osmanlı kuşatmasına gösterdiği başarılı direnişi anmak üzere düzenlenen, bu yılki “Sinjska Alka” turnuvasını izlemeye geldiğinde on binlerce kişi tarafından alkışlandı.

DİPLOATLAS: Ekonomik ilişkiler nasıl gelişiyor?

DRAZEN HRASTIC: Ben de bundan bahsedecektim. Ekonomik ilişkilerin mevcut durumu her iki taraf için de tatmin edici değil. Buna rağmen giderek daha çok Türk yatırımcı Hırvatistan’a geliyor ve daha küçük ölçekte Hırvat şirketleri de Türkiye’ye geliyor. Zagreb Brüksel’e de İstanbul’a da eşit uzaklıkta ve biz her iki yöne doğru da bakıyoruz. Gelecekte İstanbul ekonomik olarak daha önemli bir rol oynayabilir, çünkü Avrupa’da bize daha yakın böyle bir merkez yok.

DİPLOATLAS: Karşılıklı yatırımlara örnek verebilir misiniz?

DRAZEN HRASTIC: Doğuş Grubu, Orta Dalmaçya kıyılarındaki iki marina da dâhil olmak üzere, yoğun olarak marinalara yatırım yapmaya devam ediyor. Türklerin sahip olduğu tek otel olmasa da, Rixos Oteli Dubrovnik’teki en prestijli yerlerden biri. Süzer Grubu da, geçenlerde bir Hırvat bankasını satın aldı ve Kent Bank’ın şubelerini açıyor. Enerji ve diğer sektörler de yatırımı çekiyor ve çok sayıda niyet beyanı alıyoruz. Hırvatistan açısından, BC Institute Zagreb’in Ankara’da tohum üreten bir firması var ve Türk ve İran pazarında önemli paya sahip. Benzer şirketler İstanbul ve civarında da hizmet veriyor. Hırvat şirketleri genellikle eczacılık, tıbbi araçgereçler, kimyasallar, petrol ürünleri ve hatta gıda alanında aktifler.

DİPLOATLAS: Ne tür bir kültürel işbirliği üzerinde çalışıyorsunuz?

DRAZEN HRASTIC: Nisan ayında TOBB Üniversitesinde “Oris Günleri” başlıklı önemli bir mimari etkinlik gerçekleştirdik. Haziran ayında, bir grup “Capella” şarkıcısını ağırladık ve bu sanatçılar, bir tanesi Ankara kalesinde olmak üzere, çok sayıda küçük konser verdi. Bu Hırvatistan’da çok popüler bir gelenektir. İzmir’deki Dünya Kültür Olimpiyatları ile ilişkili önemli bir etkinlik planlanıyor. Maddi olmayan Hırvat kültürel mirasını da içeren sergiler düzenliyoruz. Bunlar buradaki çalışmalarımızdan bazı örnekler. Hırvatistan’da ise, Türk Uluslararası İşbirliği Ajansından uzmanlar Ilok’taki Türk hamamlarının restorasyonu konusunda danışmanlık yapıyorlar. Hırvatistan’ın bazı bölümleri Osmanlı hâkimiyetinde 162 yıl geçirdi. Dolayısıyla restore edilecek bir mezar ve cami var. Bu tarihi alanları korumak için hem Türkiye ile ve hem de, umuyoruz ki, AB ile birlikte çalışacağız.

DİPLOATLAS:Hırvatistan AB üyesi olduğunda Türk vatandaşlarının Hırvatistan’a girmek için vize alması gerekecek mi?

DRAZEN HRASTIC: Türkiye ve Hırvatistan arasında vize yok ve her iki ülke de bu durumdan oldukça memnun. Ancak AB’ye katıldığımızda bu ulusal bir mesele olmaktan çıkacak. Dolayısıyla önümüzdeki yıl Temmuz itibariyle Türkiye ve AB arasında bir anlaşma yapılmazsa Hırvatistan çok büyük ihtimalle AB vize rejiminin bir gereği olarak Türkiye’ye vize uygulayacak. Bu şekilde olursa, AB içerisinde mümkün olan en serbest vize rejimini uygulayacağız ve vize verme konusunda tüm olanakları kullanacağız.

DİPLOATLAS: Türkiye’nin Hırvatistan ile ilişkilerini önümüzdeki beş ya da on yıl içerisinde nasıl görüyorsunuz?

DRAZEN HRASTIC: Siyasi ilişkiler mümkün olan en yüksek düzeyde olacaktır. Ekonomik bağların da güçlenmesini ve daha çok alanı kapsamasını umuyorum. Hırvatistan’da daha çok Türk yatırımcı ve Türkiye’de daha fazla Hırvat yatırımcı olacak, üçüncü ülkelerde ortak girişimler yapılacaktır. Umarım vize konusunu da hallederiz ve yüz binlerce Türk Hırvatistan’ı, Hırvatlar da Türkiye’yi ziyaret eder. Türklerin yalnızca Dubrovnik ve Zagreb’i değil, Merkezî Dalmaçya’yı ve kuzey bölgelerini de ziyaret etmelerini umuyorum, çünkü keşfedilmeyi bekleyen onca güzel ve ilginç yer var. İnanıyorum ki, hepsi olmasa bile, Hırvatistan’daki Osmanlı kültür alanları restore edilmiş olacaktır ve tüm dünyaya Hırvatistan’ın kültürel mirasının parçası olarak tanıtılacaktır. İzmir EXPO’da çok sayıda Hırvat katılımı görmek istiyorum ve İstanbul Olimpiyat Oyunlarında Hırvatların bir çok madalya almasını bekliyorum.

TARİHİN İZLERİNİ TAŞIYAN MODERN BAŞKENT
ZAGREB

Zagreb, 16.yüzyılda Hırvatistan’ın başkenti olmuş. Tipik ve modern bir Orta Avrupa şehri gibi görünse de, zengin ve çok iyi korunmuş bir kültür mirasına sahip.

Eskiden, bugünkü Zagreb’in olduğu yerde, karşılıklı iki tepe üzerinde, birbirine rakip, biri din ağırlıklı, diğeri ise derebeylik merkezi olan iki küçük kasaba varmış: “Kaptol” ve “Gradec”. Katolik Piskoposluk merkezi olan Kaptol ile, “Kral’a bağlı serbest bir şehir” statüsünde olan Gradec, bugünkü Zagreb’in “Gornji Grad”, yani “Yukarı Şehir” diye adlandırılan bölümünü oluşturuyorlar. Bu iki tepenin eteklerinde ise, “Donji Grad”, yani “Aşağı Şehir” var. Zagreb’in, II.Dünya savaşından sonra inşa edilmiş yeni bölümü ise, iş merkezleri ve modern mimarisi ile farklı bir görsellik sergiliyor.

Sinema dekoru gibi

Zagreb’in Ortaçağ’dan kalan kültür mirasını barındıran Yukarı Şehir’e isterseniz “stube” diye adlandırılan ahşap merdivenlerle, ya da 1890’da yapılmış füniküler ile ulaşabilirsiniz. Şehrin en eski bölümü olan Yukarı Şehir, daracık sokakları ve şirin binalarıyla adeta bir film stüdyosu gibi. Kaptol’ün merkezinde, kuleleri 105 metreye yükselen St. Stephen Katedrali bulunuyor. Katedral 11. yüzyılda inşa edilmiş ama sonraki dönemlerde bir çok onarım görmüş. Halen Hırvatistan’daki en yüksek dinî yapı olma özelliğini taşıyor. Gradec’te ise, diğer kiliselerin arasında, St. Mark kilisesi, rengârenk damıyla hemen dikkat çekiyor. Kilisenin çatısına Hırvatistan’ın ve Zagreb’in armaları işlenmiş. 14. yüzyıl ürünü olan kilise, Zagreb’lilerin de göz bebeği. St. Mark kilisesinin hemen yakınında ise Parlamento binası bulunuyor. Binanın giriş kapısının süslemeleri tam bir sanat eseri. Gradec tepesinin en çekici mekânlarından biri de, hiç kuşkusuz “Zagreb Şehir Müzesi”. Şehrin tarihinin anlatıldığı müzede, kentte yaşamış olan Zagreblilerin eski resimleri de sergileniyor. Ortaçağ havasını hiç kaybetmemiş olan Gradec, bugün sadece Zagreb’in değil, tüm Hırvatistan’ın en iyi korunmuş tarihi merkezlerinden biri.

Aslında, Yukarı Şehir’e çıkmadan önce, Kaptol ve Gradec tepelerini birbirinden ayıran Tkalciceva Sokağı’nda da bir gezinti yapmak lâzım. Özellikle sabahları, doğan güneşin ışıklarını yansıtan pastel renkli cepheli güzel evleriyle harika bir yer burası. Eskiden Medvednica Dağından gelen bir derenin geçtiği Tkalciceva, iki rakip kasaba arasında sınır teşkil ediyormuş. Funikülerin sonundaki Lotrscak Kulesi’ne de, öğle saatlerinde uğramakta fayda var. Her öğleyin bir belediye görevlisi buradan top atışı yapıyor ve etrafa devasa bir barut bulutu yayılıyor.

Aşağı Şehir’in cazibesi

“Donji Grad”, yani Aşağı Şehir, Zagreb’in en canlı ve dinamik bölgesi. Buradaki anıtsal yapıların bir çoğu 19. yüzyılda inşa edilmiş. Bu nedenle, neo-klasik ve neorönesans tarzı binalarla sık sık karşılaşıyorsunuz. Örneğin, Zagreb’e trenle gelenlerin ilk karşılaştığı Gar binası gibi. Bir zamanlar, Paris-İstanbul hattında Şark Ekspresi ile yolculuk edenlerin konakladığı ünlü “Esplanade” oteli de Gar’a yakın bir yerde bulunuyor. Gar’ın karşı tarafında da “Art Pavilion” var. Burası, Hırvatistan’ın ilk büyük sergi salonu.

Aşağı Şehir’in, hatta Zagreb’in merkezi neresidir derseniz, herkes size, Hırvat ulusunun lideri Ban Josip Jelacic’in adını taşıyan “Ban Jelacic Meydanı” nı gösterecektir. Burası bir yaya bölgesi ve teras cafe’leri ile ünlü bir buluşma noktası. Meydanın ortasında, Ban Josip Jelacic’in heykeli var. Heykel, komünist dönemde meydandan kaldırılmış, bağımsızlık sonrasında yeniden eski yerine konulmuş.

Zagreb’i ziyaret edenler için, Strossmayer Sarayı, Botanik bahçesi, Etnoğrafya müzesi ve Teknoloji müzesi de kaçırılmaması gereken yerler. Ban Jelacic Meydanının yanındaki merdivenlerden çıkılınca da, çiçekçilerle başlayan, geniş ve her şeyin bulunabildiği bir pazar yerine ulaşılıyor: Dolac Pazarı. Preradovica ve Bogoviceva meydanları ise, içkinizi yudumlayarak konserleri ve sokak gösterilerini izleyebileceğiniz yerler.

