Project Description

21. Sayı

Macaristan

DİPLOATLAS – KASIM 2013

21. Sayı

DiploAtlas

Kasım 2013

Merhaba,

DİPLOATLAS’ın bu sayısının konusu, bir Avrupa Birliği ülkesi olan Macaristan.

Aslında, tarihî olaylara bir göz atıldığında, Macaristan ile Türkiye’nin geçmişte benzer olaylar yaşadıkları, zaman zaman yollarının kesiştiği, bazen birlikte yaşayıp, bazen de birbirleriyle savaştıkları, ama hiçbir zaman birbirlerine duydukları saygının eksilmediği görülüyor. Örneğin, Macarlar da, tıpkı Türkler gibi Orta-Asya’dan göç ederek Macaristan’a gelmişler ve konuştukları dil, Türkçe’nin de dahil olduğu “Ural-Altay” dil ailesinin bir kolu olan “Fin- Uygur” grubuna ait. 16. ve 17. yüzyıllarda, büyük bir bölümü Osmanlı İmparatorluğuna katılan Macaristan’da, 170 yılı aşkın bir süre beraber yaşamışız. O dönemden kalan Osmanlı izlerinin bugün bile nasıl özenle korunduğunu iç sayfalarımızda okuyacaksınız. Osmanlıların ülkeden ayrılmasından sonra yıllarca özgürlük mücadelesi veren Macarlar, 19. yüzyılda Avusturya ile birleşerek “Avusturya- Macaristan İmparatorluğu”nu kurmuşlar. Ne gariptir ki, hem bu İmparatorluğun, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü de aynı döneme, yani I.Dünya Savaşının sonuna rastlıyor.

Macaristan, bir kültür hazinesi gibi. Özellikle, bir açık hava müzesini andıran başkent Budapeşte, kültürel birikimi, muhteşem panoraması ve canlı yaşam tarzıyla çok özel bir şehir. Zaten, şehrin hem tamamı, hem de üç ayrı semti UNESCO Dünya Mirası listesinde. Ülkenin diğer şehirleri ve turizm alanları da gerçekten görmeye ve yaşamaya değer.

Macaristan’ın Ankara Büyükelçisi Dr. Janos Hovari, kendisiyle yaptığımız mülâkatta, ülkesinin Türkiye ile olan tarihî bağlarını anlattı ve bu iyi ilişkileri daha da pekiştirmek için çaba gösterdiğini vurguladı. Gerçekten de, iki ülke arasındaki kültürel ve ticarî alışverişin her gün biraz daha yoğunlaştığı fark ediliyor.

Yatırımcılar için, Macaristan’ın çok cazip bir ülke olduğunu söylemek gerekir. Çünkü, yatırımcılar hem AB fonlarından, hem de Macar Devletinin sağladığı fon ve diğer kolaylıklardan yararlanabiliyorlar. Üstelik, ülkede kaliteli bir iş gücü potansiyeli ve çok güçlü bir servis sektörü var. Daha da fazlası, burası yaşamak için keyifli bir yer. Göllerinde yelken, nehirlerinde balık avı, şehirlerinde kaplıca keyfi yapabilir; lokantalarda bol paprikalı nefis gulaş eşliğinde, Tokay şarabının tadına bakabilirsiniz.

Kaya Dorsan

1100 YILLIK ÜLKE MACARİSTAN

Macarlar, Orta Avrupa’nın en güzel bölgelerinden biri olan Karpatlar Havzasına 9.yüzyıl sonlarında gelmişler. Ülkenin 1100 yıllık hareketli tarihi, büyük bir kültür ve yetenek birikimini günümüze taşımış. Modern Macaristan, bugün bir Avrupa Birliği üyesi.
Bir Orta Avrupa ülkesi olan Macaristan Cumhuriyeti, Karpat havzasında yer alıyor. Nüfusu 10 milyon, yüzölçümü ise 93.030 km2. Komşuları, batıda Avusturya ve Slovenya, güneyde Sırbistan ve Hırvatistan, doğu ve güneydoğuda Romanya, kuzeydoğuda Ukrayna, kuzeyde de Slovakya. Ülkenin başkenti, Avrupa’nın en güzel şehirlerinden Budapeşte.

Coğrafî özellikler

Müthiş güzellikte, farklı ve değişken coğrafî oluşumlara, çok sayıda göle ve nehre sahip olan ülke, kuzeyde ve batıda dağlarla, doğuda ise geniş ovalarla kaplı. Uçsuz bucaksız Büyük Macaristan Ovası yazın çok sıcak, kışınsa dondurucu rüzgârlar diyarı. Macaristan’ın tarım yönünden zenginliğinin birinci nedeni bu bereketli ovalar. Heybetli Tuna Nehri, Macaristan- Slovakya sınırını oluşturduktan sonra ülkeyi ikiye bölüyor ve geçtiği yerlere hayat veriyor. Diğer bir önemli nehir olan Tisza ise Avrupa’nın balığı en zengin nehirlerinden. Oldukça yavaş ve çamurlu, debisi de düzensiz. Baharda büyük sellere neden olabilen nehir, kışın da taşkınlara yol açabiliyor.

Çok sayıda milli park, doğal rezerv ve koruma alanı, ülke topraklarının yaklaşık %9’unu oluşturuyor. Macaristan şifalı termal su rezervinde ise İzlanda’dan sonra dünyada ikinci.

Orta Avrupa’nın en büyük gölü olan Balaton’un yanında, Velence, Tisza ve Avusturya ile paylaşılan Fertö, ülkenin önemli gölleri. Yükseklikleri fazla olmasa da başlıca üç dağlık bölgesi var Macaristan’ın: Avusturya sınırı boyunca ilerleyen Alpokalja, Balaton’dan Tuna’ya uzanan ve Budapeşte yakınlarında Kuzey Masifi ile karşılaşan Transdanubia Dağ Silsilesi Budapeşte’nin kuzeyinden Slovakya sınırına doğru yayılan Kuzey Masifi. Sık ağaçlı, karbon ve demir zengini Kuzey Masifi’nde yer alan Matra, Macaristan’ın en yüksek bölgesi. Matra’nın zirve noktası olan Kekes ise popüler bir turizm bölgesi. Yamaçlarında kayak pistleri olan Kekes genellikle mavi renkte göründüğü için bu adı almış, çünkü “kekes” Macarcada “mavimsi” demek. Ünlü Tokay (Tokaji) üzüm bağları da bu bölgede.

Orta Asya’dan Macar Ovalarına

Göçebe Macar boyları, Orta Asya’dan, Ural-Volga dolaylarından bugünkü Macaristan topraklarına 9.yüzyıl sonlarında gelmişler. Liderleri Arpad’la başlayan hanedanlık 1301’e dek hüküm sürmüş. 1000 yılının Noel günü, İstvan, Estergon’da Papa tarafından gönderilen tacı giyerek, Macarların ilk kralı ünvanını kazanmış. Macar Krallığını batı hristiyanlığının bir parçası haline getiren İstvan, ölümünden sonra aziz ilan edilmiş. 14-15.yüzyıllarda gücünün zirvesine ulaşan ve Matyas döneminde rönesansla tanışan krallık, 1526’da Mohaç yenilgisiyle birlikte Osmanlı dönemini yaşamaya başlamış ve bölünmüş. 1686 yılında Budin’i kaybetmesinin ardından, 1699’da Karlofça Anlaşmasıyla Türk hakimiyeti sona erince, Macaristan Habsburg İmparatorluğu’nun parçası haline gelmiş.

Habsburg iktidarına karşı, 17.yüzyıl sonunda İmre Thököly’nin, 18.yüzyıl başlarında Ferenc Rakoczi’nin, 1849 yılında da Lajos Kossuth’un önderliğindeki özgürlük mücadelelerinin ardından, 1867’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kurulmuş.

Almanya’nın müttefiki olarak I.Dünya savaşına katılan İmparatorluğun savaş sonrasında çözüldüğünü herkes biliyor. Bu arada Macaristan da çok kan kaybetmiş. 1920 Trianon anlaşması ile eski topraklarının üçte ikisini kaybederken, nüfusun üçte biri de ülke sınırlarının dışında kalmış.

II.Dünya savaşında, yine Almanların yanında yer almaya zorlanan Macaristan’da, savaşta hayatını kaybedenlerin sayısı bir milyona ulaşıyor. Savaş sonrasında Sovyet etki alanına giren ve 1956’da SSCB’ye karşı bir başkaldırı hareketi başlatan ülkede, Sovyet tanklarının şiddetle bastırdığı olaylarda 3,000 kişinin öldüğü, 200,000 Macar’ın da ülkeyi terk ettiği henüz hafızalardan silinmedi.

1989’da ise, demir perde erimeye başlayınca, 23 Ekim günü cumhuriyet ilân edildi ve 1990 ilkbaharında da yeni hükümet kuruldu.

Macaristan’da halkın %93’ünden fazlası Macar. Ayrıca, küçük gruplar halinde, 12 millî ve 1 etnik azınlık var. Nüfusun %98’i resmi dil olan Macarca’yı konuşuyor. Macarca, Ural- Altay dil ailesinin Ural koluna bağlı “Fin-Uygur” grubuna ait. Yani Türkçe ile bir dil akrabalığından söz etmek mümkün.

Devlet ve Kutsal Taç

Macaristan bayrağı, kırmızı, beyaz ve yeşil renkte üç yatay şeritten oluşuyor. Kırmızı renk, gücü ve vatan için dökülen kanları; beyaz renk özgürlüğü ve sadakati, yeşil ise Macaristan kırsalını simgeliyor. Ülke arması da iki ana bölümden oluşuyor: Solda Arpad hanedanlığının yatay şeritleri var; dördü gümüş rengi, dördü kırmızı. Gümüşî kısımlar Tuna, Tisza, Drava ve Szava nehirlerini temsil ediyor. Sağ taraftaki üç tepeli yeşil alanda, tepelerden birine yerleştirilmiş altın taç, onun üzerinde de beyaz patriyarkal haç bulunuyor. Armanın en yukarı kısmında yer alan Aziz İstvan’ın tacı, Macar monarşisinin ve egemenliğinin simgesi, o yüzden ilk Macar kralının adını taşıyor ve Macar parlamentosunda Cumhuriyet muhafızlarınca korunuyor.

Tek meclisli parlamenter sistemin yürürlükte olduğu Macaristan’da, Cumhurbaşkanı Devletin ve ordunun başı, kurumların da koruyucusu sayılıyor. Bu görevler sembolik olsa da, Başbakan’ı atamak da Cumhurbaşkanının yetkisi dahilinde. Bugünkü Cumhurbaşkanı Janos Ader bu göreve Parlamento tarafından 2 Mayıs 2012 tarihinde ve 5 yıl için seçilmiş. Bir hukukçu olan Janos Ader, Macaristan Bilimler Akademisi’nde araştırmacılık yaptıktan sonra, 1990- 2009 yılları arasında Macar Parlamentosu’nun, 2009- 2012 yılları arasında da Avrupa Parlamentosu’nun üyeliğine seçilmiş. 4 yıl süreyle Macaristan Parlamentosu’nun başkanlığını da yapan Ader, ülkesinin en deneyimli siyasetçilerinden biri olarak biliniyor.

Devletin 2 numarası ise, 386 üyeli Parlamento’nun başkanı. Macaristan’da milletvekili seçimleri 4 yılda bir yapılıyor. Bir siyasi partinin parlamentoya girebilmesi için oyların en az %5’ini alması lâzım. Yargı organının en üst kuruluşu da Anayasa Mahkemesi. 15 üyesi olan Anayasa Mahkemesi’nin öncelikli görevi yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek. Yeni Macar Anayasası ise, 2012 yılından beri yürürlükte.

Macaristan’da Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Hükûmet’teki diğer Bakanları atamak ya da görevden almak ise Başbakan’ın yetkisinde. Ancak, her bakan adayının Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması da gerekiyor. Halen görevde olan Başbakan Viktor Orban, daha önce 1998-2002 yılları arasında da bu görevde bulunmuş. Budapeşte Eötvös Lorand Üniversitesi’nde Hukuk öğrenimi gören Orban, 1990 yılında, komünist dönem sonrasının ilk parlamentosuna üye seçilmiş. Çok aktif bir siyasi yaşamı olan Viktor Orban, 2002-2010 yıllarını muhalefette geçirdikten sonra, 2010 yılında yeniden Başbakanlık görevine gelmiş bulunuyor.

Aktif dış politika

Macaristan, Visegrad Grubu, Avrupa Birliği, NATO, Dünya Ticaret Örgütü, Birleşmiş Milletler ve OECD üyesi. “Visegrad Grubu”, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’nın 1991’de birlikte oluşturdukları bir yapı. Amacı, Sovyetler’in çöküşünden sonra, Avrupa entegrasyon sürecini hızlandırmak üzere bu ülkeler arasında işbirliği sağlamak. Hedeflere büyük ölçüde ulaşılmış ama halâ özellikle enerji ve ekonomik işbirliği dinamizmini sürdürme ve kültürel yakınlaşmayı sağlama özelliği var. 2004’te AB Üyesi olan Macaristan, Schengen’e 2007’de katılmış. 2011 yılının ilk yarısında ise, AB Dönem Başkanlığı yapmış. Güzelliği ve zerafetiyle insanı büyüleyen Gödöllö Şatosu da, dönem başkanlığının merkezi olmuş.

 

Büyükelçi Dr. Janos Hovari:
TARİHİ İLİŞKİLERİ CANLANDIRMAK

Ankara’da görevli yabancı büyükelçilerin çoğu ülkelerinin Türkiye ile olan tarihî ilişkilerinden bahsetmeyi severler. Ancak pek azının Macaristan Büyükelçisi Dr. Janos Hovari kadar ele alabileceği konu ve bu alanda yetkinliği vardır. Bir Osmanlı tarihçisi olan Dr. Hovari Türkiye’yi ilk defa 1976 yılında ziyaret etmiş. Yıllar sonra, akademik pozisyonunu bırakıp diplomatik kariyerine başladığında, önce İsrail’e, sonra Kuveyt’e büyükelçi olarak atanmış, daha sonra da Budapeşte’de Dış İşleri Bakanlığı’nda müsteşar yardımcısı olarak görev almış. Ankara’ya ise 2012 yılında büyükelçi olarak atanmış. Bizi Atatürk Bulvarı’ndaki zarif rezidansında gezdirdikçe duvardaki her resmin, raflardaki her kitabın, hatta köşedeki piyanonun bir hikayesi olduğunu gördük ve Dr. Hovari’nin bu hikayeleri sanki kendi başından geçmişçesine anlatabileceğine tanık olduk. Sohbetimizde Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar’daki heykelinden Buda Kalesi’ndeki “kahraman düşman” Abdi Paşa’ya, Galiçya Seferi’nden Çanakkale Savaşı’nda görev alan Macar subaylara kadar pek çok konuya değindik. Dr. Hovari “Atatürk’ü, biz her zaman bir ulusal kahraman olarak gördük” diyor.

Konuşmamıza sahne olan konut 1931 yılında Macaristan Büyükelçiliği olarak inşa edilmiş. O zamanlar Ankara’da aralarında önemli akademisyenlerin, metalürji mühendislerinin, demiryolu uzmanlarının ve hatta profesyonel bahçıvanların da olduğu canlı bir Macar topluluğu bulunmaktaymış. Yakın ilişkiler İkinci Dünya Savaşı sonrasında demir perdenin araya girmesiyle aksamış olsa da, Büyükelçi Hovari’nin de belirttiği gibi, iki ülke arasındaki tarihi saygı hep süregelmiş.

Türkçe gerçekleştirdiğimiz mülakatta birçok dil bilen büyükelçiye ilişkilerin bugünkü durumunu sorduk.

DİPLOATLAS: Yirmi yıl önce Macaristan’ın yeni dış politikasının mimarlarından biriydiniz. Bu yeni politika ne kadar başarılı oldu?

Dr. JANOS HOVARİ: Tabii ki, Avrupa Birliği’ne katılmak kimliğimiz açısından çok önemliydi, çünkü kendimizi her zaman batının bir parçası olarak gördük. Avrupa Birliği’ne üye olmayı çok istiyorduk ve bunun için tüm yasalarımızı değiştirmemiz gerekiyordu. Biz ve diğer Orta Avrupa ülkeleri, Batı Avrupa ülkelerinden çok şey öğrendik. Ancak, bizim kendimize has sorunlarımız da var ve bu alanda kendi bakış açımızı Brüksel’deki pek çok tartışmaya taşıdığımız oluyor. Öte yandan, NATO da bizim için çok önemliydi, çünkü geçmişte Sovyetler Birliği tarafından işgale uğramıştık. Türkiye bizim NATO üyeliğimize çok çabuk destek verdi.

DİPLOATLAS: Bize Macaristan’ın Türkiye ile ilişkileri konusunda biraz bilgi verir misiniz?

Dr. JANOS HOVARİ: Türkiye ile ilişkilerimizin temelinde önce dil akrabalığı, sonra da tarih yatıyor. Tabii bazı Macarlar Osmanlı İmparatorluğuna karşı, bazıları da onun yanında savaştılar. Ama 18. yüzyıldan bu yana birbirimizle hiç savaşmadık. Geçmişte, Ferenc Rakoszi ve bazı diğer Macar liderler Türkiye’ye sığınmışlardı. Türk ordusunun Gelibolu’da kullandığı en ağır topun da Budapeşte’den hediye edilmiş olduğu söylenir. Avrupa’daki ilk Türkoloji enstitüsü 1871 yılında Budapeşte’de Armin Vambery tarafından açılmıştır. Bu yıl Vambery’nin ölümünün yüzüncü yılı. 1936’da da, Ankara’da Hungaroloji (Macaristan çalışmaları) Enstitüsü açılmıştır. Bu Ankara Üniversitesi’nin ilk yabancı dil bölümü olmuştur.

DİPLOATLAS: 1930’lu yılların yakın ilişkilerini tekrar canlandırmak için neler yapıyorsunuz?

Dr. JANOS HOVARİ: Bugün binlerce Türk öğrenci Macaristan’da İngilizce eğitim alıyor. Budapeşte’de Yunus Emre Enstitüsü’nün bir şubesi var, biz de İstanbul’da bir Macaristan Kültür Enstitüsü açmak üzereyiz. Geçen Şubat ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Macaristan’ı ziyaret etti ve iki başbakan arasında harika görüşmeler oldu. İş ilişkilerinden kitap çevirileri gibi kültürel faaliyetlere kadar her alanda bağlantıları güçlendirmeye karar verdiler. Bu ay da, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Budapeşte’ye giderek ilk defa Vişegrad Grubu üyelerinin dışişleri bakanlarıyla görüşecek. Macaristan şu an Vişegrad Grubu’nun dönem başkanlığını yürütüyor.

DİPLOATLAS: Ticaret ve yatırımlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Dr. JANOS HOVARİ: İki ülke arasındaki ticaret hacmi istikrarlı biçimde artarak yılda 2 milyar dolara ulaştı. Macaristan, Türkiye’ye 1,5 milyar dolarlık ihracat yapıyor ve bunun önemli bir bölümünü makine, kompresör, otomobil parçaları gibi mallar oluşturuyor. Biz de Türkiye’den meyve, mermer ve seramik gibi ürünler ithal ediyoruz, ancak Türkiye’nin ihracatı artmalı. Çünkü, potansiyeli mevcut ihracatından çok daha yüksek. Türkiye yenilikçiliğe dönüyor, biz de kendi teknolojimizi dönüştürürken edindiğimiz tecrübeyi Türkiye ile paylaşmak isteriz. Macar firmalarını Türkiye’de yatırım yapmaya teşvik ediyoruz ama yatırım miktarı şu an oldukça düşük. Türklerin de Avrupa’nın ekonomik kalbine açılan bir kapı olan Macaristan’da yatırım yapmalarını isteriz. Ayrıca, Türkiye’nin bizim Afrika ve Asya’ya açılmamıza yardımcı olabileceğini de düşünüyoruz.

DİPLOATLAS: Macaristan Türk turistlerin tercih ettiği bir ülke mi?

Dr. JANOS HOVARİ: Macaristan’ı ziyaret eden Türk turistlerin sayısı her yıl artıyor. Örneğin, bu yıl, bir önceki yıl aldığımız vize başvurusunun iki katını aldık. Macaristan’a her yıl yaklaşık 50,000 Türk turist geliyor. Buna Batı Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşları ve Schengen sistemi sayesinde gelenler dahil değil. Neredeyse aynı sayıda Macar turist de her yıl Türkiye’yi ziyaret ediyor. Tabii ki bu sayıların daha da artmasını dileriz.

DİPLOATLAS: Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Ankara’ya geldiğinizden beri başka nelerle meşgul oldunuz?

Dr. JANOS HOVARİ: Ankara’ya geldiğimde bir liste çıkardım ve on ya da yirmi yıl öncesinin koşullarında hazırlanmış bazı ikili anlaşmaların başarılı biçimde uygulanabilmeleri için yeniden gözden geçirilmeleri veya yenilenmeleri gerektiğini gördüm. Bu üzerinde çalıştığım konulardan biri. Bu arada, Anadolu’nun büyük şehirlerinden bazılarını ziyaret ettim. Örneğin Kayseri’nin Miskolc ile kardeş şehir anlaşması var, bu da iki şehrin üniversitelerinin ve iş dünyasının ilişkilerine olumlu katkı sağlayacaktır. Bugün tarihi nedenlerden ötürü Macaristan’ın Tekirdağ’da ve Kütahya’da fahri konsoloslukları bulunuyor. İzmir, Antalya, Gaziantep, Kayseri ve İzmit’te de fahri konsolosluklarımız var. Yakında Trabzon’da da yeni bir fahri konsolosumuz olacak. Yani çok çalışıyoruz.

 

TUNA NEHRİNİN KRALİÇESİ
BUDAPEŞTE

Macaristan’ın başkenti Budapeşte, Tuna nehrinin iki kıyısına yayılan konumu, zengin tarihî geçmişi, mükemmel kentsel dokusu ve canlı yaşam tarzıyla Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri.

Parkları, kaplıcaları, hamamları, müzeleri, konser salonları, sanat galerileri ve derin müzik kültürü ile Avrupa’nın en çekici başkentlerinden olan Budapeşte’nin 2000 yıl öncesine kadar giden zengin bir tarihî geçmişi var. Şehir, Tuna nehrinin sağ yakasında yer alan Buda ve Obuda isimli iki yerleşim alanı ile sol kıyıdaki Peşte’nin birleşmesiyle oluşmuş.

Önce, 1.yüzyılda Kelt kavimleri gelmiş buraya. Ardından, Roma İmparatorluğu, bugünkü Obuda’nın olduğu yerde “Aquincum” isimli bir kaplıca şehri kurmuş. Bir dönem bölgedeki en büyük şehir olan Aquincum’un kalıntıları bugün de gezilebiliyor.

Macarlar ise, 9.yüzyılda gelmişler ve çok gecikmeden, 10.yüzyılda Macar Krallığı’nı kurmuşlar. Üç şehrin birleşmesiyle meydana gelen Budapeşte, 1873 yılında başkent ilân edilmiş.

Buda

Budapeşte’yi oluşturan 3 kentten biri olan Obuda, aslında şehrin ilk yerleşim merkeziyken, zamanla güneye kaymış ve Buda ile birleşmiş. Buda, Tuna’nın sağ kıyısındaki alçak tepeler üzerinde yer alıyor ve Buda Kalesi çevresinde uzanıyor. Ünlü “Balıkçılar Tabyası”, “Matyas Kilisesi” ve “Gül Baba Türbesi” burada. 1526 yılındaki Mohaç savaşının ardından şehir Osmanlı topraklarına katıldığında, Osmanlılar burayı “Budin” olarak adlandırmışlar ve bu şiir gibi kente çoğu zaman “Nazlı Budin” demişler. “Gül Baba Türbesi” de 160 yıllık Osmanlı döneminden bu günlere kalan ve Macarlar tarafından da özenle korunan bir hatıra. Şehrin en seçkin semtlerinden Rozsadomb’ta, yani “Gül Tepesi”ndeki Türbe bugün bir açık hava müzesine dönüştürülmüş bulunuyor. Gül Baba bir Bektaşi dervişiymiş ve kavuğuna gül taktığı için bu lâkapla anılırmış.

Öte yandan, Macarların “Kahraman Düşman” diye nitelediği, son Budin Beylerbeyi Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezar taşı da burada, tam şehit düştüğü yere dikilmiş bulunuyor.

Buda ve Obuda sokaklarında gezerken kendinizi bir sanat galerisinde ya da eski çağlarda hissediyorsunuz. Örneğin, Obuda’da çağdaş heykeltraş Imre Varga’nın yarattığı bir sokak güzelliği dikkat çekiyor: Sokakta yürüyen şemsiyeli kadın heykelleri sanki canlı gibi. Zarif, sempatik, renkli boyalı evler de geçmişe götürüyor insanı. Enfes bir manzaraya sahip Buda Kalesi’nin bir adı da Kraliyet Sarayı. Yapının kökleri 13. yüzyıla uzansa da bugünkü hali orijinalinden hayli farklı. Görkemli saray, UNESCO Dünya Mirası listesinde.

Defalarca inşa edilen, neogotik tarzdaki Matyas Kilisesi ise çok renkli çatısı, yüksek ve göz alıcı çan kulesiyle çok uzaklardan bile farkediliyor. Kralların taç giydiği Matyas Kilisesi, bir dönem Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş. Buda’ya girdiği gün Kanuni, şükür namazını burada kılmış. Kilisenin önündeki Balıkçılar Tabyası ise, eskiden balık pazarının kurulduğu yerde. İhtişamlı merdivenleri ve konik külâhlı kaleleri çok çarpıcı. Tuna nehrinin ve Peşte’nin en güzel manzaralarını buradan görebilirsiniz.

Peşte

Buda’nın tepeler üzerinde olmasına karşın, nehrin karşı kıyısındaki Peşte düz bir alanda. Burası hem canlı kent yaşamının, hem de iş hayatının merkezi. Büyük bankalar, yabancı şirketlerin ofisleri, en güzel mağazalar, kalabalık semtler, kültür ve sanat dünyasının en çekici etkinlikleri hep Peşte’de.

Peşte deyince, hatta Budapeşte deyince, Andrassy Bulvarı’ndan söz etmemek olmaz. Bu çok ünlü ve gösterişli bulvar, şık binaları, meydanları, heykelleri, müzeleri, kafeleri, restoranları ve lüks butikleriyle son derece hareketli bir yer ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Göz kamaştıran Macar Devlet Operası binası da uzunluğu 2,3 km olan bu geniş ve zarif bulvarın üzerinde. Macar Devlet Operası, Milano’daki “La Scala” ve Paris’teki “Opera Garnier” ile birlikte Avrupa’nın akustik açıdan en iyi üç operasından biri. Barok unsurlar katılarak neo- Rönesans tarzda tasarlanan, 1261 seyirci kapasiteli bina dünyanın mimari şaheserlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Andrassy Bulvarının sonunda geniş bir anıtsal meydan var. Burası “Hösök Tere”, yani “Kahramanlar Meydanı”. 20.yüzyılın pek çok önemli toplantı ve gösterisine tanıklık etmiş olan meydan UNESCO Dünya Mirası listesinde. Hösök Tere, Macarların bölgeye yerleşmesinin bininci yılı anısına yapılan Millenyum Anıtı çevresinde şekilleniyor. Millenyum anıtı, Macar tarihinin önemli şahsiyetlerinin heykellerinin yer aldığı, sütunlu yarım daire biçimindeki iki arktan ve tepesinde bronzdan kanatlı Cebrail figürünün bulunduğu 45 metrelik bir sütundan oluşuyor.

Hősök Tere’nin arkasındaki Varosliget parkı, ayrıcalıklı bir hoş zaman geçirme yeri. Szechenyi kaplıcaları ve muhteşem Vajdahunyad şatosu da burada.

Budapeşte’nin en canlı alışveriş merkezi olan Belvaros semti, Tuna nehri kıyısından başlıyor. Turistlerin en yoğun olduğu Belvaros’ta, ilk hristiyan Macar Kralının adını taşıyan “Aziz İstvan Bazilikası” nı gözden kaçırmamak gerek. Kubbeli neo-klasik tarzı ve 96 metrelik yüksekliğiyle, burası Budapeşte’nin en yüksek iki binasından biri. Aynı anda 8500 kişinin ibadet edebildiği yapı ülkenin en büyük çanına da ev sahipliği yapıyor.

Nehir kıyısındaki en görkemli yapı olan “Parlamento” binası da ülkenin en önde gelen sembollerinden sayılıyor. Londra Parlamentosundan esinlenerek yapılan, neo-gotik ve barok unsurlar taşıyan bina, görkemli bir kubbenin iki yanında yer alan simetrik kanatlardan oluşuyor. 300 heykelin süslediği yapının, kule ve kemerleriyle göz kamaştıran dış cephesinde taş işçiliğinin en güzel örnekleri sergilenmiş. Süslemeler için 40 kilo altın ve yarım milyon değerli taş kullanılmış, yapımında bin kişi çalışmış. Macaristan’ın ilk merkezi ısıtma sistemi de burada kullanılmış. Almanya ve İngiltere’den sonra Avrupa’nın üçüncü büyük parlamentosu olan binanın kubbesi 96 metre yüksekliğinde.

Ada ve köprüler

Tuna, Budapeşte’de 28 km’lik bir parkura sahip. Tam ortadaki ormanlık Margaret Adası, en güzel ve yeşil bölgelerden. Motorlu araç trafiğine kapalı olan ada, romantik yürüyüş yollarıyla şehrin keşmekeşinden kaçmak için ideal.

Budapeşte’nin iki yakasını birbirine bağlayan 11 köprü var. Margaret Köprüsü ilginç tasarımıyla dikkati çekiyor çünkü düz değil! Bir ayağı Margaret adasında olan köprü V harfi gibi tasarlanmış. Ama, köprüler içinde en ihtişamlı ve güzel olanı hiç kuşkusuz “Zincirli Köprü”. Şehrin ilk köprüsü olan yapı II.Dünya savaşında yıkılmış ama onarılıp yeniden kullanıma açılmış. İki başında da her bir ayağın üzerinde aslan heykelleri var.

Kaplıcalar şehri

Budapeşte, termal kaplıcaların bol olduğu bir kent. Romalılar zamanındaki Aquincum kentinde 18 kaplıca varmış. Osmanlılar da şehri işgal ettiklerinde sekiz hamam inşa etmişler. Bugün bile faal durumda olan bu hamamlardan “Rudas” ve “Kirali” hamamları en popüler olanlar. Rudas’ın su ısısı 42 derece. Kirali ise “Kral Hamamı” anlamına geliyor. Bir de, restorasyonu yeni tamamlanan “Veli Bey Hamamı” var.

Bugün, Budapeşte önemli bir kaplıca ve spa merkezi. Şehirde 8 adet tıbbî kaplıca var. Avrupa’nın en büyük spa merkezi olan Szechenyi yanında Gellert ve Lukacs kaplıcaları da çok popüler.

Diğer çekici noktalar

Budapeşte’nin her köşesi heykel dolu. Heykeller sadece meydanları değil, parkları, evlerin ön yüzlerini ve köprüleri de süslüyor. Bazıları akıldan çıkacak gibi değil. Örneğin, II.Dünya Savaşı sırasında kurşuna dizilip nehre atılan Yahudilerin anısına yapılan ayakkabı heykelleri nehir kıyısında sıralanıyor; içiniz burkuluyor. Bir başka ilginç güzellik ise Pal Sokağı Çocukları’nın heykelleri. Büyük sinagogun, II. Dünya savaşında açlık ve soğuktan ölen yahudilerin gömüldüğü avlusundaki Macar Yahudi Şehitleri Anıtı ise salkım söğüt şeklinde. Imre Varga imzalı anıtın her bir yaprağında Nazi kurbanlarının isimleri bulunuyor.

Son yıllarda Budapeşte’nin en gözde eğlence mekânları ise, “Harabe Bar”lar. Macarca’da “Romkocsma” denilen bu barlar, yıkık dökük, genellikle komünist dönemden kalma binaların çok da fazla restore edilmeden bar ya da konser salonuna dönüştürülmesiyle ortaya çıkmış. Turistler için “Ruin Pubs” da denilen bu barların en yoğun oldukları bölge Erzsebetvaros mahallesi.

Budapeşte metrosundan bahsetmeden de geçmeyelim. Londra metrosu ve Beyoğlu’ndaki Tünel’den sonra dünyanın en eski üçüncü metrosu olan Budapeşte metrosu UNESCO Dünya Mirası listesinde ve 1896 yılından beri hizmet veriyor.

 

TARİHİNİ KORUYAN KENT
DEBRECEN

Önemli bir kültür, sanat, bilim ve din merkezi olan Debrecen, hem geleneklerini ve tarihî mirasını çok iyi koruyan, hem de yeniliklere açık bir kent olarak ün yapmış.

Ma c a r i s t a n ’ ı n ikinci büyük şehri olan Debrecen, “Büyük Macaristan Ovası” olarak bilinen “Kuzey Alföld” bölgesinde yer alıyor. Nüfusu 200,000’in üzerinde olan şehir, ülkenin doğusundaki en büyük eğitim, kültür, bilim ve ekonomi merkezi olmanın yanında, özellikle Protestanlar için büyük dinî önem taşıyan bir kent. Avrupa’da, Protestanların Reform Hareketi başladığında, Macar Reformcuları Debrecen’de yoğunlaşmış. Bu yüzden, şehir “Kalvinistlerin Roma’sı” olarak da tanımlanıyor.

Büyük Reform Kilisesi

Doğal olarak, böyle bir dinî önem taşıyan Debrecen’de görülmesi gereken anıt yapıların başında da “Büyük Reform Kilisesi” geliyor. 1805- 1822 yılları arasında inşa edilen bu görkemli yapı, hem şehrin en önemli sembolü, hem de Macaristan’ın en değerli klasik binalarından biri. 60 metre yüksekliğinde iki gösterişli kulesi olan kilisenin çanlarından biri 5 ton ağırlığında. “Rakoczi çanı” olarak bilinen bu çan 17.yüzyılda üretilmiş. Macarların “Nagytemplom” dedikleri kilisenin iç kısmı tümüyle beyaza boyalı ve bu müthiş bir aydınlık hava yaratıyor. Dışı ise sarı renkte. Zaten sarı renk, şehirdeki birçok binanın cephesinde de görülüyor. 1849 yılında, Lajos Kossuth Macar Bağımsızlık Bildirgesini bu tarihî kilise’de ilan etmiş; konuşmasını yaparken oturduğu koltuk halâ burada. 1944’de ise, Macar Geçici Millet Meclisi burada toplanmış.

Kossuth’un izleri

Macaristan’ın Avusturya’dan bağımsızlık mücadelesine önderlik eden ünlü siyaset adamı, avukat ve gazeteci Lajos KossuthDebrecen’de derin izler bırakmış. Macaristan’ın Rus orduları tarafından işgal edilmesinin ardından ülkesinden ayrılarak yaşamını sürgünde tamamlayan Kossuth’un iki yıl Kütahya’da yaşamış olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

Bugün, Debrecen’in, Büyük Kilise’yi de barındıran ana meydanı Kossuth’un adını taşıyor. Şehrin diğer bir meydanı olan “Hal Köz” ise, gündüzleri sakin, geceleri hareketli.

Bu önemli kültür ve eğitim kentinin büyük bir üniversitesi var. Debrecen, yaklaşık 60,000 öğrencisiyle ülkenin en kalabalık öğrenci topluluğuna sahip şehirlerinden biri. Üniversite’nin ana binası da Macaristan’ın en güzel yapılarından sayılıyor. Üniversite 1912’de kurulmuş, ama aslında 1538’de Reform Koleji adıyla kurulan okulun resmi mirasçısı. Klasik stilin güzel bir örneği olan kolej, bugün kendi tarihine adanmış bir müzeye, ayrıca dinî objeler koleksiyonuna ve 500,000 eserlik bir kütüphaneye sahip.

Yaya bölgesi olan Batthyany Caddesi’nde yer alan Szent Anna katolik kilisesi, “Nagyerdö” olarak bilinen Şehir Parkı, “Aquaticum Kaplıcası” ve “Deri Müzesi” de şehrin mutlaka görülmesi gereken yerlerinden. Deri Müzesi, resimden arkeolojiye, etnoğrafik objelerden doğayı yansıtan bölümlere dek geniş bir yelpaze sunuyor ve Mihaly Munkacsy’nin yağlı boya tablo sanat koleksiyonu ile antik Mısır döneminden eserler içeriyor.

Hortobagy Millî Parkı

Macaristan’ın ilk Millî Parkı olan Hortobagy, Debrecen’e sadece yarım saatlik uzaklıkta. Bu nedenle, Debrecen’e gidip de Hortobagy’yi görmeden dönmek olmaz. Avrupa’nın bu en geniş çayırlık alanı, kendine özgü bitki ve hayvan topluluklarına sahip. Ayrıca, buradan kuş göçleri de geçiyor ve meraklılar tarafından izleniyor.

“Çoban Müzesi”, “Vahşi Hayvan Parkı” ya da “Kuş Kliniği” gibi çeşitli tesislerin de bulunduğu Millî Park’ta yetişen “Gri sığır”, helezonî boynuzları olan “Racka koyunu” ve “Mangalica domuzu” gibi yöreye has hayvanların etlerinden yapılan yemekler ise birer gastronomi harikası.

“Debreçin”

Macaristan’ın ilk buharlı tramvayı, 1884 yılında Debrecen’de hizmete girmiş. Ülkenin ilk stadı da burada yapılmış. Bugün de, ülkenin ikinci büyük havaalanı Debrecen’de.

Osmanlılar, Debrecen’e “Debreçin” diyorlarmış. Ama bu isim sonradan unutulmuş. Bugün artık, Debrecen her yerde “Debrecen”.

 

“GÜNEŞ ŞEHRİ”
SZEGED

İstatistiklere göre, Szeged, Macaristan’ın en çok güneş alan kenti. Bu yüzden, şehir “Güneş Şehri” olarak da anılıyor. Ama, çok sayıda kaplıcaya sahip olduğu için, buraya “Güneş ve Su Kenti” diyenler de var.

Macaristan’ın güney doğusunda, Sırbistan ve Romanya sınırlarına çok yakın bir noktada bulunan Szeged, ülkenin üçüncü büyük şehri. 170,000 nüfuslu Szeged, mimarî özellikleri yanında son derece aktif kültürel hayatı ve gastronomik zenginliği ile de çekici bir kent. Çeşitli şenliklerin, açık hava tiyatro gösterilerinin, fuarların, uluslararası sergilerin hiç eksik olmadığı Szeged’de, nefis bir balık çorbasının ya da ünlü “Macar Salamı”nın tadına bakabilir, “Paprika” diye adlandırılan kırmızı toz biberin lezzet kattığı yemekleri deneyebilirsiniz.

Heybetli Katedral

Mükemmel bir mimariye sahip bu sevimli şehrin ortasından Avrupa’nın balığı en bol nehirlerinden Tisza geçiyor. 1879’da nehrin taşması sonucunda Szeged büyük tahribata uğramış ve yeniden yapılandırılması zorunlu hale gelmiş. Şimdi, çok özel, güneş biçiminde tasarlanmış, son derece düzenli bir şehir plânına sahip.

Türkçe’deki adı “Segedin” olan Szeged genellikle Artnouveau ya da Neo-classique tarzda yapılmış binalarıyla modern bir Avrupa şehri karakterine sahip ve önemli bir turistik merkez. Şehrin en güzel meydanlarından birisi yeşil çatılı, gözetleme kuleli, sarıya boyalı belediye binasının bulunduğu Szechenyi Meydanı. Çeşmeler, heykeller ve çiçeklerle süslü bu davetkâr meydanda sürekli etkinlikler düzenleniyor.

Meydanın güneyindeki “Karasz utca” ise şehrin en ünlü caddesi. Szechenyi meydanından başlayıp Üniversite’ye doğru uzanıyor. Bir yaya yolu olan bu şık caddede ilerlerken karşınıza çıkan “Klauzal” ise klâsik süslemelere sahip şık bir meydan. Macar bağımsızlık lideri Lajos Kossuth’un bir heykeli de meydanı süslüyor. Damak zevkine düşkün olanlar için bu meydanda bir çok keyifli yer var. Bu arada, Roosevelt Meydanında, balık çorbasıyla ünlü Halaszcsarda’ya da mutlaka uğramalı.

Şehrin en ünlü yeri, üniversite binalarıyla çevrili “Dom ter”, yani “Katedral Meydanı” da bu bölgede. Her yerden görülen katedral, kahverengi- beyaz tuğlalarıyla Szeged’in tartışmasız en güzel yapısı. 1913-1930 yılları arasında yapılan, iki kuleli, görkemli katedralin cephesi mozaiklerle bezenmiş. Meydanın kuzey girişindeki müzikli saat çok özel, belli aralıklarla çanlar çalıyor, kuklalar harekete geçiyor. Yazın burada tiyatro ve opera günleri, folklor geceleri düzenleniyor. Katedral önündeki Ortaçağ kulesi Szent Dömötör, şehrin en eski yapısı ve manzarası müthiş; alt kısmı kare biçimli, üst katlarıysa sekizgen. Katedral yapılırken bu kuleyi yıkmayı düşünmüşler, ama bir mucize olmuş, yapı dinamitlere direnmiş. Sonuçta yıkmaktan vaz geçip, restore etmişler. Görkemli Ferenc Mora Müzesi ile Ulusal Tiyatro ise şehrin diğer özel yapıları. Ama, bir de “Reök Sarayı” var. “Art nouveau” tarzının güzel bir örneği olan bina “Tisza Lajos” bulvarı üzerinde bulunuyor ve su dalgalarından esinlenerek yapılmış farklı mimarisiyle hemen dikkat çekiyor.

Üniversite

Szeged’in son derece aktif olan Üniversitesi, Macaristan’ın önemli üniversitelerinden biri. Üniversite mahallesi kimliği, rengi, karizması ile görülmeye değer. Albert Szent-Györgyi ise şehrin gurur duyduğu bir isim. 1930’lu yıllarda, Szeged Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Szent-Györgyi, C vitamini’ni bulup dünyaya armağan eden değerli bir bilim adamı ve 1937 Nobel Tıp Ödülü sahibi.

Şehirde gözden kaçmaması gereken yapılardan biri de “Yeni Sinagog”. “Art-Nouveau” stilindeki bina Avrupa’nın en büyük ve güzel sinagoglarından. Koca Kubbesini, beyaz güller ve mavi yıldızlarla süslü 24 sütun taşıyor. Yapıda hemen her stil kullanılmış: Kubbe Bizans, galerileri destekleyen sütunlar Roma, kemer Gotik, kubbenin dış kısmı ise Barok. Bu çeşitlilik göz alıcı bir bütünlük oluşturuyor. Szeged’de Yahudi nüfus azalmış olsa da, Sinagog aralıksız hizmet veriyor.

 

2000 YILLIK HAZİNE
PEÇ

Roma İmparatorluğundan bu yana, yaklaşık 2000 yıldır çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan Peç, barındırdığı tarihî eserleri özenle korumuş. Bu tarih hazinesinin içinde Osmanlı eserleri de önemli bir yer tutuyor.

Peç, Macaristan’ın beşinci büyük şehri. Aslında, 6000 yıl önce bile burada yaşayanlar varmış. Fakat, şehirleşme sürecinin Roma İmparatorluğu döneminde başladığı kabul ediliyor. Peç, ülkenin güneyinde, yemyeşil Mecsek tepelerinin eteklerinde yer alıyor. Burası, yayalara ayrılmış cıvıltılı sokakları, Osmanlıdan kalma kırmızı kiremitli evleri, şehrin yakınlarında üretilen enfes Villanyi şarapları ve çok sayıda bar ve kafesiyle keyifli bir kent. Eski şehri çevreleyen surlar hala ayakta. Tarihî, mimarî yapısı ve doğal güzellikleriyle benzersiz olan bu küçük yeşil şehrin taze nane kokuları içinde keyifle dolaşacağınız pazarlarında aradığınız her şeyi bulmanız mümkün.

Zengin tarih

Kütahya ile kardeş şehir olan Peç, çok renkli bir geçmişe ve zengin tarihî eserlere sahip. Örneğin, erken hristiyanlık dönemine ait nekropolü sıradışı bir hazine ve UNESCO Dünya Mirası Listesinde. Nekropol alanında şapel kalıntıları, mozole ve yeraltı gömütlüğü bulunmuş. Burası, İtalya dışındaki en önemli nekropollerden biri ve fresklerinin Orta Avrupa’da benzeri yok.

Macar Kralı I. Lajos, 1367 yılında Macaristan’ın ilk üniversitesini Peç’de kurmuş, şehri bilim ve öğretim yuvası haline getirmiş. Resmî olarak o okulun mirasçısı olan “Pecs Üniversitesi” de Avrupa’nın en eskilerinden. 15.yüzyılda şehir Rönesans hümanizminin önemli bir merkezi olmuş. Osmanlı döneminde (16.yüzyıl) ise cami, hamam, okul, kapalı çarşı, türbe gibi yapılarla bezenmiş.

Bugünlere kalanlar Şehrin ana meydanı olan “Szechenyi”, etrafını saran yayalara ayrılmış sokaklarıyla insanı resmen gezintiye davet ediyor. Meydana hükmeden Katolik kilisesi Belvarosi Templom, mimarî stili açısından gözümüze hiç de yabancı gelmiyor. Bu çok normal, çünkü burası aslında “Gazi Kasım Paşa Camii”. Bir zamanlar Macaristan’ın en önemli camii iken, