Project Description

4. Sayı

Küba

DİPLOATLAS – TEMMUZ 2008

4. Sayı

DiploAtlas

Temmuz 2008

Merhaba,

Acaba Türkiye’de Küba’yı görmek istemeyen biri var mıdır?

Karayipler denizinin bu en büyük adası, mükemmel iklim koşulları, ideal plajları, dünyaca ünlü puroları, serinletici kokteylleri, günlük yaşamın ayrılmaz parçası olan müziği ve insana keyif veren dansları ile gerçekten de çok çekici.

Küba yüzölçümü açısından küçük bir ülke sayılabilir. ABD’nin 50 yıla yakın bir süredir uyguladığı ambargo nedeniyle de ekonomisi zaman zaman sorunlar yaşıyor. Ama Küba halkı yine de direnmeye devam ediyor ve yaşam sevincini kaybetmiyor. Bazı yazarlara göre, “Küba fakir ama neşeli bir ülke”.

Küba’da sağlık ve eğitim hizmetleri herkes için öncelikli ve parasız. Örneğin, ekonomik zorluklar nedeniyle motorlu taşıt ithalatını çok kısıtlı sayıda gerçekleştirebilen ülkede, ambülanslar son model, ama bakan arabaları eski. Tıp alanında çok ilerlemiş oldukları için Venezuela’ya doktor gönderip, onların maaşları karşılığında petrol ithal ediyorlar. Bir çok ülkeden fakir öğrenciler parasız üniversitelerde eğitim görmek için Küba’ya gidiyor. Öte yandan, spora verilen önem sayesinde, 11 milyon nüfuslu Küba’dan, sporun her dalında dünya ve olimpiyat şampiyonları, ünlü rekortmenler çıkıyor.

Bazıları için de, Küba, Fidel’in, Che’nin ve Raul’un ülkesi. Devrimin ardından Küba’nın başına geçen Fidel Castro, 49 yıl gibi uzun bir süre iktidarda kaldıktan sonra, geçen yıl sağlık nedenleriyle ve kendi isteğiyle Başkanlıktan çekilip, görevi kardeşi Raul Castro’ya devretmişti. Devrimin çekirdek kadrosundan olan ve Che Guevara’yi Fidel ile tanıştıran Raul Castro halen devlet başkanı. Che ise çoktan devrimcilik simgesi olmuş, bir çoklarının gözünde efsaneye dönüşmüş bir şahsiyet.

İşte, DİPLOMAT ATLAS Temmuz sayısında bu ilginç ülkeyi okuyucularına sunuyor. Bu sayıyı hazırlarken, Ankara’daki Küba Büyükelçiliğinin yoğun işbirliğini elde etmek bizleri çok mutlu etti. Büyükelçi Ernesto Gomez Abascal’ın ve Birinci Sekreter Alejandro Simancas Marin’in katkıları bize çok fayda sağladı. Türkiye’den Küba’ya gidebilmek için uzun bir yolculuk yapmak gerekse de, kökenleri Avrupa’ya, Afrika’ya ve Asya’ya kadar uzanan bu mutlu halkı tanımak, onlarla birlikte şarkılar söyleyip dans etmek için bunu göze almaya değer.

Kaya Dorsan

TAKIMADALARIN DAYANILMAZ CAZİBESİ KÜBA

Küba bir takımadalar ülkesi. Ülkenin ana parçası olan Küba adasının yanında, Gençlik adası ve irili ufaklı tam 4195 adacık, Küba Devletini oluşturuyor. Bunların toplam yüzölçümü yaklaşık 111 000 kilometre kare, yani Türkiye’nin 7’de biri kadar. Ve bu topraklarda 11 milyonu aşkın kişi yaşıyor.
Küba, Karayipler denizinin kuzey kesiminde yer alıyor. Küba’nın kuzeyinde ise Meksika körfezi var. idari açıdan 14 il ve bir özel belediye (Gençlik adası) olarak biçimlenmiş olan Küba’da, “Guantanamo Koyu” 1898 yılında yapılmış bir anlaşma uyarınca ABD’ye verilmiş. Burada bir Amerikan askeri deniz üssü bulunuyor.

Kristof Kolomb ve Sonrası

Karayiplerin en kalabalık ülkesi olan Küba’da ilk yerleşim M.Ö. 4. yüzyılda başlamış. Değişik yerli kabilelerinden oluşan bir topluluğun, daha çok denizcilik ve balıkçı lıkla uğraşarak yaşamlarını sürdürmekte oldukları biliniyor. Ama, dünya keşişer tarihine adını altın harşerle yazdıran Kristof Kolomb’un 15. yüzyılda adaya gelmesi, bu yerli kabilelerin yaşamını aniden kabusa dönüştürüyor. Küba sahillerine ulaştığı 1492 yılında “bir insan gözünün görebileceğ i en güzel topraklar” diyen Kristof Kolomb’un ardından, ispanyol sömürgeciler adaya misyonerleriyle, askerleriyle, işçileriyle, tarım aletleriyle ve kendi ürünleriyle geliyorlar ve yerliler katledilmeye başlanıyor.

Küba’ya ilk büyük Afrika’lı köle grubunun getirilmesi ise 1500’lü yılların başlarında. Altın madenlerinde çalıştırılmak üzere getiriliyorlar ve bu köle ticareti yaklaşık dört yüz yıl devam ediyor. 1885’de, kölelik yasaklandıktan sonra ise, bu kez de Meksika’dan ve Çin’den ucuz işçiler gelip ülkeye yerleşiyorlar.

1800’lerin ikinci yarısına ispanyollara karşı verilen ve 200 bin insanin canına mal olan bağımsızlık savaşları damgasını vuruyor. Özellikle de gerilla taktikleri ile tanınan, sürgündeki şair ve gazeteci Jose Marti. Bu sürece Küba’daki şeker üretimi ile yakından ilgilenen ve ispanya ile bölgede bir hakimiyet savaşına girişen ABD de kurnazca dahil oluyor, ve Kübalılara destek veriyor. Ama adayı da işgal ediyor. ispanyollar yenilince Amerikan güdümünde bir tuhaf bağımsızlık sürecine giriliyor. Amerika’da doğmuş olan Tomas Estrada Palma Cumhurbaşkanı oluyor. 1898 Paris Antlaşması ile ABD, Guantanamo koyunda deniz üssü kurma, Küba’nın iç ve dış politikasında söz sahibi olma ve istediği zaman ülkeye askeri müdahalede bulunabilme hakkını elde ettikten sonra, askerlerini adadan çekiyor.

Devrime Giden Yol

Bu olayı izleyen yaklaşık 50 yıllık bir süreçte, işler yine yolunda gitmiyor. Rüşvet, yolsuzluk, sosyal adaletsizlik, Afrika kökenli Kübalı lara zulüm, hileli seçimler, askeri baskı, işsizlik, yoksulluk, dışa bağımlılık, son olarak da ABD desteğindeki Batista diktatörlüğü, çok güçlü bir muhalefet yaratıyor. işçilerin grevleri aralıksız sürüyor. Fidel Castro liderliğindeki devrim süreci 1953’te Moncada garnizonu saldırısıyla başlıyor. Castro Meksika` da sürgünde iken, çekirdeğini kardeşi Raul Castro, Camilo Cienfuegos ve Ernesto Che Guevara’nı n oluşturduğu gerilla ekibini iyice güçlendiriyor. 26 Temmuz Hareketi adıyla anılan altı yıllık bir süreçte, efsaneye dönüşen gerilla savaşları sonucunda Batista’nı n Amerikan desteği ile sürdürdüğ ü 26 yıllık rejimi devriliyor. Fidel Castro liderliğinde Marksist- Leninist bir hükümetin işbaşına gelmesi ile 1959’da Küba devrim süreci tamamlanıyor.

Küba’da devlet yapısı tek partiye, Küba Komünist Partisi’ne dayalı. Yasama yetkisi, 614 milletvekilinden oluşan “Halk iktidarı Ulusal Meclisi”nin elinde. Meclis üyeleri iki turlu seçimle 5 yıllığına belirleniyor, Devlet ve Konsey Başkanı da kapalı oyla seçiliyor.

Fidel’den Raul’a

Devlet ve Hükümet başkanı, aynı zamanda Devlet Konseyinin ve Bakanlar Kurulunun da Başkanı. Bu pozisyon yakın bir zamana kadar Fidel Castro’nundu. 1959’da gerçekleştirilen devrimden bu yana ülkeyi o yönetiyordu. Hükümet Fidel tarafından atanı yor ve Meclis tarafından onaylanı yordu. Fidel Castro aynı zamanda Küba Komünist Partisinin Birinci Sekreteri ve Silahlı Kuvvetlerin de komutanı idi. 81 yaşındaki Fidel Castro, sağlık sorunları nedeniyle, 49 yıllık iktidarı nı önce gönüllü olarak kardeşi, 1931 doğumlu Raul Castro’ya vekaleten bıraktı.. Sonra da bu yılın Ocak ayında seçilen Meclis, fiubat’ta yeni Devlet ve Bakanlar Kurulu Başkanını belirledi: Artık 5 yıllık bir süre için Küba’nın lideri Raul Castro.

Küba devriminin 2 numaralı adamı, direnişi başlatan çekirdek kadronun önde gelenlerinden olan Raul Castro, aynı zamanda Che Guevara ile Fidel’i de tanıştıran kişi. 1959’dan beri General ve Savunma Bakanı idi. Ağabeyi Fidel kadar karizmatik bulunmayan ama aldığı kararlar ve yaptığı reformlar ile “pragmatik lider” olarak nitelenen yeni Devlet Başkanı Raul Castro, 4 çocuk babası.

Devrimin Getirdikleri

Küba’da aktif nüfusun yüzde 98’i sendikalı. Kadın hakları ve kadınları n kamudaki varlıkları Anayasanı n garantisi altında. Ülkedeki emek gücünün neredeyse yarısını kadınlar oluşturuyor. Milletvekillerinin yüzde 36’sı, bakanların yüzde 22.7’si, Devlet Konseyi üyelerinin yüzde 16’sı, eyalet meclisi üyelerinin yüzde 31’i, avukatların yüzde 61’i ve hakimlerin yüzde 49’u kadın.

Sağlık ve eğitim gibi sosyal hizmetler devlet tarafından ücretsiz olarak sağlanıyor. Sağlık bakımının insan hakkı olduğu düşüncesinden yola çıkan, çok yerine oturmuş, öncelikle aile hekimliğine dayanan bir sağlık sistemi var. Bu sistemle Küba’da çocuk ölümleri engellenmiş, verem, difteri, kabakulak, kızamıkçık, sıtma, AIDS gibi hastalıklar hemen hemen hiç yok. Sistemin kilit noktası, koruyucu-önleyici hekimlik: Sağlık sorunlarının önünü büyümeden almak. Hastane sonrası bakımı da mahalle ekipleri tarafından yürütüyor. Ekonomik ambargonun etkisiyle olsa gerek, akupunktur ya da şifalı bitkiler gibi diğer alternatif tedavi yöntemlerine de sıklıkla başvuruluyor.

Zaten Küba’nın doğası da bu tür şifalı bitkileri elde etmeğe çok uygun. Yıllık ortalama sıcaklığın 26 derece olduğu ülke, doğal güzellikleri ve pek de bilinmeyen bio çeşitliliği ile cennetten farksız.

Bio – Çeşitlilik Cenneti

Koruma altında yaklaşık 260 doğa alanı var. Şamingolar için çok önemli olan yuvalama bölgeleri de bu alan içinde ve Küba topraklarının yaklaşık yüzde 22’sini kaplıyor. Hükümet şora ve fauna konusunda oldukça duyarlı. Camaguey şehrindeki Humedal Rio Maximo, uluslararası öneme sahip sulak alanlardan biri. Yaklaşık 600 bin hektarlık bir bölge oluşturan Cienaga de Zapata Biyosfer Rezervi de su kuşları açısından Küba’nın en büyük koruma alanı. Bu türden dört merkez daha var. Bu arada bataklıklar ve timsahlardan da söz etmek gerek. Zapata bataklığının ücra köşelerinde 3000 kadar timsah yaşıyor.

Sadece Küba’da rastlanan bir de kuş türü var: Dünyanın en küçük kuşu, arı sinek kuşu. Boyu beş santim kadar, zaten bunun yarısı da gaga ve kuyruk. Görenlerin çoğu kez böcek sandığı bu hayvan, kuş gibi ötmekten ziyade vızıldayıp duruyor.

FİDEL’İN SERÜVENİ

Orta halli bir İspanyol göçmeninin oğlu olarak dünyaya gelen Fidel Castro Ruz’un yaşamında, hukuk öğrenimi, devrimci eylemler, hapis ve sürgün dönemleri, gerilla yılları, devrimin başarılması, Başbakanlık, Devlet Başkanlığı ve nihayet emeklilik günleri var. Neresinden baksanız, tam bir serüven…

Küba Mayari’de 13 Ağustos 1926’da dünyaya gelen Fidel Castro Ruz’un çocukluğu da doğduğu yerde, yoksul bir yöre olan, Mayari’de geçmiş. Oriente ilinin merkezi Santiago de Cuba’daki Katolik okullarında ve Havana’daki Cizvit lisesinde öğrenim görmüş. 1950’de Havana Üniversitesi’nden hukuk doktoru olarak mezun olmuş.

Fidel’in devrimci ruhu daha o yıllarda da öne çıkmış. Daha öğrenciyken, 1947 yılında Dominik Cumhuriyeti yönetimini hedef alan bir devrimci harekete; 1948’de ise Bogota’daki kent ayaklanmalarına katılmış. 1947’de Küba Halk Partisi’nin üyesi olmuş.

DEVRiM YILLARI

Fidel’i bugünlere getiren macera 1953’te başlıyor. O yılın başında, Batista diktatörlüğünü yıkmak amacıyla küçük bir grup oluşturan Fidel, 26 Temmuz’da, 125 arkadaşıyla birlikte Santiago’daki Moncada Kışlası’na bir baskın düzenliyor, ama başarısızlığa uğrayarak tutuklanıyor. Bu girişimden geriye, Fidel’in 76 gün kaldığı hapishanede hazırlayıp, 16 Ekim 1953’te Santiago’daki Küba Yüksek Mahkemesi’ne sunduğu, içinde Amerikan ve Fransız Devrimlerinden örneklere, Jose Marti, Rousseau ve Balzac’tan alıntılara, insan Hakları ve Bağımsızlık Bildirgesi’nden derlemelere yer veren tarihi savunma belgesi kaldı. Fidel’i ününe ün katan savunması şu sözlerle sonlanıyordu: “Beni mahkum edebilirsiniz, ama tarih beni beraat ettirecektir”.

Yargılama sonunda Fidel 16 yıl hapis cezasına mahkum edildi. Gençlik (Juventud) Adası’nda 21 ay hapis yattıktan sonra, Batista’nın emriyle cezasının geriye kalan bölümü affedildi.

1955’te Küba’dan ayrılarak Meksika’ya geçen Fidel 26 Temmuz Hareketi adını verdiği yeni bir örgüt kurdu. Bu arada, kardeşi Raul aracılığıyla Che Guevara ile tanışıp, iki iyi arkadaş oldular. Örgüt üyeleri, sıkı bir gerilla eğitimi gördükten sonra, 2 Aralık 1956’da “Granma” yatıyla Küba’ya dönerek, Oriente’de karaya çıktılar. Burada hükümet kuvvetleriyle girişilen çatı şmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Fidel, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara’nı n da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte, Oriente’nin güneybatısındaki Sierra Maestra Dağlarına çekilmek zorunda kaldı. Grup, bu dağlarda iki yıl boyunca Batista’nın kuvvetlerine karşı başarılı bir gerilla savaşı yürüttü. Giderek siyasi desteğini yitiren ve bir dizi askeri yenilgiye uğrayan Batista, 31 Aralık 1958’de Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı. Sonunda, devrim başarıya ulaşmıştı. Fidel, 2 Ocak 1959 günü gerillalarıyla birlikte başkent Havana’ya girdi. Hukukçu Dr. Manuel Urrutia Leo devlet başkanlığı na, Fidel ise başbakanlığa getirildi.

UZUN BİR İKTİDAR DÖNEMİ

Fidel hükümeti ilk olarak fiyatları ve kiraları düşürdü. Ardından köklü bir toprak reformu başlattı; 40 hektarı geçen toprak bedelleri 20 yılda ödenmek üzere kamulaştırıldı ve halk çiftlikleri olarak işletilmeye başlandı. Fidel’in ilk kamulaştırdığı topraklarsa babası na ait arazilerdi.

Önceleri Fidel’e karşı çıksa da 1959’a doğru gerilla hareketini desteklemeye başlayan Küba Sosyalist Halk Partisi (PSP), Fidel’le ilişkilerini geliştirip etkili bir konum kazandı. Bu gelişmeden rahatsızlık duyan Devlet Başkanı Urrutia Leo, toprak reformunun ertelenmesi yönünde baskıları- nı artırdı. Gelinen durumda, Fidel istifa etti; ama, halkın yoğun tepkisi karşı- sında asıl görevinden çekilmek zorunda kalan Urrutia Leo oldu. Leo’nun yerine Osvaldo Doticos getirilirken, Fidel de yeniden başbakan oldu. Bu sırada toprakları n kamulaştırılmasından zarar gören ABD şirketlerinin baskısıyla ABD hükümeti, Küba’ya karşı insanlık tarihinin en uzun süreli ekonomik ambargosunu uygulamaya başladı.

Ambargonun başlamasıyla birlikte, Küba, ülkenin başlı ca ürünü olan ve öteden beri ABD’ye satılan şekeri, bu kez petrol karşılığında SSCB’ye satmaya başladı. ABD şirketlerinin elindeki rafineriler, SSCB’den alınan ham petrolü işlemeyi reddedince de, Fidel bu rafinerileri devletleştirdi. Bu gelişme iki ülkenin ilişkilerinin daha da kötüleşmesine yol açtı. Devrimden sonra ABD’ye kaçan ve John F. Kennedy yönetiminden silah ve mali destek sağlayan Kübalıların Nisan 1961’de giriştiği Domuzlar Körfezi Çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı. Fidel çıkarmanın ardından yayımladığı Havana Bildirisi’yle, ilk kez Küba’nın sosyalist politikalar izleyeceğini dünyaya duyurdu.

Çağımızın iktidarda en uzun süre kalan liderlerinden biri olan Fidel, dile kolay, tam 10 Amerikan başkanı eskitti. Ayrıca, 1945’ten beri dünyanın gidişatı nı belirleyen liderlerin belli başlılarıyla ilişkileri oldu: Nehru, Nâsır, Tito, Palme, Arafat, Gandhi, Allende, Gorbaçov ve daha niceleri. Günümüz sanatçı ve aydınlarının önde gelenleriyle tanıştı: Jean-Paul Sartre, Ernest Hemingway, Arthur Miller, Pablo Neruda, Henri Cartier-Bresson, Oliver Stone, Noam Chomsky ve daha pek çokları.

YETKİ DEVRİ

Fidel, 31 Temmuz 2006’da ilerleyen yaşıyla ortaya çı- kan sağlık sorunları yüzünden yetkilerini, geçici olarak, başkan yardımcısı ve kardeşi Raul Castro’ya devretti. 19 fiubat 2008’ deyse başkanlık görevinden kendi isteğiyle, geri dönmemek üzere ayrıldı. Ancak Fidel günlerini boşa harcamıyor. Geçirdiği ameliyattan sonra, bir köşeye çekilmek yerine, günümüzün ekonomik, siyasi ve çevre sorunlarına dair makaleler yazarak, düşün eserleri ortaya koyuyor. O, bu eserleriyle artık yalnızca Küba’nın değil, Dünya’nın sorunlarına da ışık tutmaya çalışan bir filozof. Herkes gibi Fidel de artık çok iyi biliyor ki, Tarih onu çoktan “beraat” ettirdi!

CHE…

Bazen iyi düşünülmeden alınan kararlar tarihin akışını bile değiştirebiliyor. Örneğin, Diktatör Batista’nın Fidel Castro’yu Meksika’ya sürmesi gibi. Bu sürgün, Arjantinli Ernesto Che Guevara’yı Küba ve dünya devrim tarihi ile tanıştıran bir karar olmuş.

Doktor, politikacı ve gerilla savaşçısı Che, öğrencilik döneminde (1953) dünya devrimini gerçekleştirmek için çıkıyor yola ve bir çok Latin Amerika ülkesini dolaşıyor. “26 Temmuz Hareketi” nin bir üyesi olarak, 1956’da Meksika’dan Küba’ya doğru yola çıkan grupta Kübalı olmayan tek kişi o. 1958’de komutanlığını yaptığı Santa Clara saldırısı, Küba devrimini başlatan, Havana’ya giden yolu açan, dönüm noktası niteliğinde bir eylem oluyor. Sonunda, Batista kaçıyor ve devrim, Che henüz 30 yaşındayken gerçekleşiyor. Yeni hükümet, Guevara’yı “doğuştan Küba vatandaşı” ilan ediyor ve La Cabana hapishanesinin komutanlığına getiriyor. Che daha sonra, Sanayi Bakanı oluyor.

Küba’yı Amerikan saldırılarından koruyacağını düşündüğü Sovyet füzelerinin Küba’ya getirilmesinde anahtar rol oynuyor. 1962’de, Cezayir’e gönderilen asker ve mühimmatın konuşlanmasını ve Cezayirlilerin eğitilmesini organize ediyor. Sonra bir dizi yurt dışı teması var: New York, Paris, Çin, Japonya, Mısır, Cezayir, Afrika ülkeleri… Dönüşte kamu hayatından çekilip ortadan kayboluyor.

Bu hiç beklenmeyen, çok şaşırtıcı bir gelişme. Bu tuhaf durumla ilgili olarak Castro’nun 1965’te yaptığı açıklamaya göre, Guevara, yazdığı veda mektubunda Küba devrimine bağlılığını belirterek, devrim için başka ülkelerde, “yeni savaş alanlarında” savaşmak üzere Küba’dan ayrıldığını, bütün görevlerinden istifa ettiğini ve Küba vatandaşlığından vazgeçtiğini ifade ediyor. Ancak diğer ülkelere Küba devrimini ihraç etme çabası başarısızlıkla sonuçlanı yor: CIA’nın yönetiminde olduğu söylenen Bolivya ordusu tarafından yakalanan Che, Higuera köyünde bir okulda öldürülüyor. Cesedi Vallegrande’ye götürülerek bir hastanede basına gösteriliyor.

30 yıl sonra Vallegrande yakınlarında Guevara’dan kalan kemikler bulunuyor, DNA testiyle kimliği doğrulanarak Küba’ya getiriliyor. Bolivya’da yanyana çarpıştığı yoldaşları yla birlikte Santa Clara’daki son derece mütevazi anıtmezarına askeri törenle gömülüyor (1998).

DEVRİM SEMBOLÜ

Doktor olsa da askeri yani hep ağır basan biri Guevara. Zıtlıklar taşıyan bir kişiliği var: Romantik, aynı zamanda sivri dilli, örnek olma kaygısı da var. Hem astımlı, hem puro içiyor. Hem kararlı, hem idealist, hem aşırılık yanlısı, hem insancıl. Sürekli risk alan, ölümüne savaşan ve konuşmalarında kışkırtıcı olmayı seven biri. Maceracı bir ruhu var. Doğallığı, yakışıklılığı ve yürek hoplatan gülüşü ile çok çekici. Halk tarafından da çok sevilen bir lider. Zaten o da yoksul mahallelerde yaşıyor, tarlalarda dolaşıyor. Halkla bağını hiç koparmıyor. Bakan olduğunda da maaşının arttırılmasını reddediyor.

Devrim sembolü haline gelişi, Batılı ülke duvarlarında somutlaşan “Che yaşıyor”, “Guevara bizimle birlikte” gibi sloganlar eşliğinde 1968 öğrenci hareketleriyle başlıyor. Bugün dünyanın birçok yerinde Che artık, ideolojik ve politik bir unsurdan çok evrensel bir marka. Kimi analizciler, çekiciliğini ve bir mit haline dönüşmesini, uğradığı yenilgiye ve çok erken ölümüne bağlıyor.

BÜYÜKELÇİ ERNESTO GOMEZ ABASCAL:
“İLİŞKİLERİMİZDE
EN GÜZEL ZAMAN YAŞANIYOR”

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ile Küba arasındaki ilişkileri, geçmişten bugüne, tarihsel süreç içinde özetleyebilir misiniz?

ERNESTO GOMEZ ABASCAL: Aslında son 10 yıldır ilişkilerimiz oldukça gelişerek devam ediyor. Ama eski yıllarda, özellikle de soğuk savaş dönemlerinde birbirimize uzak durduğumuz zamanlar da yaşandı. Türkiye ile Küba arasında diplomatik ilişkilerin kurulması. 1952 yılında olmuştur. Bundan önceki yıllarda ise Türkiye ile Küba’nı n tarihinde ortak yaşanan konular çok az. Yani iki ülke arasında tarihi kesişmeler pek yok. Ben de o yüzden biraz Türkiye-Küba ilişkilerini ve tarihini incelemek istedim. Araştırırken de, 18.yüzyılın sonları nda, Küba’da, Osmanlı İmparatorluğ unun bir fahri konsolosluğunun olduğunu öğrendim. Zaten, Küba’da öteden beri bir Osmanlı cemaati var, ama bunlar genellikle Türk asıllı değil de, diğer yerlerden gelen Osmanlı cemaati. Ve 1898 yılında da, Sultan II.Abdülhamid, bir paşasını Havana’ya göndererek o dönemde Küba’nın vermekte olduğu bağımsızlık savaşını detaylarıyla öğrenmek istiyor. Osmanlı İmparatorluğunun ordusundan gelen bu paşanın, bizzat göndermiş olduğu bilgilerden, yaralandığını da öğreniyoruz. Önümüzdeki aylarda, bu tarihi olayı anlatan bir roman Türkçe olarak basılacak.

Tabii ki, iki ülke coğrafi açıdan birbirlerine çok uzak oldukları için, 20. yüzyılın başlarında ilişkiler çok sıkı değildi. 1952 yılında, Türkiye ile Küba arasındaki diplomatik ilişkiler tesis edildi ama, bu da bir formalite, bir protokol gereği olarak yapılmıştı. 1950’li yıllarda iki ülke arasındaki ilişkilerin çok fazla geliştiğine dair bir işaret yok. 1959 yılında, Küba devriminin zafer kazanması yanında, soğuk savaş dönemlerinden geçtik. İki ülke farklı cephelerde yer alıyordu, bu nedenle, o dönemde de bir yakınlaşma olmadı. Ama, buna karşın, 1990’lı yıllar itibariyle ciddi bir yakınlaşma görülmeye başlandı ve bu yakınlaşmanın sonucunda da artık daha somut olaylara yönelme sürecine girildi.

DİPLOMAT ATLAS: Sizin burada görevli bulunduğunuz dönemde, Türkiye ile Küba arasında ne gibi gelişmeler oldu?

ERNESTO GOMEZ ABASCAL: Ben 3,5 senedir Türkiye’deyim ve bu 3,5 sene içerisinde Türkiye ile Küba arasındaki ticaret hacminde bir artış sağladık. Ticaret hacmimizi, geçen yıl rekor bir sayıyla tamamladık. Kültürel etkinliklerimiz ve mübadelelerimiz de çok arttı. Bugün Küba’ya giden Türk turist sayısında ciddi bir artış var. Büyük bir ihtimalle, Küba’ya giden Türk turist sayısının da bu sene rekor bir seviyede olacağını düşünüyoruz. Biliyorsunuz, Küba’ya gidebilmek için, uzun bir yolculuk yapmak gerekiyor. Uçak biletleri de epeyce pahalı. Buna rağmen, Küba’ya giden Türklerin sayısı her geçen gün artıyor. fiu anda Küba, Latin Amerika ülkeleri arasında, Türk turistlerin en çok tercih ettiği ülke durumunda. Öte yandan, spor alanında da bazı işbirliği konularımız oldu, bazı somut adımlar atıldı. Yine bu son bir yıl içerisinde, ilk kez bir Türk inşaat firması Küba’da aktif bir şekilde çalışmaya başladı. Siyasi açıdan da, iki ülke arasında gerçekten iyi diplomatik ilişkiler var. İki ülke arasında, hiçbir anlaşmazlık veya çözülmemiş sorun bulunmuyor. Ülkelerimiz, birbirinden çok farklı ekonomik ve siyasi sistemleri benimsemiş olsalar da, belki de ortak yaşama ve işbirliğine örnek gösterilebilecek iki ülke gibi görünüyorlar. Uluslararası örgütlerde ve mekanizmalarda, örneğ in Birleşmiş Milletlerde gayet güzel bir işbirliği sergiliyoruz. Küba, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyine üyeliğini destekliyor. Zaten Küba, Türkiye’nin bu üyeliğini desteklediğ ini ilan eden ilk ülkelerden birisi olmuştu. Yine aynı şekilde, İzmir’de yapılması istenen Expo 2015 adaylığını da desteklemiştik. Ayrıca, uluslararası sorunların barı şçıl yoldan çözümlenmesi, terörle mücadele gibi konularda, Türkiye ile ortak düşüncelere sahibiz.

Küba sonuçta küçük bir ülke ve fazla büyük bir ekonomiye sahip değil. Buna rağmen, büyük bir ihtimalle Latin Amerika ülkeleri arasında Türkiye ile en etkin biçimde çalışan ülke konumunda. Heyetler sık sık karşılıklı olarak ziyaretlerde bulunuyorlar. Bakanlar, Hükûmet yetkilileri gelip görüşmelerde bulunuyorlar. Bu sene de zaten Hükûmetlerarası 8. Karma Ekonomik Komisyon toplantısını gerçekleştirdik. Bu vesileyle de Küba’nın “Dış Yatı rımlar ve Ekonomik İşbirliği” bakanı Ankara’ya geldi ve bu çerçevede 15’e yakın işbirliği anlaşması imzalandı. Böylece, ilişkilerimizin gelişmesi yasal bir düzene oturtulmuş oldu. Zaten, Parlamentolarımız arasında, partilerimiz arasında da gayet güzel ilişkiler var. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki, gerçekten Türkiye ile Küba arasındaki ilişkiler gayet olumlu bir yönde ilerlemektedir. Belki de yaşanabilecek en güzel zaman yaşanıyor. Türkiye’de, Küba’ya karşı çok büyük bir sempati, çok büyük bir sevgi ve saygı var. Hem resmi düzeylerde, hem de halk düzeyinde.

DİPLOMAT ATLAS: İki ülke arasında hangi işbirliği alanları daha önemli?

ERNESTO GOMEZ ABASCAL: Belki ticari alan. Çünkü bu, işbirliği açısından en çok ilerleme kaydetti- ğimiz alanlardan biri. Bir çok Türk ürünü Küba’ya ihraç ediliyor. Önce, Türk ürünlerinin tanınması ve belirlenmesi sürecini yaşadık. Ama şimdi artık ürünler somutlaştı, o yüzden artık ticaret daha akıcı bir şekilde ilerliyor. Yine bazı Küba ürünleri de Türkiye’ye satılıyor. Bunlar genelde, puro ve rom gibi, Küba’nın geleneksel ürünleridir. Ayrıca, bazı ilaçlar ve nikel de var. Bu sene, Küba, İzmir Enternasyonal Fuarına şeref konuğu ülke olarak davet edildi. Bu nedenle, Ağustos ayında İzmir Fuarında çok büyük bir pavyonumuz olacak. fiirketlerimiz ve temsilcileri de orada olacaklar. Gene aynı şekilde, geçen yıl da Havana’da düzenlenen uluslararası ticaret fuarına Türk şirketleri çok büyük bir pavyonla katılmışlardı. 20’ye yakın Türk şirketi kendi ürünlerini bu pavyonda teşhir ettiler.

Ayrıca, petrol alanında olumlu beklentiler içersindeyiz. Bir Türk şirketi, petrol sondaj işlemlerinde, petrol arama işlemlerinde yer almak yönündeki isteklerini belirtti. Son yıllarda, Küba, petrol üretimini giderek arttırmaktadır. Özellikle de denizden çıkarılacak petrolden çok olumlu beklentiler içersindeyiz. Türkiye’nin de Karadeniz’den petrol çıkarma konusunda bazı tecrübeleri olduğu için, Küba’da da çalı- şabileceklerini biliyoruz. Siyasi ve diplomatik alanda ilişkilerimiz zaten çok kolay bir şekilde ilerliyor.

Ayrıca, kültürel alana da özellikle ilgi gösteriyoruz. Bu alanda bir çok işbirliği anlaşması imzalandı. Spor olsun, kültür olsun, haber olsun bir çok alanda ve üniversiteler arasında işbirliği anlaşmaları imzalandı. Bu sene ilk kez burslu olarak getirdiğimiz 2 öğrencimiz, Türkçe öğrenimlerini tamamlayıp ülkelerine döndüler, şimdi Küba’da Türkçe tercümanlı k yapabilecekler. Küba’dan Türkiye’ye oldukça fazla sanat ve kültür grupları geliyor. Özellikle müzik ve tiyatro grupları. Yayınlar konusunda da çok sıkı çalışıyoruz. Bazı kitaplarımızın Türkçe olarak yayınlanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Küba konusunda Türkçe yayınlanmı ş olan bilgilerin çok yeterli olmadığı nı düşünüyorum. Bu sebeple, son yıllarda Küba ile ilgili bir çok yayın Türkçe olarak yayınlandı. Her ay çıkarttığımız, “Granma” isminde bir gazetemiz var. Türkçe olarak yayınlanıyor.. Bir buçuk yıldır da Küba’nın haber ajanslarından “Prensa Latina” her gün Küba ile ilgili 10-12 haberi Türkçe olarak veriyor. Televizyonlarımız arasında da protokol anlaşmaları var. Bu alanlar üzerinde çok duruyoruz.

DİPLOMAT ATLAS: Küba’nın Türkiye’nin deneyimlerinden yararlanabildiğ i alanlar hangileri?

ERNESTO GOMEZ ABASCAL: İşbirliğini geliştirmek için bir çok alan bulmaya çalışıyoruz. Özellikle de petroldan bahsetmek istedim, çünkü şu dönemde enerji için petrol çok elzem. Bu alanda ciddi bir işbirliğ i yapılabilir. Gene aynı şekilde inşaat alanında Türkiye’nin teknolojisinden yararlanabiliriz. Türkiye’nin gerçekten konut inşası alanı nda ciddi tecrübesi var ve edinmiş olduğu teknoloji sayesinde, konutları çok hızlı bir şekilde tamamlayabiliyor.

Ayrıca, rüzgar enerjisi gibi alternatif enerji alanlarında bazı araştırmaları mız var . Biz Küba’da rüzgar enerjisi kullanmaya yeni başlıyoruz ama, Türkiye’nin bu konuda deneyimleri oldu. Bu nedenle, Türkiye’den bazı uzmanları rüzgar enerjisi konusunda konferanslar vermeleri için Küba’ya davet ettik. Türkiye’nin tecrübelerinden yararlanabileceğimiz diğer bir alan da, turizm alanıdır. Türkiye gerçekten bu sektörde çok ilerlemiş durumda. Turizm Küba ekonomisinin lokomotifi haline geldi. Bu nedenle Türk yatırımcılarının Küba’ya gelmesini istiyoruz. Turizm alanında Türk yatırımlarına açığız. Bu otel inşaatları da olabilir. Marina ya da golf sahası inşaatları gibi turizmi etkileyen diğer alanlarda da dahil olabilir. Biz Türk şirketlerinin bu sektöre dahil olmalarını çok istiyoruz.

DİPLOMAT ATLAS: Peki, Türkiye’nin Küba’nın tecrübelerinden yararlanacağı alanlar nelerdir?

ERNESTO GOMEZ ABASCAL: Tıbbi ürünler konusu olabilir. O alanda bazı tecrübelerimiz var. Küba’nı n gerçekten bio-ecza endüstrisinde ciddi bir ilerleme kaydettiğini söyleyebilirim. Özellikle bioteknoloji alanında. Dünyada bir tek Küba’nı n ürettiği bazı ürünlerimiz var. Aşı üretiminde ve önleyici tıp alanı nda çok kuvvetliyiz. Bu alanda sanırım güzel işler yapılabilir. Hatta, belki bazı ürünlerimizin burada ortak üretimine de geçilebilir.

DİPLOMAT ATLAS: Sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı?

ERNESTO GOMEZ ABASCAL: Derginizin gerçekten çok önemli bir alanın ihtiyacını karşıladığını söylemek isterim. Yani, derginin tek bir ülkeye odaklanarak, belki de o ülke hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan halkı bilgilendirmesi gerçekten çok önemli. Ayrıca yayının kalitesi de oldukça kuvvetli. Gayet güzel fotoğraşar var. Türk toplumu için gerçekten çok önemli bir alanın ihtiyaçları nı karşılaması yanında, Türkiye’de yaşayan yabancıların ve diplomatların da ihtiyaçlarını gidermekte olduğunu düşünüyorum.

MUHTEŞEM BİR MİMARi
HAVANA

Bugün yaklaşık 2 milyon nüfuslu olan Havana, 1607’de başkent olmuş. Bir yanda, İspanyol senyörlerinin sömürge döneminden bıraktıkları, pastel renkli, barok, rokoko ve neo-klasik tarzda görkemli saraylar ve tropikal villalar; bir yanda inanılmaz sevimlilikte, rengarenk pancurlu, vitraylı, avlulu, kemerli evler; ve bazen de, harabeye dönmüş, yıkılmak üzere olan ama hala içinde yaşanılan konutlar..

Koloni aristokratlarının eski saraylarına bugün yoksul aileler yerleşmiş. Bakım için gerekli imkanlara sahip değiller, ama bu, mimarinin muhteşemli- ğini gizlemeye yetmiyor. Zaten turizme yapılan ciddi yatırımlarla onarım çalışmaları da başlamış. Zıtlı klarla dolu bu şehir, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde. Kültür-sanat alanında oldukça aktif olan kentte, çok sayıda müze ve tiyatro var. Eğlence dünyası son derece hareketli. Bir çok renkli ve çekici alternatif mevcut. Sokaklarda, cafe’lerde, lokantalarda, barlarda ve tabii dans kulüplerinde salsa şovları ya da caz dinletileriyle keyfin doru- ğuna çıkılıyor. Havana müzik cenneti gibi bir yer. Her an karşınıza bir müzik grubu ya da dans gösterisi çı- kabilir. Dans etmek için gidilen barların adı ise, “Casa da la Musica”.

Sıcak Noktalar Havana’nın eski çekirdeğini oluşturan bölgenin, yani Habana Vieja’nı n merkezinde, şehrin en eski meydanı, Armas bulunuyor: Burası, dört yüzyıldır Küba iktidarının politik kalbi. Geniş meydanı çevreleyen sarayların görkemli, barok tarzındaki kemerli cephelerini palmiyelerin gölgesinde seyrederek yorgunluk atmak ve serinlemek için ideal bir yer. Tam ortadaki bahçede, sömürgeciliğe karşı savaşın önderlerinden Carlos Manuel de Cespedes’in heykeli var. Hafta boyunca kurulu eski kitap tezgahlarında dünyanı n bütün antikacı ve koleksiyoncuları nın ilgisini çeken nadir eserler bulmak mümkün.

Turistlerin en yoğun olduğu yer ise, San Cristobal katedrali, meydanı ve çevresi. Bir katedral olarak küçük ama sömürge döneminin en gösterişli yapısı. 30 yıl süren yapımı 1777’de bitmiş. İnşaata önce Cizvit papazları başlamış, sonra Küba İngilizlerin eline geçince bırakıp gitmişler adadan. İki asimetrik kulesinden birinde iki çan var. Biri Matanzas’da yapılmış, diğeri bu katedral için İspanya’dan getirilmiş. Rivayete göre Christophe Colomb’un cesedinden geriye kalanlar uzun süre burada muhafaza edilmiş. İspanyol sömürgeciliği dönemi sona erince de İspanya’ya götürülmüş.

El Capitolio binası, beyaz mermerleriyle Washington’daki Beyaz Saray’a çok benziyor. Devrim öncesi hükümet binasıymış, bugün Küba Bilimler Akademisi. 1929 yılında inşasına başlanmış. Devrim meydanı ndaki Jose Marti heykelinden sonra şehrin ikinci yüksek yapısı. Merdiven kenarlarında bronz heykeller var. Ana giriş kapısı 16 metre yüksekliğinde ve 12 granit kolonla destekli. 92 metre yüksekliğinde, 32 metre çapındaki kubbe 22 ayar altın varaklarla kaplı. Bina bugün, kongre ve sergi merkezi olarak da hizmet veriyor.

Ülkenin en eski askeri yapısı olan Real Fuerza fiatosu’nun (1558) “Umut kulesi” adıyla bilinen batı kulesi üzerinde, Küba’nın en eski bronz heykeli yer alıyor. Bu bir kadı n: Giraldilla. fiehrin sembolü olan bu heykelin orijinali Ciudad müzesinde. Giraldilla, Küba valisi olan eşinin yokluğunda (1500’lü yılların ortaları), dört yıl bu görevi üstlenmiş. Küba’nın ilk ve tek kadın yöneticisi. Rivayete göre her gün kocası nın dönüşünü bu kulede beklermiş.

Morro Kalesi: fiehri savunmak ve liman girişini korumak üzere 1589’da yeniden yapımına İspanyollar tarafından başlanmış. Havana koyunu kontrol ediyor. Duvarlar 3 metre kalınlığında. Sonradan deniz feneri de eklenmiş. Kalede 12 adet top var. O zamanlar, şehir kapısının kapandığını ve koy girişindeki kalın zincirin yükseltildiğini duyurmak için her akşam saat 21.00’de top atışları yapılırmış. Amaç, karanlıkta Havana koyuna korsanların girişini önlemek. Morro kalesi 1986’dan beri denizcilik müzesi ve her sene yapılan Havana Uluslararası Kitap Fuarının mekanı. Kale içinde iki küçük müze daha var. Biri korsan müzesi, diğeri de kalenin tarihini anlatı yor. Jose Marti burada tutuklu kalmış. Che Guevara da devrimden sonra buraya yerleşmiş.

Havana’nın Müzeleri

Şehir müzesi (Museo de la Ciudad): 400 yıllık sömürge tarihini anlatıyor. Bina, Küba barok mimarisinin başyapı tı. Aslında burası, aralarında hiç boşluk olmayan bir binalar topluluğ u. İnşaatına 1776’da başlanmı ş. Kumandanlar sarayı olarak yapı lan bu bina, önce İspanyol, sonra da Amerikalı yöneticilerin mekanı olmuş. Küba devlet başkanları da 1920’ye kadar burada ikamet ettikten sonra, El Capitolio’ya taşınmışlar. Bugün, bianın bir bölümü de Havana belediyesi olarak kullanılı- yor. Tropik bitkili güzel bir avlusu var.

Devrim Müzesi: Bağımsızlık ve egemenlik için sonsuza kadar savaşan bir ulus ve ülke anlayışıyla kurgulanmı ş. En gösterişli obje Fidel Castro, Che Guevara ve 80 gerillanı n, 1956’da Meksika’dan Küba’ya gelmek için kullandıkları, 18 metrelik Granma adlı yat. Müzenin dı- şında, Castro’nun 1961’ de Domuzlar Körfezi çıkartması sırasında kullandığı Stalin SAU 100 tankı, 1957’de Başkanlık Sarayına düzenlenen saldırıda kullanılmış olan delik deşik bir kamyon ve düşürülmüş bir Amerikan U2 casus uçağının enkazı gibi nesneler var. Müze binası, eski Başkanlık Sarayı. Moncada kışlası bozgunundan kanlı üniformalar, Castro’nun yargılanma döneminde giydiği siyah palto, Batista işkencelerine maruz kalmış kurbanları n siyah-beyaz fotoğraşarı, Ronald Reagan-Georges Bush karikatürleri gibi detaylar da var.

Otomobil müzesi: Bu müze, Küba’da, her yerde insanın karşısına çıkan eski arabaların kaynağını daha iyi anlamayı sağlıyor. 30, 40 ve 50’li yıllardan kalma Buick, Packard, Chevrolet, Chrysler, Studebaker, Ford arabalar, Amerikan ambargosundan önce ithal edilmiş.. Rengarenkler, kocamanlar, ve zaten binlercesi sokaklarda, çalışır durumda. Sonuçta bu arabalar, Küba tarihinin bir parçası ve koleksiyoncuları n gözdesi. Tamirleri ise başlı başına bir beceri işi.

Havana’nın ilk manastırı Santa Clara d’Assise 1600’lerde açılmış, zamanla genişlemiş. Daracık sokakları, evleri, çok ince ahşap işçiliği ürünü çatıları ile hoş bir yer. 1922’de din adamları buradan gitmişler. Bir dönem Çalışma Bakanlı- ğını barındıran manastır, şimdi de Ulusal Koruma, Restorasyon ve Müzecilik Merkezi.

San Francisco Bazilikası: Kilise ve manastırdan oluşan bu yapı, şehrin en yüksek çan kulesine sahip. Kilise 1600’lerin hemen başında yapılmış, 18.yy başında da çok sade bir barok stille yeniden inşa edilmiş. Artık dini bir yer değil, konser salonu. Akustiği mükemmel. Manastır bugün Dini Sanatlar müzesi.

Diğer binalar ise önce sebze ambarı, sonra da antika deposu olarak kullanılmış. San Francisco meydanı ise 17-18. yüzyılın harikulade yapıları ile eski şehrin en tipik köşelerinden.

Gezinti Yerleri

Calle Obispo (Obispo sokağı), şehrin tarihi merkezindeki en önemli sokak. Yaya bölgesi. Gece gündüz capcanlı. Bölgede çok sayıda park, gezinti alanı ve buna benzer sokaklar var. Büyük Tiyatro, Latin Amerika’nın en eski tiyatrosu. fiehrin batısındaki Vedado ise en huzurlu, en modern mahalle. Kültürel kuruluşlar, restoranlar, barlar, belli başlı oteller, bakanlıklar ve ticari aktivitenin önemli bölümü burada. Merkezin çalkantısından uzakta, sakin bir yer.

Malecon, Atlas Okyanusu kıyısınca uzanan geniş bir şerit; şehrin kalbinin attığı yer. Kübalıların sıcaklı- ğını hissetmek için, dalgaların, güneşlenenlerin, denize giren çocukları n ve balıkçıların eşliğinde, özellikle de geceleri ideal bir yürüyüş parkuru. fiehrin hem ana arteri ve hem de karnavalların yapıldığı yer. Yol kenarında sıralanan evler eskiden gösterişliymiş ama artık restore edilmeyi ya da yıkılmayı bekliyorlar. fiehir merkezinde denize girilmiyor. Doğuya doğru uzanan plajlar var: Bacuranao, Boca Ciega, Guanabo, Megano, Santa Maria.. Dalmayı ya da yelkeni sevenlerin favorisi ise Hemingway marinası. Yine bu bölgedeki küçük balıkçı köyü Cojimar, Ernest Hemningway’in “İhtiyar Adam ve Deniz” adlı eseri sayesinde hayli popüler.

Ernest Hemingway Havana deyince Amerikalı ünlü yazar Hemingway‘den bahsetmemek olmaz. Yaklaşık 30 yıllık bir Küba dönemi var yazarın. Sürekli gittiği, yazılarını kaleme aldığı ve duvarları nda hatıralar bıraktığı cafeler, barlar, kaldığı otel ve evi, görülmesi gereken yerler listesinde. Lobisini fotoğ raşarının süslediği eski Havana’daki Ambos Mundos oteli gibi. Ya da Bodeguita del Medio ve Şoridita barları. Bodeguita del Medio salaş, gösterişsiz bir mekan, eskiden bakkal dükkanıymış. fiimdi ise dünyanın dört yanından gelen turistlerin uğrak yeri. Günde yaklaşık bin müşterinin geldiği yönünde bir söylenti var. Efsaneye göre Hemingway’in meşhur “Daiquiri” kokteylini mekanı n sahibiyle birlikte keşfettiği Şoridita barında, yazarın kendine özel bir yeri varmış, kimse oraya oturmazmış. Burası Bodeguita del Medio kadar turist akınına uğramıyor. Yazar, Küba kokteyllerinin dünyaca tanınmasında çok etkili olmuş, birçok yemeğe de adını vermiş.

Aşkları ve ilginç hayatı ile Havana’ya damgasını vuran Hemingway’in San Francisco de Paula tepelerindeki evi Finca Vigia, bugün müze. Yemyeşil bir ortamda, İspanyol tarzı, beyaz boyalı, geniş bahçeli, yüzme havuzlu bir ev. Gary Cooper, Errol Şynn, Ava Gardner gibi isimleri konuk eden bu mekan, aynı zamanda Hemingway’in 2. Dünya Savaşı sırasında kurduğu gizli antifaşist örgütün de genel merkezi olmuş.

Yazar, 1954 yılında kazandığı Nobel ödülünü Kübalılara hediye etmiş. Çok sevdiği bu ülkeyi anlattığı kitabını ise bitirememiş, eser ölümünden sonra basılmış. Kübalı yazar Enrique Cirules’in, Hemingway’in Küba günlerini anlatan kitabı da, bu konuyla ilgilenenler için hayli sürükleyici bir çalışma.

MANUEL MARRERO CRUZ: “TÜRKLERİ KÜBA’YA BEKLİYORUZ”

Turizm Bakanı Manuel MARRERO CRUZ, Türk turistlerini ve yatırımcıları Küba’ya davet ediyor. Bakan, Mayıs ayında Havana’da yapılan Uluslararası Küba Turizm Fuarı’nda DİPLOMAT ATLAS’ın sorularını yanıtladı.

DİPLOMAT ATLAS: Sayın Bakan, son yıllarda Küba’nın turizm sektöründe büyük çabalar sarfettiği ve sık sık değişik konularda etkinlikler düzenlediği görülüyor. Turizm sektörü Küba için çok mu önemli?

MANUEL MARRERO CRUZ: Evet. Turizm, Küba ekonomisinin en önemli sektörlerinden biridir. Ekonomik açıdan bakıldığında, Küba’nı n en önemli döviz kaynakları ndan birinin turizm olduğu görülüyor. Gerçekten de, güneş, plaj, deniz dediğiniz zaman, dünya turizminde öncelikli bir yere sahibiz. Ama son yıllarda, biz bu anlayışı biraz değiştirmeye çalışıyoruz. Çünkü, tarihi ve doğayı da ön plana çıkararak, daha çok bir kültür turizmi geliştirmek istiyoruz. Küba’nın, diğer Karayip ülkelerine nazaran, tarihi unsurların ağır bastığı değişik bir konumu vardır. Biz bu yeni unsurları geliştirmeye çalışmaktayız. Örneğin, ülkemize gelen ziyaretçilere Küba’nın mimarisini ve kültürel yönünü de göstermek istiyoruz ve buna hazırız. Küba, Turizmin zaten oldukça gelişmiş olduğu bir ülkedir. Uluslararası havaalanları- mız var. Turizm açısından önemli olan 10 bölgemiz var. Bunlar bizi ziyaret etmek isteyen bütün insanlara açıktır. Ülkede turizm kültürü çok gelişmiştir. Kübalı olsun, yabancı olsun, her ziyaretçiyi ağırlayabilme kapasitesi mevcuttur

DİPLOMAT ATLAS: Bu konuda dış yatırımlardan da faydalanıyor musunuz?

MANUEL MARRERO CRUZ: Tabii. Küba dış yatırımlara açık olan bir ülkedir. Bu konuda onlarca anlaşma yapmış durumdayız. Halen, yaklaşık 5500 otel odası yabancı firmalar tarafından işletime sunulmaktadı r. Bir takım yabancı şirketler de, Küba’daki otellerin yönetimini üstlendiler. Bunlar 14 yabancı şirkettir. Bu şirketler, Küba’da 26000 otel odasının pazarlamasını yapıyorlar. Ülke çapında ise, 46000 odamız var. Son 4 senedir, yılda 2 milyondan fazla turist ağırlamaktayız. 307 turistik tesisimiz bulunuyor.

DİPLOMAT ATLAS: fiu anda, Havana’da “FITCuba’08” Uluslararası Küba Turizm fuarı yapılıyor. Bu fuar hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

MANUEL MARRERO CRUZ: Bu sene, 28incisi yapılan bir fuar bu. Önceleri küçük bir formatta başlamıştık ve Varadero kentinde yapılıyordu. Fakat yıllar geçtikçe bu fuar güç kazanmaya başladı ve artık Havana’da yapılıyor. “FITCuba’ 08” profesyonel bir fuardır. Tur operatörlerinin, hava yollarının, seyahat acentelerinin katıldığı ve daha çok bir turizm bölgesi olarak Küba’yı incelemeye yönelik bir fuardı r. Kısacası, Küba’ya turist getirmeyi üstlenmiş olan insanlar, acenteler ve şirketler gelip fuara katı lıyorlar. Çünkü bu fuar sırasında iş görüşmeleri ve müzakereler de yapılır, ve bir dönem sonraki işler anlaşmaya dökülür. Avrupa’nın önemli ülkeleri bu fuara katılırlar. Avrupa Küba için önemli bir markettir. Latin Amerika ülkeleri de öyle. Ama, Kanada en önemli olandı r. Küba’ya en çok turist Kanada’dan geliyor. Tabii, diğer ülkelerden de katılım oluyor: Asya’dan, veya Orta-Doğu’dan…

DİPLOMAT ATLAS: Küba’ya Türkiye’den de turistler veya yatı- rımcılar geliyorlar mı?

MANUEL MARRERO CRUZ: Öncelikle Türk turistlerin de Küba’yı ziyaret etmekte olduklarını söylemek istiyorum. Uçak bağlantı larının ne kadar zor olduğu biliniyor. Buna rağmen, yani Küba’ya doğrudan uçamayıp, İtalya veya diğer ülkeler üzerinden ulaşmak zorunda olmalarına rağmen, geliyorlar. Biz de Türk tur operatörleriyle görüşmeler yapmaktayız. Bu süreç içinde, Türkiye’de Küba’yı tanıma isteğinin her gün artmakta olduğunu tesbit ettik. Zaten Türk halkının Küba halkına karşı büyük bir sempatisi olduğunu da biliyorduk. Dolayısıyla, Türk yatırımcıların Küba’da yatırım yapmalarını isteriz tabii ki. Onlara kapılarımız açıktır. Ve ilk yatırımcıların Küba’ya gelmeleri için kanallar hazırdı r. Bu kanalları kullanmak istiyoruz.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye’den, yılda ne kadar turist geliyor?

MANUEL MARRERO CRUZ: Türkiye’den yılda 5000 civarında misafir ağırlıyoruz. Ama bunların hepsi turist değil. Bazıları, değişik etkinlikler vesilesi ile geliyor. Sadece Türk müşteriler için çalışan bir firmamız yok. Ama Bakanlığı- mızın bir şubesi ve İtalya’daki Turizm ofisimiz Turkiye’de yapılan fuarlardaki katılımımız sırasında bir takım temaslarda bulunmuşlar. Ama henüz bu çabaların yeterli olmadığı nın bilincindeyiz. Bu konuda, çabalarımızı güçlendirmeye devam etmek açısından, çok istekli olduğ umuzu söylemek istiyorum.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye’deki yatırımcılara veya turistlere göndermek istediğiniz herhangi bir mesajınız var mı?

MANUEL MARRERO CRUZ: Bu fırsattan faydalanarak, onlara hitap etmek ve onları selamlamak isterim. Herkesi Küba’ya gelmeye davet ediyorum. Burada mutlu bir halkla karşılaşacaklar. Tarihi ve kültürü zengin olan bir halkla bir araya gelecekler. Ayrıca kendilerini yatırımlar için çok güvenli bir ortamda bulacaklar. Bu vesileyle Türkleri selamlıyorum. Küba’da onları çok sevdiğimizi ve hepsini Küba’ya davet ettiğimizi Türk halkı na söylemek istiyorum.

RENKLİ KENTLER BOZULMAMIŞ YÖRELER

Kimi bölgelerde kilometrelerce uzanan bembeyaz kumsallar ve türkuaz bir deniz, kimi vadilerde yeşilin en güzel tonları…

Küba, deniz eksenli bir tatil düşleyenlere aradıklarını mükemmel şekilde veren bir keyif beldesi. Varadero’dan Santa Clara’ya, Remedios’tan Cayo Coco’ya; sayısız seçenek var. Kimi bölgelerde kilometrelerce uzanan bembeyaz kumsallar, türkuaz bir deniz, lüks oteller, plaj tesisleri, palmiyeler, kimi bölgelerde küçücük, vahşi, hatta kimsenin yaşamadığı kayalık adacıklar.. Her türlü su sporu, rengarenk tropik balıkları ve mercanlar eşliğinde yapılan dalışlar. Bu güzelliklere kültürel öğeler de eklenince, Küba’ya gidip de mutlu olmamak imkansız.

Sürekli Isim Değiştiren Ada
ISLA DE LA JUVENTUD

Küba’nın ikinci büyük adası olan Juventud’un nüfüsu çok az. Burası, sürekli değişen ahalisine göre isim değiştiren bir ada. Eskiden yerlilerin “Camarco” dedikleri adaya Cristophe Colomb “El Evangelista” adını vermiş. Sonra bir ara “Hazine Adası” diyenler olmuş. Ardından Ispanyollar buraya “Colonia Reina Amalia” adını koymuşlar. 1950’li yıllarda, ba- ğımsızlık yanlısı direnişçiler burada yaşadığı için ve Castro, Moncada kışlası yenilgisinden sonra bu adaya hapsedildiğinden, bu kez “Sürgünler Adası” olarak anılmı ş. Ardından, halkı geveze ve renkli bir topluluk olduğu için “Papağan Adası” ve sonra “Çam Adası” denmiş. Son dönemlerde ise, adaya çok fazla genç geldiği için, “Gençlik Adası” deniyor. Adanın merkezi olan Nueva Gerona şehrini ilk kuranlar Amerikalı göçmenler olmuş. Bunlar, adanın bir Amerikan eyaleti olacağı düşüncesiyle evler yapmışlar, meyve yetiştirmeye başlamışlar. Ama Amerikalıların bu rüyası gerçekleşmemiş. 1960’lardan sonra ise, binlerce genç okumak için adaya gelmiş. Bugün, şehir merkezi restorasyondan geçmiş bulunuyor. Nuestra Senora de Los Dolores adanın en eski kilisesi. Görülmesi gereken yerler arasında, Batista rejimine karşı verilen savaş anısına kurulan Yeraltı savaşı müzesi, Doğal Tarih müzesi, 1967’den beri kapalı olan Presidio Modelo hapishanesi var. 1953-1955 yılları arasında Fidel Castro, Che Guevara ve 80 gerilla burada tutulmuşlar. Ayrıca, Ispanyollar gelmeden önce yerlilerin duvarlarına ve tavanına resimler yaptığı bir mağara olan Cueva de Punta del Este’nin de görülmesi gerekiyor. fiehir yakınlarında bir de timsah yetiştirme çiftliği var.

Küba’nın Efsane Şehri
TRINIDAD

Trinidad, adanın Güneyinde, Karayipler kıyısında. Bazıları onu Küba’nın en güzel şehri olarak tanı mlıyor. Zaten, kent 1988’de UNESCO Dünya mirası listesine girmiş. Endülüs izleri taşıyan mimarisi ve deniziyle göz kamaştırıcı. 45 bin nüfuslu şehir bir dönem sanayi alanında hayli aktifmiş. Özellikle de, 19.yy’da Avrupa’da şeker pancarına geçilmeden önce, şeker ve köleler sayesinde büyük ailelerin bir servet kazandığı dönemlerde.

Trinidad’ın Küba’nın en iyi korunmuş şehri olduğu da söyleniyor. 19.yy öncesinde, dönemin zengin toprak sahiplerine ait olan binaları n çoğu bugün müzeye dönüştürülmüş. Pastel renkli, toprak çatılı, renkli ahşaptan, eşsiz güzellikte kolonial binalar, bir zamanlar aristokratları n yaşadığı köşkler, sokakları şenlendiren tek katlı, mavi, pembe, yeşil, aşı boyalı evler..

Eski Cantero Sarayı bugün “fiehir müzesi” olmuş. Kentte, her biri Mimari harikası olan birçok başyapı t var. Mayor meydanı, Iglesia Parroquai de Santisima Trinidad kilisesi, bugün mimarlık müzesi olan Los Sanchez-Iznaga evi ve eşkiyalarla mücadele müzesi olarak kullanılan San Francisco de Asis manastırı.. Zengin aileler gidince geride mobilyalarıyla birlikte renkli saraylar ve köşkler kalmış. Çoğu gezilebilir durumda, turistlere açık. Yaklaşık 50 saray var: Bugün Romantizm müzesi olan Brunet köşkü ile Cantero, Iznaga, Timsah evi gibi. Bazıları restore edilmiş, kalanlar da bakımdan geçecek. Hiç büyük otel yok. Sahil şeridi Ancon, Küba kartpostalları nda hep gördüğümüz büyülü bir atmosfer. Trinidad, özellikle devrim döneminde uykuya dalmış. Ama bugün turizm sayesinde yine gözde.

Sarışın Mavi Gözlü Kübalılar
CIENFUEGOS

Karayipler kıyısındaki 150 000 nüfuslu Cienfuegos, bir mimari mücevher gibi. Küba’nın diğer şehirlerine göre daha yeni. 19.yy başında Fransız göçmenler tarafı ndan kurulmuş, şehir sakinlerinin çoğu beyaz tenli, sarışın ve mavi gözlü. Doğal olarak mimarisi de Fransız stilinden etkilenmiş.

Neo-klasik yapılarla çevrili tarihi meydanda Paris’in anısına bir zafer anıtı ve çok sayıda küçük saray var: Blanco, Ferrer, Goitizolo, Valle.. Gölgeli parklar, Purisima Concepcion katedrali.. Büyük bir ticari merkez olan Paseo del Prado, inanılmaz güzellikte kolonlara sahip evlerle çevrili ve renkli ahşaptan villaları n bulunduğu şehrin şık eski mahallesi Punta Gorda’ya kadar uzanıyor.

Cienfuegos koyunda Nuestra Senora de Los Angeles de Jagua kalesi var, korsanlarla mücadele için yapılmış. Botanik bahçesi doğal orman ve 2000 bitki türü mevcut. Tomas Acea mezarlığı mimari özellikleriyle, Jose Marti parkı da palmiyeleriyle göz dolduruyor. Mavi tonları nı taşıyan Ferrer sarayı ise yüksek bir yapı, şu an Benjamin Duarte Kültür merkezi. Sarmal merdivenleri ile çıkılan tepe noktadaki manzara bu çabaya değer. Bir zamanlar dünyanın en ünlü oyuncularını ağırlayan Tomas Terry tiyatrosunun dekoru da açıldığı yıllardan beri değişmemiş.

Ilk Başkent
SANTIAGO DE CUBA

Yaklaşık 400 bin nüfuslu, salsası ile meşhur Santiago de Cuba, Küba’nı n en çok Karayip özellikleri taşı yan şehri. Havana’dan önce, çok kısa bir süreliğine başkentlik yapmı ş… Önemli bir balıkçı limanı, bakı r, demir ve tarımsal ürün ihraç merkezi. Sigara ve sabun fabrikaları, dökümhaneleri, damıtma tesisleri var. Kahve ve pamuk üretimi başlı ca gelir kaynağıymış.

Kentte, Marte ve Dolores meydanları ile şehrin iki ana sokağı olan Calle Enramada ve Aguilera ilk göze çarpan yerler oluyor. Ayrıca, Nuestra Senora de la Asuncion katedralini, Morro kalesini, bugün konser salonu olarak kullanılan Nuestra Senora del Carmen kilisesini ve Cespedes Parkını da görmek gerekiyor. Küba’nın en eski binası olan Diego Velazquez’in evi de müze olmuş. fiehir, mimari anlamda Havana’ya benziyor. Küba devriminin başlangıcı kabul edilen baskının gerçekleştiğ i Moncada garnizonu artık okul olarak kullanılıyor. Restore edilmiş, ama o günün anısına, giriş kapısındaki kurşun delikleri olduğu gibi duruyor. Küba’nın ikinci önemli şehri olan Santiago de Cuba aynı zamanda bir karnaval cenneti.

Kentteki Santa Ifigenia mezarlığı ise bağımsızlık savaşı (1868) ve sarı humma salgını kurbanlarını barı ndırıyor. 8000 mezar arasında Jose Marti, Carlos Manuel de Cespedes, Franck Pais gibi tarihi şahsiyetlerin anıt mezarları görülüyor. fiehir, denizle Sierra Maestra dağları arasında. Bu dağlar, Fidel ve Che’nin barınağı ve kır gerillaları nın eğitim merkezi olmuş. Harika manzaralı cazip yürüyüş parkuru Turquino Milli parkı ve milyonlarca yıl önce yaşayan hayvanlardan kalanları sergileyen Tarih Öncesi Dönem Vadisi de Sierra Maestra dağlarında. fiehrin doğusunda Küba adasının en büyük parkı Baconao var.

Yeşile Doymak Için…
PINAR DEL RIO

Pinar del Rio, Küba’nın en batı ucunda, harika binalarla süslü daracık sokakları yla güzel fakat çok bakımlı olmayan bir şehir. Bu yöre, yüzde 70’lik payla ülkenin başlıca tütün üretim bölgesi. Bir çok puro fabrikası burada. Zengin ama az gelişmiş bir şehir.

Yemyeşil Vinales vadisi ise akarsuları, çam ormanları, verimli ovaların ve falezlerin karışımıyla oluşmuş de- ğişik coğrafi yapısıyla hayli turistik. Burada doğa meraklıları için sonsuz alternatif var. Milyarlarca yıl önce yaşanan yeraltı kalkeri erozyonunun ürünü devasa kalker tepeler olan mogote’leri ile tanınıyor. Bölge dinozorlar zamanında birkaç yüz metre daha yüksekteymiş. Yeraltı nehirleri kayaları n tabanını oyunca mağaralar oluşmuş. Aradan geçen yüzyıllar boyunca çatı çökmüş. Bölge 1999 yılından beri UNESCO Dünya Mirası sınıfında. Sayısız mağara var; bazıları cafe ya da müzeye dönüştürülmüş, bazıları nda botla gezilebiliyor.

Las Terrezas ise bir ekolojik istasyon. Eski kahve üretim çiftliklerinin kalıntıları var, örneğin Cafetal Buenavista: 1802’de Haiti’den gelen Fransızlar kurmuş. Kahve çekirdeklerini kabuklarından ayıran bir değirmen, çekirdeklerin açık havada kurutuldu- ğu kocaman teraslar.. O zamanlar çiftlikte 120 kadar köle çalışırmış. Oturdukları evler hala ayakta, ürünlerin muhafaza edildiği ambar da. Küba’da UNESCO tarafından onanmış ilk biosfer rezervi. Las Terrezas köyü de 1968’de yeniden ağaçlandırma projesi ardından doğmuş.

Soroa 700 çeşit orkidesi ile ilgi çekiyor. San Diego de los Banos volkanik çamuru, mineralli ve kükürtlü suyu ile yapılan tedaviler ve masajları ile meşhur; gençliğine yeniden kavuşmak isteyenler için.. El Nicho Naturel Parkı ise ekvator ormanlarına benzer bir ortamda şelaleleri ile tanı- nıyor. Bir dağın içine saklanmış cennet gibi.

MARTA LOMAS MORALES:
“ÜÇ ALANDA İŞBİRLİĞİ”

Uzun bir süredir Küba’nın Dış Yatırımlar ve Ekonomik işbirliği Bakanlığını yapan Marta Lomas Morales, bu yılın başlarında ikili Karma Ekonomik Komisyon Toplantısı için ülkemizi ziyaret etmişti. Diplomat Atlas’la görüşen Morales iki ülke arasında daha fazla işbirliği için gelecek vadeden üç alan olarak; enerji, ulaşım ve çevreden bahsetti.

DiPLOMAT ATLAS: Geçen ziyaretinizden bu yana, Türkiye ile Küba arasındaki ilişkiler konusunda ne gibi değişiklikler gözlemlediniz?

MARTA LOMAS MORALES: Hem diplomatik, hem de ekonomik alanda ilişkilerimiz gelişiyor. Son yıllarda ticari ilişkilerimizde de önemli bir artış meydana geldi. 2007 yılında toplam ticaret hacmimiz 34 milyon dolardı. Dolaylı ticareti de eklersek bu rakamın 40 milyon dolara yükseldiğini söyleyebiliriz. işbirliği alanında da her şey yolunda gidiyor. Çeşitli devlet kurumları arasında pek çok işbirliği anlaşmamız var.

DiPLOMAT ATLAS: Ziyaretinizde hangi konular öne çıktı?

MARTA LOMAS MORALES: Karma Ekonomik Komisyon Toplantı sı dışında, Türkiye Kalkınma ve işbirliği idaresi Başkanlığı (TiKA) ve TRT ile birer anlaşma imzaladık. Ayrıca, iki ülkenin milli kütüphaneleri arasında ve kültür, spor ve bilim alanlarında da çeşitli anlaşmalar imzaladık. Ulaşım ve çevre alanlarında iki işbirliği de yolda. Ziyaretim sırasında bazı bakanlar ve ajanslar ile de görüştüm.

DiPLOMAT ATLAS: Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ile yaptığınız görüşme hakkı nda biraz bilgi verebilir misiniz?

MARTA LOMAS MORALES: Sayın bakanla görüşmemiz oldukça iyi geçti. Küba, son birkaç yıldı r kaynaklarını etkin ve ekonomik şekilde kullanabilmek için ciddi bir program uyguluyor. Bu programı sayın bakana da anlattım ve pek çok ortak nokta tespit ettik. Enerji tüketim programımızın başka ülkelerde de uygulanmasını istiyoruz. fiimdi teknik heyetler arası nda karşılıklı ziyaretler yapılacak. Özellikle de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı(TPAO)’ndan gelecek bir heyetle Küba’nın petrol konusundaki beklentileri hakkı nda görüşeceğiz. Ayrıca rüzgâr enerjisi ile de ilgileniyoruz. Gelecekte Türkiye ile enerji alanında önemli bir işbirliği kuracağımızı düşünüyorum.

DiPLOMAT ATLAS: Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile de görüştünüz…

MARTA LOMAS MORALES: Son zamanlarda ulaştırma alanında ciddi sorunlar yaşadık. Geçmişte, Küba Doğu Avrupa ülkeleri ile işbirliği içindeydi. Ancak bu coğrafyada yaşananlar ve ambargonun yoğunlaşması bizim açımızdan zorluklara yol açtı. 2004 yılından bu yana ise gelişme görüyoruz. Ulaştırma, krizden en çok etkilenen sektörlerden biri oldu. fiimdi ulaşım sistemimizi yenilemeye çalışıyoruz. Türkiye gemi yapımında oldukça gelişmiş bir ülke. Biz de vagon ve lokomotif yapımı ile ilgileniyoruz. Sayın bakanla tüm bu konular hakkında konuştuk ve bu alanlarda ciddi işbirliği yapabileceğimiz kanaatine vardık. Bir işbirliği üzerinde protokolü üzerinde çalışıyoruz. Sanı- rım önümüzdeki ay imzalanmaya hazır hale gelecek.

DiPLOMAT ATLAS: Ziyaretiniz sırasında ekonomik işbirliği yapı- labilecek farklı bir alan dikkatinizi çekti mi?

MARTA LOMAS MORALES: Ben, Çevre Bakanı ile de görüştüm. Çevre, günümüzde önemli bir tartışma konusu. Bu alanda da Küba’nın yaptıklarını anlattık ve iki ülke arasında pek çok ortak nokta yakaladık. Alanında bir uzman olan sayın bakan bize 2009 yılında Türkiye’de yapılacak olan Dünya Su Forumu ile ilgili bilgi verdi ve foruma Küba’yı da davet etti. Biz de kesinlikle katılacağız.

DiPLOMAT ATLAS: Ankara’daki temaslarınız ile ilgili söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?

MARTA LOMAS MORALES: Tüm temaslarımızda Küba’ya karşı saygı ve ilgi gördüğümüzü söylemek istiyorum. Örneğin Sayın Enerji Bakanı bizimle çok yakından ilgilendi ve Devlet Başkanı- mıza selamlarını gönderdi. Yalnızca görüştüğümüz sayın bakanlara değil; tüm Türklere de gösterdikleri ilgi ve saygı nedeniyle şükranlarımı sunmak istiyorum.

LİBERALLEŞEN EKONOMİ

Küba ekonomisi devlet kontrolünde. Marksist-Leninist ilkelere göre şekillenmiş planlı bir ekonomi. 1960’lardan beri süregelen ABD ambargosu, ardından 1990’lı yıllarda Doğu blokunun çöküşüyle bir takım gelirlerin azalması, liberalleşmeyi devreye sokarak denge kurma arayışı getirmiş.

Özellikle SSCB’nin yüksek fiyatla şeker aldığı, düşük fiyatla petrol sağladığı düzen yıkılınca gıda maddeleri karneye bağlanmış, yaşam standardı düşmüş. Kişi başına düşen gelir yüzde 40 oranında azalmış. Petrol ve gerekli materyeller olmayınca tarım da büyük zarar görmüş, elektrik kesintileri ve yetersiz beslenme baş göstermiş. Bu da zorunlu olarak liberalleşme yolunu açmış.

Son dönemde Küba’da özel girişimi özendirmek ve gıda-tüketim malları ndaki yoksunluğu gidermek amacı yla düzenlemelere gidiliyor. Küçük çapta ticaret serbest. Yabancı yatı- rımlar da teşvik ediliyor. 1980’lerde ekonomide devlet sektörünün yüzde 91 olan payı, 2000 yılında yüzde 77 düzeyine gelmiş durumda. Tarımdaki sübvansiyon zayışayınca sanayi ön plana çıkmaya başlamış. Hizmet sektörünün ekonomi içindeki payı da yüksek. Bütçe harcamaları nda öncelik ise eğitime ve sağ- lığa veriliyor.

EKONOMiNiN ELiNDEKi KOZLAR Ülkenin doğal kaynakları nikel, kobalt, demir cevheri, krom, bakır, tuz, kereste ve petrol. Tarımsal ürünler de şeker, tropikal meyveler, tütün, kahve, fasulye, pirinç, patates olarak sı- ralanabilir. Balıkçılık ve hayvancılık da üretim kalemlerinden.

Turizm son yıllarda son derece önem kazanmış ve canlanmış durumda. Turizm artık Küba ekonomisinin ciddi bir gelir kaynağı ve itici gücü. Fidel Castro’nun ülkesini görmek ya da Küba purolarını, danslarını tanı- yabilmek hayli cezbedici. Turistler öncelikle Kanada ve Avrupa’dan geliyor. Yıllık turist sayısı 2 milyon kadar, elde edilen gelir de yaklaşık 2 milyar dolar. Turizmden elde edilen gelir, artık şeker kamışı üretiminden gelen kazancı geride bırakıyor.

Küba’nın ticaret taptığı ülkeler arası nda Çin Halk Cumhuriyeti, Kanada, ispanya, Hollanda, Venezüela, ABD, Almanya, italya, Meksika ve Japonya bulunuyor.

ihraç edilen ürünler nikel, şeker, tütün, balık, tıbbi malzeme, narenciye ve kahve. Dünya nikel üretiminin yüzde 6.4’ü Küba’dan. Ciddi bir el emeği ile yılda milyonlarca puro üretiliyor. Dört yüzyıllık ispanyol sömürge döneminden miras kahve ve şeker kamışı Küba’nın en önemli gelir kaynağı. işgücünün yüzde 21’i tarı m sektöründe çalışıyor. ithal ürünleri ise petrol, gıda, makine ve parçaları, kimyasallar.

GSMH yaklaşık 4 000 dolar, büyüme oranı ise yüzde 7,5. Enşasyon oranı yüzde 5, işsizlik oranı da yüzde 1,9. DTÖ çerçevesine uyum amacıyla gümrük düzenlemeleri 1996 yılında yenilenmiş. Batılı şirketler ile ortak yatırım yapma önünde yasal bir engel de yok. 2007 itibariyle yaklaşık 230 yabancı sermayeli şirketin yüzde 40’ı endüstri ve tarım alanında faaliyet gösteriyor. Bu şirketlerin yüzde 54’ünü ispanya, Kanada ve italya şirketleri oluşturuyor.

KÜLTÜR HARMANI

Küba’da, bireylerin kökenlerinde bulunan Avrupa, Afrika, Latin Amerika ve Asya kültürleri topluluk içinde harmanlanmış ve bu karı şım Küba’daki her şeye yansımış. Dansın, müziğin, mimarinin ya da edebiyatın yanında, bir arada huzur içinde yaşama becerisi de bir kültür olarak yerleşmiş.

Küba’ya göçmen olarak gelenler, ya da köle ticareti sonucunda Afrika’nın değişik bölgelerinden, farklı kavimlerinden sökülüp buralara getirilenler, yanlarında dinlerini, geleneklerini, danslarını, davullarını ama en önemlisi ruhlarını da birlikte getirmişler. Bu zengin karışımın izleri, bugün, müzik olsun, edebiyat olsun, her türlü kültür dalında kendisini hissettiriyor.

Bir fiiir Ülkesi

Örneğin, edebiyat alanında, tarihle içiçe geçen bir gelişim süreci görülüyor. Yaşananlar somut olarak yazıya dökülmüş: ispanyol egemenliğ inden kurtuluş, Amerikan güdümünde olsa da liberal özelliklere sahip bir cumhuriyet, 30’lu yıllardan devrime kadar uzanan bir dönem, ve devrim sonrası. 1800’lerin başında Küba Edebiyat Akademisi kurulmuş. Kübanın ilk gazetesi olan “Papel Periodico”nun yayımlanış tarihi ise 1700’lerin sonu. Küba’da ispanyol edebiyatının en güzel ve çok eski örneklerini de bulmak mümkün.

Edebiyatın özellikle şiir alanında zengin ve nitelikli bir mirası var. Konular ırkçı lık, siyahların entegrasyonu, vatan, aşk, güncel konular, hatıralar, köylülük, özgürlük gibi geniş bir yelpazede yer alıyor. 1930’lu yıllardan itibaren politik, sosyal ve ekonomik sorunlara öncelik verilmeye başlanı- yor. Bir şiir ülkesi olan Küba’nı n büyük şairi Nicolas Guillen, Afrika-Küba folklorüne ve bu harmanın sosyal yanına evrensel bir sanatsal özellik eklemiş. Bir yandan romantizmi, bir yandan militan ruhu yansıtmış. Jose Maria Heredia y Campuzano sürgün acısı çeken ilk şair, denemeler de yazıyor. Modernist akımı açanlar ise Jose Marti ve Julian del Casal.

Deneme, roman ve öykü, tiyatro ve şiirden çok sonra girmiş Küba edebiyatına. Ülkenin en ünlü edebi şahsiyeti Jose Marti. Eserleri, hayatı ve devrimciliği onu kahraman yapmış. Alejo Carpentier, Cirilo Villaverde, Miguel Barnet, Jose Lezama Lima, Guillermo Cabrera Infante ve Pablo Armando Fernandez de Küba edebiyatının büyük isimleri.

Bu arada, genç Kübalı yazar Rogelio Riveron’un, 2006 yılında istanbul’a geldiğ ini ve dönüşünde yazdı- ğı “istanbul’un Kedileri” isimli eseriyle, Latin Amerika’da çok önemli olan “Rufo Caballero” edebiyat ödülünü kazandığını da hatı rlamak gerek.

Oscar Ödüllü “Fresa y Chocolate”

Ülkede, ilk sinema projeksiyonu 1897’de Havana’da yapılmış. ilk çevrilen film de aynı yıl, aynı yerde: Bir Fransız, Gabriel Veyre tarafı ndan çekilmiş olan itfaiyeciler üzerine bir belgesel. ilk uzun metrajlı filmler, mevcut olan yabancı filmlerin adaptasyonu. Önemli ilk filmlerden biri olan El Capitan Mambi (1914), Küba bağımszlık savaşını anlatıyor.

Devrimle birlikte Küba Sanat ve Film Endüstrisi Enstitüsü kurulmuş. 70’lerde ülkeye hakim olan ideolojik boyut ve kurumsallaşma çabaları iyi filmlerin yapılmasına ve bu çabaların filmlere de yansı masına sebep olmuş. “Teresa’s Portrait” (Teresa’nın Portresi) ve “Maisinicu’s Man” (Maisinicu’nun Adamı) bu dönemin en iyi örnekleri. 1990’larda ise ekonomik krizler, yabancı ortak yapımcı arayışlarını başlatmış.

Oscar ödüllü bir ortak yapım olan “Fresa y Chocolate” (Çilek ve Çikolata), eleştirel bir film. Tomas Gutierrez Alea’nın eseri. Alea, Küba ve Latin Amerika sinemasının önde gelen simalarından biri. Fresa y Chocolate, heteroseksüel bir erkekle bir eşcinselin karşılaşmasını anlatıyor; toplumunun eşcinseller karşısındaki ayrımcı tutumunu eleştiriyor. Humberto Solas ise, bir başka önemli sinemacı, bir çok filminde Küba kadınlarını işliyor, kadınlara yönelik ayrımcılığı, cinsiyetçiliği ve erkek maçoluğunun teşvik edilmesini eleştiriyor.

Küba sineması kısa metrajlı filmlerle de çok ilgili. Zaten oldukça yaygın, çünkü hükümet çok sayıda kısa film üretiyor. Tarihi belgeseller okulda eğitim için kullanılıyor. Çizgi filmler pek seviliyor. Juan Padron, en ünlü çizgi film yapımcısı. Biraz da politik yapının getirisiyle Latin ülkelerine özgü aşk son dönemde ilgi çekiyor. “Sabun köpüğü” dizilerin seveni pek çok, Brezilya-Venezuela yapımı diziler oldukça popüler. Ve her yıl Aralık ayında, kıtada hayli rağbet gören Havana Latin- Amerika Sineması Festivali yapılıyor.

Nadir Eserler

Havana’da Güzel Sanatlar Akademisini 18.yy’da kuran Jean-Baptiste Vermay, bir Fransız ressam. Plastik sanatları n Küba kültür ve sanatında önemli bir yeri var. Sayısı pek fazla olmayan kadın ressamlardan Maria Alvarez Rios, sömürge geçmişini anlatıp geleneklerin yergisini yansıtmış. Çok sayıda Kübalı ressam arasında en tanınmış olanı Wilfredo Lam, Paris’te, 1982 yılında ölmüş. Çağdaş ressam Raul Mendive, dünyaca tanınmış biri. Felix Gonzales Tores’in eserleri ise New York sanat galerilerinde bir servete satı- lıyor.

Bu arada Havana Güzel sanatlar müzesinde Goya, Rubens, Velazquez, Turner, Canaletto, Carlos Estevez, Portocarrero ve Wilfredo Lam gibi ressamların tabloları, ulusal sanatı yansıtan yaklaşık 1200 resim, heykel, gravür ve desen sergileniyor. Bunlar Latin Amerika’nın en önemli koleksiyonları.

Tiyatro ve Devlet Desteği

Küba’da tiyatro, ispanyolları n gelişiyle ve kültürlerini buralara taşımasıyla, 16.yy’ da, öncelikle Santiago de Cuba bölgesinde gelişmiş.. Resmi olarak Küba tiyatrosu, 1700’lerin sonunda Francisco Covarrubias ile doğmuş. 19.yy modern bir romantizm, lirizm, yenilikçi tarz getirmiş, sosyal sorunlar, şeker endüstrisinin getirdiği yıkımlar, dramlar, ırkçılık, sömürgecilik anlatılmış. Siyahlar tarafından hayata geçirilen sokak tiyatroları da var. ilk tiyatro gösterimi 1733 tarihli, Don Santiago de Pita tarafı ndan yazılmış bir eser: “El Principe Jardinero y Fingido Cloridano”. Havana’da ilk tiyatro ise, “Teatro Principal”. 1776’da açılmış.

Tiyatro, ekonomik ve sosyal koşullardan çok etkilenen dallardan biri, çünkü devletin yaptığı ekonomik ve teknik yardımlar gelişmesinde önemli rol oynamış. Devrimden önce gösteriler küçük salonlarda, belli günlerde yapılırken devrimle gündelik hale gelmiş, kırsal alana yayılmı ş. Eski binalar onarılmış, sinemalar sahneye dönüştürülmüş. Belli akımlar haricinde, dans, müzikaller, folklor, kukla ve devrimci temalar da tiyatro unsuru olarak kullanılmış.

PABLO ARMANDO
FERNANDEZ:
“ÖZGÜRLÜĞE DEĞİL
SORUMLULUĞA İNANIRIM”

“Herhangi birinin yaşayabileceği en iyi hayatı yaşadım. Beş kıtada bulundum. Çok güzel, müşfik ve yüce gönüllü insanlarla tanıştım. Ve şimdi de Türkiye’deyim, bir rüyam gerçekleşti.”

Yukarıdaki sözler, bir kültürel gezi vesilesiyle geçenlerde Türkiye’yi ziyaret eden, ünlü Küba’lı şair Pablo Armando Fernandez ‘e ait. 1930’da, Batı Küba’daki Delicias’da doğan Pablo Armando Fernandez, henüz 15 yaşı nda bir öğrenciyken New York’a taşınmış ve 1959’daki devrime kadar orada yaşamış. Ülkesine döndüğünde edebiyat editörü olarak çalışan şairin, Nazım Hikmet’le tanışması da bu döneme rastlıyor. Pablo Armando Fernandez’in çalışmaları yakın bir geçmişte “El sueno, la razon?” (Rüya, neden? ) başlığı altında toplanmış bulunuyor. Kendisi, bugün Küba’da kısaca “El Poeta” (fiair) olarak anılıyor. Aşağıda Ankara’daki görüşmemizden aktarılan alıntılar edebiyat, siyaset ve hayata son derece özgün yaklaşı mları olan çok tipik bir Kübalı şair ve hayalperestin yaşadığı bazı zaman kesitlerini kapsamaktadır.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ziyaretiniz nasıl gidiyor?

PABLO ARMANDO FERNANDEZ: Çocukken Carruso’nun söylediği bir şarkıyı duyardım. şarkının ismi “Constantinople”du ve bu şarkıyı çok seviyordum. “Constantinople” denen yerle ilişkim böyle başladı. Sonra bir gün, orasının İstanbul olduğunu öğ- rendim. Bu ülkeyle her zaman duygusal bağlantılarım oldu ama daha önce hiç ziyaret etmemiştim. fiimdi bu bir rüyanın gerçekleşmesi gibi. İşte şimdi burada, Ankara’dayım. Izmir’de şiire ve devrime adanan güzel bir olayda yer aldım. Yarın da İstanbul’da olacağım.

DİPLOMAT ATLAS: Nasıl şair oldunuz?

PABLO ARMANDO FERNANDEZ: Okuduğum ilk kitap “Wuthering Heights” idi. Kitabın hem İspanyolcası- nı, hem de İngilizce versiyonunu okudum. Sanki bana “Sefahata çok fazla önem verme; her zaman acı çekenlerin sesini dinle” der gibiydi. Sonra, 15 yaşındayken, New York’a gittim. O sıralar “Gestures” adını verdiğ im bir şeyler yazıyordum. Ve bir gün “The Heart is a Lonely Hunter”, “Members of the Wedding”, “The Ballad of the Sad Café” gibi kitapları n yazarı olan Amerikalı Carson McCullers ile tanıştım. Bir gün onu görmeye gittiğimde, benim “Gestures” adlı yazılarımı okuyordu ve dedi ki: “Bunlar şiir”. fiaşırmıştım. fiiir hakkında çok şey biliyordum. En büyük ağabeyim bir şair. Cumartesileri evde şiir okunurdu. Bu yüzden kendisiyle bir süre tartıştım. Ama onun evinden ayrıldığımda kafam karışmı ştı. Bana göre “Gestures” şiir de- ğildi. Yine de bir şiir yazdım. Ve ilk şiirimi İngilizce değil, İspanyolca yazdım. Sonra da devam ettim.

DİPLOMAT ATLAS: Siyasi görüşünüz şiirlerinizi ya da şiirleriniz siyasi görüşlerinizi nasıl etkiledi?

PABLO ARMANDO FERNANDEZ: Ben politik bir insanın çünkü ben bir insanım. Herhangi bir partiye ya da belirli bir dinsel mezhebe bağlı değilim. Hiçbir dogmayı izleyemem. İnsanlığı sevdikleri, ona saygı gösterdikleri ve onu savundukları sürece, ne olursa olsun, başkalarının inançları nı kabul ederim. Ancak benim de başkalarını sevmekle ve onları korumakla ilgili inançlarım var. Özgürlü- ğe inanmam ve onu istemem. Ben sorumluluğ a inanırım. fiair olduğum zaman da kendimi kelimelere karşı sorumlu hissettim. Bu da politik bir nitelik olsa gerek.

DİPLOMAT ATLAS: Devrim sizin için ne anlama geliyor?

PABLO ARMANDO FERNANDEZ: Devrim benim için yapılmadı. Ama devrim üç romanımı, peri masalları kitabımı, 1959’dan itibaren yazdığım şiirlerimi ve denemeler kitabımı yayı nlamaya olanak sağladı. Artık tüm dünyayı gezebiliyordum ve Küba tarihi varlığımın önemli bir parçası haline gelmişti. Ben şoven biri değilim. Amerika Birleşik Devletleri’ni seviyorum. En yakın arkadaşlarım Kuzey Amerikalıdır. Ancak dünyadaki bu en güçlü imparatorluk 50 yıldır bizi yıkmaya çalışıyor ve giderek geri adım atıyor. Bizim iki güçlü silahı- mız var: sağlık ve eğitim.

DİPLOMAT ATLAS: Sizce Küba neden bu kadar çok yaratıcı insan üretti?

PABLO ARMANDO FERNANDEZ: Çünkü bir yüze, bir sese ihtiyacımız vardı: Küba Asyalı, Afrikalı ve Avrupalı ların çok karışmış olduğu bir ülke. Alejo Carpentier’i düşünün, tüm Latin Amerika’da birçok önemli yazar Alejo’nun kendilerinin üstadı olduğ unu iddia eder. Ama Alejo bir Fransız ve bir Rus anne babanın çocuğ uydu, ve Fransa’da eğitim görmüştü… Üç kültürden ve üç kıtadan gelen insanlar bize büyük sanatçılar verdiler.

DİPLOMAT ATLAS: İşiniz nedeniyle dünyayı geziyorsunuz. Tercümeler konusunda ne hissediyorsunuz?

PABLO ARMANDO FERNANDEZ: Avustralya, Sidney’de, John Brotherton adında biri hayatının onbeş yılını benim şiirlerimi tercüme ederek geçirdi. Eskiden kendisi de şiirler yazı- yormuş, ama sonra benim bir kitabı- mı okumuş ve kendi kendine demiş ki: “Bu benim!” ve kendini benim şiirlerimi tercüme etmeye adamış. Onunla çok yakınlaştık… Yine de tercüme, tercümedir. Bir dildeki kelimeler diğerindekiyle aynı değil… Dante’nin de söylediği gibi, her çevirmen bir haindir… Çalışmalarım, okuyamayacağı m kadar çok dilde yayımlandı. İsrail’deyken bana bir şiirimin tercümesini gösterdiler, güldüm ve dedim ki söylemeseydiniz ne olduğunu asla anlamazdım.

DİPLOMAT ATLAS: Nazım Hikmet’e dair neler hatırlıyorsunuz?

PABLO ARMANDO FERNANDEZ: Guillermo Cabrera Infante ile birlikte üç yıl boyunca, tüm kıtadaki en önemli edebiyat eki olan “Lunes de Revolucion”u (Devrimin Pazartesileri) yayınladık. 1960 yılında Pablo Neruda’yı Küba’ya getirmiştik. 1961’de de Nazım Hikmet geldi. fiiirlerinin tercümeleri elimizde zaten bulunuyordu ve kişisel deneyimlerinden haberdardık. Benim yaptığım bir televizyon programı vardı. Programda çok büyük bir Kübalı aktris onun şiirlerini okudu, sonra da kendisiyle şiirleri hakkında konuştuk. Bu benim için bugün de güzel bir anı olmaya devam ediyor.

HAYATIN NABZI, MÜZİK VE
DANSTA ATIYOR

“Hasta Siempre”, “Guantanamera”, “Quizas, quizas, quizas” şarkılarını ya da “Buena Vista Social Club”ü duymayan, dinlemeyen var mıdır acaba? Küba’da müzik ve dans insana hayat veriyor. Damarlardan akan kan gibi…

Müzik ve dans söz konusuysa, Küba gerçekten efsane bir ülke. Küba’da müzik standartların dışında. Sokaklarda, kumsalda, evlerde, hiç bitmeyen partilerde, karnavallarda, rumba, mambo, ça-ça, salsa, bolero dansları ile canlılık ve neşe veren, duyguların akışında yaşanan tutku dolu bir tarz… Müziğin ritmine bedenin eşlik etmesiyle saatlerce sürebilen bir kendinden geçiş söz konusu. insanın benliğini müziğin ritmine bırakması gibi şey. Küba’da müzik ve dans adeta bir tür din, hatta damarlardan akan kan.

Afrika’dan Küba’ya getirilen kölelerle başlamış her şey. Ne büyük bir şanstır ki, Kübalı köle sahipleri kölelere ayinlerini kendi geleneksel müzik aletleri ile yapma izni vermişler. Bir süre sonra kölelerin davulu ve ritüelleri ile ispanyolların gitarı ve Akdeniz’in cıvıltılı tonları harmanlanmaya başlamış. Üstüne de Amerikalıların cazı eklenmiş ve zaman içinde yeni sesler, kendine has bir stil üretmiş. Ortaya, dünyanın en güzel, en zengin, en enerjik müziklerinden biri çıkmış. Küba ritmlerin ve seslerin buluşma noktası olmuş. Müzik evleri (Casa de la Trova) müzik ve dans tutkusunun çılgınlık boyutunda yaşandığı yerlere dönüşmüş.

Özel Müzik Aletleri

Küba müziğinde kullanılan enstrümanlar, yüzyılların sentezi. Adanın ilk sakinleri olan yerlilerin kültürü sömürgeciler tarafından yok edildiği için, o günlerden pek bir şey kalmamı ş. Küba’ya Avrupa’dan gelen (ispanya, Fransa, Almanya, ingiltere ve italya) enstrümanlar öncelikle telli, üşemeli ve klavyeli çalgılar. Gelenlerin bir bölümü de değişime uğramış.

Afrika kökenli enstrümanlar, sallamalı çalgılar ya da ritm çalgıları: Örneğ in maracas, chekere ya da guiros (kabaktan yapılıyor, boncuklarla kaplı ya da etrafı tırtıklı), tambur (davul), marimbula, clave (bizim kaşıklar gibi iki tahta parcası), trompeta china, cencero (zil), quijada vs. Bazı aletler malzeme yokluğundan değişmiş, bir tür tambur olan Cajon gibi: Afrikalı köleler, nakliye kasaları, kutuları, sandıkları ile imal etmeye çalışmışlar, çaresizlikten. Cajon bugün de çok popüler Küba’da; bir tür tahta kutu. Bongo, tubas, tumbadora, conga, quinto da birer tambur çeşidi. Boyutlar, adet, malzeme, çalınma biçimi, konulan yer (diz arası, diz üstü, zemin) gibi özellikleriyle birbirlerinden ayrılıyorlar.

1920’li yıllarda orkestralar çok küçükmüş; örneğin bir tres (gitara benzeyen daha küçük bir enstrüman), bir kontrbas ve bir de bongo (ikili davul)… Bu küçük orkestralara, 1940’lı ve 1950’li yıllarda daha başka vurmalı sazlar ve nefesli bakır çalgılar; 1960’lı ve 1970’li yıllarda da caz unsurları eklenmiş.

… ve Salsa

Küba müziği, çok sayıda müzik türünün ortaya çıkmasına vesile olmuş: Öncelikle Salsa: Bu müziğin köklerinde Karayipler, Orta ve Güney Amerika var. Çeşitli ritmlerindansları n karışımına verilen bir ad; hem dans, hem müzik türü, hem de Latin-Amerika müzik türleri ailesine verilen isim. Karışık vurmalı çalgı ritmleriyle dolu, hızlı bir müzik. Çok fazla yer değiştirmeden, eşli ya da tek yapılabiliyor. Bir çok müzik otoritesi, salsanın öncelikle Küba’nın “Son” müziğinden geldiği düşüncesinde. Salsa şarkıcılarına, ya da dansçılarına, salsero (erkek) veya salsera (kadın) deniyor.

Salsa’da, daha önce mevcut olan tarzların kombinasyonları değişmiş, yeni enstrümanlar eklenmiş, folklorik ya da köylülere has müzik stilleri karıştırılmış. Bir müzik kompleksi gibi. Salsa artık belirli bir tür, füzyon veya stil değil. Çünkü “Salsa” terimi birbiriyle hiç kıyaslanamayacak di- ğer türler için de kullanılabiliyor, yani salsa bu çeşitliliğin hepsini kapsı- yor. Ancak ana üs, temellerin gelişti- ği yer Küba. Salsanın en tanınan biçimleri rumba, son ve danzon. Bu arada Küba’da salsa kelimesinin, genellikle müzikten söz etmek için değil, turistlere düzenlenen gösteri dansları için kullanıldığını da belirtmek gerek.

Küba, Portoriko ya da Kolombiya ürünü salsa müziklerinde stil farklılıkları, New York veya Los Angeles tarzı danslarda figür farklı- lıkları olsa da, aynı müzikle dans edilebiliyor ve stiller birbirine karışabiliyor. Romantik salsa, tango salsa, hip-hop salsa ayırımları yanında, adımlarda, dönüşlerde, ritmde, ve tutuşta, yavaşlı k, hızlılık, duygusallık, sertlik şeklinde sayısız kriter ve ayrı m var.

… ve Diğer Danslar

Mambo 1930-40’lı yıllarda doğ- muş. O zamanlar Santiago de Cuba sokaklarında yapılan bir dansmış. Danzon’a çok benziyor. Danzon ise Küba’nın Matanzas şehrinde, toplumun varlı klı kesimlerinde ortaya çıkmış. Salsa’nın atası sayılan Son ise 1800’lerden beri var. Başlangıçta sadece üç enstrümanla icra edilirmiş: tres, bongo ve bas. 1970’lerde yeniden canlanmaya başlamış ve modernize edilmiş. Rumba en eski Afro-Küban artistik formu. Eskiden halk dansı yken artık salon dansı olmuş. Köleliğin kaldırılmasından hemen sonraya tarihleniyor. Yambu da en eski rumba stili, cajon ile çalınırmış. Habanera Küba’daki ispanyol topluluğu içinde gelişmiş, çiftlere has, ağır ve duygu yüklü bir dans. Caz Havana ile New-Orleans limanları arasındaki ticari ilişkilerin yo- ğunluğu ile gelmiş adaya. ÇaÇa- Ça ise öğrenmesi en kolay olanı. 1950’lerin bu gözde dansı ve müziği artık son yıllarda pek revaçta değil. Küba bolero’su ise 19.yy sonunda görülüyor, Amerikan varyetelerinden etkilenmiş. Bir süre sonra da son’a ya da danzon’a benzemeye başlamı ş. O çok tanınan “Quizas, quizas, quizas” ya da “Historia de un amor” şarkıları birer bolero. Bu boleroların bir bölümü romantik salsa’ya adapte edilmiş. Timba da çok dinamik bir salsa türü ve dansçıların mükemmel şekilde koordinasyonunu gerektiriyor.

Müzik Müzesi

Havana’daki ulusal müzik müzesinin binası, 1905’te zengin bir tüccar tarafından yapılmış. Dış cephede italyan rönesansı taklit edilmiş. Seçkin bir iç dizaynı var, 1981’de de restorasyondan geçmiş. 16.yy’dan bu yana müziğin ve enstrümanların tarihini anlatıyor. Müzenin hedefi, eğitim ve Küba müziğinin/ kültürel mirasının yayılması. Müzede, bağışlar sayesinde çok sayıda kitap, doküman ve enstrüman var; ayrıca ender bulunan notalar ve folklorik aletler… Ünlü müzisyenler Eduardo Sanchez de Fuentes, Gonzalo Roig, Alexandra Garcia Caturla ya da Amadeo Roldan’ın notaları- nın orijinali de burada. Telli çalgı lar bölümü göz kamaştırıcı. Ve akşamları müzede konserler veriliyor.

BİR YAŞAM TARZI
PURO

İnsanın doğayla ortak yapımı olan puro, aslında bir yaşam biçimi, bir sanat, bir kültür. Estetik, tutku ve çoğu zaman da statü üzerine kurulu bir seremoni.

Satın alınmasından kesimine, içilmesinden saklanmasına kadar bir ritueli olan, aksesuarları nın bile ayrı bir önemi bulunan puro, Küba için başlıbaşına bir kültür ve görgü konusu. Eskiden sadece burjuvalara has olan puro bugün farklı kökenlere ve sınışara da hitap ediyor, çok yaygın ve artık kadınlar da içiyor. Ancak, Küba’da kadınların kalın purolar içmesi hoş karşılanmıyor. ince sarılmış cigarillo’ları n kadınlara daha çok zerafet kazandırdığı söyleniyor. Kısacası, puro içmek bilgiye dayanıyor, zamanla öğreniliyor.

iyi Bir Puro… El sarımı iyi bir puro, bir sanat eseriyle eş tutuluyor. Satın alırken dikkat edilmesi gereken kriterler var; kullanılan yapraklar ve imalat kalitesi gibi. Elle mi yoksa makinayla mı sarıldığı, harmanın niteliği, sarma işçiliği, dış sargı yaprağının kalitesi, yaprağın cinsi, aroması, boyutları, tütünün rengi, sertliği, miktarı vs. Puro damak tadıyla ilgili olduğu için tercihler de çeşitlilik gösteriyor. şaraplar gibi purolar da aroma ve baharat farklılıkları ile değerlendiriliyor (acı, tatlı, baharatlı, odunumsu, kahvemsi vs).

iyi bir puronun özellikleri ana hatları yla şöyle: içilen mekanda kokusunun uzun süre kalmaması, damakta kalan tadın çabuk kaybolması, dış yüzeyinin düzgün ve kaygan olması, dokunulduğunda hafif bir yumuşaklık hissi vermesi, ucunun her tarafından eşit ve düzgün yanması. Gevşek sarılan purolar hızlı yanıyor, ısı kısa sürede artınca ağızda acı tat bırakıyor; çok sıkı sarı lanlarda ise duman çekimi zorlaşıyor, ve puro çok sık sönüyor. Hasta, yani yıpranmış puroların bile tedavi edilip içilebilir hale getirilmesi mümkün.

Puronun günün hangi saatinde içileceği bile önemli; boyutları, kalınlığı ve sertliği de bunu belirliyor. Sert puro, yüksek katran ve nikotin içeren yapraklar anlamına geliyor. Bu bir keyif işi olduğu için akşam yemeği sonrasında, kahve eşliğinde içilen sert bir puro, sabah saatlerinde aynı keyfi vermeyebiliyor. Hafif içimli puroları bulunsa da, Küba deyince akla sert, ağır purolar geliyor. Zamanında tüketilmeyen puro ise kuruyor, içimin keyfi kaçıyor. Bu arada puro içme adabı çok önemli. Asla yapılmaması gerekenler: Aç karnına içmek, ucunu dişle koparmak, içerken ısırmak, başkası nın purosunu yakmak, dumanı çok hızlı ve sık aralıklarla çekmek, puroyu kül tablasına bastırarak söndürmek, dumanı içe çekmek, sigara gibi sık içmek, puroyu yarım saatten daha fazla sönük tutmak, külün kendiliğinden dökülecek kadar uzaması nı beklemek…

Puronun kaynağı, kurumuş tütün yapraklarının dumanını bir çubukla içlerine çeken yerliler. ispanyol sömürgeciler bundan ilham alarak üretmişler puroyu. Tütün ticareti Küba’da 1580’ den itibaren başlamı ş ve 1700’lerde ülkenin başlıca 43 ihraç ürünü haline gelmiş.

Uzmanlar, Küba purolarının tat anlamı nda çok kaliteli olduğunu, aromatik olarak da son derece çeşitlilik gösterdiğini söylüyorlar. Tütün üretilen beş bölge var: Oriente, Remedios, Partidos, Semi Vuelta et Vuelta Abajo. Tütüncülük için en elverişli iklim koşullarına sahip Pinar del Rio bölgesi son derece verimli topraklara sahip. En pahalı purolarda kullanılan en iyi tütün, Vinales vadisinde, La Vuelta Abajo’da, San Juan y Martinez ovalarında yetişiyor: Ürün, Havana’daki puro yapım yerlerine ulaşmadan önce yine aynı bölgedeki San Luis’de fermantasyon işlemine tabi tutuluyor.

Puroculuğun kendine has bir terminolojisi var. Örneğin puroyu saran işçiye torcedor, tütün ekenlere veguero, puro kutularını ve bantlarını resmeden, süsleyen kişiye vista deniyor. Puro fabrikalarını gezmek, nasıl yapıldığını izlemek, hele de bu fabrikaların tarihi özelliklerini öğrenmek ayrıca heyecan verici. Temmuz-ağustos ayında öküzlerin çektiği sabanlarla tarlalar sürülüyor. Tütün eylülde ekiliyor, ocaktan itibaren de elle, yaprak yaprak toplanıyor. Yapraklar casas del tabaco denen ahşap hangarlarda 50 gün kadar kurutuluyor. Sonra balyalanı p palmiye ağacı kabuklarına sarılarak 6 ayla 2 yıl arasında bekletiliyor. Tütün çok iyi kalite bile olsa yetersiz veya özensiz kurutma, ya da bekletme safhalarındaki aksamalar kalite kaybına yol açabiliyor. Bekletilmemiş tütün, mide bulandı- rıyor.

Habanos Havana, bütün dünyaca ünlü purolardan birine ismini vermiş: Habanos. 20.yy başında Londra kulüplerinde, elit çevrelerde rağbet görürmüş Habanos. Fidel Castro iktidara gelince millileştirilmiş. Günümüzde, Amerikan ambargosu nedeniyle kendine ancak Avrupa pazarlarında yer bulabiliyor.

Yılda, yaklaşık bin farklı çeşitte puro üretiliyor. Habanos da bütün purolar gibi ısı değişikliklerine tahammülsüzlük gösteriyor. Özel kutularda saklanıyor. içmeden önce havalandı rmak yeterli. En ünlü Habanos markaları ise Cohiba, Romeo y Julieta, Montecristo, ve Partagas.

Cohiba, devrimden sonra, devlet girişimiyle ortaya çıkan yeni bir marka. Başlangıçta resmi konuklar için düşünülmüş. Dünyada ispanyollardan sonra en çok sigara tüketen Fransızlara göre bu marka, kalite olarak 1 numara. Habanos’un en prestijli markalarından. 1980’lerin başında bir dünya markası olarak ticarileşmiş. Cohiba, ispanyollardan önce Küba’da yaşayan Tainos yerlilerinin tütün yaprakları rulosuna verdikleri isim. Yapraklarının üçlü fermantasyondan geçirilerek puroya daha zengin bir aroma, hatta tatlı lığın verildiği tek Habanos markası.

KÜBA’NIN ATEŞ SUYU
ROM

Küba’da rom temel bir ihtiyaç maddesi, gündelik hayatın parçası ve çoğunlukla müziğe eşlik ediyor.

Küba’ya özgü kokteyller çok leziz. Havanın sürekli sıcak oluşu serinleme ihtiyacını öne çıkarınca zengin bir kokteyl kültürü doğmuş: Mojito, Pina Colada, Daiquiri, Cuba Libre, Cuba Bella, Bello Monte, Cubanito, Mulata, El Presidente, Mary Pickford, Zombie gibi kokteyller hayli revaçta. Hepsinin ortak özelliği içlerinde rom ve bolca buz olması. Mojito,limon suyu, nane, soda ve esmer toz şeker eklenerek, Pina Colada ananas suyu ve hindistan cevizi sütü ile, Cuba Libre rom ve Coca Cola karıştırılarak, Daiquiri ise şeker, limon suyu ve Marachino (kiraz likörü) ilave edilerek, Cuba Bella da nar şurubu, nane likörü ve limon ile hazırlanıyor.

Küba’nın 1 numaralı kokteyli Mojito’nun yapılışındaki püf noktası şu: Bardağı n içine önce toz şekeri, sonra da taze nane konuyor. Havan eli ile bu karışım ezilerek nane kokusu şekere geçiriliyor. Sonra limon suyu eklenip karıştırılıyor ve buz ilave ediliyor. Ardından da soda ve rom konarak karıştırılıyor.

Rom, şeker kamışından yapılan milli bir içki. fieker kamışı da Karayipler ve Orta Amerika’da ana tarım ürünü. 16.yüzyılda bölgede şeker kamışından üretilmeye başlanan tafia adlı bir içki, rafine edilmemiş bir tür rom olarak anlatılıyor. Bu içki, korsanların yaralarını dezenfekte eder, baş ağrısını geçirir ve savaşmak için cesaret verirmiş. 19.yy sonunda Küba romu Fransız konyağı kadar meşhur olmuş. Kankan eşliğinde Paris kabarelerini ve bütün Avrupa’yı fethetmiş. Kendi ülkesinde ise dansa, kutlamalara, acıya, gerillaların dinlenme anlarına ve şeker kamışı tarlalarında çalışanların tesellisine eşlik etmiş. Zamanla Avrupa’dan bu bölgeye yerleşen göçmenler çeşitli damı tma yöntemleri getirmişler.

ROM NASIL YAPILIR

Rom yapmak için şekerkamışının suyu ya da şekerli posası mayalandırılıyor. Bu karışıma vanilya, kuru üzüm gibi aroma ve tat verici malzeme ekleniyor. Bakır imbiklerde ya da rafinerilerde damıtılı- yor. Daha çok tüketilen beyaz rom en az altı ay çelik tanklarda dinlendiriliyor. Kahverengi rom ise içi iyice yakılmış eski meşe fıçılarda bekletiliyor. Gerekli renk tutturulamazsa içine karamel konuluyor. Yıllanmış, kaliteli bir rom iyi bir konyağa eşdeğer.

En kaliteli rom ürünleri olarak Havana Club, Ron Santiago ve Ron Varadero’nun adları geçiyor. Küba’nın yeni ünlü rom markası olan Havana Club, Giraldilla logosunu taşıyor.

Rom dışında, yerel bira (cerveza) tüketimi de hayli fazla. Hatuey (Kabile fiefi), Cristal ve Bucanero, Mayabe, Tinima en tanınmış markalar. Likör üretimi de yaygın (çikolata, nane, muz, ananas, kiraz..) Küba’da kahve şekerli servis ediliyor. Sütlü kahve ise sadece kahvaltıda içiliyor.

YAŞAM KALİTESi ve
EKONOMİYE KATKI

Küba’da spor günlük hayatın bir parçası, adeta bir halk kültürü öğesi. Çünkü beraberinde yaşam kalitesi ve sağlık getiriyor. Spor yapmak, Devletçe de teşvik ediliyor. Devrim yıllarında “Spor yapmak halkımızın hakkıdır” ilkesini benimseyen yönetim, bu ilkeyi bugün de canlı tutuyor.

Küba’nın ulusal sporu beyzbol. Başta Türkiye olmak üzere bir çok ülkede futbol nasıl yaygınsa, Küba’da da beyzbol o kadar popüler. Ama, Kübalılar genelde sporun her türlüsünü seviyorlar ve katılıyorlar. Ülkede spor erken yaşlarda başlıyor. 4 yaşındaki çocuklar dahil, halkın spora kitlesel katılımı sağ- lanıyor. Zaten spora ayrılan bütçe, neredeyse kültür ve bilime ayrılan bütçe ile eşdeğer. Bu nedenle, sporun altyapısı çok sağlam. Başarılı ve yetenekli gençler de, bu kitlesel katılımdan ve disiplinli düzenden çıkıyor. Özellikle vücut gelişimi, devrim değerleri ve ideallerle paralellik kurularak hayli önemseniyor. Ülkede 30 bin dolaylarında kültür-fizik eğitimi veren profesyonel eleman var.

Küba dünya çapında bir sportif güç. Ülkenin küçük yüzölçümüne ve mütevazi ekonomik gücüne bakı ldığında insanı şaşırtan başarılar elde ettikleri görülüyor. Özellikle, atletizm, boks, beyzbol ve voleybolda durum oldukça parlak. Aldı kları ücretler son derece mütevazi olsa da, Küba’da üst düzey sporcu olmak oldukça saygın bir konum. Bu sporcular neredeyse kral muamelesi görüyorlar ve geçici sözleşmelerle başka ülkelerde çalı- şabiliyorlar: italya’da voleybol, Arjantin’de basketbol; Fransa’da ya da Macaristan’da hentbol kulüplerinde görevli sporcular var. Tıpkı Türkiye’de de yüksek atlama antrenörlüğü yapan Guillermo de la Torre gibi. Antrenör de la Torre, halen 2m45 ile dünya rekorunu elinde bulunduran yüksek atlama şampiyonu Javier Sotomayor’un hocası. Hükümet, spor için gereken parasal desteği karşılamak amacıyla dört bir tarafa (100 kadar ülke) yaklaşık 600 antrenör ve 15 bin spor teknisyeni göndermiş. Bu elemanların hizmeti önemli bir gelir kaynağı ve ülke ekonomisine değerli bir katkı.

Küba’da, her belediyede ve her üniversitede spor merkezleri bulunuyor. Sokaklarda ya da parklarda tüm halkın kullanımına açık tesisler var. Küba’lı sporcuların uluslararası organizasyonlara katılım sayı sı oldukça yüksek.

Küba’nın dünyaca ünlü, olimpiyatlarda altın madalya kazanmış, ya da dünya şampiyonu olmuş sporcularından bazıları şunlar: Atletizm: Alberto Juantorena Danger, Ana Fidelia Quiroz Moret, Anier Garcia Ortiz, Rafael Fortun Chacon, Javier Sotomayor Sanabria, Ivan Pedro Soler. Beyzbol: Antonio Pacheco Masso, Conrado Marrero Ramos, Omar Linares Izquierdo, Orestes Kindelan Olivares. Boks: Eligio Sardinas Montalvo, Felix Savon Fabre. Ama olimpiyatlarda ilk altın madalyayı, 1900 yılında, eskrim dalında Ramon Fonst Segundo almış.

Kübalı sporcular, bu yıl Pekin’de yapılacak olan Olimpiyatlarda madalya toplamak için yoğun çalışmaları nı halen sürdürüyorlar. Geçenlerde ispanya’da yapılan kapalı salon yarışmalarında, 3 adım atlama dalında bayanlar dünya şampiyonu olan atlet Yargelis Savigne, Küba’nın Pekin’deki madalya umutlarından sadece biri.

Beyzbol: Bir Numara

Ama Küba’da spor denince ilk akla gelen beyzbol oluyor. 1860’larda ABD’de okuyan Kübalı öğrenciler ve Küba limanlarına gelen Amerikalı denizciler tarafından ülkeye getirilen beyzbol, kısa sürede yaygınlaşmış ve halkın en sevdiği spor haline gelmiş. ispanya’ya karşı verilen bağımsızlık savaşı sı- rasında ispanyolların bu sporu yasaklaması, beyzbolu bir özgürlük ve eşitlik simgesi haline dönüştürmüş. 1868 yılında, Guillo kardeşler tarafından Havana Beyzbol Kulübünün kurulmasından bu yana Küba’nın beyzbol tarihi başarı- larla dolu. Örneğin, her 4 yılda bir yapılan “Pan American” oyunları nda, Küba 1971 yılından bu yana hep şampiyon oluyor. Dünya fiampiyonaları nda ise, 2001, 2003 ve 2005 yıllarında Altın Madalya kazanan Küba, 2007’de ikinci olmuş. Olimpiyatlarda da 1992, 1996 ve 2004 yıllarının fiampiyonu yine Küba. Kısacası, Kübanın ulusal sporu olan beyzbol, artık ülke kültürünün ve yaşam tarzının bir parçası ve ulusal birliğin önemli bir unsuru haline gelmiş bulunuyor.

ANKARA’DA BİR KÜBALI ANTRENÖR
GUİLLERMO de la TORRE

Gençlerin büyük bir çoğunluğunun spor faaliyetlerine katıldığı Küba, özellikle boks ve beyzbol tutkunluğu ile ünlü. Ayrıca, atletizm dalında da dünyaya unutulmaz anlar yaşatan Kübalılar var. 1976’da, Montreal Olimpiyatlarında 400 ve 800 metre yarışları nda iki altın madalya kazanan Alberto Juantorena Danger, 1990’lı yıllarda uzun atlamada dokuz kez dünya şampiyonu olan Ivan Pedroso, yine aynı yıllarda 800 metrede dünyanın en iyi kadın koşucuları ndan biri olan Ana Şdelia Quiroz gibi.

Peki, bir Kübalı “hoca”’ nın şu anda Ankara’da olduğunu ve Türk atletizm milli takımının yüksek atlama sporcularını çalıştırdığını biliyor muydunuz? 2005’te Türkiye’ye gelen Guillermo de la Torre, kendi atletizm kariyerini mütevazi bir şekilde geçiştirerek, herhangi bir büyük başarıya imza atmadığını söylüyor. Ama 1993’te, yüksek atlamada 2 metre 45 santimi geçerek dünya rekoru kıran ve bu rekoru bir daha kırılamayan, Küba’nın gelmiş geçmiş en tanınmış efsanevi atleti Javier Sotomayor’un antrenörü olmakla övünmemesi – tabii ki – mümkün değil. Son zamanlardaki en başarılı öğrencisi de 2005’te 2.35’i geçen Victor Moya.

YENi BiR HAYAT 40 yıllık antrenörlük hayatı nda, başta Küba milli takımı olmak üzere, birçok ülkenin sporcusuna yardım eden de la Torre, Türkiye’ye 2005 yılında gelmiş. “Benim için yeni bir hayat başlamıştı” diye anımsıyor o günleri. Aya- ğının tozuyla, Trabzon’da, Çanakkale’de, Adana’da… kısaca genç ve yetenekli Türk atletlerin bulunabileceği bütün bölgelerde dolaşmış ve umut vaad eden erkek ve kız atletlerin bir kısmını Ankara’ya getirerek işe koyulmuş.

şimdi bu gayretlerin sonuçları alınmaya başlandı bile. O zaman dünyada bu dalda ancak yüzüncü sırayı alabilen Türkiye, artık basamakları tek tek çıkıyor. De la Torre’nin hazı rladığı yıldız, genç ve 23 yaşaltı sporcular Türkiye rekorlarını defalarca kırdılar. Gençler kategorisinde Ümit Tan, 2.21 atlayarak dünyada 3’üncü sıraya yerleşti. Balkan oyunlarında kazanılan üç madalya ve bir Avrupa altıncılığı da cabası. Tabii ki en büyük hedef, 2012 Olimpiyat Oyunları ve aynı yıl Istanbul’da yapılacak olan Dünya Salon Atletizm şampiyonası.

ÖNEMLi OLAN SiSTEM “Buraya ilk geldiğimde Türk atletlerin uluslararası turnuvalara korkarak gittiklerine şahit oldum,” diye anlatıyor Guillermo de la Torre. “O zamana kadar sadece Türkiye’de yarışmak şkri vardı. şimdi bu zihniyet biraz değişmeye başladı.”

Tecrübeli antrenörün bir görevi daha var ki, belki de bu en önemlisi: Türkiye’de antrenörlerin doğru yetişmesi ve antrenörlü- ğün daha etkin ve sistemli bir temele oturtulması çalı şmalarına da katkıda bulunuyor. ilk başta sadece bir aylık bir görev için Türkiye’ye gelen de la Torre, şimdi 3’üncü yılını doldurmak üzere ve yeni yaşantısından memnun. Artık ailesi de Ankara olan Kübalı, kendisini “biraz Türk” hissettiğini söylemekten kaçınmıyor.

Sayfalar