Botanik bahçesinin biraz ötesinde, “Hırvat Ulusal Tiyatrosu” ve “Mimara Müzesi” var. Ulusal Tiyatronun bulunduğu Mareşal Tito Meydanı, Donji Grad’ın en güzel yerlerinden biri. Ünlü heykeltıraş Ivan Mestrovic’in eseri olan ve “Hayatın Kaynağı” olarak adlandırılan bronz çeşme de burada. Ulusal Tiyatro, Zagreb’in en büyük opera ve bale eserlerinin sergilendiği yer. Viyanalı mimarlar tarafından inşa edilmiş. Franz Liszt, Sarah Bernhardt, Richard Strauss, Gerard Philipe gibi bir çok ünlü sanatçı gelip geçmiş buradan.

19.yüzyıla ait binasıyla Mimara Müzesi, daha önce liseymiş. Şimdi, barındırdığı Raphael, Velasquez, Rubens, Rembrandt gibi ressamların eserleriyle ünlü. Ilica Caddesinde bulunan “Naif Sanatlar Müzesi”, 20.yüzyıl öncesinin nadide sanat eserlerini barındıran “Strossmayer Müzesi” ve ünlü Rodin’in öğrencisi olan heykeltıraş Ivan Mestrovic’in atölyesi olan tarihi ev sanatseverlerin ihmal edemeyecekleri diğer mekânlar.

“At nalı”

Zagreb çok canlı, derli toplu ve sevimli bir şehir. Parklar ve yeşil alanlar büyük yer tutuyor. Şehrin “at nalı” şeklindeki planını, 20.yüzyılın başlarında mimar Milan Lenuci tasarlamış. Zagreb tam bir mimari zenginlik ve kültür- sanat şehri. 1 üniversitesi, 10 tiyatrosu, 21 müzesi ve 14 sanat galerisi var. Ayrıca, “çizgi film” konusunda da bir merkez durumunda. Bu işin hem eğitimi veriliyor, hem de her yıl bir uluslararası çizgi film festivali düzenleniyor ve doğal olarak, dünyanın dört bir köşesinden çizgi film sanatçıları burada buluşuyor.

Zagreb’te çok geniş bir tramvay ağı var. Öyle ki, şehrin büyük bölümünü tramvayla gezmek mümkün. Bu gezintilerde ilginç şeylerle de karşılaşılabiliyor. Örneğin şehrin en eski eczanesinin 1355, en eski cafe’sinin de 1825 tarihli olması gibi.

Yaratıcı insanlar olan Hırvatlar, bugün günlük hayatta çok kullandığımız bazı objeleri icat edip, tüm dünyanın kullanımına sunmuşlar. Bunların başında “kravat” geliyor. Zaten “kravat” kelimesi de “Hırvat” sözcüğü ile eş anlamlı. 17. yüzyılda, Fransa Kralının emrindeki Hırvat kökenli paralı askerler, kendilerini diğerlerinden ayırmak için boyunlarına bir eşarp bağlayınca “kravat” doğmuş. Bugün, Zagreb’te, başta ipek olmak üzere her tür kravatı bulmak mümkün.

Günlük hayatta yaygın kullanılan dolmakalemlerin de bir Hırvat icadı olduğunu biliyor muydunuz? Dolmakalemi, 1906 yılında, Slavoljub Penkala adında bir Hırvat, Zagreb’te icat etmiş. Penkala dolmakalemleri, bugün de Zagreb’in her yerinde satılıyor.

Zagreb’te, başka yerlerde artık pek bulunmayan el ürünü objeler bulmanın ve artık yok olmakta olan zanaatkârları keşfetmenin keyfi de yaşanabiliyor. Örneğin, el yapımı şapkalar, şemsiyeler, baharatlı kırmızı kalp şeklinde ekmekler, mumlar, hardal, biberli bisküviler ve yüzde yüz doğal sabunlar gibi. Zagreb’in 33 km batısındaki Samobor köyünde üretilen el yapımı kristalleri de unutmamak lâzım. Özellikle, olağanüstü duruluktaki bardaklar, sürahiler, salata tabakları ve vazolar dikkat çekici. Çoğunun üzerinde de “art nouveau” tarzında motifler bulunuyor.

KUZEY ADRİYATİK
Adalar ve Sahiller

Adriyatik denizinin kuzeyinde, denize doğru uzanan kalp biçimindeki yarımadanın adı İstria. Hemen bitişikteki kara parçası ile Krk, Cres, Pag ve Rab gibi adaların bulunduğu bölge ise Kvarner olarak adlandırılıyor. Akdeniz’in bu biraz gizli kalmış köşesinde, denizin ve tarihin iç içe geçtiği geleneksel bir yaşam tarzı var.

Hırvatistan’ın kuzey kesiminde yer alan İstria ve Kvarner bölgeleri ile bu iki bölgenin arasındaki Kvarner Körfezi’nde bulunan adalar, sahip oldukları sayısız koy ve berrak plajlar sayesinde, ziyaretçilerine hem dinlenme olanakları, hem de, meraklısına yelken, dalış, balık avcılığı, golf ya da paraşüt gibi çeşitli spor seçenekleri sunuyor. Bölgede, denizle iç içe geçen geleneksel hayat biçimi, tarihin izlerini taşıyan taş evler ve gölgeli sokaklar tam bir huzur kaynağı. Teknelerle, hatta küçük uçaklarla bir gezinti yapmadan kesinlikle ayrılmamalı buralardan. Tarihi miras anlamında çok özel bir yere sahip olan Cres Adası, Ortaçağdaki görünümünü halâ koruyan yemyeşil Rab Adası, ünlü Fransisken Manastırı’nın bulunduğu Koşljun adacığı ya da orman patikaları, denizaltı mağaraları ve Avusturya aristokrasisinin harika villaları ile Losinj Adası unutulmayacak güzellikler.

Pula ve Arena’sı

İstria yarımadasının en büyük şehri olan Pula, aslında 60.000 nüfuslu, sevimli ve küçük bir şehir. Roma İmparatorluğu zamanında, İmparator Augustus tarafından kurulmuş. Stratejik konumu nedeniyle her dönem önem taşımış. Korsan saldırılarından yağmaya, veba ve malarya salgınlarına dek başına gelmeyen kalmamış. Bugün dantel gibi kıyıları, füme jambonu, keçi peyniri, sabahlara dek süren gece hayatı, meydanlarındaki sokak gösterileriyle İstria bölgesinin cazibe merkezi.

Hırvatistan’a, Roma İmparatorluğunun bir mirası olan Pula, geçmişin bu kutsal hazinesini çok iyi korumuş. O dönemden kalan yapılar bugün Pula’nın göz bebeği; arkeoloji ve sanat tarihi tutkunları için de bulunmaz bir hazine. Şehir merkezinin her köşesinde kendinizi geçmişte yolculuğa çıkmış gibi hissediyorsunuz. Şehirdeki en göz alıcı yapı olan Arena, M.Ö. 1.yüzyılda yapılmış. Şimdi Pula’nın sembolü ve dünyanın da en büyük ve en güzel arenalarından biri. Bir zamanlar gladyatörlerin kılıç sesleri ile çınlayan elips şeklindeki yapı, 35 metreye varan yüksekliği ve 133 metrelik aksı ile çok etkileyici. Eskiden 24.000 seyirci kapasitesine sahip olan Arena’da artık tiyatro oyunları sergileniyor ve Uluslararası Pula Film Festivali düzenleniyor.

Pula’nın en şirin meydanı olan Forum’da, tarihi yapıların gölgesindeki teras cafe’ler insana keyif veriyor. Meydandan gireceğiniz Sergijevaca Sokağı’nda, 12×6 metre boyutunda göz kamaştırıcı bir Roma mozayığı var. Mutlaka görmek lâzım.

Meydanın karşı tarafındaki Kandlerova Sokağı’ndaki görkemli Katedral ise 13.yüzyılda yapılmış. Buradan Aziz Franje Sokağı’na döndüğünüzde de karşınıza etkileyici bir Fransisken Manastırı çıkıyor. Eğer, dümdüz ilerlerseniz, şehri 16.yüzyıldan beri gözleyen Venedik kalesi Kastel’e giriyorsunuz, hemen yakınında da Roma tiyatrosu bulunuyor. Yola devam edince zengin süslemeleriyle Roma Zafer Takı çıkıyor karşınıza. Laginija Sokağı’na girdiğinizde ise Roma surlarına ve blok taştan yapılmış Herkül Kapısı’na erişiyorsunuz. Dünyanın ilk deniz müzesi de 1870 yılında Pula’da açılmış.

Rijeka

Kvarner bölgesinin merkezi olan Rijeka, hem Hırvatistan’ın en büyük ticaret limanı, hem de, 145.000 nüfusuyla ülkenin üçüncü büyük şehri. Çok güzel ve güneşli kıyılara sahip olsa da, Rijeka turist akınlarının uzağında kalmış, son derece sakin bir yer. Turistler genellikle İstria yarımadasına ya da Kravner Körfezindeki adalara bir an önce ulaşmak için Rijeka’da konaklamadan geçip gidiyorlar ve buradaki gizli güzelliklerin farkına varamıyorlar. Bu nedenle, Rijeka ekonomisi turizmden çok deniz taşımacılığına ve tersanecilik sektörüne dayanıyor.

Oysa, nisbeten ucuz olan bu şehrin gece hayatı çok canlı. Gündüzleri ise, merkezde yayalara ayrılmış bölgede sıralanan cafe’lere, mağazalara uğrayabilir, deniz kenarında huzurlu yürüyüşler yapabilirsiniz. Haftanın yedi günü açık olan pazarlar, 1765’e tarihlenen tiyatro binası, “Notre- Dame de Trsat Kilisesi”, 1632’de kurulan Rijeka Üniversitesi, 500 basamakla çıkılan Trsat Şatosu ve Avrupa’da ilk güdümlü torpidonun üretildiği Torpido Fabrikası şehirdeki görülmesi gereken yerler arasında. 17.yüzyılda yapılmış sevimli bir yapı olan Aziz Vitus kilisesi ise duvarında bir top mermisi taşıyor. Napolyon savaşları sırasında İngilizler tarafından konmuş buraya. Efsaneye göre, Karolina adında bir Hırvat kızı, İngilizlere saldırıları durdurmaları için yalvarmış. Karolina’nın güzelliğinden etkilenen subaylar ateşi kesmişler ve böylece birçok hayat kurtulmuş. O yüzden şehirde Karolina adını taşıyan işletme ve butik sayısı hayli fazla.

Krk adası

Bir köprü ile anakaraya bağlı olan Krk adası, popüler bir turistik güzergâh ve adadan adaya sıçramak için ideal bir nokta. Çok hareketli bir geçmişe sahip olan ada, Ortaçağda piskoposluk merkezi ve asillerin gözdesiymiş. Hırvat kültürünün önemli noktalarından olan Krk, artık yok olan Dalmaçya dilinin de son sığınağı olmuş.

18 bin nüfuslu Krk şehrinin Venedik stilinde inşa edilmiş tarihi merkezi surlarla çevrili. Şehrin birbirini kesen daracık sokakları eski zamanların havasını sürdürüyor. Sevimli cafe’ler, dip dibe çiçekli evler, şarap mahzenleri ve muhteşem bir doğa… Bugün kültür merkezi olarak kullanılan Frankopanski Şatosu ile 5.yüzyılda yapılmış muhteşem Krk Katedrali şehrin iki sembolü.

Krk’ın aromatik otlarla beslenen kuzuları, asmaları ve şarabı çok meşhur. Örneğin, Vrbnicka Zlahtina, Krk’in keçi peynirlerine çok yakışan kaliteli bir beyaz sek şarap. Ama, en meşhur peynirlerin Pag adasında yapıldığını da ekleyelim.

AKDENİZ’İN SEVİMLİ YÜZÜ
DALMAÇYA

Hırvatistan’ın kıyı bölgesi Dalmaçya, kuzey batıda Pag Adası’ndan güney doğuda Kotor Koyu’na kadar Adriyatik boyunca uzanıyor. Yaklaşık 350 km uzunluğundaki bu sahil, çam ağaçlarının gölgesinde uzanan plajlarla ve irili ufaklı yemyeşil adalarla dolu.

Hırvatistan’ın Dalmaçya kıyıları, doğanın çok cömert davrandığı bir bölge. Çam ağaçlarının tepelerden deniz kıyısına kadar indiği, denizin de pırıl pırıl olduğu bu sahil şeridinde, şehirlerin dokusu da doğa ile inanılmaz bir uyum içinde. Ülkenin en çok turist çeken şehirleri olan Zadar, Şibenik, Split ve Dubrovnik, Dinar Alpleri ile deniz arasında uzanan, ortalama 60 km genişliğindeki bu bölgede sıralanmışlar. Kıyı boyunca Adriyatik’de birbirini izleyen yüzlerce adayı da hesaba katınca, Dalmaçya’nın nasıl bir tatil cenneti olduğunu anlamak zor olmuyor.

Zadar

Dalmaçya’nın kuzeyinde, 80.000 nüfuslu Zadar, müthiş güzellikteki doğası, geç saatlere kadar açık ve her daim dolu cafe’leri ve çok keyifli yazları ile Akdeniz’in coşkusunu hissedeceğiniz bir yer. Eski şehrin daracık sokaklarında bir tarihi zenginlik yatıyor. Bizans döneminde, Dalmaçya’nın başkentiymiş. O dönemde, Venedik’le rekabet edebilecek kadar zengin olan bu şehir, bugün “Hırvat kültürünün doğduğu yer” olarak tanımlanıyor. Örneğin, Hırvat dilindeki ilk kitap burada yazılmış, Hırvatça ilk gazete de burada basılmış.

Zadar’ın 3000 yıllık bir tarihî geçmişi var. Bu nedenle zengin bir kültür mirasına sahip. Örneğin, dünyanın en küçük katedrali, Zadar yakınlarındaki Nin kasabasında bulunuyor. Zadar’ın kalbi sayılan Narodni Meydanı her zaman canlı bir yer. Meydanı süsleyen görkemli binalar birbirinden şirin. Ortaçağda Avrupa’nın her yerinden hacıların geldiği Aziz Simun Kilisesi, beyaz ve aşı boyası renkli cephesiyle çok sade gibi görünse de gerçek bir hazineyi, Aziz Simun’a ait kutsal bir emanet sandığını barındırıyor. Zadar’ın en ilginç yapısı olan Aziz Donat Kilisesi ise, Ortaçağda Hırvatistan’ın en büyük kutsal yapısıymış. Yuvarlak biçimi, Dalmaçya’daki Bizans mimarisinin tipik bir örneği. Kilisenin iç kısmındaki sadelik şaşırtıcı boyutlarda. Mükemmel akustiği nedeniyle artık konser salonu olarak kullanılıyor. Hemen yanındaki Sveta Stosija Katedrali’nin dış cephesi, Hırvatistan’daki Roma sanatı örneklerinin en güzellerinden. Heykellerle çevrelenmiş, çiçek motifleri ve hayvan figürleriyle bezeli, gotik etkili giriş kapıları da hayli dikkat çekici.

Şehrin, geceleri ışıklandırılan, mükemmel korunmuş kalesi Osmanlı tehdidine karşı koymak için Venedikliler tarafından yapılmış. Surlarda, şehrin en güzel görüntüleri eşliğinde gezilebiliyor. Eski şehre yürüyerek yarım saat uzaklıkta, genellikle çakıllı, sevimli küçük plajlar var.

Şibenik

Krka ırmağının Adriyatik Denizi’ne dökülen bölümünde bulunan bu tarihi Orta Dalmaçya şehri, kısa bir dönem Hırvat Krallığının başkentliğini yapmış. Eski şehrin daracık sokaklarında dolaşırken karşınıza sevimli meydanlar, şirin cafe’ler ya da tavernalar çıkıyor. Geceleri çok hareketli olan bu sokaklar, yazın müzikle çınlıyor. Yüzmek için genellikle inci gibi dizilmiş komşu adalara gidiliyor. Zaten, burası yat gezintileri için bir cennet. Kıyıya yakın 240 kadar ada var ve her biri kendine has özelliklere sahip. Eğer mercan toplulukları görmek istiyorsanız Zlarin adasına, sünger avcılarını görmek istiyorsanız Krapanj adasına gitmelisiniz. Açık deniz gezintisi için en ideal yer ise, Kornati takımadaları.

Rönesans dönemi hayli iz bırakmış Şibenik’te; özellikle de güzelliği ve ahengiyle UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Aziz Jakov Katedrali. Yapımı, Venedik ve Dalmaçyalı ustalarla 100 yıldan fazla sürmüş. Katedralin hemen yakınındaki Dükler Sarayı bugün müze, Belediye binası ise kartpostalları süsleyen şık bir yapı.

Split

Dalmaçya’nın merkezinde bulunan Split, 300.000 nüfusuyla ülkenin ikinci büyük şehri. Tarihi zenginliği, kültürel hayatı, denizi ve stratejik önem taşıyan limanıyla çok cazip. Dalmaçya adaları için de başlıca hareket noktası burası. Slav ruhu taşısa da, yaşam biçimi Latin olan şehir, birçok Venedik stili sıra dışı yapı barındırıyor. Brace Radic ve Narodni Meydanları ile çevresinde Ortaçağla 20.yüzyıl arasındaki farklı mimari akımların örneklerine rastlayabilirsiniz. Örneğin 15.yüzyılda yapılmış kemerli bir binaya 19.yüzyılda eklenmiş bir kat insanı şaşırtıyor.

Split, lavanta kokulu, arnavut kaldırımı döşenmiş daracık sokakları, cafe-barları, kesme taştan şirin evleri, çamaşır iplerinden sarkan çamaşırları, her köşede karşınıza çıkan çocukları ve kedileriyle cıvıl cıvıl bir kent. Sahil şeridi boyunca palmiye ağaçlarının gölgesinde kiraz likörü ya da soğuk bir Hırvat birası yudumlayarak soluklanmanın keyfi de bambaşka.

Diokles Sarayı etrafında şekillenen Split, 1700 yaşındaki bu devasa saray ve Aziz Domnius Katedrali ile Dünya Kültür Mirası listesinde. Split’in kurucusu olan Roma İmparatoru Diokles’in, yaptırdığı surlarla çevrili sarayın bahçesinde hamam, kütüphane, muhteşem bir Jupiter tapınağı, katedral, Grigogno-Cipci Sarayı ve bir de kışla var. İmparator hiç masraftan kaçınmamış, mermerler Yunanistan ve İtalya’dan, sütunlar ve sfenksler Mısır’dan gelmiş. Saray alanı bugün mağazalar, cafe’ler, restoranlar ve işyerleriyle şehrin doğal bir parçası olmuş ve denize bakan kısmı da limana açılıyor. Sarayın kalbi Sütunlu İç Avlu çok canlı ve sevimli bir yer. Diokles’in mozolesi, şehrin koruyucusu Aziz Domnius’a adanan bir katedrale dönüşmüş. Sekizgen biçimli katedral Roma stili ve hristiyan süslemeler karışımı melez bir anıt. Çan kulesinden Split’in muhteşem manzarası izlenebilir. Zarif oymalı ana giriş kapısı çok güzel, ahşap heykellerin inceliği de hayli göz doldurucu.

İLK GÖRÜŞTE AŞK
DUBROVNİK

Dalmaçya sahillerinin en popüler tatil güzergâhı olan Dubrovnik ve çevresi, gerçekten de insanın aklını başından alacak güzellikte bir yer. Bir yandan Ortaçağın izlerini bugüne taşırken, bir yandan da muhteşem bir doğayı ziyaretçilerine sunan Dubrovnik ve hemen yanıbaşındaki yüzlerce ada, turistler için bir çekim merkezi olmayı fazlasıyla hak ediyor.

Hırvatistan’ın güney kesimindeki en önemli turizm merkezi olan Dubrovnik, ziyaretçilerinin genellikle ilk görüşte aşık olduğu bir kent. Yaklaşık 50.000 nüfusun yaşadığı bu küçük şehrin, eskiden bağımsız bir cumhuriyet olduğunu öğrenenler biraz şaşırıyor. Gerçekten de, “Dubrovnik Cumhuriyeti” veya diğer adıyla “Ragusa Cumhuriyeti”, 14.yüzyıldan 19.yüzyıl başlarına dek burada hüküm sürmüş, dönemin çok güçlü Venedik Cumhuriyeti ile rekabete girmiş, 16.yüzyılda refah seviyesi ve gücü en yüksek düzeye çıkmış bir şehir-devlet. Osmanlı İmparatorluğu ile de iyi ilişkiler içinde olmuşlar ve Osmanlı tarafından korunmuşlardır. O dönemde Cumhuriyet’in nüfusu 30.000 kişiymiş ve bunun 5.000’i bugünkü şehir surlarının içinde oturuyormuş. 1808 yılında, Fransa İmparatoru Napolyon, Dubrovnik Cumhuriyeti’nin varlığına son vermiş.

Stari Grad

Dubrovnik’in surlar içinde kalan ve Ortaçağ’dan bu yana çok iyi korunmuş olan bölümüne “Stari Grad” yani “Eski Şehir” deniyor. UNESCOKültür Mirası listesinde yer alan Stari Grad, Dubrovnik’in kalbi gibi. Hemen deniz kıyısından yükselen surların içindeki bu eski şehir bir masal dünyasını andırıyor: taş binalar, küçük meydanlar, dar geçitler, zarif mermer çeşmeler, dapdaracık sokaklar, merdivenler, ışıl ışıl cafe’ler, restoranlar, sokak çalgıcıları, neşe dolu yaz festivalleri ve bir turist seli. Araçların girmediği bu bölge adeta bir açık hava müzesi gibi ve her yer tertemiz.

Eski şehrin ana caddesi olan Stradun, eskiden bir su kanalıymış. Bugün, cadde boyunca karşılıklı Gotik ve Barok tarzı, çatıları kırmızı kiremit kaplı yapılar sıralanıyor. Caddenin bir ucunda görkemli Onofrio çeşmesi, karşı ucunda ise Luza meydanı var. Buraya Loggia meydanı da deniyor. Luza meydanı, hem turistlerin buluşma yeri, hem de ünlü Dubrovnik Yaz Festivali’nin yapıldığı yer.

Stari Grad’a, şehrin ana girişi olan Pile kapısından giriliyor. Eskiden, bu kapı her akşam kapanır, anahtarı da prense teslim edilirmiş. Avrupa’nın en eski üçüncü ecza merkezi olan Fransisken Manastırı da burada bulunuyor ve 1391’den beri aktif durumda. Luza Meydanı’na açılan bir sokakta bulunan Dominiken Manastırı ise zengin tablo koleksiyonu ile tanınıyor. Binanın dış cephesi ağırbaşlı bir sadeliğe sahip ama, çan kulesi mimari stillerin çakışması nedeniyle dikkat çekici: alt kısmı Roma, orta kısım Gotik, tepe tamamen Barok.

İlginç binalarla çevrili sevimli Luza meydanının mimari zenginliği göz kamaştırıyor. Luza’nın güney kısmında yer alan kare biçimli, kubbeli, harikulade Aziz Vlaho Kilisesi’nin iç kısmı süslemeleriyle dikkat çekiyor. Karşısındaki görkemli ve zarif Sponza Sarayı ise bugün şehir arşivlerini ve cumhuriyetin altın rezervlerini barındırıyor.

Zudioska sokağında ise, dünyanın en eski sinagoglarından Dubrovnik Sinagogu var; Prag’takinden sonra Avrupa’nın en eskisi. İlk Sefarad topluluğunun merkezi olarak kabul ediliyor. İç dekorasyonu hayranlık uyandıran sinagog çok özel tarihî ve dinî belgeleriyle değeri ölçülemeyen bir zenginliğe sahip. Aziz Dominika Sokağında da, muhteşem bir Gotik-Rönesans tarzı örneği olan ve Tarih Müzesini de barındıran Valilik Sarayı var. Buraya “Rector Sarayı” da deniliyor. Revaklı iç avlusu ve dantel gibi işlenmiş korkuluklara sahip merdiveniyle dikkat çekici bir yapı.

Eskiden buğday deposu olan Etnoğrafya Müzesi, Dubrovnik’in denizle bağını anlatan Denizcilik Müzesi ve 1990’dan beri dünyada yaşanan bütün büyük çatışmaları ve yarattığı yıkımı anlatan, benzeri olmayan Savaş Fotoğrafları Müzesi de ilginizi çekebilir.

Dubrovnik’te, şehri çevreleyen surların üzerinde dolaşmak da mümkün. Burada, Dubrovnik’in ve Adriyatik’in muhteşem manzarası ile karşılaşıyorsunuz. Bugüne kalan surlar 2 km uzunluğunda, kalınlığı deniz tarafında 1.50 metreden başlıyor, stratejik noktalarda 6 metreye ulaşıyor, yüksekliği de bazı yerlerde 25 metreye varıyor.

Korcula adası

Dubrovnik civarındaki adaların en büyüğü olan Korcula Adası, aynı zamanda Hırvatistan’ın en ağaçlıklı adası. 7- 8 km genişliğinde ve 47 km uzunluğunda olan adanın yüzde 61’i ormanlarla ya da koruluklarla kaplı. Sakin plajları, korunaklı doğal limanları, küçük koyları, etraftaki küçücük adaları, yemyeşil vadileri, terapiye uygun çamurları, yüzyıllık asmalar, turunçgiller ve zeytin ağaçlarıyla çevrili masal gibi köyleriyle şaşırtıcı bir manzara çeşitliliğine sahip olan adanın kıyılarında yunuslarla birlikte yüzebilirsiniz.

Adanın merkezi olan Korcula şehri de gerçek bir açık hava müzesine benziyor. Burada bulunan ve M.Ö.4.yüzyıla tarihlenen bir dikili taş, Hırvatistan’ın en eski anıtı olarak biliniyor. Dubrovnik’e çok yakın olmasına rağmen, 14-16 yüzyıllarda Venedik Devletinin parçası olan Korcula, mimari açıdan bütün dönemlerin, bütün stillerin eserlerini barındırıyor. Aslında, burası da, beyaz taştan yuvarlak burçları, sağlam surları, denize nazır kırmızı çatılı evleri, çiçekli avluları ve kiliseleriyle tipik bir Ortaçağ şehri. Binaların çoğu 15.yüzyıldan kalma ve genelde Gotik stilde. Geometrik sokaklar, yazın batı rüzgarını alacak, kışın da kuzeyden gelen soğuk rüzgarı kesecek şekilde düzenlenmiş. Yazın bunaltıcı sıcağında püfür püfür esiyor daracık sokaklar. Bugün Şehir Müzesi olan Gabrielis Sarayı, 16.yüzyılda şehrin zenginlerinden Gabrielis ailesine aitmiş. Ama, adanın en turistik mekânı, ünlü gezgin ve yazar Marco Polo’nun 1254’te doğduğu ev. Korcula’lılar Marco Polo ile hemşehri olmanın gururunu bugün de sürdürüyorlar.

Zaten, Korcula’lılar geleneklerine ve kendilerine kalan kültür mirasına çok sadık bir topluluk. Her sene, şehir sokaklarında, Ortaçağ’dan kalma “Moreşka” şenlikleri düzenleniyor. Çok özel giysiler ve danslarıyla folklor gösterileri göz kamaştırıyor. Adanın en meşhur ürünleri, sızma zeytinyağı ve şarap. Korcula, ayrıca, taş ustaları, taş işçiliği ve tersaneleriyle ünlüymüş. Taş işçiliği gözden düşüp, gemi yapımcılığı da gerileyince, bir dönem dalga dalga göçler yaşanmış. Ama sonra turizm adanın imdadına yetişmiş; Bugün Korcula yaklaşık 20.000 nüfusuyla Hırvatistan’ın en kalabalık adası.

Mljet

Korcula ile Dubrovnik arasında bulunan huzur adası Mljet’in genişliği 3, uzunluğu 37 km. Bazılarına göre, burası dünyanın en güzel 10 adasından biri. Özellikle iki tuzlu lagünün süslediği Mljet Milli Parkı çok popüler. Malo Jezero (Küçük Göl) ve Veliko Jezero (Büyük Göl) adını taşıyan bu iki lagün çok dar bir boğazla birbirine bağlı. Veliko Jezero’nun ortasındaki adacıkta bulunan 12.yüzyıl yapımı “Santa Maria Manastırı” bugün UNESCO Dünya Mirası Listesinde. Mljet adasında bitkiler çok gür ve inanılmaz bir bio-çeşitlilik var.

Adanın antik dönemdeki adı “Melita”ymış. Eski yunancada “bal adası” anlamına geliyor. “Odysseia Destanı” nda adı geçen, gizemli Tanrıça Kalipso’nun yaşadığı ıssız ada Ogygia’nın bugünkü Mljet olduğu söyleniyor. Efsaneye göre Tanrıça Kalipso, kahraman Odyssee’yi yedi yıl boyunca bu cennet adada rehin tutmuş. Ulysse Mağarası bugün de tarih tutkunlarının çok ilgisini çekiyor.

VERİMLİ TOPRAKLAR
SLAVONYA

Hırvatistan’ın kuzey doğusundaki Slavonya bölgesi, adeta ülkenin tahıl ambarı gibi. Burası, kıyıların hareketliliğinden uzak, bambaşka bir dünya. Verimli toprakların getirdiği zenginlik ve huzur her yerde karşınıza çıkıyor.

Slavonya, Hırvatistan’ın diğer bölgelerinden çok farklı görünen, Akdeniz’le değil, Orta Avrupa ile bütünleşen bir yer. Kuzeyinde Drava, güneyinde Sava, doğusunda da Tuna nehirleriyle çevrili. Verimli topraklarıyla ünlü bu tarihi bölgede yazın tarlalar altın gibi parlıyor. Osijek ve Slavonski Brod, bölgenin en önemli yerleşim birimleri.

OSİJEK

Slavonya bölgesinin merkezi olan Osijek, ülkenin en doğusunda, Macaristan sınırına 30, Sırbistan sınırına da sadece 20 km uzaklıkta. Zengin tarihi çok eskilere giden Osijek, Hırvatistan’ın dördüncü büyük şehri. Nüfusu yaklaşık 110.000 civarında.

1526-1687 yılları arasında “Ösek” diye anılan bir Osmanlı şehriymiş. Kanuni Sultan Süleyman zamanında, buradaki bataklık arazi üzerinde ulaşımı kolaylaştırmak için 8 km uzunluğunda bir tahta köprü yapılmış. O zamanın bir dünya harikası olan köprü 1664 yılında yanıp kül olmuş ama Hırvatların hafızasından halâ silinmemiş.

Osijek, 1687’den sonra Avusturya-Macaristan hakimiyetine girmiş. Şehrin eski mahalleleri ve parklar bugün de bu kültürün izlerini taşıyor. Tvrdja diye anılan kale ve içindeki eski binalar, Slavonya’daki barok dönem yapılarının en güzelleri. 1712 yılında, inşa edilen kalenin en ilginç tarafı, askerlerle sivillerin birlikte yaşamalarına imkân verecek biçimde tasarlanmış olması. Surların içinde, askerlerin faaliyetlerinin yanı sıra, sivil halkın normal günlük yaşamı da sürüp gidiyormuş. Askerlerin kışlası, bugün Osijek Üniversitesi ve Slavonya Müzesi olarak hizmet veriyor.

Şehrin ana meydanı sayılan Ante Starcevic Meydanı, kocaman sütunları, sokak fenerleri, çeşmeleri, karargahı ve nöbetçi kulesi kemerleri ile göz alıcı bir tablo oluşturuyor. Hemen yanında, St.Peter ve Paul Katedrali var. 19.yüzyıl tarihli katedral, devasa bir Neo-Roma yapısı. İki çan kulesi 84 m yükseklikte, anıtsal bir cephesi olsa da zarif bir mihrabı var. Osijek’in en gösterişli mahallesini kaleye bağlayan caddede de, 20.yüzyıl başındaki zengin tüccarlara ait çok abartılı cephesi olan binalar, “art nouveau” ya da “neo–Rönesans” stildeki kemerli balkonları, seramikleri ve sütunlarıyla sağlı sollu sıralanıyor.

Kale surları boyunca uzanan Drava nehrinin kıyısındaki yürüyüş yolu, hem güzel, hem de Hırvatistan’ın en meşhur nehir kenarı yollarından. Bir kısmı Kral Tomislav Parkı’ndan geçiyor, plaj ve kış limanına dek gidiyor. Büyük bir park olan Tomislav, İngiliz ve Fransız stili karışımı, Albay Parkı olarak da anılıyor. Drava kıyısında her türlü su sporunu yapmak mümkün. Osijek’in, nehir taşımacılığı açısından önemli bir konumu olduğunu ve ülkenin iç kesimlerinde olmasına rağmen, Hırvatistan’ın önde gelen limanlarından sayıldığını da, unutmadan belirtelim.

SLAVONSKİ BROD

Slavonya bölgesinin’nın ikinci büyük kenti olan Slavonski Brod, Sava nehri kıyısında, Bosna-Hersek sınırına bitişik bir noktada yer alıyor. Avrupa’nın en önemli yollarının kavşağında yer aldığı için, Türkiye’den Avrupa’ya karayolu ile seyahat edenlerin çoğu da bu şehirden geçiyor.

Slavonski Brod’un Habsburglar döneminde inşa edilen kalesi zamanının en büyük şatosuymuş. Mimari tasarımı Prens Eugen tarafından yapılan kale, bugün müze ve Belediye binası olarak hizmet veriyor. Şehirdeki mavi-beyaz Fransisken Manastırı Slavonya’nın en göz alıcı barok yapılarından. Şehrin etrafı da çok değişik bir atmosfere sahip. Av alanı olarak kullanılan bu alanda konukların rahatı için özel evler bile tahsis edilmiş.

ve VARAZDİN..

“Barok’un Başkenti” olarak anıla Varazdin, bir Slavonya kenti değil. Daha batıda, Hırvatistan’ın kuzeyinde, Zagreb’e 80 km uzaklıkta yer alıyor. 50.000 nüfuslu Varazdin, eskiden Kuzey Hırvatistan Dükalığı’nın merkeziymiş. 1767’de, Hırvat Parlamentosu Sabor, burada toplanmış ama Varazdin’in başkentliği ancak birkaç yıl sürmüş. 1776’da şehrin üçte ikisi yangınla yok olunca Meclis Zagreb’e geri dönmüş.

Mucizevi şekilde, II.Dünya savaşının ve Hırvatistan savaşının (1991-1995) uzağında kalma şansı yakalayan Varazdin’in muhteşem yapıları, ne mutlu ki, halâ ayakta. Çok sevimli bu eski başkentte kültürel ve sanatsal yaşam bütün canlılığıyla sürüyor. Barok sanatı ve müzik geleneği şehrin yaşamında çok özel bir yer tutuyor. Ünlü “Sonbahar Barok Akşamları” Festivaline dünyaca meşhur müzisyenler geliyor. Barok müzik ve kültürü adına 1971’den beri düzenlenen bu festivali anmadan Hırvatistan’da barok müzikten söz etmek zor. Varazdin Barok Akşamları, Orta Avrupa kültürünün seçkin bir örneği.

Varazdin Orta Avrupa’nın çok iyi korunmuş, en eski ve en güzel barok şehirlerinden biri ve insanda hayranlık uyandıran klasik, barok ve rokoko saraylara sahip. Şehrin Fransisken Meydanı pek güzel örnekler barındırıyor: bugün müze olan Herzer Sarayı, çok beğenilen “rokoko” cephesiyle Patacic Sarayı, balkonları ve sütunlarıyla Jupanie Sarayı, muhteşem iç dekoruyla Fransisken kilisesi, Ritz ailesinin konağı ya da Cafe Korzo gibi.

Sonradan saraya dönüştürülen kale, kaleden çok şato’ya benziyor. Üstü kırmızı kiremitlerle örtülü Rönesans stili beyaz yapı bir parkın ortasında ve şehre açılır kapanır köprü ile bağlı. Avrupa’nın en eskilerinden olan Belediye binası ve klasik Viyana stilindeki Ulusal Tiyatro görülmesi gereken diğer yapılar. 17.yüzyıl tarihli Katedral eskiden Cizvit kilisesiymiş, 1957’de piskoposluk merkezi bir katedrale dönüşmüş. İç kısmı çok aydınlık ve güzel. Çevre konusuna gösterdiği özen ve yeşil alanlarıyla tanınan Varazdin, “bisiklet şehri” olarak da anılıyor.

SAĞLAM BİR EKONOMİ

Hırvat ekonomisinde en büyük pay Hizmet Sektörüne ait. Bu da son derece doğal, çünkü, sadece turizm alanında, Hırvatlar her yıl kendi nüfuslarının yaklaşık 3 katı kadar turist ağırlıyorlar.

Eski Federal Yugoslavya’nın en güçlü iki ekonomisinden biri olan Hırvatistan, bugün yine, komşusu Slovenya ile birlikte, Balkanlar’ın en gelişmiş iki ekonomisinden biri. Oysa, 1990’lı yıllarda, yani bağımsızlık sonrasında, sosyalist ekonomiden serbest pazar ekonomisine geçiş sürecinde sıkıntılar yaşanmış, politik karışıklıklar ve savaşla gelen yıkım da ekonomiye büyük zararlar vermişti. Bütün bunlara rağmen, Hırvatistan çok geniş kapsamlı bir yeniden yapılanma programını başarıyla hayata geçirerek bu günlere gelmiş bulunuyor.

Bugün, Hırvatistan, Avrupa’nın güçlü ekonomilerinden sayılıyor ve 2013 yılında onaylanmasına kesin gözüyle bakılan AB üyeliğinin ardından, ülkede bir dış yatırım patlaması olacağı tahmin ediliyor.

Ekonomik sektörler

Hırvatistan ekonomisinde en büyük pay hizmet sektörüne ait. Öyle ki, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın %65’i bu sektörden sağlanıyor. Hizmet sektörünün lokomotifi ise, turizm. Hırvatistan, yılda 10 milyonu aşkın turist ağırlıyor. Üstelik, sadece yaz sezonunda değil, diğer mevsimlere de dağılan bir turizm potansiyeli var. Zaten, dünyadaki ilk 20 turizm ülkesi arasında yer alıyor. Kış sporları imkanı, çeşitli festivaller, Millî Parklar ve rafting ya da trekking gibi macera sporları ülkeyi çekici kılıyor.

Sahillerinin uzunluğu 1778 km olan Hırvatistan’da, özellikle deniz turizmi çok önemli. Ülkede, 15.000 tekne kapasiteli 50 kadar marina var. Kirlenmemiş doğası ve 100’ü aşkın mavi bayraklı plajı, ülke için büyük bir avantaj. Turistik tesisler de genellikle çok kaliteli. Yatak kapasitesinin %95’i Adriyatik kıyısındaki tesislerde bulunuyor.

Bankacılık ve finans sektörünün güvenli ve canlı olduğu Hırvatistan’da, ulaştırma ve inşaat sektörlerinde de son dönemde bir çok gelişme kaydedildiği uzman ekonomistlerin ortak görüşü.

Sanayi sektörünün Hırvat ekonomisindeki payı ise, yüzde 25. Sanayi alanında, özellikle İstria bölgesindeki tersaneler uluslararası bir üne sahip. İnşa edilen gemiler genellikle ihraç ediliyor. Hırvatistan’da, ayrıca tekstil, dericilik, kimyasal ve plastik ürünler, kağıt ve baskı malzemeleri, elektrikli ve optik aletler sanayi sektöründe önde geliyor. Bir de, ihracatta önemli yer tutan gelişmiş gıda endüstrisi var. Özellikle organik gıdalar öncelikle AB ülkelerine ihraç ediliyor. Hırvat ekonomisinde yüzde 6’lık bir paya sahip olan tarım sektörü de, daha ziyade tahıl üretimine, zeytinciliğe ve bağcılığa dayanıyor. Lavantanın da çok özel bir yeri var. Ayrıca hayvan yetiştiriciliği de oldukça yaygın. Bu arada, “Helal” sertifikalı pek çok gıda maddesinin üretildiğini de unutmadan, ekleyelim.

Beklentiler

Hırvatistan’da yabancı yatırımlar için gayet uygun bir zemin ve garantiler var, kârın serbest transferinde de sınırlama yok. Yabancı sermayeyi çekmek için ek teşvikler ve vergi muafiyetleri öngören düzenlemeler yapılmış. Dolayısıyla yabancı sermaye yatırımlarında dikkate değer bir artış söz konusu. 1993- 2008 döneminde ülkeye 20.6 Milyar Euro’luk doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapılmış. Önümüzde dönemde, artışın daha hızlı sürmesi bekleniyor.

Bu beklentide, AB üyeliğinin önemli bir etkisinin olacağına da kesin gözüyle bakılıyor. Bilindiği gibi, Hırvatistan’ın AB üyeliğinin 1 Temmuz 2013’te gerçekleşmesi öngörülüyor. Bu tarihten sonra Hırvatistan yapılanmaya yönelik önemli mali destekler alacak. Bu fırsat, bir yandan bazı finansal sorunların aşılmasında büyük avantaj sağlarken, bir yandan da dış yatırımları önemli ölçüde cesaretlendirecek.

2000’li yıllar boyunca Hırvatistan istikrarlı biçimde yıllık yüzde 4-6 oranında bir büyüme yaşamış. 2011 verilerine göre, kişi başına düşen milli gelir yaklaşık 18.000 $. 2012-2015 için yıllık ortalama büyüme beklentisi ise yüzde 2,9.

HVAR ADASINDA
Lavanta Kokuları

Dalmaçya kıyılarındaki Hvar adası, Lavanta çiçekleriyle ünlü. Adada yaygın olarak yetiştirilen lavanta, sadece Hvar’ın değil, bütün Hırvatistan’ın simgelerinden biri.

Mavi, eflatun, mor çiçekleriyle, lavanta, kökeni Akdeniz olan bir bitki. Mis gibi kokusu sakinleştirici ve dinlendirici bir etki yaratıyor. Kurutularak muhafaza edildiğinde her yeri çok hoş bir koku kaplıyor. Bu kokunun strese ve baş ağrısına iyi geldiği, bağışıklık sistemini de güçlendirdiği kanısı bir hayli yaygın. Ayrıca, dolap giysilerini de böceklerden koruduğu söyleniyor.

Faydalı bir çiçek

Hvar adasında yoğun olarak yetiştirilen Lavanta, Avrupa’nın diğer yerlerinde üretilen lavantalardan daha kaliteli. Zaten, üretim ekolojik olarak yapılıyor, çiçeğin ekimi de toplanması da, makine kullanmadan, el ile gerçekleşiyor.

Lavantadan, parfüm yapımında kullanılan esans yağı elde edildiğini söylemeye gerek yok. Ama, mis gibi kokan sabunlar da üretiliyor. Ayrıca, kurutulmuş lavanta çiçekleri Hırvatistan’da bir hatıra objesine de dönüşmüş. Rengârenk küçük torbalar içinde, Hırvatistan’ın her yerinde satılan kurutulmuş lavanta çiçekleri herkesin çok beğendiği bir hatıra ya da hediye olarak dünyayı dolaşıyor.

Hvar Adası

Uçsuz bucaksız lavanta tarlalarıyla tanınan Hvar, orta Dalmaçya kıyılarından yaklaşık 6 km uzaklıkta. Sokakları lavanta kokan bu muhteşem Dalmaçya adası, son zamanlarda çok popüler bir turistik güzergâha da dönüşmüş ve artık dünya jet sosyetesinin gözde uğrak yeri olmuş. Şehrin her yerinde kadınlar hediyelik eşya olarak keselerde ya da kutularda kurutulmuş lavanta satıyor.

11.000 nüfuslu Hvar şehri, kocaman meydanı ve meydanı çevreleyen göz alıcı restoranları ve cafe’leriyle çok sevimli görünüyor. Burada, geçmişe tanıklık eden çok sayıda nadide anıt var: 15.yüzyıla tarihlenen ve içinde bir sanat galerisini barındıran Fransisken Manastırı, barok üsluptaki 16.yüzyıldan kalma görkemli katedral, Avrupa’nın en eski tiyatrosu, balıkçılığın serüvenini anlatan Balıkçı Müzesi gibi. Hvar kalesi 1571’de Osmanlı donanması saldırdığında halkın sığınağı olmuş. Daracık sokaklardan, dik merdivenlerden tırmanarak ulaşılan kalenin manzarası olağanüstü. Ada ayaklarınızın altında.

Akşam ışıklarıyla koylar ve liman kıpır kıpır oluyor. Hızlı gece hayatıyla da ünlü olan Hvar’da yaz geceleri boş masa bulmak zor. En güzel yatları ağırlayan limanda denize sıfır birçok bar ve disko var. Mutfak daha çok deniz ürünleri ağırlıklı. Hvar’ın ana geçim kaynakları turizm ve balıkçılık. Bu nedenle lüks otellerin yanı sıra irili ufaklı pansiyon, motel ve ev odaları da bulunuyor.

Hvar, Adriyatik’in en güneşli yeri. Kıpkırmızı batan güneşin şarap kadehinize döküldüğü hissine bile kapılabilirsiniz. Ada, zaten Hırvatistan’ın bağcılık yapılan en ünlü alanlarından ve ülkenin en güzel şaraplarının üretildiği üzümler burada yetiştiriliyor. Hvar’ın güneyindeki üzümlerden yapılan kırmızı şaraplar ve merkezin üzümlerinden üretilen beyaz şaraplar mutlaka tadılmalı. Bu sevimli adayı kaplayan üzüm bağları, zeytinlikler ve lavanta tarlaları arasından dolanıp giden yollarda yürüyerek, motosiklet ya da bisiklet kiralayarak dolaşmayı ihmal etmemek gerek.

Stari Grad ise, Hvar adasının tarihi kalbi, Yunan kolonisi Faros’un kalıntıları üzerine MÖ 384’te kurulmuş. Avrupa’nın en eski şehirlerinden ve UNESCO Dünya Mirası listesinde. Estetikle bütünleşmiş tarihi mimari doku öyle iyi korunmuş ki kendinizi Ortaçağda hissediyorsunuz. Kasabanın rengârenk çiçeklerle bezeli gölgeli sokaklarına hayran kalmamak mümkün değil; sanki taştan bir senfoni! Yüzyıllarca denizcilere barınak olmuş Hvar’ın belleklerde, öncelikle lavanta kokularıyla hatırlanan bir cennet köşesi olarak yer edeceğine hiç kuşku yok.

GEMİ İNŞA ENDÜSTRİSİ

Hırvatistan tersanelerinde üretilen irili ufaklı yüzlerce gemi uluslararası piyasada hem çok rağbet görüyor, hem de kolayca müşteri buluyor.

Hırvatistan’da gemi inşa endüstrisi ülke ekonomisinde çok önemli bir yere sahip. Ülkenin, sanayi ürünleri ihracatı gelirlerinin yaklaşık yüzde 15’i bu sektörden sağlanıyor. Ayrıca, binlerce kişiye iş imkânı yaratmanın yanında, yan sanayi piyasasının canlı kalmasına da neden oluyor.

Aslında, gemiler inşa etmek Hırvatistan için yeni bir konu değil, çok eskilerden bugüne gelen bir gelenek. Adriyatik kıyısında yaşayan bu insanlar yüzyıllardan beri gemi inşa ediyorlar. Çünkü, balıkçılık ya da ticaret yapabilmek için, her zaman iyi yapılmış teknelere ihtiyaç duymuşlar, ve bu konuda iyice ustalaşmışlar.

Adriyatik kıyılarındaki tersanelerde gemiler yapmak, bugün de devam ediyor. En modern teknolojilerin kullanıldığı bu tersanelerde, askerî amaçlı gemilerden lüks yatlara, büyük şileplerden kruvazyer gemilerine kadar her türlü gemi yapılıyor.

Önemli tersaneler

Çeşitli ölçeklerde bir çok tersanenin bulunduğu Hırvatistan’da, kapasiteleri ya da taşıdıkları tarihi önem nedeniyle bazı tersaneler öne çıkıyor. Kuzeydeki İstria yarımadasında yer alan Pula şehrinin “Uljanik” tersanesi bunlardan biri. Uljanik, aslında, şehir merkezinin hemen karşısında bulunan küçücük bir adanın ismi. Eskiden adanın üzeri zeytin ağaçlarıyla kaplıymış. 1856 yılında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu donanmasına savaş gemisi yapmak için tersaneye dönüştürülmüş. Adadaki zeytin ağaçlarının tümü kesilirken, sadece bir tanesi hatıra olarak yerinde bırakılmış. Bugün bu tersanede yolcu gemileri, feribotlar, kuru yük şilepleri ve tankerler üretiliyor.

Pula’ya komşu Rijeka şehrinde ise “3. Maj” tersanesi bulunuyor. Anlaşılacağı gibi, “3. Maj” 3 Mayıs demek. Rijeka, II. Dünya Savaşı sırasındaki işgalden bu tarihte kurtulmuş. Hırvatistan’ın en geniş tersanelerinden olan 3. Maj, 1906 yılında “Danubius” adıyla kurulmuş. Son 50 yılda, bu tersanede her cinsten 250 kadar geminin inşa edildiği biliniyor.

Rijeka’nın hemen yakınındaki Kraljevica kasabasında da, kasabanın adını taşıyan “Kraljevica” tersanesi var. 1729 yılında kurulmuş ve halâ faaliyette. Dünyada kesintisiz olarak çalışmasını sürdüren en eski tersane olarak biliniyor. Yaklaşık 300 yıldır Kraljevica kasabasının ekonomisine hayat veren bu tersanede, yeni gemiler inşa etmek yanında, gemi onarımı da yapılıyor.

Dalmaçya bölgesinde, Hırvatistan’ın ikinci büyük kenti olan Split’in 30 km kadar kuzeyinde, Trogir isimli bir küçük kasaba yer alıyor. Bu tarihî kasaba, UNESCO’nun koruması altında. Şehrin hemen yakınında ise, Ciovo adası var. Ciovo adası, aynı zamanda “Brodotrogir” tersanesi. 1900 yılından beri faaliyette olan tersanede her cins gemi yapılabiliyor. Son 50 yılda 100 yeni gemi inşa edilmiş.

Aslında, Split şehri de bir gemi inşa merkezi. Burada da “Brodosplit” ve “Brodosplit- BSO” isimlerini taşıyan 2 tersane bulunuyor. Brodosplit, Hırvatistan’ın en büyük tersanesi. Bu tersanede lüks kruvazyer gemileri de dahil olmak üzere her türlü gemi yapılabiliyor. Brodosplit-BSO tersanesi ise, bir öncekinin yan kuruluşu. Farklı özellikleri olan gemiler yapmak için kurulmuş. Örneğin, denizaltılar, askeri muhripler, özel donanımlı araştırma ve balıkçı gemileri ve arama-kurtarma gemileri burada yapılıyor.

Ekonomiye katkı

Bu tersanelerde, en vasıfsız işçiden en yetenekli mühendislere kadar, binlerce işçi çalışıyor. Gemi inşa endüstrisinin ihtiyaç duyduğu yan sanayi ürünlerini üreten diğer endüstriler de bu kazançlı durumdan hayli memnun. Üretilen gemilerin büyük bir çoğunluğu ihraç edildiği için ülkeye önemli bir döviz girdisi de sağlanıyor. Kısacası, gemi inşa sektörünün Hırvat ekonomisine katkısı çok önemli.

DOĞANIN DAYANILMAZ BÜYÜSÜ
Hırvat Milli Parkları

Hırvatistan’da 8 Millî Park, 11 Doğal Park ve 2 doğal rezerv alanı var. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 7,5’ini kaplayan bu parkların her biri, kendine özgü farklı coğrafyasıyla ziyaretçilerini büyülüyor.

Hırvatistan’ın insanı baştan çıkaran güzelliklere sahip Millî Parkları, her yıl çok sayıda turistin ziyaretine sahne oluyor. Her biri farklı bir jeolojik yapıya, farklı bir ekosisteme ve farklı bir iklime sahip olan bu alanlar neredeyse ülkenin bütününe serpilmiş gibi.

Plitvice

Plitvice Milli Parkı, belki de Hırvatistan’ın ve Avrupa’nın en ünlü millî parkı. Zagreb ile Zadar arasında yer alıyor. 1979’da Unesco Dünya Doğa Mirası listesine alınmış. Park alanında ağaçlarla kaplı tepeler, şelâleler, berrak sular, turkuaz, mavi, yeşil ve gri göller var. Ender rastlanan bu renk uyumuyla insanın gözleri bayram ediyor. Suların sesi, kokular, hatta sessizlik her mevsim farklılaşıyor. 1949’da milli park ilan edilen alanda, teraslarla birbirine bağlanmış olan 16 göl iki kısma ayrılmış: Alt göller, Üst göller. Renkleri içlerindeki mikro-organizmalara, minerallere, yosunlara ve güneş ışığına göre değişiyor. Üstteki göller daha etkileyici, alttakiler daha küçük ve daha az derin. Alt kısımda Plitvice’nin ünlü Veliki Slap şelâlesi bulunuyor, üst kısımda ise parkın en büyük ve derin gölü Kozjak.

Sjeverni Velebit

Tamamı koruma altındaki Velebit dağının Sjeverni Velebit ve Paklenica bölgeleri Milli Park ilan edilmiş. Çok değişik renk ve biçimlerdeki karstik yapı, dağ köyleri, öksüz yavru ayılar barınağı, rengârenk endemik bitkiler ve 150’yi aşkın mağara ziyaretçileri heyecanlandıran yerler. En çok tanınan Lukina Jama Mağarası, dünyanın en derinlerinden. Sjeverni Velebit Hırvatistan’ın en genç milli parkı ve dağcıların da gözbebeği. 109 km²’lik parkın zirvesinden Adriyatik ve adaların manzarası muhteşem.

Paklenica

Gizli cennet Paklenica’ya ise dar ve dik boğazlardan giriliyor. Burası, tırmanma tutkunları için muhteşem bir yer. Adriyatik kıyısında 95 km²’lik bir alana yayılan ve 1949’da Milli Park statüsüne sahip olan bölgenin bitki örtüsü de sıradışı. Velika Paklenica ve Mala Paklenica diye anılan iki kanyonu var. Özellikle mağaraları, ilginç kalker yapıları, anıtsal Anica KukKayası ve hayvan çeşitliliğiyle tanınıyor. Manita Pec mağarası, tarihi 80.000 yıl öncesine giden zengin sarkıt ve dikitleriyle meşhur.

Krka

109 km²’lik bir alana yayılan Krka Milli Parkı’nın hayat kaynağı olan Krka nehri, karstik bir bölgede ve genellikle derin kanyonlarda akıyor. Nehrin üzerinde irili ufaklı birçok şelâle ve göl var. 7.000 yıllık travertenlere sahip olan Skradinski Buk ve şelâlesi parkın çarpıcı bir noktası. Mis gibi kokan orman içindeki daracık patikalarda unutulmaz saatler geçirebilir, doğanın gücünü içinizde hissedebilirsiniz. Parkta yüzlerce bitki türü ve 18 balık çeşidi var. Göç zamanı da her yeri kuşlar kaplıyor. Krka’nın gölü andıran bölümünde yer alan Visovac Adasındaki kilise ve manastır baş döndüren bir görüntüye sahip. Adacığın ilk sakinleri olan keşişler bu manastırda yaşarlarmış.

Kornati Takımadaları

Benzersiz güzelliği, el değmemiş doğası, kristal gibi denizi ve çok zengin denizaltı eko-sistemiyle Kornati, 1980’de Milli Park ilan edilmiş. 220 km²’ lik bir alanı kaplıyor ve 100 kadar ada ve adacık arasında en büyük olanın adını taşıyor. Çok çorak görünse de 800’e yakın bitki türüne sahip. Sadece yazları yaşanan bölgede küçük balıkçı evleri dağınık halde. Burada ne elektrik var, ne de su kaynağı. Olağanüstü renkli bir atmosfere ve yüksek falezlere sahip adaların bazıları yaban hayatını korumak amacıyla kamuya yasak. Kaşığa benzeyen Taljuric adacığı, tekneler için çok tehlikeli çünkü sık sık denizin altında kalıyor. Parkın ikinci büyük adası Piskera ise, eskiden Kornati takımadalarının balıkçılık merkeziymiş.

Risnjak

Rijeka yakınlarındaki en dağlık ve ormanlık bölgede bulunan Risnjak 1953’te Milli Park ilân edilmiş. Küçücük bir alanda Alp soğuğu, Akdeniz’in ılımanlığı, kara iklimi ve Dinar Alplerinin serin havası birarada. Bu yapı, çok çeşitli bir bitki örtüsü yaratmış. Karstik, ormanlık ve çayırlarla kaplı alan doğal rezerv olduğundan insan yaşamına elverişli değil. Zengin bir hayvan çeşitliliğine sahip olan Risnjak adını, Hırvatçası “Ris” olan vaşak’tan almış. Rengârenk çiçekler, mağaralar ve obruklar arasında keşfedeceğiniz parkın yüzölçümü 63,5 km².

Mljet Adası

Dubrovnik’in hemen karşısındaki Mljet adasında bulunan Milli Park, 1960’dan beri koruma altında. Çok yoğun bitki örtüsüne sahip olan Parkın kıyılarında Akdeniz’de ender bulunan bir fok türü yaşıyor. Park alanında birbirine küçük bir boğazla bağlı iki de göl var. Büyük gölün ortasındaki adacıkta bulunan Benedikt manastırı çok güzel görünüyor. Yeşil ada olarak anılan Mljet, Akdeniz’in en güzel ormanına sahip. Çam, selvi, biberiye, defne, lavanta kokuları ve ağustos böceklerinin şarkıları eşliğinde gezebileceğiniz parkın bütün güzelliğini Montokuc zirvesinden de keşfedebilirsiniz.

Brijuni Adaları

İstria yarımadasının güney batısında bulunan Brijuni Takımadaları, iki büyük ada (Veli Brijun ve Mali Brijun) ile 12 küçük adadan oluşuyor. Yumuşak iklimi, muhteşem güzelliği ve koylarıyla geçtiğimiz yüzyılın favori yerlerinden biriymiş. Kendine has bir hayvan popülasyonuna sahip olan Park’taki Veli Brijun adasının kuzeyinde, zebrasından zürafasına kadar görülebilecek bir de Safari Parkı var. 36 km²’lik milli park, Golf tutkunlarının da gözdesi. Ayrıca, Hırvatistan Cumhurbaşkanı’nın yazlık rezidansı da burada bulunuyor.

Dost Canlısı
Dalmaçya Köpekleri

Dalmaçya’nın benekli köpeklerini, dünya Walt Disney’in “101 Dalmaçyalı” adlı eseriyle tanımıştı. Bu atletik yapılı zarif ve dost canlısı köpekler, iyi huyları ve oyunculuklarıyla, özellikle çocukların gözdesi.

Kısa, sert, sık ve beyaz tüylerinin üzerindeki siyah ya da kestane rengi benekleriyle hemen göze çarpan Dalmaçya köpekleri, sevimli tavırlarıyla herkesin gönlünü fethediyor. Genellikle kısaca “Dalmaçyalı” diye anılan bu sevimli hayvanlar, aslında benekleriyle doğmuyorlar. Doğduklarında tüyleri bembeyaz iken, 2-3 hafta içinde benekleri oluşuyor.

Dalmaçyalı’ların boyları 50-60 cm arasında, ağırlıkları da 25 kg civarında oluyor. Erkeklerin dişilerine göre biraz daha ağır oldukları söylenebilir. Kaslı, aktif, hızlı, dengeli ve sportif olan bu köpeklerin ömrü ortalama 12-14 yıl arasında. En zayıf yanları ise, yavruların bir bölümünün tek ya da çift taraflı sağır olarak doğması. Bir de, soğuğa karşı pek dayanıklı değiller.

Şakacı, neşeli ve güçlü

Çok az koku bırakan bu köpekler, çamurdan hiç hoşlanmıyor, suyu ve sabunu çok seviyorlar. Dolayısıyla, her zaman temiz ve zarif görünüyorlar. Tüylerinin düzenli olarak taranması yanında, parlak olması için de yiyeceklerine zaman zaman yumurta sarısı, yoğurt ya da mısır özü yağı konulması gerekiyor.

Dalmaçya köpekleri son derece sıcakkanlı, oyuncu, şakacı, neşeli ve güçlüler. Hareket etmeyi seviyor, yeterince hareket edemediklerinde de hırçınlaşıyorlar. Çocuklarla oynamayı çok seviyorlar, çocuklar da onları. Ev hayvanlarıyla araları iyi olsa da yabancı köpeklerle anlaşamıyorlar. Biraz kıskançlık huyları da var. Zeki ve güçlü bir belleğe sahip bu hayvanların, kendilerine yapılan kötü muameleyi yıllar geçse de unutmadıkları söyleniyor. Sadık, itaatkar, sakin, yumuşak ama inatçılar.

Yüzmeyi de çok seven Dalmaçya köpeklerinin geniş alanlara ihtiyacı var. Bağlanmaya ya da kapatılmaya gelemiyorlar. Hem duygusal oldukları için, hem de yalnız kalmaktan hoşlanmadıkları için, bahçedeki bir kulübede yaşamak onlara uygun değil. İnsanlarla birlikte olmayı seviyor, evde yaşamaya kolay alışıyor, yalnız kalınca da bunalıma giriyorlar. Eğer sevilmediklerini hissederlerse hayata küsebilirler.

Değişik görevler

Dalmaçyalı’lar koku almada çok iyi oldukları için Ortaçağda av köpeği olarak kullanılmışlar. Avda kendine özgü hareketlerle avı işaret eden köpek olarak biliniyorlar. Ayrıca, tıpkı kediler gibi fare kovalamada da üstlerine yok. Kolay eğitilip çok çabuk kavrıyorlar. Bekçilik görevinde de çok başarılı olan Dalmaçyalılar, bugün dünyanın pek çok yerinde arkadaş, refakatçi ya da süs köpeği olarak da yetiştiriliyor.

Atlarla araları iyi olduğu için, eskiden itfaiyecilerin at arabalarına eşlik ederek yollarını açar, insanları ve hayvanları uyarmak ve uzaklaştırmak için havlarlarmış. İngiltere ve ABD’de yaygın olan Dalmaçyalılar, özellikle Amerikalı itfaiyecilerin maskotu. Bugün İngiltere’de bazı itfaiye istasyonlarında da varlıklarını sürdürüyorlar. Zaten bu ırkı ilk değerlendirenler de İngilizler olmuş. Yüzyıllar boyunca silah taşıyan, şatoları koruyan, küçük arabaları çekmekte kullanılan bu köpekler, sirk gösterilerinde de başarı sağlamışlar. Takım ruhuna sahipler ve adaptasyon yetenekleri müthiş.

Bu insan dostu köpeğin geçmişinin çok eskilere uzandığı söyleniyor. Firavun mezarlarında, Mısır rölyeflerinde ve Helenik döneme ait duvar süslemelerinde varlığını gösteren izler bulunmuş. 12.yüzyıldan itibaren pek çok tabloda yer alıyorlar.

Aslında, Dalmaçya kökenli oldukları konusunda bir netlik yok. Ama bir zamanlar Dalmaçyalı itfaiyeciler tarafından istasyonlardaki fareleri kovalamaları için kullanıldıkları biliniyor. Üzerlerindeki beneklerin, irili ufaklı Dalmaçya adalarına benzemesi nedeniyle bu adı aldıklarını söyleyenler de var. George Washington, Benjamin Franklin ve Pablo Picasso ise, bilinen en meşhur Dalmaçya köpeği sahipleri.

MODERN HIRVAT EDEBİYATI

Modern Hırvat edebî eserleri Türkiye’de fazla tanınmıyor. Oysa, 20. yüzyılda bu ülkede yetişen bir çok şair ve yazarın ünü sınırları aşmış, eserleri yabancı dillerde yayınlanmış.
Hırvatistan edebiyatının kökleri 15.yüzyıla kadar iniyor. 1450-1524 yılları arasında yaşamış olan ünlü şair Marko Maruliç, Hırvat edebiyatının babası sayılıyor. İncil’den esinlenerek yazdığı eserlerinin önemli bir bölümünü Latince yazmış ama Hırvat dilinde yazdığı bir çok eseri de var. Önemli olan, Hırvat edebiyatını başlatmış olması ve kendisinden sonra gelenlere yeni bir yol açmış olması.

Maruliç’ten sonraki dönemlerde, dünyada dolaşan çeşitli edebiyat akımlarının etkisiyle, Hırvat edebiyatı da sürekli değişerek ve tabii aynı zamanda da gelişerek 20.yüzyıla ulaşmış.

Modern zamanlar

20.yüzyılın ilk büyük edebiyatçısı olarak Anton Gustav Matoş öne çıkıyor. 1873 doğumlu olan Matoş, hem şair, hem yazar. Kısa hikâyeler, denemeler ve gezi yazıları yazmış, gazetecilik de yapmış. Avrupa’daki “modernizm” i Hırvatistan’a taşıdığı, bu nedenle de Hırvat modern edebiyatının öncüsü olduğu anlatılıyor. Yaşamı boyunca çok seyahat eden, bir süre Cenevre ve Paris gibi yurtdışında yaşayan Matoş, 1914’de kanserden ölmüş.

Matoş’un kısa hikâyelerinin bir bölümü gerçek hayattan alınmış olayları anlatırken, bir bölümü de tuhaf ve esrarengiz konuları kurguluyor. 1909’da yayınladığı “Umome Priçe” (Yorgun Hikâyeler) ve 1907 tarihli “Vidici i Putovi” (Ufuklar ve Yollar) adlı eserleri en beğenilenler arasında.

Matoş ile aynı yıl doğmuş olan Marija Juriç Zagorka ise Hırvatistan’ın ilk kadın gazetecisi ve aynı zamanda ünlü bir hikâye yazarı. Bugün bile Hırvatistan’da en çok okunan yazarlar arasında adı geçen Zagorka’nın ünlü eserleri arasında “Griçka Vjeştica” (Griç Büyücüsü), yazdığı ilk cinayet romanı olan “Kneginja iz Petrinjske ulice” (Petrinjke Sokağının Prensesi) ve yarı otobiyografik bir roman olan “Kamen na cetsi” (Yoldaki Taş) bulunuyor. Zagorka, 1957 yılında hayatını kaybetmiş.

Yine bir kadın edebiyatçı olan Ivana Brliç-Mazuraniç de 1874 doğumlu. Çocuklara yönelik eserler konusunda Hırvatistan’ın gelmiş geçmiş en büyük yazarı sayılıyor. Zaten iki kez de Nobel Edebiyat Ödülüne aday gösterilmiş. “Küçük Kunduracı” adlı eseri ünlü bir çizgi film olmuş. Eserleri bir çok dile çevrilmiş olan Brliç-Mazuraniç’in ölüm yılı 1938.

1891-1955 yılları arasında yaşamış olan Tin Ujeviç ise en büyük Hırvat şairi olarak tanınıyor. Ama o, kendisini mütercim, deneme yazarı ve şair olarak tanımlarmış. Avrupa edebiyatını çok iyi bilen ve bir çok yabancı eserin çevirisini yapmış olan Ujeviç’in Dante, Goethe, Baudelaire, Rimbaud gibi ustalardan etkilenmiş olduğu kesin. Şiirlerinde tek bir stile sadık kalmamış, eserlerinde hayatın her yönünü yansıtan bir çeşitlilik sergilemiş. En önemli eserleri arasında, “Lelek Sebra” (Esirin çığlığı) ve “Auto na Korzu” (Yoldaki Araba) var.

20.yüzyılın en büyük Hırvat yazarı olarak nitelendirilen Miroslav Krleza, bu büyüklüğünü biraz da verimliliğine borçlu. Yazıları neredeyse 50 ciltlik bir hacım oluşturuyor. 1983-1981 yılları arasında yaşamış olan yazar, şiir, hikaye, oyun, deneme gibi her türden eserler vermiş. Bugün Zagreb’de heykeli var.

1905’te doğmuş olan Dragutin Tadijanoviç de, 102 yaşındayken, 2007 yılında ölmüş. En uzun ömürlü Hırvat edebiyatçısı olarak anılıyor. O bir şair. Bazılarına göre, gezginci halk şairi özellikleri taşıyor. Şiirleri hayli popüler. Zaten yaklaşık 20 yabancı dile çevrilmiş.

Oyun ve Hikâye yazarı Ranko Marinkoviç’i de unutmayalım. 1913-2001 yılları arasında yaşamış olan yazar “Glorija” ve “Kiklop” adlı eserleriyle ün yapmış.

AĞZININ TADINI BİLENLER İÇİN
ÖZGÜN YEMEKLER

Pek çok farklı yemek kültüründen etkilenen Hırvat mutfağında, Akdeniz tatlarıyla Orta Avrupa geleneği müthiş bir uyum içinde.

Orta Avrupa’nın leziz yemeklerinin yanına, Akdeniz’in güneşli mutfağını yerleştirin, üzerine bir tutam Balkan lezzeti koyup, bir iki damla Bizans aroması ekleyin, biraz da Osmanlı tatlarından serpiştirirseniz nefis bir Hırvat mutfağı ortaya çıkıyor. Bu çeşitlilik, Hırvatistan mutfağında özgünlük kazanmış, yüksek düzeyde bir yemek kültürü oluşmasını sağlamış. Ülkenin hemen her yerinde seçkin bir yemek geleneği var. Hırvatlar, haftada en az bir kez, ailece dışarıda yemek yemeyi seviyorlar. Bazılarına göre, Hırvatlar, tamamı “gurme” olan bir halk. O zaman, lokantaların da çok kaliteli ve özgün olması gerekiyor. Kısacası, Hırvatistan’da iyi yemek yeniyor.

Bölgesel lezzetler

Kuzey Hırvatistan ve Zagreb bölgesinde domuz, kuzu, hindi ve ördek kızarmış şekilde seviliyor, yanına genellikle patates eşlik ediyor. Jambonlu ya da peynirli pane dana et pek makbul, gulaş gibi Macar yemekleri de tüketiliyor. Yerel biranın tadına bakmayı ise ihmal etmemek gerek. En çok tüketilenlerden “Ozujsko” birası Zagreb’te üretiliyor. Bölgenin en özel ürünü sayılan “Licitar”, genellikle kalp şeklinde, süslü, renkli ve baharatlı bir ekmek türü; 2010’da UNESCO Kültür Mirası listesine dahil edilmiş. Hediyelik ürün olarak satılıyor, ya da yeni evliler konuklarına minik licitar’lar ikram ediyor.

Slavonya sofrası ise, baharatıyla tanınıyor. Hırvatistan mutfağında fazla baharat kullanlmıyor ama, Slavonya bölgesindeki hemen her yemekte özellikle paprika var. Tatlı su balığı yahnisi, cevizli ya da erik reçelli enfes p a s t a l a r , mantar ve Baranja gibi kaliteli şaraplar Slavonya mutfağında öne çıkanlar. Kurbağa bacağı, “Kulen” adıyla bilinen kurutulmuş salam, jambon ve taze peynir de çok rağbet görüyor. Odun ateşinde kendi yağında pişirilen sazan ya da mısır ununa bulanıp kızartılan yayın balığı ise unutulmaz lezzetler.

İstria yarımadası ise, Hırvatistan’ın en rafine mutfağına sahip. Burada daha çok Akdeniz etkisi hissediliyor. Başlangıçlarda mutlaka bir tür füme jambon olan “Prşut ya da yoğun sebze çorbası diyebileceğimiz “Maneştra” var, ardından da deniz ürünlü Rizotto gelmeli. Ama, burası en çok mantarları ile tanınıyor. Dünyanın en büyük beyaz mantarları bu bölgede; bazıları 1,5 kilo ağırlığında. İstria ayrıca şarap açısından da mükemmel. Beyaz sek şarap Malvasia deniz ürünlerine, kırmızı Terran da yahniye çok yakışıyor.

Dalmaçya da, deniz ürünlerinde inanılmaz bir yelpaze sunuyor: ızgara balık, kalamar, istridye, midye, kurutulmuş morina ya da karışık balık güveci gibi. İtalyan etkisindeki Dalmaçya mutfağında sebze, roka, zeytin, incir ve üzüm özel bir yere sahip. Keçi peyniri, kurutulmuş jambon, KorculaAdasının beyaz şarapları, ev yapımı peynirli veya tatlı çörekler pek leziz. Zadar ise, eskiden keşişler tarafından üretilen vişne likörü Maraskino ile meşhur.

Hırvatların öğle yemeklerinde sulu yemek mutlaka oluyor. Strukli ise, ülkenin tamamında tüketilen ve mutlaka tadılması gereken bir hamurişi; yufka ve peynirden yapılıyor. Ünlü bir güveç yemeği olan Peka da, et, sebze ve patatesle yapılan bir tür türlü. Bütün Balkan ülkelerinin ortak tadı olan, domatesli ve patlıcanlı biber ezmesi Ajvar ise her tür yemeğe eşlik ediyor.

Hırvat mutfağında, güveç ve et yemeklerinde Macar etkisini görmek mümkün. Osmanlıdan yufka, dolmasarma, köfte, şiş ve börek; Avusturya’dan tatlılar; İtalya’dan da pizza, makarna ve rizotto gelmiş. İçki olarak en çok bira ve şarap tüketiliyor, kahve ise, hayatın olmazsa olmazı.

Pag Adası Dantelleri

Dalmaçya’da, Pag adasında üretilen geleneksel Hırvat dantellerinin zerafeti dünyaca meşhur. Bu büyüleyici el yapımı dantellerin her biri tek örnek ve bir sanat eserinden farksız.

Dantel, tekstilde Ortaçağın renkli artistik kumaşlarının Rönesans döneminde yerini sadeliğe ve beyazın saflığına bıraktığında ortaya çıkmış. Önceleri sadece erkekler tarafından kullanılan dantel, sonradan kadın aksesuarına dönüşmüş. Hırvatistan’da yüzyıllardır üretilen danteller çok meşhur; geleneksel kıyafetlerin ve düğünlerde gelin süslerinin ayrılmaz parçası.

Hırvatistan’da, bugün bile sokaklarda dantel ören kadınları görmek mümkün. Saatlerce süren bu el emeği ürünlerin fiyatları da doğal olarak hayli yüksek. 2009’da UNESCO Kültür Mirası listesine dahil edilen Hırvat dantelleri köken itibariyle üç çeşit oluyor: Pag, Lepoglava ve Hvar dantelleri. Bunların içinde en popüler olanı Pag adası dantelleri. Üçgen, daire ya da güle benzeyen motifleriyle basit bir tığla yapılan Pag Adası dantelleri diğerlerinden hemen ayırt ediliyor. Bir zamanlar Avusturya İmparatoru bu dantelleri o kadar beğenirmiş ki, Pag’dan iki dantelci devamlı olarak sarayda çalışırmış. Dantel örme geleneği Lepoglava ve Pag’daki dantel kooperatifleri ile bugün de devam ediyor.

Zadar’ın hemen kuzeyindeki Pag Adası, aslında sadece dantelleri ile değil, keçi peyniri, şarapları, kuzuları, plajları ve efsane gece hayatı ile bütün dünyaca tanınıyor. Adanın çok zengin tarihini, bugün sanat galerisi olan 15.yüzyıl yapımı valilik sarayında, batık gemi amforalarında ve Roma döneminden kalma su kanalında görmek mümkün. Taştan limanı, yüksek duvarlı taştan evleri, zeytinlikler ve tuzlalar Pag’a değişik bir hava veriyor. Bir zamanlar beyaz altın olarak görülen tuz üretimi büyük zenginlik getirmiş adaya.

Sayfalar