Project Description

13. Sayı

Karadağ

DİPLOATLAS – TEMMUZ 2011

13. Sayı

DiploAtlas

Temmuz 2011

Merhaba,

Balkan yarımadasının batı kesiminde yer alan Karadağ, yüzölçümü ve nüfusu açısından küçük, ama tarihî geçmişi, doğal güzellikleri ve geleceğe umutla bakmasını sağlayan ekonomik potansiyeli bakımından çok önemli bir ülke. Yerel dildeki adı “Crno Gora” olan Karadağ, uluslararası platformlarda “Montenegro” olarak adlandırılıyor. Türkiye’deki Karadağlıların en büyük şikâyeti, ülkelerinin zaman zaman Azerbaycan’daki Karabağ ile karıştırılması.

Bu yıl bağımsızlığının 5. yılını kutlayan bu genç devletin Türkiye ile tarihten gelen ilişkileri var. Yaklaşık 600 yıldır Türklerle bazen savaşmış, bazen de barış dönemleri yaşamış olan Karadağ, artık Türkiye’nin en büyük dostlarından biri. Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç, iç sayfalarımızda okuyacağınız söyleşimizde, “Türkiye ile iki komşu kadar yakınız” derken, Ankara’daki Karadağ Büyükelçisi Ramo Braliç de, “Türkiye, bizim için çok önemli bir ülkedir” diyor. Karadağ’dan göç etmiş 200.000 vatandaşımız da, iki ülke arasında somut bir dostluk bağı oluşturmuşlar.

Hem dağlık bir ülke olan, hem de Adriyatik kıyılarında muhteşem bir sahil şeridine sahip bulunan Karadağ, DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısının konusu oldu. Başkent Podgorica’nın yanında, ülkenin küçük ama merak uyandıran şehirlerini, her biri bir turizm cenneti olan kıyı kentlerini ve her yerde rastlanmayan doğal güzellikleriyle ünlü Millî Parklarını anlatmaya çalıştık.

Karadağ’ın hem güçlü, hem de biraz bakir bir ekonomisi var. Güçlü, çünkü Sırbistan ile yollarını ayırdığında olumsuz bir etki ile karşılaşmamış, 2008 yılının global krizinden de en az hasarla çıkmayı başarmış. Bakir, çünkü bağımsızlık sonrasında hızlı bir ekonomik kalkınma sağlamak istiyor ve yabancı yatırımcıları ülkeye davet ediyor. Yakında Avrupa Birliği üyesi olmayı ümit eden ülkede, yatırım yapılacak bir çok alan ve yatırımcılar için de pek çok kolaylık var.

Karadağ, Türkiye’ye çok uzak değil. THY’nin Podgorica’ya yaptığı düzenli seferlerin yanında, Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinden de Karadağ’a kolayca ulaşılabiliyor. Ayrıca, bir çok otobüs firmasının da düzenli sefer yaptığı ülkeye gitmek için vize gerekmiyor. O zaman, bu yaz, Karadağ’a doğru şöyle bir uzanıvermek, belki de iyi bir tatil fikri olabilir.

Kaya Dorsan

KARADAĞ CUMHURBAŞKANI FİLİP VUJANOVİÇ:
“İki komşu ülke kadar yakınız”

Geçtiğimiz Mart ayı başında Türkiye’yi ziyaret eden Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç, Diplomat Atlas’a verdiği bu özel mülakâtta bağımsızlığın getirdiklerini anlatıyor ve Türkiye ile çok daha yakın ilişkiler kurmak istediklerini vurguluyor…

DİPLOMAT ATLAS: Sayın Cumhurbaşkanı, Ankara ziyaretiniz nasıl geçti?

C U M H U R B A Ş K A N I VUJANOVİÇ: Çok iyi. Kral Nikola’nın 120 yıl önceki Türkiye ziyaretinden beri ilk kez bir Karadağ devlet başkanı ülkenize gelmiş oluyor. Özellikle de Karadağ için en önemli hedeflerimizden biri olan NATO üyeliği konusunda, yakın dostum Abdullah Gül ile görüş alışverişinde bulunma fırsatı elde ettiğim için çok memnunum.

DİPLOMAT ATLAS: Karadağ bağımsızlığını ilan edeli 5 yıl oluyor. Bu süreçte Karadağ’ın bağımsız bir devlet ve demokratik bir ülke olarak konumunu güçlendirmesi yolunda elde edilen başarılar nelerdir?

C U M H U R B A Ş K A N I VUJANOVİÇ: Bence Karadağ pek çok önemli başarıya imza attı. Herşeyden önce AB’ye aday olmayı başardık. Artık AB üyesi olmaya çok yakınız. Bu bizim için çok önemli. AB üyeliği için yolumuza kararlılıkla devam edeceğiz. Karadağ’ın aynı zamanda NATO’yla bir üyelik eylem planı ortaklığı var ve NATO’ya da çok yakınız. NATO’nun barışı koruma operasyonlarında görev alan bir ülkeyiz ve bu bağlamda Afganistan dahil birkaç yerde bulunuyoruz. Bunların yanısıra, ekonomik durumumuzu da oldukça iyileştirdik. Bağımsızlık vatandaşlarımızın yaşam standartlarını geliştirdi, ekonomik yaşantımızı da güçlendirdi. Geçmişe göre çok daha iyi durumdayız. Artık Karadağ’daki herkes bağımsız bir devlet olmanın, doğal ekonomik kaynaklarımızı geliştirmenin, ülkede iyi bir ortam yaratmanın ve böylece bölgemize de olumlu katkıda bulunmanın öneminin farkında.

DİPLOMAT ATLAS: Yani bugün yine referendum yapılsa, daha çok kişi oyunu bağımsızlıktan yana kullanır…

C U M H U R B A Ş K A N I VUJANOVİÇ: Bence Karadağ’ın ebedi statüsü bağımsızlıktır ve bu gerçeği anlamak vatandaşlarımızın en büyük başarısı olmuştur. Bağımsızlığın bizim için ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu herkesin anladığından eminim. Karadağ’ın bölgemizde ne kadar saygın bir yere sahip olduğu çok açık. Diğer ülkelerin de bunu görmesinden son derece memnunum.

DİPLOMAT ATLAS: Bazıları Karadağ’ı bölge için çok önemli bir örnek olarak görüyor.

CUMHURBAŞKANI VUJANOVİÇ: Bence Karadağ etnik ve dini gruplar arasında sağlıklı bir ortam yaratmayı başardı. Bu, tüm uluslar için uyumlu ve dengeli ilişkiler yaratılması açısından oldukça iyi bir örnek. Karadağ, bu sayede, Yugoslavya’nın bölünmesi sürecinde savaştan ve yıkımdan kaçabildi. Karadağ’da, komşularımız olan Bosna Hersek, Hırvatistan ve Kosova’dan pek çok mülteci vardı. Hepsinin ulusal ve dini kimliklerinden bağımsız olarak Karadağ’da rahatça yaşayabilmeleri bizi çok memnun etti. Uluslararası arenada açık toplum ve açık ekonomi politikalarımızı sürdürebilmemiz ve ilişkilerimizi bu şekilde devam ettirebilmemiz bizim için çok önemli.

DİPLOMAT ATLAS: Sırbistan’la ilişkileriniz ne durumda?

C U M H U R B A Ş K A N I VUJANOVIÇ: İlişkilerimiz oldukça iyi, verimli ve dostane… Karadağ Kosova’nın bağımsızlığını tanıdıktan sonra resmi ilişkilerimiz oldukça azalmıştı ancak bunu değiştirmeyi başardık. Cumhurbaşkanı dostum Boris Tadiç ile sıklıkla görüşüyorum. Mevcut iyi ilişkilerimiz, ortak tarihimiz ve çıkarlarımız şimdi ve gelecekte bu ilişkilerimizi korumamızı ve daha da geliştirmemizi sağlay a c a k .

D İ P L O M A T ATLAS: Önümüzdeki beş yıl içerisinde karşılaşacağınızı düşündüğünüz zorluklar nelerdir?

C U M H U R B A Ş K A N I VUJANOVİÇ: Öncelikle NATO’ya üye olmak istiyoruz. Karadağ buna hazır. Gerekli herşeyi yapmaya hazırız. Siyasi olarak da istikrarlı bir ülkeyiz ve belki önümüzdeki yıl Slovenya’nın temas noktası konumu aracılığıyla NATO’ya üye olmak için davet edilebiliriz. AB konusunda ise, sorumlu ve güvenilir bir ülke olarak, tüm potansiyelimizi kullanmaya ve AB üyeliği için gerekli herşeyi yapmaya hazırız. Tüm halkımız ve siyasi partilerimiz AB üyeliği sürecimizi hızlandırmak için elinden geleni yapmaya hazır. Ekonomi alanında da, Karadağ yabancı yatırımcılar için mevcut açık politikalarını sürdürecek ve yabancı dostlarımızın yatırım yapabilmeleri için uygun ortamı sağlayacaktır.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ile ilişkilerinizden neler bekliyorsunuz?

C U M H U R B A Ş K A N I VUJANOVİÇ: Bence gelecekte ilişkilerimiz çok daha yakın olacak. Dostum Abdullah Gül’ün de ilişkilerimizin komşu ülkeler gibi yakın olması gerektiğini düşündüğünü öğrenmek beni çok sevindirdi. Gerçekten de ülkelerimiz birbirine çok yakın. Bu noktada; geleneklerimizden, mevcut iyi ilişkilerimizden ve sahip olduğumuz potansiyelden yararlanabiliriz. Türk şirketlerinin ve iş çevrelerinin Karadağ’a gelmesini umuyorum ve tüm Türk vatandaşlarını sahip olduğumuz muhteşem turistik ve kültürel değerleri görmek için Karadağ’a davet ediyorum.

DİPLOMAT ATLAS: Karadağ’ın insanlarda nasıl bir imaja sahip olmasını istersiniz? Dünyanın her yerinde Karadağ denilince insanların aklına ne gelmeli?

C U M H U R B A Ş K A N I VUJANOVİÇ: İnsanların Karadağ’ı istikrarlı bir ülke, çok iyi bir örnek, güzel bir turizm destinasyonu ve kârlı yatırımlar yapabilecekleri bir ülke olarak görmelerini isterim. Karadağ güneydoğu Avrupa’daki en küçük ülke ama çok fazla ilerleme kaydetti ve ekonomik durumu yakında çok daha iyi olacak.

GENÇ, GÜZEL ve DİNAMİK
KARADAĞ

Bağımsızlığını 2006 yılında ilân eden Karadağ dünyanın en genç iki ülkesinden biri. Doğasının güzelliği ile tanınan Karadağ, şimdilerde dinamik bir kalkınma çabası içinde bulunuyor ve Avrupa Birliği üyesi olmak istiyor.

Karadağ Devleti, güney-doğu Avrupa’da, Balkan yarımadasının batı kesiminde yer alıyor. Yerel dilde ülkenin adı Crna Gora. Uluslararası camiada ise genellikle Montenegro olarak anılıyor. Bu sözcüklerin hepsinin anlamı aynı. Yani, Karadağ. Bu isim, ülkenin yarısını oluşturan, üzeri koyu renk ormanlarla kaplı dağlık alanlardan geliyor. 13 812 km² olan yüzölçümü ile küçük bir ülke olan Karadağ, doğal güzellikleriyle ünlü bir turizm bölgesi.

Karadağ’ın kuzey-doğusunda Sırbistan, doğusunda Kosova, güneyinde Arnavutluk, kuzey-batısında ise Bosna-Hersek yer alıyor. Ayrıca, batısında Hırvatistan ile kısa bir sınıra ve Adriyatik kıyısında yaklaşık 300 km’lik muhteşem bir sahil şeridine sahip. Ülkenin başkenti, Yugoslavya zamanında Titograd olarak bilinen, Podgorica.

Şaşırtan çeşitlilik

Karadağ’ın değişken bir arazi yapısı var. Kuzeyde zengin verimli ovalar, doğuda yüksek dağ kümeleri, güneybatıda ise, 2-6 km eninde bir kıyı şeridi yer alıyor. Ayrıca, yeraltı ve yerüstü mağaraları ile erozyon sonucu oluşmuş, yumuşak kalker yapısı ile ilginç görüntülere sahip karstik alanlara da rastlanabiliyor. Ülkenin kuzeyinde karasal iklim, güneyde ise Akdeniz iklimi görülüyor.

İlginç bir körfez olan Kotor’un iç tarafındaki zirveler Avrupa’nın en çok yağış alan yeri. Ülkedeki en alçak vadi ise, aynı isimli nehrin geçtiği Zeta vadisi. Niksiç yakınlarında doğan Zeta nehri, Podgorica’nın hemen kuzeyinde Moraca nehri ile birleşiyor. Moraca’nın suları Skadar (yani İşkodra) gölüne dökülürken, gölden çıkan Bojana nehri de yolunu iki kollu bir delta ile Adriyatik denizinde tamamlıyor. Taşımacılığa uygun bir su yolu olan Bojana nehrinin kollarından biri Arnavutluk ile sınır oluşturuyor. Deltanın iki kolu arasında kalan üçgen ise, aynı zamanda Karadağ’ın Adriyatik kıyısındaki en büyük adası. Buraya “Ada Bojana” deniyor. Siz, “Boyana Adası” da diyebilirsiniz. İncecik kumuyla ünlü Ada, Avrupa’da bulunmayan, çok özel bitkiler ve kuşlar barındırıyor.

Balkan yarımadasının en büyük gölü olan İşkodra gölü, artık Avrupa kıtasında ender bulunan pelikanlarıyla ünlü bir doğal rezerv. Gölün yaklaşık üçte ikisi Karadağ, kalan bölümü de Arnavutluk sınırları içinde. Bu arada, İşkodra sözcüğünün “Üsküdar” anlamına geldiğini de ilginç bir bilgi olarak ekleyelim. Gölün batısında, Karadağ için çok önemli olan Rumiya ve Lovçen dağları var. Rumiya, özellikle Ortodokslar için kutsal bir dini alan ama diğer dinler için de önemi büyük. Ortodokslar, Katolikler ve Müslümanlar, burada tam bir tolerans ortamı içinde yaşamlarını sürdürüyorlar ve bir çok dinî törene de birlikte katılıyorlar. Turistlerin gözdesi Lovçen Dağı ise, binden fazla bitki türü ile ilgi çeken bir ulusal park.

Çetin ceviz

Karadağ devletinin geçmişi 9. yüzyıla kadar gidiyor. O zamanlar, Duklja adını taşıyan bir devlet, Bizans İmparatorluğu’na dahil olarak varlığını sürdürmekteymiş. 1042 yılında, Kral Vojislav, Bar şehri yakınlarındaki savaşta Bizans’ı yenilgiye uğratınca, Duklja bağımsız bir devlet olmuş. Ama 12. yüzyılda, Sırbistan’ın kontroluna girmekten kurtulamamış. Karadağ’ın Osmanlılarla ilişkisi ise 16. yüzyılın ortalarında başlıyor. Bütün Sırbistan’ı ele geçirmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, kendisine direnmeye devam eden Karadağ ile başa çıkabilmek için, bu çetin ceviz ülkeye özerklik vermiş. Böylece, Karadağlılar kendi topraklarında hükümranlıklarını sürdürüp, kültürlerini ve kimliklerini korumuşlar. Tam bağımsızlık ise, 1878 yılında, Berlin Anlaşmasıyla gelmiş. O tarihte ülkenin başında bulunan Knjaz Nikola, Karadağ tarihinin en önemli simalarından biri. Bilindiği gibi, “Knjaz” Türkçede “Kinyas” şeklinde yazılıyor ve “Prens anlamına geliyor.

Usta bir devlet adamı ve iyi bir şair olarak iz bırakan Prens Nikola, 1841 tarihinde doğmuş, 1860 yılında Karadağ Prensi ünvanıyla devletin başına geçmiş, 1910’da Karadağ’ın ilk ve tek Kralı olmuş, 1918’de, Birinci Dünya Savaşının ardından, Karadağ’ı da içine alan “Sırbistan Krallığı” tarafından sürgüne gönderilmiş ve 1921 yılında Fransa’da ölmüş. Kral I. Nikola’nın Sultan II. Abdülhamit ile dostane ilişkiler kurduğu ve 30 yıl boyunca iki ülke arasında bir sorun yaşanmadığı biliniyor. Anlatılanlara göre, iki hükümdar arasındaki bu dostluğun başlangıç tarihi 1867. O tarihte, Paris’te düzenlenen bir Dünya Sergisinin açılışına, Avrupa ülkelerinin kraliyet mensupları da davet edilmiş. Davete katılan ve Paris’te büyük ilgi gören Sultan Abdülaziz’in heyetinde, Şehzade Abdülhamit de yer alıyormuş. Abdülhamit’in, o tarihte henüz Prens olan I. Nikola ile Paris’teki törenler sırasında tanıştığı ve birlikte uzun süreli bir dostluk dönemi başlattıkları anlaşılıyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Yugoslavya’yı oluşturan federe devletlerden biri olan Karadağ, 1990’larda Yugoslavya’nın dağılma sürecinde de Sırbistan’la birlikteliğini korumuştu. Ancak, 2006 yılında yapılan bir referandumda, halkın yüzde 55’inin isteği doğrultusunda, Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilân etti.

Genç Devlet

Bugün, Karadağ, komşusu Kosova ile birlikte dünyanın en genç iki ülkesinden biri. Bu yıl bağımsızlığının 5. yılını kutlayan ülke, parlamenter demokratik sistemle yönetiliyor. Karadağ’ın bağımsızlığını elde etmesi sürecinde, yirmi yıllık siyasetçi Milo Djukanoviç’in çok etkili işler yaptığını ve lider rolü oynadığını söylemek gerekir. Bağımsızlığın ilânı sırasında zaten Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Filip Vujanoviç ise, görevini bugün de sürdürüyor. 2008 yılındaki seçimlerde oyların yüzde 51,89’unu alarak ikinci kez seçilen Vujanoviç, eski bir hukukçu ve deneyimli bir siyaset adamı. Daha önce Adalet ve İçişleri Bakanlığı görevlerinde bulunmuş, 5 yıla yakın da Başbakanlık yapmış. Karadağ’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri 5 yılda bir yapılıyor. Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri arasında, devleti yurtiçinde ve yurtdışında temsil etmek, seçim çağrısı yapmak, başbakanı, anayasa mahkemesi başkanını ve yargıç adaylarını önermek, meclisi referandum kararı almaya çağırmak gibi önemli konular bulunuyor. Hükümet ise, devletin iç ve dış işlerinden sorumlu. 29 Aralık 2010 tarihinden bu yana, Başbakanlık görevini İgor Lukşiç yürütüyor. 35 yaşındaki Lukşiç halen dünyanın en genç başbakanı. Ekonomi eğitimi görmüş olan başbakan, daha önce 7 yıl kadar Maliye Bakanı olarak kabinede yer almış deneyimli bir siyasetçi.

Tek meclisli olan Karadağ Parlamentosu’nun halihazırda 81 üyesi var. Milletvekilleri 4 yıllık görev süresi için seçiliyor. Seçimlerde oy hakkı, ülkede sürekli olarak 2 yıldan fazla oturanlara ait. Halen Ranko Krivokapiç’in Başkan olduğu Parlamento’nun, yasaları yapmak dışındaki görevleri arasında, Cumhurbaşkanının atadığı Başbakanı ve Başbakanın oluşturduğu Bakanlar Kurulunu onaylamak, diğer ülkelerle yapılan anlaşmaları onaylamak, bütçeyi kabul etmek gibi önemli konular var.

Yargı erkinin yerel mahkemelerde olduğu Karadağ’da, Anayasaya ve yasalara uygunluk ilkesinin korunması, Anayasa Mahkemesi’nin sorumluluğunda. Bu arada, Karadağ’ın, çevre korunması konusunu Anayasa’sına dahil eden ilk ülke olduğunu da belirtelim.

Etnik dağılım

Nüfusu 650 000 olan Karadağ’da, resmi dil Karadağca, fakat Sırpça, Boşnakça, Arnavutça ve Hırvatça da konuşuluyor. Zaten, Arnavutça dışında, bu diller birbirine çok yakın ve çoğu kimse tarafından biliniyor. Halkın yüzde 65’inin Ortodoks olduğu ülkede, Müslümanların oranı yüzde 20 civarında. Az miktarda Katolik ve Protestan olanlar da var.

Etnik dağılım ise şöyle: Karadağlı (%43), Sırp (%32), Boşnak-Müslüman (%13) ve Arnavut (%5). Çok az sayıda Hırvat, Makedon, Roman, Sloven ve İtalyan da var.

Karadağ, 2008’de Avrupa Birliği üyeliği için başvuruda bulunmuş. Euro, zaten ülkede yerel para birimi olarak kullanılıyor. 2010 yılında, AB adaylık statüsünü elde eden Karadağ, artık üyelik görüşmelerinin başlamasına hazır. Görüşmelerin 2011 yılı içersinde başlaması umutla bekleniyor.

KARADAĞ’LI TARİHÇİ ŞERBO RASTODER’İN ANLATIMIYLA:
KARADAĞ VE OSMANLI İMPARATORLUĞU

ŞERBO RASTODER Karadağ’lı ünlü felsefe profesörü ve tarihçi Şerbo Rastoder, 1956 yılında Berane’de doğmuş. Orta öğrenimini Bar şehrinde, üniversiteyi de Belgrat Üniversitesi Felsefe Fakültesinde tamamlamış. Profesör Rastoder, halen, Nikşiç’deki Felsefe Fakültesinde öğretim üyesi. Karadağ’daki Boşnak topluluğunun önde gelenlerinden olan Profesör Rastoder, Karadağ tarihi hakkında yazdığı eserlerle de tanınıyor. Şerbo Rastoder, Diplomat Atlas için kaleme aldığı bu yazısında, Karadağ’ın Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkilerini anlatıyor.

Karadağ ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki siyasi ilişkiler 14. yüzyılın sonlarında başlamış, 20. yüzyılın başlarında da sona ermiştir. Karadağ-Osmanlı ilişkilerinin başladığı yıllarda, Karadağ’da Zeta Prensliği, Prensliğin başında da Balşiç hanedanı bulunuyordu.

Osmanlı İmparatorluğunun büyük fetihler dönemi ise, Sultan II Mehmet’in 1451 yılında tahta geçmesi ile başlamıştır. Balkanlarda bir çok yeri ele geçiren Osmanlılar, 1457 yılında Medun bölgesini de aldıktan sonra, Karadağ topraklarının çevresinde bir Türk çemberi oluşmuş, böylece Karadağ devleti kademe kademe bağımsızlığını yitirmeye başlamıştı. Medun bölgesinin alınmasından yaklaşık yirmi yıl kadar sonra, Bojana’dan Kotor’a kadar Venedik Devletinin elinde kalan dar bir kıyı şeridi dışında, tüm Karadağ devleti kuşatılmış ve 15.yüzyıla kadar hükümdarlığını sürdüren Crnojeviç hanedanı kontrol altına alınmıştı.

Karadağ’ı ele geçirdikten sonra, Türkler burada tımar sistemini kurdular. Üç ayrı tımar mülkünden 20.000 gümüş akçe gelir sağlanıyordu. Karadağ’ı bir “Subaşı” yönetiyordu, ama Sultan’ın Karadağ’daki valisi, Ivan Crnojeviç’in ortanca oğlu Stefan’dı. 1498 yılı sonunda, ya da 1499’un başında, Türkler Karadağ’ın ayrı bölge olma statüsünü kaldırdılar ve Stefan’ı görevden alıp, Karadağ’ı İşkodra Sancağı ile birleştirdiler.

16. yüzyılda ise, Karadağ’lılara bir tür özerklik verildi. Artık onlar için sadece İstanbul’daki Babıâli’den, ya da bizzat Sultan’dan aldıkları emirler geçerliydi. Yani, Karadağlılar, eğer Babıâli onları savaşa çağırırsa Osmanlı askerleriyle beraber savaşmak zorunda kalıyorlardı ama, Osmanlı’nın diğer bölgeler için atadığı valilerin hiçbiri, vergi toplayanlar da dahil olmadan Karadağ topraklarına ayak basamıyordu.

Savaş ve barış

Karadağlılar ile Türkler arasında ilk savaş 17. yüzyılda çıkmıştı. Daha sonra başka savaşlarda da karşı karşıya gelindi. Aslında, Karadağ- Osmanlı ilişkilerindeki önemli değişiklikler Piskopos I. Petar Petroviç Njegoş’un ölümünden sonra gerçekleşmiştir. Njegoş’un varisi Prens Danilo, Karadağ- Türk sorununun çözülmesinde büyük ustalık göstermiş, ve bu sorunun ancak Osmanlı İmparatorluğunun Karadağ’ın bağımsızlığını resmi olarak tanıması ve bazı toprakları Karadağ’a vermesiyle çözüme ulaşabileceğini savunmuştur.

1876’daki savaş ise, iki ülke arasındaki son savaş olmuştur. Hersek bölgesindeki bir ayaklanma ile başlayan bu savaşta, Karadağ başarılı olan taraf olmuş ve 1878 yılında yapılan Berlin Kongresi’nde Karadağ’ın bağımsızlığını uluslararası arenada kabul ettirmiştir. Berlin anlaşmasıyla, ülkenin yüzölçümü de genişlemiştir. Şöyle ki, Karadağ, Moraça’dan Tara’ya kadar olan toprakları, Kolaşin, Nikşiç ve Podgorica’yı, Poljimlje’nin bir kısmını ve deniz kıyısını kazanmıştır.

Savaştan sonra Karadağ ve Türkiye arasında diplomatik ilişkiler oluşmuş ve. Türkiye’nin ilk Elçisi Halit Bey, o zamanki başkent Çetinye’ye Ekim 1879’da gelmiştir. Çetinye’deki Elçiliğin yanı sıra, Bar şehrinde Türkiye’nin bir Konsolosluğu da vardı.

1883 yılında Prens Nikola, ilk kez Sultan Abdülhamit’i ziyaret etti ve yüksek düzeyde törenlerle karşılandı. Sultan, Prens Nikola’ya pahalı hediyeler, takılar, yat, bir at ve kişisel hediye olarak da Emirgân’da bir köşk verdi. On yıllarca süren bir barış döneminin ardından, 1912 yılında, Karadağ ile Osmanlı İmparatorluğu arasında yeniden savaş başladı. Kral Nikola’nın doğum günü olan 25 Eylül 1912 tarihinde başlayan bu savaşla birlikte, Birinci Balkan Savaşı da başlamış oldu. Türkiye’nin kaderi, Karadağ ve çevresindeki diğer ülkelerin başarısı sonucunda belirlendi ve Osmanlıların Balkanlarda beş yüzyıldan fazla süren varlığı sona ermiş oldu.

Artık, Karadağ’ın çevreleyen Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini, yeni ortaya çıkan devletler almış ve Karadağ ile Osmanlı İmparatorluğu arasında beş yüzyıldan beri süren siyasi ilişkiler de son bulmuştu.

BÜYÜKELÇİ RAMO BRALİÇ:
TÜRKİYE, KARADAĞ İÇİN ÇOK ÖNEMLİ BİR ÜLKE

Avrupa’nın genç ülkesi Karadağ’ın Ankara Büyükelçisi
Ramo Braliç, ülkesinin Türkiye ile bağlarını her alanda
güçlendirmek için büyük gayret sarfediyor. Diplomat Atlas,Büyükelçi Braliç ile Türkiye-Karadağ ilişkilerini konuştu.

DİPLOMAT ATLAS: Sayın Büyükelçi, önce biraz kendinizden söz edebilir misiniz? Karadağ’ın Ankara Büyükelçisi oluncaya kadar hangi görevlerde bulundunuz?

RAMO BRALİÇ: Karadağ’ın Türkiye’deki Büyükelçisi olmak gibi önemli bir görev, bana onur veriyor. Özellikle de, ben hem bağımsızlık ilânından sonra, Karadağ’ın Türkiye’deki ilk Büyükelçisiyim, hem de, ülkemi 100 yıl aradan sonra burada yeniden temsil ediyorum. Türkiye’nin hem bölgede, hem de uluslararası arenada önemli bir ülke olması, ve burada Karadağ’dan göç etmiş büyük bir nüfusun da bulunması benim görevimi daha da önemli hale getiriyor.

Benim özgeçmişim için zengin diyebilirim. Uzunca bir süre yöneticilik yaptım. Genel Müdürü olduğum “Gornji İbar” şirketi, 2300 kişinin çalıştığı büyük ve başarılı bir firmaydı. Daha sonra, Karadağ Birleşik Ticaret IBT Bankası yönetim kurulu üyesi ve Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi olarak çalıştım. Karadağ Meclisinde 9 yıl milletvekili olarak bulundum, 4 yıl da Ticaret Bakanı olarak görev yaptım. Büyükelçi olmadan önce, 8 yıl boyunca, Sağlık Sigorta Fonu Genel Müdürüydüm.

DİPLOMAT ATLAS: Ankara’daki en yeni Büyükelçiliklerden birisiniz. Yeni bir Büyükelçilik açmanın ne gibi zorlukları var? Başkonsolosluklarınız da olacak mı?

RAMO BRALİÇ: Karadağ bugün için çok genç bir ülke ama, tarihi açıdan uzun bir geçmişe ve deneyime sahip. Bağımsızlık sonrasında 22 ülkede Büyükelçilik açtık.

Ayrıca, BM, AB, NATO, Avrupa Konseyi, UNESCO gibi uluslararası kuruluşlarda da temsilciliklerimiz var. New- York’ta ve Frankfurt’ta da Başkonsolosluklarımız bulunuyor. İstanbul’da da bir Başkonsolosluk açmayı plânlıyoruz. Umuyorum, bu 2012 yılında gerçekleşir. Biliyorsunuz, İstanbul’da Karadağ’dan göç etmiş bir çok insan yaşıyor, ayrıca Karadağ vatandaşı olup çalışmaya gelenler de var. Büyükelçilik açılırken çok problem yaşamadık. Kardeş Türkiye’de çok kişi bize yardım etti. Gerek Dışişleri Bakanlığından, gerekse de Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki dostlarımızdan destek gördük. Diğer Balkan ülkelerinin Ankara’daki Büyükelçilerinin de bize çok yardımcı olduklarını bu arada söylemeliyim.

DİPLOMAT ATLAS: Sizce, Karadağ’ın AB üyesi olması ne kadar zaman alır? Aday ülke olarak ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?

RAMO BRALİÇ: Batı Balkan bölgesi ve bu bölgenin gelişmesi AB’nin önem verdiği konulardan biridir. Aslında, hem bölgenin bütünü, hem de teker teker bütün ülkeler bir gelişme süreci içinde bulunuyor. Bu açıdan, Karadağ da iyi bir ilerleme içinde. Bağımsızlığını ilân ettikten sonra, Karadağ bütün gücüyle AB’ye girme aşamalarını tamamlamaya çalıştı. Şimdi, Eylül ayında tam üyelik müzakereleri için tarih verilmesini bekliyor. Karadağ’ın etnik istikrar konusundaki, etnik gruplar ve dinler arasında uyum sağlanması konusundaki rolü, bölgedeki Avrupa perspektifini teşvik eden bir unsurdur. Gerek AB, gerekse de NATO, bizim geleceğimiz açısından, alternatifi olmayan fırsatlardır.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye, Karadağ için hangi öneme sahip? Karadağlılar Türkiye’yi nasıl görüyorlar?

RAMO BRALİÇ: Evet, Türkiye Karadağ için çok önemli bir ülke. Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumu onu bütün kara, hava ve deniz yollarının kesiştiği nokta haline getirmiş. Ekonomisi açısından dünyanın ilk 20 ülkesi arasında ve 2023’de ilk 10 ülke arasında olmayı hedefliyor. İstikrarı ve çalışkanlığı ile örnek bir ülke.

Tarihe baktığımızda, Türkiye ile Karadağ arasında birkaç savaş ve çatışma olmuş ama her zaman dostane ilişkiler de yaşanmış. Karadağ’ın Osmanlı İmparatorluğu içinde ayrıcalıklı, özerk bir konumu vardı. 1878 yılında, Berlin Konferansının ardından, Türkiye, Karadağ’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkelerden olmuş ve hemen Çetinye’de Büyükelçilik açmıştı. 2006 yılında, yine Türkiye, Karadağ’ı tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. Kral Nikola, Sultan Abdülhamid’i iki kez ziyaret etmiş ve çok iyi ağırlanmıştı. Kral Nikola’ya bir yat ve Emirgân’da bir köşk hediye eden Abdülhamid, “Sizin ülkeniz, siyasi açıdan bize dürüst davranan tek ülkedir” demişti. Karadağ ulusu, bugün de Türkiye için iyi şeyler düşünmeye devam ediyor.

DİPLOMAT ATLAS: Karadağ’ın 5 yıl önce bağımsız olmasından bu yana, Türkiye ile olan ilişkilerinde ne gibi aşamalar oldu?

RAMO BRALİÇ: Bu kısa süre içinde, Türkiye ve Karadağ arasında, yüksek düzeyde önemli ziyaretler yapıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Sanayi Bakanı Nihat Ergün Karadağ’ı ziyaret ettiler. Yanlarında pek çok iş adamı ve TOBB, DEİK, MUSİAD gibi kuruluşların temsilcileri de eşlik ediyorlardı. Türkiye ile Karadağ arasındaki ekonomik işbirliğinin yolunu çizmek için, Sanayi Bakanı Nihat Ergün ve Karadağ Ekonomi Bakanı Branko Vujoviç liderliğinde bir ortak komite kuruldu. Şimdiye kadar anlaşması imzalanmış ya da hazırlık aşamasında olan konularımız arasında, ekonomide işbirliği, yabancı yatırımlar, gümrük engellerinin kaldırılması, çifte vergilendirmenin önlenmesi, Turizm ve Kültür İşbirliği anlaşması, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları İşbirliği Anlaşması ve iki ülkenin arşivleri konusunda işbirliği yapılması gibi hususlar var. Türkiye’nin arşivleri arasında Karadağ ile ilgili 60.000 kadar belge bulunuyor.

Karadağ tarafından da, Türkiye’yi, Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç, Meclis Başkanı Ranko Krivokapiç, Dışişleri Bakanı Milan Roçan, Ekonomi Bakanı Branko Vujeviç ve iş dünyasından bir çok heyet ziyaret etti. İki ülke arasında, kültürel değişim de yoğun olarak sürüyor. En son, ünlü Karadağ’lı ressam Svetlana Dragojeviç’in Ankara’da kişisel sergi açtığını belirtebilirim. Ayrıca folklor gruplarının ziyaretleri de var. Bu arada, Bornova ile Bar’ın, Bayrampaşa ile Rozaje’nin, Burhaniye ile de Bijelo Polje’nin kardeş şehir olduklarını ekleyeyim. Bu arada, Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) da Karadağ da ofisini açtı ve çeşitli sektörlerde önemli destek ve yatırım sağlıyor.

DİPLOMAT ATLAS: Karadağ ile Türkiye arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler hangi düzeyde bulunuyor ?

RAMO BRALİÇ: Dürüst olmak gerekirse yeterli değil. Biz çok daha fazlasını bekliyoruz. Ben, Karadağ’ın Türk yatırımcılar için iyi bir hedef olduğunu düşünüyorum. Bu arada, eğer koşullar iyileşir ve tarife engelleri ortadan kalkarsa, örneğin, Karadağ şaraplarının Türkiye’de pazarlanması mümkün olacaktır.

DİPLOMAT ATLAS: İki ülke arasındaki ikili ilişkilerin en çok hangi alanda gelişeceğini düşüyorsunuz?

RAMO BRALİÇ: Bence, iyi bir temele ve gelişme potansiyeline sahip olan Karadağ, Türk yatırımcılar için ciddi bir alternatiftir. Turizmin gelişmesinde; Türkiye üzerinden geçen doğalgaz yollarının Karadağ’a bağlanması konusunda, karayolu altyapısı ya da hava trafiği gibi konularda ciddi bir işbirliği potansiyeli vardır.

DİPLOMAT ATLAS: Karadağ’da çalışan Türk firmaları ve Türkiye’de çalışan Karadağ firmaları hakkında bilgi verebilir misiniz?

RAMO BRALİÇ: Karadağ’daki en önemli Türk şirketi, Podgorica’da büyük yatırım yapan Gintaş’dır. Modern bir pazar yeri, büyük bir alışveriş merkezi ve butik otel yaptılar. Gintaş firması Karadağ’daki diğer yatırımcılar için bir rehber olabilir.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ile Karadağ arasında deniz, hava, kara ve demiryolu bağlantıları nasıl gelişiyor?

RAMO BRALİÇ: En önemli hareket, THY’nın haftada üç kez çalışan Podgorica- İstanbul hattı. Bu hat iki ülkeyi birbirine çok yakınlaştırdı. Karadağ ile Türkiye arasında düzenli otobüs servisleri de var. Türkiye’deki limanları ile, Bar limanı arasındaki deniz ulaşımını arttırma çalışmalarımız da devam ediyor.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ile Karadağ arasında, turizm amaçlı, ya da sanat, bilim, ve spor konularında seyahatler oluyor mu?

RAMO BRALİÇ: Bilindiği gibi, Türkiye’de, Karadağ’dan göç etmiş vatandaşlar var. Sanırım, bunların sayısı yaklaşık 200.000 kadardır. Bunlar, eski topraklarını zaman zaman ziyaret ediyorlar. Spor, kültür, sanat ve eğitim alanında da işbirliği çok yoğun. Ayrıca, halen 100’den fazla Karadağlı öğrenci Türk Üniversitelerinde burslu olarak okuyor. Bu genç insanlar, gelecekte Karadağ ve Türkiye arasındaki ilişkilerde büyük rol alacaklar.

DİPLOMAT ATLAS: Okuyucularımıza iletmek istediğiniz herhangi bir başka mesajınız var mı?

RAMO BRALİÇ: Dileğimiz, birçok Türk vatandaşının Karadağ’da misafirimiz olması; doğal güzelliklerimizi, denizimizi, dağlarımızı, göllerimizi, ormanlarımızı ve kültürümüzü tanımasıdır. Karadağ hakkında bilgi edinmenizi, şehirlerimizi görmenizi ve birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu anlamanızı isteriz. Eğitime yatırım da dahil olmak üzere, enerji sektöründe, ulaşım altyapısında ve turizmde, iş ve yatırım yapmak Karadağ’ı uygun bir ülke olarak görmenizi isteriz. Bir de, Karadağ’dan göç edenlerin kurdukları derneklerde Karadağ adının geçmesini isterdim.

Karadağ’ın İstanbul Fahrî Konsolosu
Dr. Akkan SUVER

Karadağ’ın İstanbul Fahrî Konsolosluğu görevini Dr. Akkan Suver ifa ediyor. Dr. Akkan Suver, hem “Sarı Basın Kartı” sahibi bir gazeteci, hem de “Marmara Grubu Vakfı”nın Genel Başkanı.

Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vujanoviç tarafından İstanbul Fahrî Konsolosluğuna atanan Dr. Akkan Suver, 12 Haziran 2008 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün izni ile başladığı görevini halen başarıyla sürdürüyor. Türkiye ile Karadağ arasındaki ilişkilerde mevcut olan yüksek değer ölçülerinin her gün artan bir grafik çizmesi, Dr. Suver’in görevinin önemini de ortaya koyuyor.

Fransızca ve İngilizce konuşan Dr. Akkan Suver, onbeş yıl kadar önce, Türkiye’de kültürlerarası diyalog çalışmalarını başlatmış. 1998 yılından beri de, Marmara Grubu Vakfı çerçevesinde, “Avrasya Ekonomi Zirveleri”ni düzenliyor. Bu çalışmaları nedeniyle, Azerbaycan, Moğolistan, Vatikan ve Gagavuzya Devlet Başkanları tarafından madalya ile taltif edilen Dr. Suver, Azerbaycan Bakû Üniversitesinden Fahrî Doktora, Kırgızistan Bişkek Üniversitesinden de Fahrî Profesörlük ünvanı almış. Dr. Suver’in, biri İngilizce olmak üzere, yayımlanmış 13 eseri var.

Akademisyen ve İnsan Hakları savunucusu Müjgân Suver ile evli olan Dr. Akkan Suver’in iki evlâdı bulunuyor.

Karadağ, İstanbul’un yanında, yakın bir gelecekte, İzmir’de, Bursa’da, Antalya’da, Adana’da ve Konya’da da Fahrî Konsolosluklar açmayı plânlıyor.

YEŞİL BAŞKENT
PODGORİCA

Karadağ’ın başkenti Podgorica’nın içinden ve yakınından tam beş tane nehir geçiyor. Bu su bolluğu sayesinde, kent Avrupa’nın en yeşil şehirlerinden biri olmuş. Kente adını veren Gorica tepesi ise, şehrin merkezinde yükseliyor.

Karadağ’ın yaklaşık 190 000 nüfuslu başkenti Podgorica, ülkenin güneyinde, Moraca ve Ribnica nehirlerinin ve verimli Zeta ve Byelopavliçi ovalarının kesiştiği noktada yer alıyor. Şehrin yakınından Zeta, Ciyevna ve Sitnica nehirleri de geçiyor. Yani, Podgorica suyu ve doğal olarak yeşili pek bol bir başkent. Adını, şehrin içinde yükselen 107 metrelik Gorica tepesinden almış. Podgorica, “Gorica’nın eteğindeki kent” anlamına geliyor. Gorica ise küçük dağ, ya da tepe demek. Şehir, hem Dinar Alplerindeki kış sporu istasyonlarına, hem Adriyatik kıyılarındaki plajlara, hem de doğal bir rezerv sayılan İşkodra gölüne çok yakın olmanın çekiciliğine sahip. Geçmişi prehistorik döneme uzanan ve bir zamanlar İlliryalıların yaşadığı bu topraklar, Roma döneminde Birziminium diye adlandırılıyormuş. Ortaçağda ise, şehrin adı Ribnica olmuş. Zaten, bugün de kentin mahallelerden biri bu adı taşımaya devam ediyor.

Slav kabileleri bölgeye 6.yüzyılda gelmişler. Bizans’la peş peşe savaşlar yaparak yerleştikleri kentin adını da “Podgorica” olarak benimsemişler. 1326 tarihli bir belgede, kentin adı ilk kez bu isimle geçiyor. 15. yüzyılda ise, Osmanlılar gelmiş ve şehrin savunması için çok güçlü bir kale inşa etmişler. Evliya Çelebi, bu kalede 700 askerin barındığını yazıyor. Podgorica, 1878 yılında Osmanlılardan ayrılarak, Karadağ’a katılmış, 1946 yılında da, Çetinye’nin yerine Karadağ’ın başkenti olmuş, ama 1992 yılına dek, yani Yugoslavya’ya dahil olduğu dönemde, “Titograd” olarak anılmış.

Modern başkent

Balkan yarımadasının bu bölümündeki en eski yerleşim yerlerinden biri olan Podgorica, Karadağ’ın sadece siyasi değil, aynı zamanda ticaret ve kültür açısından da en önemli merkezi. İkinci Dünya Savaşı sırasında ağır tahribata uğrayan şehir, savaş sonrasında yeni baştan inşa edilmiş. Bu nedenle, binalar genellikle yeni ve modern. Ayrıca, her adımda karşınıza bir park, bir yeşil alan çıkıyor. Bu da şehrin ferah ve iç açıcı görünmesini sağlıyor.

Şehirde, farklı tarihi dönemlerden kalan değişik mimari yapılar var. Tabii, Osmanlı zamanından izler taşıyan, tamamen Türk stilinde göz alıcı evlere de rastlanabiliyor. Bunların en tipik örnekleri, Draç ve kentin en eski mahallesi olan Stara Varoş semtlerinde, küçük ve dar sokaklarda yer alıyor. Ayrıca, Glavatovici ve Osmanagici camileri ile, Podgoricalıların “Sahat Kule” dedikleri, kare biçimli, kale burcunu andıran Osmanlı saat kulesini de gözden kaçırmak imkânsız. Saat kulesi, İkinci Dünya savaşından kurtulabilen nadir Osmanlı eserlerinden.

Gorica tepesinin eteklerinde, şehir merkezi yer alıyor. Şehrin ana caddesi olan Ulice Slobode, taşıt trafiğine kapalı bir yaya bölgesine dönüştürülmüş. Hemen onun yanındaki Njegoşeva ve Hercegovacka caddelerinde şık dükkânlar ve cafe’ler var. Eskiden “Trg İvana Milutinoviça” olarak bilinen, şehrin ana meydanı ise, 2006 yılında yenilenmiş ve adı da “Trg Republike”, yani “Cumhuriyet meydanı” olmuş. Podgorica’nın sembolü sayılan “Millenyum Köprüsü” de merkeze oldukça yakın. 2005 yılında hizmete açılmış olan köprü, nefis bir modern mimari örneği ve Karadağlılar için bir gurur kaynağı. Başarılı bir ışıklandırma sistemi sayesinde, geceleri ışıl ışıl görünen Millenyum köprüsü, bir çok afişin ya da broşürün üzerinde şehrin simgesi olarak yer alıyor.

Şehrin merkezine yakın bir de yepyeni alışveriş merkezi var. Adı “Mall of Montenegro” olan bu modern tesisi yapan ve işleten de, Bursa merkezli Gintaş firması. Aynı kompleksin içinde, şık bir otel ve “Gradska pijaca” denilen büyük bir kapalı pazar yeri bulunuyor.

Novi Grad

Köprüden, Moraca nehrinin sağ kıyısına geçildiğinde, Yugoslavya dönemindeki sosyalist kültüre tanıklık eden kütlesel binaların çoğunlukta olduğu semtlere geliniyor. Son yıllarda, çok sayıda yeni ve modern binanın inşa edildiği bu bölgeye, “Yeni Şehir” anlamında “Novi Grad” deniyor. Burası, daha geniş caddeleri ve planlı yapısıyla modern ve ferah bir bölge. Özellikle, “Blok 5” isimli mahalle, gelir seviyesi yüksek olanların gözdesi. Modern alışveriş merkezleri, lüks mağazalar, şık dükkânlar bu bölgede yoğunlaşıyor.

Ülkenin bütün politik kurumlarını ve büyükelçilikleri barındıran Podgorica, müzeler ve sanat galerileri açısından çok zengin bir kent. Şehrin tarihi mirasını sergileyen Podgorica Müzesi, Modern Sanatlar Merkezi ve Karadağ Ulusal Tiyatrosu önde gelen kültür anıtları. Ulusal Tiyatro, ülkenin en tanınmış kurumlarından. 1953 yılında “Titograd Belediye Tiyatrosu” olarak kurulmuş ve ülkenin en görkemli tiyatrosu olmak üzere tasarlanmış. 1989’da bir yangın geçiren yapı, 1997’de tamamen yenilenmiş. Podgorica’da ayrıca bir de “Şehir Tiyatrosu” var. “Gradsko Pozorişte” adıyla bilinen bu tiyatronun bünyesinde çocuk ve kukla tiyatroları da yer alıyor.

Ülkenin en önemli sanat galerisi, şehrin en büyük parkının ortasındaki Petroviç- Njegoş Kraliyet şatosu alanında. Ülkenin ilk ve tek Kralı I.Nikola’nın kışlık sarayı olan Petroviç- Njegoş şatosu ve etrafındaki binalar 1995’ten beri Modern Sanatlar Merkezi’ne dahil olmuş ve halen 1500 sanat eseri barındırıyor. Arkeolojik Araştırma Müzesi ise, 1961’de kurulmuş. Bir de Tabiat Müzesi var. Karadağ’ın sahip olduğu doğal varlıklar burada sergileniyor. Hemen yakınlardaki Medun köyünde bulunan, ülkenin en saygın müzesi Marka Miljanova’da ise, 19.yüzyıldaki Karadağ günlük yaşamına tanık olunabilir. Ayrıca, şehrin muhtelif yerlerinde tarihi şahsiyetlere ait görkemli heykeller mevcut.

1993’te inşa edilmiş olan Ortodoks Diriliş Katedrali, şehrin önde gelen modern yapılarından. Bizans mimari özellikleri taşıyan Katedral, şehrin en büyük ibadet yeri ve aynı zamanda Başpiskoposluk makamı. Şehrin muhtelif noktalarına dağılmış diğer kiliseler daha küçük, bir de katolik kilisesi var. Moraca nehri üzerindeki Vezirov köprüsü ve Ribnica nehri kıyısındaki Türk hamamı da Podgorica’da görülmesi gereken yerler arasında. Eski bir kaplıca olan ve “banya” olarak bilinen hamam, artık bir kitaplık olarak hizmet veriyor.

Duklja

Podgorica’nın hemen 3 km dışında, eski bir Roma kenti olan Doclea’nın kalıntıları yer alıyor. Karadağ’lılar buraya Duklja diyorlar. Şehir bir zamanlar, bütün Karadağ bölgesinin en büyük kenti olarak biliniyormuş. Ama, 5.yüzyılda, önce Goth’ların saldırısına uğrayıp yerle bir olmuş, 30 yıl sonra da büyük bir deprem nedeniyle yeniden yıkılmış. Şehrin kalıntılarından, etrafında güçlü surlar olduğu anlaşılıyor. Moraca nehri üzerinde inşa edilmiş bir köprünün de izleri var. Kalıntılar, şehirde saraylar ve çok sayıda anıt-mezar olduğunu da gösteriyor. Mezar lâhitleri üzerindeki kabartma resimler, süslemeler ve Latince yazılar Duklja’nın zenginliğini ve önemini kanıtlıyor. Yapılan araştırmalarda, Duklja’da 40 000 kişinin yaşadığı belirlenmiş. Bugün bile Karadağ kentlerinin dörtte üçünün nüfusu bu sayıdan az. Bu da antik Duklja’nın ne kadar önemli bir kent olduğunun somut göstergesi.

Tekrar Podgorica’ya dönelim: kent nüfusunun yüzde 60’a yakınını Karadağlılar, yaklaşık yüzde 25’ini de Sırplar oluşturuyor. Daha küçük oranlarda Arnavut, Boşnak-Müslüman ve diğer etnik gruplar var. Ülkenin ticaret merkezi olan Podgorica’da alüminyum ve tekstil endüstrisi güçlü. Ayrıca şarapçılık ve konyak üretimi de hayli gelişmiş.

Podgorica’da, şehir merkezindeki Gorica parkında dinlenmek, Vidikovac tepesinden panaromayı izlemek ya da son yıllarda çok popüler olduğu gibi, Moraca nehrinde su kayağı yapmak büyük keyif. Kentten ayrılırken, eşinize- dostunuza hediye olarak Karadağ şarabı, halı, el işi çanak-çömlek, ahşap gravür ya da gusla alabilirsiniz. Gusla, Karadağ’ın tipik bir müzik aleti, tek telli bir çeşit kemençe. Geleneksel halk şarkılarında ritm tutmak için kullanılıyor.

KÜÇÜK “BÜYÜK” ŞEHİR
NİKŞİÇ

Nikşiç, 73.000’e yaklaşan nüfusuyla küçük bir şehir. Ama, aynı zamanda Karadağ’ın ikinci büyük şehri ve büyük bir kent olmanın bütün özelliklerini taşıyor. Nikşiç, önemli bir sanayi, kültür ve eğitim merkezi.

Nikşiç, Karadağ’ın merkezinde, şehirle aynı adı taşıyan, verimli Nikşiç Ovası’nda yer alıyor. Etrafı dağlarla çevrili olan Nikşiç Ovası “karstik” bir ova. Bilindiği gibi, yeraltı sularının bulunduğu alanlara “karstik” deniliyor. Nikşiç ovasında doğan Zeta nehri de, Nikşiç şehrinin güneyinde gözden kaybolup, bir yeraltı akarsuyuna dönüşüyor.

Nikşiç’in oldukça eski bir tarihi var. Antik çağlardaki en eski ismi Anderba. Daha sonraları, Anagastum, ya da Onogost olarak anılmış. Sonra da, buraya yerleşen Slav kabileleri şehre bugünkü adını vermişler.

Planlı şehircilik

Nikşiç, Trebyesa (Trebjesa) tepesinin eteklerinde kurulu, içinde geniş parkları olan düzenli ve sevimli bir kent. İlginç bir şehir planlamasına sahip. Birkaç yüzyıl süren Osmanlı egemenliğinin 1877 yılında sona ermesinin ardından, Kral I. Nikola’nın talimatı üzerine, Josip Slade isimli bir Hırvat mimar Nikşiç’in şehir planlamasını yeniden yapmış ve bugünkü şehir bu plana göre kurulmuş. Kente havadan baktığınızda, Trebyesa tepesine yakın bir noktadan dışarıya doğru birbirinden uzaklaşarak dağılan ve birbirine paralel olmayan caddeler ve bu caddeleri keserek yarım daire biçimi alan sokaklar görüyorsunuz. Yani, örümcek ağının dörtte biri gibi bir şekil. Planın çekirdeği gibi olan başlangıç noktasında Kral Nikola’nın Sarayı bulunuyor. Saray, Nikşiç’te görülmesi gereken önemli bir yapı. 1900 yılında neo-rönesans tarzında inşa edilmiş, iki katlı ve cephesi kırmızı tuğladan. Sarayın çevresindeki evler de tek ya da iki katlı olarak, tipik Karadağ mimarisi tarzında yapılmış ve Saray ile uyum sağlanmış.

Nikşiç’te kültür yaşamının en önemli kurumu, yerel adı “ Centar za Kulturu” olan, Kültür Merkezi. “Şehir Müzesi”, “Nikşiç Sanat Galerisi”, “Halk Kütüphanesi”, Nikşiç Tiyatrosu” gibi kültür kurumları, hep bu merkezden yönetiliyor. Bu ilginç kent, Karadağ Üniversitesinin bazı fakültelerine de ev sahipliği yapıyor. Zaten bu yüzden, şehre girer girmez bir öğrenci kentinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Yaklaşık 40 kadar eğitim kurumunun bulunduğu şehirde, Üniversitenin Felsefe ve Beden Eğitimi bölümleri hizmet veriyor.

Bira

Eski Yugoslavya’da en iyi bira Nikşiç’te üretilirmiş. Durum bugün de değişmemiş. Karadağ’da sadece Nikşiç’te bira üretiliyor ve yine kalitesi çok beğeniliyor. “Trebjesa” bira fabrikasında yapılan biraları, Karadağ dışında Sırbistan’da, Hırvatistan’da, hatta bazı batı Avrupa ülkeleriyle ABD’de ve Kanada’da bulmak mümkün. Meraklısı için şu bilgiyi de ekleyelim: Nikşiç birasının dört çeşidi var. Pilsen tipinde olana “Nikşiçko Pivo” deniyor. “Nikşiçko Tamno” ise, koyu renkli, siyah bira. Malt birasının adı “Nik Gold”, hafif yani “light” bira ise “Nik Cool”.

Adriyatik kıyıları ile Balkan dağları arasında bulunan Nikşic, bölgede bir kavşak noktası konumunda. Sırbistan’ı, Bosna Hersek’i, Arnavutluk’u ve Güney Hırvatistan’ı birbirine bağlayan zorunlu bir geçiş noktası. Kent civarında zengin demir ve boksit madenleri var. Ülke ekonomisi için çok önemli olan “Zeljezara Nikşiç” demir fabrikası da burada. Ayrıca, kent yakınlarındaki Perucica hidroelektrik santralı da ülke ekonomisine büyük katkı sağlıyor.

Şehrin hemen civarında çok sevimli göller de var. Krstac gölü balık avlamak için, Liverovica gölü ve çevresi de doğayla bütünleşmek için son derece ideal.

ENERJİ ÜRETEN KENT
PLEVLİYA

Plevliya, Karadağ’ın en kuzeyinde yer alıyor. Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki adı “Taşlıca” olan kentte, hristiyan ve islâm eserlerinin uyumlu beraberliği dikkat çekici.

Plevliya, Karadağ’ın kuzeyinde, Çehotina ve Breznica nehirleri vadisinde yer alıyor. Kent, hem Bosna-Hersek sınırına, hem de Sırbistan’a çok yakın. Osmanlı İmparatorluğu zamanında, “Taşlıca” adıyla anılıyormuş. Bu ismin verilmesine, şehrin hemen yanı başında bulunan geniş taş ocaklarının ilham kaynağı olduğu sanılıyor.

Uzun bir geçmiş

Plevliya’nın tarihi çok eskilere uzanıyor. Kentin hemen yakınındaki Malişina Mağarasında, buz çağından beri yörede insanların yaşadığını gösteren izler bulunmuş. Plevliya, belki de Avrupa’nın bu bölgesindeki en eski yerleşim yeri. Daha sonra, İllirya kabilelerinin buraya yerleştikleri, ardından da Romalıların geldikleri biliniyor. Romalılar zamanında, şehir bir ticari ve dini merkez haline dönüşmüş.

Bölgeye Slav’ların gelişi ise, 6. yüzyıla rastlıyor. Slavlar, kentin içinden geçen nehirden esinlenerek, 9. yüzyilda buraya Breznik adını vermişler. Adriyatik kıyısındaki Kotor ve Dubrovnik gibi kentlerle İstanbul’u ve Belgrad’ı birleştiren güzergâh üzerinde yer alması, kentin gelişmesini sağlamış. Şehrin bugünkü ismi olan Plevliya’nın 14. yüzyılda kullanılmaya başladığı biliniyor. Ama, 15. yüzyılda Osmanlılar gelince, şehrin adını “Taşlıca” ya çevirmişler.

15. ve 16. yüzyıllarda şehir büyük ölçüde imar edilmiş. Bugün şehrin en değerli eserleri sayılan “Kutsal Teslis Manastırı” ile “Hüseyin Paşa Camii”, bu dönemde inşa edilmişler. “Hüseyin Paşa Camii”nin 42 metrelik minaresi, bugün de Balkanların en yüksek minaresi.

1878 yılında ise, Plevliya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından işgal edilmiş ve kısa sürede kentte bir Batı havası esmeye başlamış. Bu dönemde, şehirde otellerin, kitapçı dükkânlarının, ilk eczanenin, ilk fotoğrafçının ve bir de tiyatronun açıldığı görülüyor.

1908 yılında, Avusturyalılar şehirden çekilince, Osmanlılar yine Plevliya’ya gelmişler ve şehri “Taşlıca Sancağı”nın merkezi yapmışlar. Fakat bu dönem uzun sürmemiş. 1912 yılında, Osmanlı yönetimine başkaldıran Karadağlılar, Plevliya’yı Karadağ Krallığı’nın bir parçası haline getirmişler.

Kentin özellikleri

Plevliya, yaklaşık 31.000 nüfuslu küçük ve sevimli bir şehir. Bu nüfusun yüzde 52’sini Sırplar, yüzde 23’ünü Karadağlılar, yüzde 19’unu da Boşnak-Müslümanlar oluşturuyor. Az sayıda Hırvat, Makedon ve Arnavut da var. Tarım, hayvancılık, yün üretimi, dericilik ve taş kömürü, şehrin başlıca geçim kaynağı. Yörenin böğürtlen ve dağ çileklerinin lezzetine de doyulmuyor.

Kentin en önemli mimari eseri olan Hüseyin Paşa Camii 1562 yılında yapılmış. Doğu mimarisinin çok yetkin bir örneği ve Karadağ müslümanlarının en güzel dini yapısı. Hemen yakınında bir de Saat Kulesi var. Kutsal Teslis Manastırı ise, beyaz boyalı sade bir yapı. İç kısmında çok güzel freskler bulunuyor. Karadağ’ın en eski lisesi de Plevliya’da bulunuyor. Adı, “Tanasije Pejatovic” Lisesi. “Municipum” adı verilen Roma kalıntıları ve “Sveta Petka” kilisesi de kentte görülmesi gereken diğer yerlerin başında geliyor.

Plevliya’nın bir de ekonomik özelliği var. Karadağ’ın enerji ihtiyacının önemli bir kısmı burada üretiliyor. Ülkenin tek termik elektrik santralı burada kurulu ve Karadağ’ın elektrik tüketiminin yaklaşık yarısını sağlıyor. Karadağ’ın kömür ihtiyacının tamamı da, yine Plevliya’daki kömür madenlerinde üretiliyor. Şehir, ayrıca orman ve ağaç ürünleri açısından da, Karadağ’ın en zengin kaynaklarına sahip.

KRALİYET BAŞKENTİ
ÇETİNYE

Tarihî Karadağ Krallığının merkezi olan, yaklaşık 17.000 nüfuslu Çetinye, denizden 670m yükseklikte, etrafı dağlarla çevrili küçük bir vadide konuşlanmış. 15. yüzyıldan 1946 yılına kadar ülkenin başkenti olan kent, bugün de “tarihi başkent” olarak anılıyor ve Devlet Başkanının ikâmetgâhı ile Kültür Bakanlığına ev sahipliği yapıyor.

Çetinye, yüzyıllar boyunca Karadağ’ın başkenti olmuş, 1946 yılında ise, bu ünvanını Podgorica’ya devretmiş. Ama, ülkenin tarihinde hâlâ çok önemli bir yere sahip olduğu gibi, Karadağ Ortodokslarının ruhani merkezi olmayı da sürdürüyor. Zaten, adeta bir açık hava müzesi gibi olan kentin kültürel zenginliği de göz kamaştırıcı.

Aslında, 15.yüzyıl öncesinde bu topraklarda “Zeta Prensliği” bulunuyormuş ve Prensliğin başkenti de “Zabljak” isimli şehirmiş. Fakat, Osmanlıların bölgeye gelişi ve yapılan savaşlar, Zeta Prensi Ivan Crnojevic’i, 1475’te, ülkenin başkentini Lovçen Dağı eteklerine taşımaya zorlamış. Böylece, düşman gözlerden yeteri kadar uzak kalınacağı hesaplanmış.

Karadağ’ın en ünlü doğal parklarından Lovçen dağına sırtını dayamış olan Çetinye, hem başkent Podgorica’ya, hem de sahildeki Kotor şehrine 30 km uzaklıkta. Şehir, adını, hemen yakınından geçen Çetina nehrinden alıyor. Lovçen Milli Parkına giden turistler için hoş bir uğrak yeri olan kentte, 12. yüzyılda yapılmış, 15. yüzyılda da ülkenin ruhani merkezi haline dönüşmüş olan manastır, en ünlü tarihi bina. 1993 yılında yeniden yapılanmış olan Karadağ Ortodoks Kilisesi, Sırp Ortodoks kilisesinden bağımsız. Çetinye Başpiskoposu ise, aynı zamanda Karadağ Metropoliti ünvanını taşıyor.

Gelişme süreci

Başkent olduktan sonra, Çetinye’nin ilk 2 yüzyılı durgun geçmiş. Şehir bu dönemde, pek çok kez Venedik ve Osmanlı saldırısına uğramış. Ancak 17.yüzyıl sonlarında, Petroviç hanedanı zamanında, özellıkle de II. Petar döneminde gerçek bir kalkınma süreci yaşanmış. Berlin Kongresinde Karadağ’ın bağımsızlığı tanınınca Çetinye tam bir Avrupa devleti başkenti olmuş. Modern binaların, “art nouveau” stili zarif büyükelçiliklerin yapımı bu döneme rastlıyor. Bugün Fransa, Rusya, İngiltere ve İtalya büyükelçilik binaları, 19.yüzyıl mimarisinin en güzel örneklerinden. Girişinde o zamanki tabelâsı hâlâ asılı duran Osmanlı Büyükelçilik binası artık tiyatro okulu olarak hizmet veriyor. Diğer diplomatik temsicilikler de güzel sanatlar fakültesinin birer dalı olarak kullanılıyor.

I. Nicolas zamanında yeni bir şehirleşme atılımı başlamış. “Locanda” adı verilen ilk belediye binası, ilk belediye hastanesi ve beyaz süslemeli, aşı boyalı, iki katlı yeni Prenslik (Kraliyet) sarayı o yıllarda yapılmış. 1910’da Krallığın ilân edilmesinin ardından da yeni hükümet binası inşa edilmiş. Bu arada nüfus artmış ve Çetinye bir kültür ve aydınlanma merkezine dönüşmüş. Ama, 1946 yılında, devlet kurumlarının, o zamanki adı Titograd olan Podgorica’ya taşınmasıyla, Çetinye hızlı bir çöküşe geçmiş ve bir endüstri şehrine dönüşmeye başlamış.

Çetinye’nin yüksek tarihi ve kültürel değerlerinin yeniden farkına varılması, eski Yugoslavya’nın dağılmasından sonraki döneme rastlıyor. Özellikle, son yıllarda, yeni kalkınma politikaları ile ekonominin daha çok turizme yöneldiği ve bu alanda ciddi adımlar atıldığı görülüyor. Buram buram tarih kokan, “onursal” başkent Çetinye, bugün politik iktidarı temsil etmese de, Karadağ Parlamentosu, yılda iki kez burada toplanıyor. Ayrıca Karadağ Devletinin yeni resmi Başkanlık rezidansı da burada. Başkanlık Sarayı, merdivenlerle çıkılan girişinin her iki yanındaki heykeller ve muhafızlarla pek görkemli görünüyor.

İlk matbaa

Çetinye, matbaacılık konusunda zengin bir geçmişe sahip. 1492 yılında kurulan Crnojevici matbaası ve burada basılan kitaplar, Karadağ’ın olduğu kadar, Balkanların da kültürel mirası bakımından önemli. Crnojevici’yi 1800’lerde başka matbaalar izlemiş ve 3000’in üzerinde eser basılmış. Ülkenin ilk gazetesi “Crnogorac” de 1871’de burada çıkarılmış. Zaten, Karadağ’ın en eski kütüphaneleri de burada. Örneğin, 16.yüzyıl sonunda kurulan Çetinye Manastırı Kütüphanesi, Kiril alfabesi ile 75 eski el yazması, basımcılığın ilk zamanlarına tarihlenen çok değerli metinler ve dini törenler üzerine yazılmış birçok eser barındırıyor. “Çetinye okuma salonu” adıyla bilinen kamuya açık ilk salon da 1896’da açılmış. Başarısı, yaklaşık 63 bin kitap ve süreli yayını barındıran Belediye Kütüphanesi tarafından sürdürülmüş. Bu gelenek, şehirdeki okulların kütüphaneleri tarafından yaygınlaştırılmış.

Tarihin, kültür ve sanatla harmanlandığı bu şirin kraliyet başkentinde, park yeri sorunu yok. Küçük olduğu için yaya da dolaşılabiliyor. Gece hayatı renkli, özellikle yazları çok canlı. Bir zamanların sarayları ve seçkinlere ait yapıları da günümüzde müze, kütüphane ya da sanat galerisine dönüştürülmüş. Şehir, renkli evleri, açık hava cafe’leri, geniş caddeleri, parkları, sakin ve düzgün sokakları ile huzurlu bir tiyatro dekoru gibi.

Çetinye’nin en önemli yapısı olan Manastır, son derece sağlam ve çok fonksiyonlu yapı, Balkanlar’ın ilk maatbaasını, ilk okulunu ve top güllesi yapım imalathanesini barındırmış. I.Nikola’nın 1867’de inşa edilen sarayı ise, 1926’da ulusal müzeye dönüştürülmüş. Hemen yakınında da “Bilyarda sarayı” var. 1838’de yapılan saray, o tarihte ülkedeki tek bilardo masasına sahip olduğu için bu adı taşıyor. Djurdje Crnojevic Milli Merkez Kütüphanesi, beyaz boyalı Zetski Dom Kraliyet Tiyatrosu, Çetinye Manastırı Müzesi, Elektrik Sanayii Müzesi ve Karadağ Ulusal Müzesi, şehrin belli başlı kültürel kurumları.

Şehirde, her iki yılda bir “Çetinye Bienali” adı altında uluslararası bir sergi düzenleniyor. Vlaska kilisesi ve pencere kenarları beyaza boyalı, şirin, mavi Plavi Dvorac Sarayı görülmesi gereken diğer yapılar.

YATIRIMLARIN
DOĞRU ADRESİ

Karadağ ekonomisinde tarım sektörünün geleneksel bir yeri var, ama özellikle son yıllarda,sanayi sektörünün hızla gelişmekte olduğu da bir gerçek. Bu turizm ülkesinde hizmet sektörü de ekonomide önemli bir yere sahip. Karadağ, ayrıca yabancı yatırımcılara çekici fırsatlar sunuyor.

Balkan yarımadasının genç ülkesi Karadağ, henüz Sırbistan ile birlikteyken, 1999 yılında, Yugoslav Dinar’ından ayrılmış ve Alman Markı’nı para birimi olarak benimsemişti. 2002 yılında, Mark’ın yerini Euro aldı. Para biriminin ayrılmasıyla ekonomide bir tür özerklik ve hareket serbestisi sağlayan Karadağ, 2006 yılında bağımsızlığını ilân ettiğinde kayda değer bir ekonomik sarsıntı yaşamadı.
Şimdi, kendi ekonomisini süratle geliştirmeye ve büyütmeye çalışan Karadağ’ın, 2008 küresel ekonomik krizin etkilerine rağmen, fert başına düşen milli gelirini 7000 dolara yükselttiği biliniyor.

Ekonomik sektörler

Karadağ ekonomisinin gelişmesinde, tarım sektörünün geleneksel ve stratejik bir yeri var. Ülkedeki, çevre kirliliği sorunu olmayan verimli topraklar ve dağlardan gelen berrak sular tarım için çok elverişli bir zemin oluşturuyor. Özellikle hayvancılıkla elde edilen et, süt ve süt ürünleri, hem iç tüketimde, hem de ihracat için çok yararlı. Ayrıca, bal üretimi, balıkçılık ve sebze-meyve yetiştiriciliği de çok yaygın. Bunlara özenle yapılan şarapçılık faaliyetlerini ve doğal maden suyu üretimini de eklemek mümkün. 2009 yılında, Karadağ’ın toplam ihracatı içinde tarım ürünlerinin payı %15, toplam ithalatı içinde ise %24 olmuştu.

Hemen her tarafı ormanlarla kaplı olan Karadağ’ın ekonomisinde, doğal olarak orman ürünleri de önemli bir yer tutuyor. Karadağ, yaklaşık 621.000 hektar ormanlık alana sahip. Bu da, ülkenin %45’inin orman olduğu anlamına geliyor.

Ama, sanayi sektörünün tarım sektöründen daha hızlı geliştiği de bir gerçek. Karadağ, madencilik açısından zengin bir ülke. Yıllık 400.000 ton işlenmemiş çelik, 800.000 ton boksit, 120.000 ton alüminyum, 280.000 ton “Alümina” yani Alüminiyum Oksit, 2 milyon ton linyit kömürü ve 50.000 ton da deniz tuzu üretme kapasitesine sahip. Ekonomide özelleştirme programının yüzde 90’ının tamamlanmış bulunduğu ülkede, önümüzdeki dönemde sanayinin hamle yapması bekleniyor. Bugün için, sanayi sektörünün yaklaşık %63’ünü fabrikalar, %33’ünü elektrik üretimi, %4’ünü de madencilik oluşturuyor. Fabrika ürünleri arasında önde gelen ise gıda ve içecek üretimi.

Karadağ, her ne kadar elektrik santrallarına sahipse de, enerji ihtiyacının 1/3’ünü ithal etmek zorunda. Bu da, yeni ve alternatif enerji kaynaklarının planlanmasını ve tesis edilmesini stratejik bir hedef haline getiriyor.

Çok çekici bir turizm ülkesi olan Karadağ’da, doğal olarak hizmet sektörünün ağırlıklı bölümü de turizm alanında faaliyet gösteriyor. 2009 yılında, Karadağ 1,2 milyon turisti ağırlamış ve bunlar 7,5 milyon geceleme yapmışlardı. 2010 yılında ülkenin turizm gelirleri 1 milyar dolara yaklaşmış bulunuyor.

Yatırım fırsatları

Karadağ, yurtdışından ülkeye gelecek yatırımları teşvik eden ve yatırımcılara kolaylıklar sağlayan bir ülke. Örneğin, dünya ortalamasına göre, bir yabancı ülkede iş kurma işlemlerinin süresi 38 gün iken, Karadağ’da bu süre ortalama 13 gün. 2008 yılında, Karadağ, bütün Avrupa Devletleri içinde kişi başına en yüksek oranda dış yatırım alan ülkeydi.

İstikrarlı bir ekonomik yapıya ve para politikasına sahip olan Karadağ’da, yabancı yatırımcılar, yerli yatırımcılarla aynı haklara ve yükümlülüklere sahip bulunuyorlar. Yurt dışına para transferleri de serbest. Vergiler konusunda, yerli ve yabancı ayırımı yok, dış ticarette ise serbest ekonomi kuralları geçerli. Gelir vergisi %9, KDV ise %7-17 olarak uygulanıyor. Ülkenin yakın bir zamanda AB üyesi olma ihtimali de, yabancı yatırımcılar için ayrı bir cazibe unsuru.

Bağımsızlık ilânının ardından, 2006-2007 yıllarında, Karadağ’a yapılan en yoğun yatırım alanını Adriyatik kıyısındaki tatil beldelerinde ve civarında gerçekleşen arsa ve gayrımenkul satışları oluşturmuştu. Başta Ruslar ve İngilizler olmak üzere, Adriyatik sahillerine üşüşen yabancılar gayrımenkul fiyatlarının patlamasına sebep olmuşlardı. Ama, artık durum değişmiş ve yatırımlar ticari alana kaymış bulunuyor.

Karadağ’a yatırım yapan ülkeler arasında İtalya birinci sırada, daha sonra da Rusya, Macaristan ve İngiltere geliyor. İlk 10 ülke içinde, Güney Kıbrıs 5. sırada, Türkiye ise yok. Oysa, başkent Podgorica’nın en görkemli Alışveriş Merkezlerinden biri olan “Mall of Montenegro”, Bursa merkezli Gintaş tarafından yapılmış ve şehre değer katan önemli bir eser olmuş.

Dış ticaret konusunda, Karadağ’ın en önemli ortağı Sırbistan. Toplam dış ticaretin yüzde 30’u bu ülkeyle yapılıyor. İhracatta, Sırbistan’ı Yunanistan ve İtalya, ithalatta ise Hırvatistan ve Bosna- Hersek izliyor.

Devletin rolü

Serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı Karadağ’da fiyatlar piyasa tarafından belirleniyor. Ancak, enerji ya da ulaştırma gibi stratejik alanlarda, devletin, gerektiğinde sahip olduğu iktisadi kuruluşlar aracılığıyla fiyatları belirleyici bir rol üstlendiği de görülebiliyor. Devletin ayrıca ekonomik yatırımlar yaptığı da belirtmek gerek.

Devletin başa çıkmaya çalıştığı ekonomik sorunlar arasında öncelik işsizlik oranının azaltılmasında ve bölgeler arasındaki ekonomik eşitsizliğin giderilmesinde. İleriye dönük altyapı projeleri olarak ise, Devletin hedefinde, ülkenin kıyı kesimindeki turizm altyapısının güçlendirilmesi ve tesislerin çoğaltılması; Belgrat ile Bar arasında otoyolun, Karadağ sınırları içindeki Boljari-Bar bölümünün inşa edilmesi ve yeni enerji santralları kurulması gibi dev konular var.

CENNETİN KIYILARI
ADRİYATİK SAHİLİ

Karadağ, her yönüyle turistlere hitap eden bir ülke. Adriyatik sahili boyunca sıralanan tatil beldelerinin farklı bir çekiciliğe sahip olması yanında, kayalık burunlar arasına gizlenmiş kumsallar, küçük koyların kızgın çakıl taşlı plajları, balıkçı köyleri ve sevimli küçük adalar ziyaretçilere adeta cenneti yaşatıyor.

Karadağ’ın, Adriyatik denizi boyunca uzanan, yaklaşık 300 km.lik sahil şeridi, son yıllarda Avrupa’nın en gözde tatil beldeleri arasında sayılıyor. Yılın 240 günü güneşin eksik olmadığı bu sahillerde, plaj ve dinlenme tesisleri dışında, keşfedebileceğiniz 117 ada var. Girintili-çıkıntılı kıyılardaki falezler çok sayıda su altı mağarasına sahip ve amatör dalgıçlar için tam bir keyif merkezi. Zaten, buralarda su kayağı, yelken, jetski, balıkçılık, banana-boat gibi, su sporlarının her türlüsü yapılabiliyor. Brajiçi, Vrmac, Dizdarica gibi kıyıya hakim tepelerde, muhteşem manzaralar eşliğinde yamaç paraşütü de yapmak mümkün.

Kotor ve Perast

Sahilin orta kısmında yer alan ünlü Kotor Körfezi için “Nevjesta Jadrana” diyorlar, yani “Adriyatik Gelini”. Gerçekten de, uzun bir etek gibi içeriye doğru uzanarak 28 km’lik bir kertik oluşturan Kotor körfezinde, derin boğazlar, doğal kanallar ve kalker falezlerle birbirine bağlı çok sayıda küçük koy var. Bu ilginç ve çok nadir bölge, UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alıyor.

Şirin limanların ve köylerin peş peşe sıralandığı bu göz kamaştırıcı turizm bölgesinde, dağlar, kıyıyla ülkenin geri kalanı arasında doğal bir sınır oluşturuyor. Zaten, 23000 nüfuslu Kotor şehri de, sarp bir tepeye sırtını dayamış vaziyette. Zirvede Aziz Stefan kalesi var. 240 metrelik yüksekliğe merdivenle tırmanarak, aklınızı başınızdan alacak bir panoramaya ulaşabilirsiniz. Adriyatik kıyılarında 12. ve14. yüzyıllar arasında kurulan yerleşim yerlerinin tipik özelliklerini taşıyan bu Ortaçağ şehri ve kalesi, 1979’daki depremden sonra restore edilmiş. Kuruluşu Bizans dönemine uzanan ve bütün şehri çevreleyen göz kamaştırıcı güçlü surların gerisinde, küçük meydanlar ve dar sokaklardan oluşan bir labirent var. Venedikliler tarafından güçlendirilen surların, kimi yerlerde kalınlığı 16 metreye, yüksekliği de 20 metreye erişiyor, uzunluğu ise 4.5 km. Amaç, Dalmaçya kıyısının bu kilit şehrini, bu zengin limanını Türklerden korumakmış. Kale içindeki katolik Aziz Trifon Katedrali, Deniz Müzesi ve küçük bir Roma kilisesi olan Aziz Luka görülmesi gereken yerler. Kalenin, denizden 300 m yükseklikteki en üst noktasında ise Aziz Ivan burcu var; olağanüstü manzarası ile bütün bir koyu ve çevre dağları kontrol ediyor.

Her sabah güneş iyice yükselmeden kurulan Kotor pazarı, iki bölümden oluşuyor. Bir kısmı sur dibinde, bir kısmı da güneş ve yağmura Kotor Herceg-Novi Perast karşı korunaklı sur içinde. Her türlü balık, meyve-sebze, hediyelik ve süs eşyası bulmak mümkün, özellikle de kurutulmuş et. Karadağ’ın kurutulmuş et türleri ve peynirleri çok leziz.

Kotor körfezindeki limanlar, her zaman geniş bir özerklikten yararlanmışlar ve kendi ticaret filolarına sahip olmuşlar. Yöredeki yapılarının mimari açıdan muhteşemliği, bu zenginliğin somut göstergesi. Tıpkı Kotor’un 12 km kuzey batısındaki Perast’ta olduğu gibi. Aziz Nikola kilisesi’nin bulunduğu ana meydanda ve rıhtımda bugün bile bir nostalji rüzgarı esiyor. Herkesi kendine hayran bırakan Perast’ın mimari dokusu, sarayları, Deniz müzesi ve taştan evleri turistler için çok çekici. Şehrin stratejik konumu, 16.yüzyılda bu küçük balıkçı kasabasına 10 gözetleme kulesi olan bir kale kazandırmış. Perast, 1420- 1797 yılları arasında Venedik’in bir parçasıymış. Venedik etkisi, 19 barok saray ile 17 katolik kilisesinin cephelerinde net bir şekilde görülüyor. Limanın karşısındaki iki minik adada ilginç iki kilise var. Aziz Georges Manastırı’nın bulunduğu ada ve 17.yüzyılda Aziz Meryem adına yapılmış kilisenin yer aldığı yapay adacık hayranlık uyandırıyor. Körfezin en iç noktasında yer alan Risan köyü ise, bölgenin en eski yerleşim birimi. M.Ö. 4.yüzyıldan beri var. Burası aynı zamanda Avrupa’nın en çok yağış alan yerlerinden biri. Ama, olağanüstü doğsı ve mükemmel deniziyle, tam bir turizm beldesi.

Herceg Novi

Kotor’dan daracık bir yolla Tivat üzerinden ulaşılan, 31000 nüfuslu Herceg Novi, yumuşak iklimi ve yeşilliği ile ünlü. Şehrin, 15.yüzyıl tarihli surlarının bir bölümü ve çok sayıda kulesi hala ayakta. Kalesi ise, Osmanlılar tarafından 1539’da inşa edilmiş. Bir tepenin yamacına kurulmuş olan Herceg Novi, doğal bir anfi-tiyatroyu andırıyor. Eski şehir çekirdeğinin merkezine, üzerinde bir Venedik saat kulesi bulunan, Osmanlı kapısından giriliyor. Merdivenlerle inilen ana meydan, açık hava cafe’leri ve lokantaları ile cıvıl cıvıl. İçinizi neşe kaplıyor. Sanki bir başka zamana geçtiğinizi hissediyorsunuz. Küçük meydanlar, arnavut kaldırımı döşeli sokaklar, kiliseler ve burçlarla süslü bu labirent şehrin aşağı kısmında tekneleri, çakıl taşlı plajı ve barları ile liman var. Biraz ilerideki Savina Manastırı 1030 yılında Venedikliler tarafından barok stilde yapılmış. Bünyesindeki küçük kilise, çok sayıda erken dönem freskiyle süslü. Bir başka binada da rönesans ve barok stili dini sanat eserleri sergileniyor. Herceg Novi yakınlarındaki Porto, Dobrec ve Cuba Libre’de, hepsi de mavi bayraklı olan çok güzel plajlar var. Tivat’da ise uluslararası havaalanı bulunuyor. Ama, isteyen, çok yakındaki Dubrovnik havaalanını da kullanabilir.

Budva ve Sveti Stefan

Kotor’un 23 km güneyindeki Budva, yaklaşık 20.000 nüfuslu küçük bir kasaba ama, 2.500 yıllık geçmişiyle Akdeniz’in en eski yerleşim yerlerinden. Karadağ’ın bu en önemli sahil beldesi yazları çok canlı, gece yaşamı da oldukça hareketli. 1979 depreminden sonra tümüyle orijinaline uygun şekilde elden geçmiş renkli ve özgün eski şehir çekirdeği, çok sevimli bir yolla ulaşılan, 15.yüzyıl surları ile çevrelenmiş küçük bir yarımadada yer alıyor. Osmanlılara karşı koymak için yapılan surlar ise, bugün turistlerin ilgi odağı. Ortaçağ Akdeniz mimarisinin güzel örneklerine sahip tarihi merkez, küçük meydanlar ve daracık sokaklar barındırıyor. Merkezden çok da uzak olmayan bir noktada, Yunan ve Roma dönemi mezarları var. Kazılarda altın ve gümüş mücevherler, cam vazolar ve seramikler çıkmış. 7. yüzyıldan kalma Aziz Ivan kilisesi, katolik Santa Maria de Punta Manastırı ve Kutsal Teslis kilisesi gezilebilir. Budva’nın, çok eskilerde, ana karaya dar bir kum şeridi ile bağlanmadan önce ada olduğu söyleniyor. Rivayete göre, burası, karısı Harmonia için sığınacak bir yer arayan, Yunan Teb şehri sürgünü, kahraman Cadmos tarafından kurulmuş ve ikiye bölünen Roma imparatorluğunun sınır çizgisinde yer almış. Ortaçağda, Duklja devletinin, Sırp aristokratlarının ve Zeta devletinin hükümranlığında yaşamış. Venedikliler 400 yıl yönetmiş burayı, o yüzden mimari dokuda Venedik etkisi hayli baskın.

Budva’nın 17 plajından biri olan, birkaç kilometre güneydeki Milocer, bitki örtüsü ve falezleri ile değişik bir güzelliğe sahip. Karadağ krallarının, Milocer’de, gölgeli bir park ortasındaki eski yazlık konutu, yaz günlerinin en gözde mekanı. Kıyıyı takip eden yol, bir başka etkileyici manzaraya götürüyor bizi: Sveti Stefan Yarımadası. Ana karaya basit bir mendirekle bağlanan bu kayalık yarımadadaki eski balıkçı köyü, 15.yüzyılda bir kale ile güçlendirilmiş. 1950’lerde ise, lüks bir ada-otel şeklinde düzenlenmiş. Bir çok önemli şahsiyet geçmiş bu adadan: kraliyet mensupları, politikacılar, sinema ve moda dünyasından insanlar. Sveti Stefan, Adriyatik’in en eski gözde güzergâhlarından. Biraz ilerideki Petrovac da son derece sevimli bir nostaljik sahil kasabası. Çok güzel plajlara ve 16.yüzyıl eseri bir Venedik kalesine sahip. Küçük balıkçı limanına nazır Venedik usulü eski taş evler, çam ve selvi ağaçlarıyla çevrili.

Bar

42.000’i aşan nüfusuyla Bar, Karadağ’ın en önemli modern limanı ve ticaret merkezi. Yeni şehrin mimari yapısı, komünist dönemden miras. Limana 10-15 km uzaklıktaki Stari Bar, şehrin surlarla çevrili eski kısmını oluşturuyor. Rumiya Dağı’nın yamaçlarına sırtını dayamış, küçük sokakları ile son derece çekici olan Yukarı şehirde ise harabeler var. Muhtemelen 9.yüzyıla ait bu Ortaçağ yapıları doğanın hakimiyetine terkedilmiş gibi ama ziyaretçisi yine de pek bol. Bar’ın İtalya ile sıkı bir deniz trafiği var. Şehrin yeni semtleri turistik olmasa da, güzel plajlara sahip. Üstelik Bar’ı çevreleyen ormanlar hâlâ vahşi özelliğini koruyor. Bar, adını, Adriyatik’in tam karşı kıyısında bulunan İtalya’nın Bari kentinden almış. Şehir, 2.000 yaşında olduğu söylenen çok yaşlı bir zeytin ağacına sahip olmakla da ünlü.

Karadağ sahil şeridinin son kasabası ise, en güney uçtaki Ulcinj. 20.000 nüfuslu bu kente eskiden Ülgün de deniliyormuş. Arnavutluk sınırının hemen yanında, bir tepenin yamacında olan şehir, ilk önce yüksek minareleri ile fark ediliyor, çünkü tam 26 cami var. Su üzerindeki derme çatma balıkçı barakaları da çok ilginç. Eski şehrin bulunduğu buruna iki kapıdan giriş yapılıyor: Biri albenili Mala plajı’ndan, diğeri de tepeden. Kentin iç kesimlerinde zengin su kaynaklarıyla tarıma çok elverişli Vladimir bölgesi ile turistik Şasko gölü bulunuyor. Adriyatik kıyısının en büyük plajı olan 13 km uzunluğundaki Velika ise, Bojana Nehri karşısında son buluyor. Kumları ile dikkat çeken Ada Bojana ise deniz sefası için mükemmel bir yer.

5 MİLLİ PARK
YÜZLERCE MANZARA

Doğal yapısının güzelliğiyle ünlü Karadağ’da, Millî Park olarak ilân edilmiş 5 ayrı bölge var. Bu 5 Milli Park, ülke yüzölçümünün yüzde 10’unu kaplıyor. Her
noktasında ayrı bir güzel manzaranın yer aldığı bu parklar, aktif turizm tutkunları ile fotoğraf meraklılarının gözdesi.

Karadağ’ın Milli Parkları, sadece koruma altına alınmış alanlar olmakla kalmıyor, turizm alanında da ülkenin elinde önemli bir koz oluşturuyor. Gerçekten de, bu Milli Park alanları bir yandan ülkenin doğal güzelliklerini sergilerken, bir yandan da içerdikleri tarihi kalıntılarla kültürel bir değer taşıyorlar. Karadağ’ın Milli Parkları, 1993 yılından bu yana, Podgorica’daki “Millî Parklar Kurumu“ tarafından yönetiliyor. Karadağ Millî Parklar Kurumu, merkezi Almanya’da bulunan “Europarc Federation“ isimli uluslararası kuruluşun da üyesi.

Durmitor Millî Parkı

Durmitor Millî Parkı, ülkenin kuzeyinde yer alıyor. Yaklaşık 39.000 hektarlık park alanı içinde, Durmitor dağları; Tara, Draga ve Susiça nehirlerinin oluşturduğu kanyonlar ve güney kesiminde de Komarnica Vadisi var. Bu bölge 1952 yılında Millî Park ilân edilmiş, 1980’de de UNESCO’nun Dünya Doğal Mirası Listesine alınmış.

Derin kanyonlarla yarılmış bir vadi olan Durmitor’da yer yer sarp dağlar yükseliyor. Bu dağ tepelerinin 48 tanesinin yüksekliği 2000 m’den fazla. En yüksek tepe olan “Bobotov Kuk“un zirvesi 2525 m. Ayrıca, denizden yüksekliği 1500 m’yi aşan kesimlerde 18 tane buzul gölü var. Bunlara “Dağın gözleri“ diyorlar. Durmitor dağlarına güzellik katan bu göllerden en büyüğü “Crno Jezero“, yani “Kara Göl“. Gölün pırıltılı yüzeyini çevreleyen ormanların arkasında yükselen “Medjed“ tepesi, manzarayı gerçekten büyüleyici hale getiriyor. Hemen 2 km ötede ise, kış turizminin favori yerlerinden Zabljak kasabası var.

Durmitor Milli Parkında, 1300 civarında değişik bitki türü tesbit edilmiş. Bunların arasında, boyu 50 metreye ulaşan ve 400 yıl yaşayan bir kara çam türü de bulunuyor. Bitki ve hayvan popülasyonu zenginliği, Durmitor’u bilim adamlarının ve doğa tutkunlarının mekanı haline getirmiş. Parkta, kahverengi ayı, kurt, vaşak, dağ keçisi, su samuru, yırtıcı kuşlar ve dağ horozları yaşıyor. Durmitor bölgesinde yer alan köyler içinde Mala Crna Gora, Balkanlar’ın en yüksek köyü. Bu arada, bisikletle dağda dolaşmayı seven turistler için de, burası adeta bir cennet. Yaklaşık 2000 civarındaki çeşitli yürüyüş ve bisiklet güzergâhı, meraklısına hoşça vakit geçirme imkânları sunuyor.

Parkta ayrıca, geçmişten bugüne izler taşıyan bir çok kültür anıtı da yer alıyor. Bunların en dikkat çekici olanları, ortaçağdan kalan şehir ve kale kalıntıları. Ayrıca, köprüler, gözetleme kuleleri, mezarlıklar ve ilginç mezar taşları her an karşınıza çıkabilir. Tara nehri vadisinde bulunan ilginç manastır binaları da gözden kaçırılmamalı.

Biogradska Gora

Karadağ’ın kuzey-doğu kesiminde yer alan “Biogradska Gora Millî Parkı“ 5650 hektarlık bir alanı kaplıyor. Bölge 1952 yılında, yani dünyanın ilk millî parkı olan “Yellowstone“ dan 6 yıl sonra millî park ilân edilmiş. İki yanından Tara ve Lim nehirleri geçiyor, merekezinde ise etkileyici Bjelasica dağı yer alıyor. Tepelerin arasındaki vadilerde akan dereler, buzul çağından kalma göller, asırlık ağaçlar ve yemyeşil çayırlarla, burası gerçekten büyüleyici. Bjelasica dağı ve civarındaki kasabalar, Karadağ’ın en gelişmiş kış sporları merkezlerini de barındırıyorlar.

Parkın en önemli bitki topluluğu, tarih öncesinden bu yana varlığını sürdüren, 1600 hektarlık Biogradska Gora Ormanı. Burası, Avrupa’da, tarih öncesinden kaldığı belirlenen son 3 ormandan biri. Bu yüzden de yüksek düzeyde koruma altında. Ormanın tam kalbinde, bir buzul çağı gölü olan Biogradsko Jezero yer alıyor. Güzelliği anlatılmaz, görmek lâzım. Parkın bir yanında, ülkenin en gelişmiş kayak merkezlerinden Kolaşin, öbür yanında ise, son nüfus sayımında Karadağ’ın üçüncü büyük şehri olduğu belirlenen Biyelo Polye (Bijelo Polje) yer alıyor. Osmanlılar zamanındaki adı “Akova“ olan Biyelo Polye, önemli bir sanayi şehri.

Bu bölgede, tarihten kalan derin izler de eksik değil. Park dahilinde, arkeolojik yerleşim birimleri, kutsal anıtlar ve geleneksel mimari örnekleri bulunuyor.

Prokletije Millî Parkı

Karadağ’ın doğusunda, Arnavutluk ve Kosova sınırların birleştiği yerde yer alan Prokletije bölgesi, buzul çağından kalan dağ silsileleri ile dolu bir alan. Alanın büyükçe bir bölümü Arnavutluk, daha küçük bir bölümü de Kosova sınırları içinde kalıyor. Her ülke kendi sınırları içindeki alanı Milli Park ilân etmiş. Karadağ’daki Prokletije Millî Parkı, ülkenin en yeni millî parkı. 2009’da bu ünvana kavuşmuş.

Prokletije dağlarının en yüksek noktası Arnavutlukta ama, Karadağ’daki Zla Kolata tepesi de 2500 metreyi geçiyor. Aslında, bu bölge, Avrupa’da yeteri kadar jeolojik araştırılması yapılmamış nadir yerlerden biri. Bu yüzden henüz oldukça bakir bir alan. Ama çok yağış aldığı biliniyor ve yağmur bölgesi olarak niteleniyor. Dağlarda birikerek aşağılara akan suların bir kısmı Lim nehrine dökülüyor. Lim nehri ise, Plav gölünün içinden geçip yoluna devam eden ilginç bir akarsu. Millî Park alanında bir çok göl de bulunuyor. Bunların bazıları buzul çağında oluşmuş. Örneğin, Hrid gölü. Buzul çağı görüntüsünün en iyi korunduğu yerlerden biri olan Hrid gölü, sevimli bir turizm merkezi haline getirilmiş. Plav gölü ise, millî parktaki en büyük göl.

Prokletije’nin bitki örtüsü için Balkanların en zengini diyenler var. Hayvan çeşitleri de hayli fazla: ayı, kurt, kızıl tilki, vaşak, yaban kedisi, geyik ve yaban keçisi türleri, bölgede bol. 16.000 hektarlık Millî Parkın kıyısında yer alan Tuzi, Plav ve Gusinje şehirleri de, görülmeye değer yerler. Hele Gusinje’deki “Ali Paşa Kaplıcası“, tam bir çekim merkezi.

İşkodra gölü

Avrupa’nın son pelikanlarını barındıran İşkodra gölü, hem Balkanlar’ın en büyüğü, hem de Avrupa’nın en büyük kuş cenneti. Ülkenin güneyinde, Arnavutluk sınırında yer alıyor. Zaten göl de, Karadağ ile Arnavutluk arasında paylaşılmış. Gölün 2/3’ü Karadağ, 1/3’ü de Arnavutluk sınırları içinde. Göl, çevresindeki kıyı kesimleriyle birlikte, 1983’de Millî Park ilân edilmiş.

Tepeli pelikanların maskot haline geldiği, balıkçıl kuşlarının ve kara leyleklerin sıkça görüldüğü İşkodra Gölü, bataklık alanlar ve sazlıklarla çevrili. Teknelerle balıkçı köylerini ve adaları gezmek mümkün. Göldeki adalara “gorice“ deniyor. Bazılarında 15. ve 16. yüzyıllardan kalma ortodoks manastırları var.

İşkodra gölünde yaklaşık 270 çeşit kuş yaşıyor. Yani burası “kuş cenneti“ diye adlandırılan mekânlardan. Kuş gözlemcileri hiç eksik olmuyor.Gölün içinde ise, 48 canlı türü var. Bunların en ünlü olanları sazan, tatlısu kefalı ve yılan balığı. Özellikle, bir deniz balığı olan yılan balığının gölde yaşaması ilginç. Bu doğa olayının, gölden çıkıp denize dökülen Bojana nehri aracılığıyla meydana geldiği anlaşılıyor. İşkodra gölü ve yakın çevresi, 1996 yılından beri “Uluslararası Sulak Sahalar“ listesinde kayıtlı.

Göl bölgesinin, geniş sazlıklar dışında, kendine has bitki zenginliği de dikkat çekici. Göldeki küçük adacıklarda bile, defne, sarmaşık, yabani nar ve çeşitli çalılar görebilirsiniz. Doğa tutkunları için burada zaman geçirmek, kuşların şarkılarını dinlemek, yürüyüş yapmak ve günün her saatinde değişen renkleri izlemek gerçekten büyük bir keyif.

Lovçen Millî Parkı

6220 hektarlık bir alanı kaplayan Lovçen Millî Parkı, Karadağ’ın güney-batısında, Budva kıyılarından, Çetinye yakınlarındaki dağlık Lovçen bölgesine kadar uzanıyor. Burası 1952 yılında Millî Park olmuş. Aslında, dar sayılabilecek olan bu alanda, çok farklı yer şekilleri bulmak mümkün. İlk önce, iki yüksek tepe olan Stirovnik ve Jezerski vrh dikkat çekiyor. Bu sarp tepeler, yarıklar ve derin çukurlarla dolu. Dağların bittiği yerde başlayan sahil şeridi nedeniyle, Lovçen bölgesi iki iklimin, yani dağ ve deniz havasının etkisi altında. Bu da, bölgeyi bitki ve hayvan çeşidi açısından zenginleştiriyor.

Millî Park alanı içindeki tarihi ve kültürel varlıkların önemi de, parka değer katan başka bir unsur. Lovçen dağının, yılan gibi kıvrıla kıvrıla uzayıp giden dağ patikaları görmeye değer. Örneğin, Kotor‘a giden eski yoldan ilerleyip, şirin bir dağ köyü olan Njegusi‘e gelebilirsiz. Njegusi, eski Karadağ Prensi ve ünlü şair II. Petar Njegos ile, Karadağ’ın tek Kralı I. Nikola‘nın doğdukları köy. Zaten millî parktaki en önemli anıt da Njegos’un mezarı. Şair-prens, sağlığında burayı bizzat seçmiş ve vasiyeti uyarınca buraya defnedilmiş.

ÇOK YÖNLÜ
KÜLTÜR YAŞAMI

Karadağ’ın hem tarihî geçmişi, hem de coğrafî konumu, ülkede çok yönlü bir kültür oluşmasını sağlamış. Bu zenginlik, sanatta da, kültürel konularda da, folklorda da kendisini gösteriyor.

Genel olarak, Karadağ’da hem Akdeniz, hem de Balkan Kültürünün bir arada bulunduğu söylenebilir. Ancak, biraz derinlemesine bakıldığında, ülkedeki kültür yaşamının, eski çağlardan bu yana, Antik Yunan ve Roma uygarlıklarından, Bizans’tan, Venedik’ten, Sırp ve Osmanlı etkilerinden, A v u st u r y a – M a c a r i s t a n döneminden, ve nihayet Yugoslavya’dan izler taşıdığı kolayca fark edilebiliyor. Hristiyan ve İslâm değerlerinin yan yana varlığını sürdürdüğü Karadağ, bu birlikteliği karşılıklı hoşgörüyle yaşatmayı bilmiş. Ülkedeki tüm etnik grupların yaşam tarzlarını ve kültürel özelliklerini müzelerde görmek mümkün. Karadağ müzelerinde, bu konularda 12.000’den fazla obje sergileniyor.

Matbaa ve folklor

Karadağ, Balkanlardaki ilk matbaanın kurulduğu yer. 1492 yılında, Çetinye’de kurulan Crnojevici matbaasında “Oktoih” isimli kitabın baskısı yapılmış. Zaten Karadağ, yayınları ile ünlü bir ülke. Matbaa öncesinden kalma çok sayıda el yazması eser de, halen eski manastırların kitaplıklarında korunuyor. Ülkenin ilk gazetesi ise, 1871’de yayına başlayan “Crnogorac” gazetesi.

Karadağ’ın yazılı olan ya da olmayan halk hikayelerinde, mertlik, tevazu, dürüstlük ve onur gibi kavramlar önde geliyor. Karadağ ulusu için, bu değerlerden vaz geçmek söz konusu değil. Örneğin, savaşa gidenlerin ölmesi çok onur kazandırıcı ama, esir düşmesi çok onur kırıcı sayılıyor.

Bu temaları, destan şarkılarında ve folklor danslarında görmek de mümkün. Karadağ’da folklor dansları “Oro” diye adlandırılıyor, kız ve erkek dansçılar bir halka oluşturarak birlikte dansediyorlar. Müslüman Karadağlıların, özellikle düğünlerde yaptıkları dansın adı ise, “Şota”. Burada davul, ritmi belirleyen önemli bir çalgı. Destan şarkıları ise “guzla” adındaki tek telli bir sazdan verilen ritm eşliğinde söyleniyor. Destan şarkılarını söyleyenler halk arasında çok sevilen ve adetâ anlattıkları kahramanlarla özdeşleştirilen kişiler.

Sanat ürünleri

Karadağ’da, geçmişten günümüze kadar çok sayıda mimari eser bulunuyor. Özellikle, Adriyatik kıyısındaki kentler dinî mekânlarıyla ünlü. Bazıları minik adacıklar üzerine inşa edilmiş olan küçük kiliseler bir mücevher gibi. Ülkenin iç kesimlerinde ise, Bizans etkisini taşıyan yapılar görülebiliyor. Tabii, Osmanlı mimarisinden bazı örneklerin varlığına da dikkat çekebiliriz.

Müzik, ülkede hem seviliyor, hem de öğrenimine önem veriliyor. Podgorica’da ve Kotor’da, klâsik müzik eğitimi veren birer konsevatuar var. Tiyatro’nun kalbi ise, Podgorica’daki “Karadağ Ulusal Tiyatrosu”nda atıyor. Budva’da da bir şehir tiyatrosu faaliyette. Çetinye’deki “Drama Fakültesi”, bu tiyatrolara sanatçı yetiştiriyor. Resim ve heykel alanında ünlü ve yetenekli sanatçılara sahip olan Karadağ’da, Çetinye Güzel Sanatlar Fakültesi yeni değerler yetiştirmeyi sürdürüyor. Günümüzün en ünlü Karadağlı ressamlarından olan Vojo Staniç, günlük hayattan görüntüler çizmekle ünlü. Karadağ Bilim ve Sanat Akademisi’nin de üyesi. Boris Dragojeviç ise, yetenekli bir sürrealist ressam olarak tanınıyor.

SVETLANA DRAGOJEVİÇ

Geçtiğimiz Haziran ayı başlarında, önemli bir Karadağlı ressam, Svetlana Dragojeviç, Ankara’da kişisel sergi açtı. Cer Modern Sanat Galerisinde sergilenen eserler Ankaralı sanatseverlerin beğenisini kazandı.

Svetlana Dragojeviç, Kotor doğumlu genç bir sanatçı. Güzel Sanatlar Fakültesini bitirmiş, ayrıca Restorasyon ve Konservasyon eğitimi görmüş. Yaşamının 7 yılını Londra’da ve Malta’da geçirmiş. Londra’da, Sırbistan’da ve Karadağ’da ödüller kazanmış. 15 kadar kişisel sergi açmış, 40’a yakın da grup sergisine katılmış.

Dragojeviç’in Ankara’daki sergisi “Şehir Ütopyası” adını taşıyordu. Sanatçı ziyaret ettiği kentlerin temel parçalarını kendi hayalindeki unsurlarla birleştirerek hayali görüntüler meydana getirmiş. Bir bölümü çizim, bir bölümü suluboya, ama çoğunluğu da tuval üzerine akrilik olan resimler, her şehrin farklı dokularını anlatsa da, garip bir şekilde bütünlük sağlıyor, zıtlıkları bir araya getiriyor.

Dragojeviç’in Ankara’daki sergisi sadece bir sanat etkinliği olarak kalmadı, Türkiye ile Karadağ arasında bir kültürel bağ da oluşturdu. Karadağ’ın Ankara’daki Büyükelçisi Ramo Braliç, gelecekte iki ülke arasındaki değişimlerin artacağını ve bu tür kültürel etkinliklerin daha sık düzenleneceğini söylüyor.

KÜLTÜR KÖPRÜSÜ
KARADAĞ GÖÇMENİ
TÜRKLER

Türkiye’de yaklaşık 200.000 kadar Karadağ göçmeni vatandaş olduğu tahmin ediliyor. Günlük hayat içinde pek farkına varmadığımız bu yurttaşlarımız, aslında, türkülerinde, mutfaklarında, geleneklerinde ve yüreklerinde Karadağ kültürünü Türkiye’ye taşıyan birer kültür köprüsü.

Karadağ’da sıklıkla söylenen bir söz var: “Yurt dışında, Karadağ nüfusu kadar bir ülkemiz daha var”. Bu sözle, Karadağ’dan göç edip, dünyanın dört yanına yayılmış olanların ne kadar çok olduğu anlatılmak isteniyor.

Türkiye’de de 200.000 Karadağ göçmeni olduğu tahmin ediliyor. Her ne kadar, Türkiye ile Karadağ arasındaki dostane ilişkilerin temeli çoktan atılmış, son zamanlarda da önemli ekonomik ilişkiler ve yatırımlar ile bu dostluk pekiştirilmiş olsa da, Karadağ’dan Türkiye’ye göç eden vatandaşların bu dostluk ilişkilerindeki en önemli unsur olduğu göz ardı edilmemeli.

Çoğu Müslüman olan Türkiye’deki Karadağ kökenlilerin göçleri, 1878 yılında, Berlin Kongresi’nin ardından başlamış, aralıklı olarak bugünlere kadar devam etmiştir. Çeşitli dönemlerdeki siyasi ve ekonomik koşullar, göçün başlıca nedeni olmuştur. Türkiye’deki Karadağ göçmenleri, ülkeye çok iyi entegre olmuş, saygın vatandaşlardır. Ayrıca ekonomik açıdan da başarılı olmuşlardır. Örneğin, Nikşiç’den gelen ünlü iş adamı Şarık Tara; Plevliya’lı Mustafa Sarvan ve ünlü Basketbol Antrenörü Bogdan Tanjeviç; Biyelo Polye’li Fadıl Dizdar, Özer Oktay ve Akova ailesi; Bar’dan göç etmiş olan eski Basketbol Federasyonu Başkanı merhum Osman Solakoğlu, Hüseyin Tafulcan ve Karlo Miloviç; Rozaje’den Kerim Erdem ve Abdurrahman Kurtoğlu ve Kolaşin’li E.Gen. Mehmet Erdoğan birer başarı örneğidir. Köklerinin bulunduğu ülkeye hep iyi gözle bakan, dilini ve kültürünü yeni nesillere aktaran, bu amaçla bir çok Dernek de kuran bu insanlar, doğrusunu söylemek gerekirse, Karadağ tarafından biraz ihmal edilmişlerdi. Bunun nedeni de, Karadağ’ın, Sırbistan ile birlikte olduğu dönemlerde kendi politikasını tek başına belirleyecek konumda olmamasıydı.

Ama, şimdi, Karadağ Büyükelçiliği’nin çalışmalarıyla durum değişmiş bulunuyor. Geçen yıl, Temmuz ayında ilk defa Türkiye’den Karadağ’a, yaz okulunda dil öğrenmek için 8 kişi gitmişti. Bu sene yine 9 kişi yaz okuluna katılacak. Bu arada, “Karadağ dili” kitabı ile bir Karadağca-Türkçe sözlük hazırlanmasının, Türkiye’deki gençler için iyi bir şans olacağı kesin.

Ayrıca çok yakında Nikşiç şehrindeki Felsefe Fakültesinde, bir Türk Dili bölümü açılacak. Aynı fakültenin Tarih bölümünde okuyan bazı öğrenciler ise, yüksek lisans öğrenimlerini Türk Üniversitelerinde yapmak istiyor. Karadağlıların isteği ise, Karadağ dilini ve kültürünü öğreten okullar açmak ve Karadağ’daki üniversitelerde Türkiye’den birkaç öğrencinin eğitim görmesini sağlamak.

TAKIM SPORLARI

Karadağ’da takım sporları daha yaygın olarak yapılıyor ve başarılı sonuçlar da alınıyor. Özellikle, Su topu, Basketbol ve Futbol, ülkedeki en popüler sporlar.

Karadağ, sporu seven ve önemseyen bir ülke. Daha önceleri Yugoslavya ve Sırbistan formaları altında yarışmalara katılmış ve bir çok başarıya imza atmış olan yetenekli sporcular, 2006 yılından bu yana, terlerini kendi ülkeleri için akıtıyorlar.

Karadağlılar, takım sporlarını daha çok seviyorlar. Örneğin, bağımsızlık ilânından sonra gelen ilk uluslararası altın madalya “su topu” dalında olmuş. Zaten, bir çok Karadağlı için, su topu ülkenin milli sporu. Bu nedenle, 2008 yılında, İspanya’nın Malaga kentinde yapılan Avrupa Şampiyonasında kazanılan altın madalya kimseyi şaşırtmamış. Karadağ, 2009 yılında da Dünya su topu ligi şampiyonu olmuş. Aynı yıl, kulüp olarak Avrupa şampiyonu olan Primorac takımı da, bu yılki müsabakalarda, son 4 takım arasına girmiş bulunuyor.

Basketbol’u öğretenler

Karadağ’da su topu milli spor ise, basketbol da geleneksel spor. Yugoslav ekolünün mirası olan basketbol dalında, Karadağlı oyuncuların ve antrenörlerin başarısı çok büyük. Karadağ milli basketbol takımı, ülke bağımsız olduktan sonra, Avrupa ölçeğinde “B” kategorisine alınmıştı. Takım, bir yıl içerisinde, büyük bir başarı gösterdi ve “A” ligine yükselmeyi bildi. Şimdi, Eylül ayında Litvanya’da yapılacak olan Avrupa şampiyonasında başarılı sonuçlar almayı sabırsızlıkla bekliyorlar. Aynı heyecan, Karadağ Bayan Basketbol takımı için de geçerli. Haziran ayı sonlarında Polonya’da yapılan Avrupa Şampiyonasında, Karadağ ve Türk Bayan Basketbol takımlarının çeyrek final maçı oynadıklarını da hatırlatalım.

Bu başarılarda oyuncular kadar hak sahibi olan basketbol antrenörlerini de unutmamak lâzım. Karadağlı antrenörler işlerini çok iyi biliyorlar ve bu nedenle, başka ülkelerde de çok rağbet görüyorlar. Örneğin, Biyelo Polye’li Duşko İvanoviç, İspanyol Caja Laboral takımını çalıştırıyor, Podgorica’lı Duşko Vujoşeviç ise, Partizan ve CSKA Moskova takımlarının eski antrenörü. Ama, bizler en çok Bogdan Tanjeviç’i tanıyoruz. Plevliya’lı Tanjeviç, Türk Milli Takımını bugünlere getiren antrenör.

Karadağ basketbolunun eski Yugoslav ekolünden geldiğini söylemiştik. Gerçekten de, Yugoslav ekolü, İspanya ile birlikte, Avrupa’nın en büyük iki ekolünden biri sayılıyor. Karadağ’da basketbola çok özel bir ilgi gösterildiği kesin. Ülke de halen Basketbol Federasyonu Başkanlığını eski Başbakan Milo Djukanoviç yürütüyor. Daha önceki Federasyon Başkanı ise, şimdiki Başbakan İgor Lukşiç’ti.

Futbol’daki umutlar

Karadağ Futbol Milli Takımı, 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerinde, halen kendi grubunun birincisi durumunda. Grupta, İsviçre, Bulgaristan ve Galler gibi güçlü takımları saf dışı bırakıp, İngiltere ile birlikte finallere gitmesi bekleniyor. FIFA’nın 2010 yılı sonunda yaptığı sıralamada, Karadağ dünyanın en iyi 25 takımı içinde yer almıştı.

Takımın kaptanı ve en golcü oyuncusu olan Mirko Vuciniç, İtalya liginde, Roma takımında oynuyor. 22 kere milli takım forması giymiş. Fiorentina’da oynayan Stevan Jovetiç de çok sevilen bir futbolcu. Karadağ’da, Buduçnost Podgorica ya da Mogren Budva gibi köklü takımlar var. Ama, yurt dışındaki kulüplerde forma giyen Karadağlı futbolcuların sayısı da hayli fazla. Uluslararası deneyim kazanan bu yetenekli sporcularla, Karadağ futbolda önemli sonuçlar elde etmeyi bekliyor.

Benzer başarıların, hentbol ve voleybol dallarında da elde edildiği söylenebilir. Her iki dalda da kolay lokma olmadığını kanıtlayan erkek ve bayan ekipleri, turnuvalarda genellikle ön sıralarda yer alıyor.

Elbette, bireysel sporlarda da başarılı sonuçlar eksik değil. Atletizm’de, “Gençler” kategorisinde Marija Vukoviç halen Yüksek Atlama Dünya Şampiyonu. Ayrıca, Karadağ’da çok sevilen Boks’ta da umut verici sonuçlar alınıyor. Haziran 2010’da, Ankara’da yapılan son Avrupa Şampiyonasında, Radonjiç ve Draşkoviç isimli genç boksörlerin performansları büyük beğeni kazanmıştı.

DENİZ KIYISI, MERKEZ ve DAĞLIK YÖRELER
ÜÇ AYRI MÖNÜ

Karadağ, yüzölçümü bakımından küçük bir ülke ama, gastronomik özellikleri açısından hiç de küçük sayılmaz. Çok geniş bir çeşitliliğe sahip olan Karadağ mutfağı, bilinen yemeklere bile yerel katkılar yaparak farklı lezzetler oluşturmayı başarmış.

Küçük Karadağ’ın yemek listesindeki zenginlik, gerçekten insanı şaşırtıyor. Her ne kadar ülkenin tamamında et tüketimi ilk sırada yer alsa da, Adriyatik kıyılarında deniz ürünleri ve zeytinyağlı yiyecekler; başkent Podgorica ve İşkodra gölü çevrelerinde balık ve sebze yemekleri; dağlık bölgelerde ise yoğurt ve krema eşliğindeki et yemekleri ile tütsülenmiş salam ve jambon çeşitleri çok yaygın.

Cografi konumu nedeniyle, Karadağ mutfağının aslında İtalyan, Sırp ve Türk mutfaklarından izler taşıyan bir Balkan geleneği olduğu da söylenebilir. Zaten bir çok yemek adı, Türkçe yemek adlarını çağrıştırıyor.

Adriyatik üçlüsü

Karadağ’ın Adriyatik kıyısındaki kentlerinin bol güneşli atmosferinde, balık, şarap ve zeytinyağı, birbirinden ayrılması söz konusu olmayan bir üçlü oluşturuyorlar. Geleneksel Akdeniz mutfağının bu ünlü üçlüsü, Karadağ kıyılarının da tam bir vaz geçilmezi. Bildiğimiz barbunya, mercan, palamut ya da kefal gibi balıklar genellikle ızgarada pişirilerek yeniyor ve zeytinyağı ile sunuluyor. Balık haşlamasına ise, patates ya da pazı, kaya balığı yahnisine de polenta eşlik ediyor. Polenta, bir tür mısır unu püresi.

Bu kıyı mutfağının belirgin özelliklerinden biri de, sebzelere geniş yer verilmesi. Domates, kabak, biber, patlıcan gibi sebzeler, ayrıca patates, soğan ve sarmısak sofraların baş tacı. Tabii, midye, kalamar ve ahtapot gibi deniz ürünlerini ve İtalyan etkisinin simgesi olan Pizza’yı da bu sofralarda her zaman görebilirsiniz. Artık yanında kırmızı Vranac şarabı mı olsun, yoksa beyaz Krstaç şarabı mı? Tercih sizin.

Göl kıyısı mutfağı

Başkent Podgorica’nın hemen 25 km kadar güneyinde bir doğa harikası olan İşkodra Gölü var. Gölden çıkan Bojana nehri denize döküldüğü için, göl ile deniz arasındaki nehir bağlantısında bir balık ve deniz canlıları dolaşımı oluyor. Bu nedenle, göl ve çevresi doğal açıdan çok zengin. Zaten İşkodra gölü Sazan balıklarıyla çok ünlü. Balıkçılar, bazen 20 kg’lık Sazan yakaladıklarını anlatıyorlar. İşkodra gölünün diğer ünlü balığı ise, Yılan balığı. Bu balıklar, ya taze pişmiş olarak, ya da iste kurutulmuş, yani “füme” olarak sofralara geliyor. Podgorica usulü sazan balığı, sarmısak, soğan, maydonoz, havuç ve kereviz ile çeşnilendirilirken, yılan balığı daha çok füme olarak tercih ediliyor.

Kısacası, merkezî Karadağ mutfağının temelini İşkodra gölünün sağladığı olanakların belirlediği söylenebilir. Ama, diğer bölgesel ürünleri, örneğin Podgorica civarında çok rağbet gören lahana ve yaprak dolmalarını, sosis türlerini ve füme koyun jambonlarını da unutmamak lâzım. Karadağlılar, kıyma ve pirinçle yaptıkları yaprak sarmasına “Yapraci” (Japraci) diyorlar. Aslında, Türkçe kökenli başka bir çok yemek ismine de rastlayabilirsiz. Çorba, papara, kaçamak, helva, baklava, börek ve çay ilk akla gelenler.

Yayla yemekleri

Karadağ’ın ormanlarla ve yemyeşil otlaklarla dolu iç ve kuzey kesimleri, belki de mutfak çeşitliliğinin en zengin olduğu bölgeler. Bu yörelerde, süt ürünleri ve et yemekleri mutfağın temel direği. Kaymak ve yoğurt, bir çok yemekte katkı maddesi olarak kullanılıyor. Ana yemekler, ızgara koyun ya da süt kuzusu, oğlak, şiş ve “Popeci” diye anılan, peynir paneli domuz bifteği. Et yemekleri çoğunlukla patates, lahana ve polenta ile servis ediliyor. “Kaçamak” adıyla da bilinen Polenta, kaymakla piştiğinde adı “Smocani kaçamak” oluyor ve ana yemek olarak yeniyor. Bu yörelerde, yabani mantar da, mevsiminde çokça tüketiliyor.

Parmak şeklindeki köftelerden oluşan Osmanlı kökenli “çevapi”, diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi, Karadağ’da da çok yaygın. Somun ekmek içinde, yanında kuru soğan ya da yoğurtla yeniyor. Ülkede, et yemekleri genellikle odun kömürü ateşinde, ya da saç’ta pişiriliyor. Saç, Karadağcada da “saç” ve mutfakta çok önemli bir yere sahip. Ekmek bile çoğu kez saç’ta pişiriliyor.

Geleneksel yemekler arasında, ekmek, süt, peynir ve el altındaki herhangi bir baharatla yapılan Popara, yani Papara da var. Biz buna, baharatlı bir biftek türü olan Pleyskavica ile domuz ya da kuzu etinden, soğanlı ve baharatlı bir kebap olan Raznyi’yi de ekleyelim. Bu arada, “Njeguşka Çetinyska Prşuta” diye anılan ve barbunya fasulyası eşliğinde servis edilen nefis kurutulmuş et kızartması da unutulmamalı. Bilindiği gibi, Prşuta bir nevi pastırmaya verilen ad.

Ne içelim?

Karadağ, oldukça kaliteli kırmızı ve beyaz şaraplara sahip. Kırmızı Vranac ve beyaz sek Krstac, mutlaka tadılması gereken lezzetler. Krstac, Bar yakınlarındaki Crmnica bölgesinde üretiliyor. Lâl renkli Vranac da sıcak ve kuru havada yetişen, eylül ortası toplanmaya başlanan siyah üzümlerden yapılan sek bir şarap. Füme jambon ve füme peynirle çok iyi gidiyor. Plantaze firmasının Zeta vadisinde bulunan geniş üzüm bağları, Karadağ şaraplarının kaynağı.

Çok soğuk içilen hafif ve kehribar renkli Niksicko birası ise 1896 yılından beri üretiliyor. Ülkede son derece yaygın ve ithal biralardan daha çok rağbet görüyor. Akşam yemeklerinden önce ya da sonra, Karadağ konyağı Loza’yı ve erik rakısı Sljivovica’yı denemek gerek. Bir “hoş geldin” içkisi de olan Loza genellikle aileler tarafından bizzat imal ediliyor. Türk kahvesi ise, günün her saatinde içilmeye devam ediyor.

Sayfalar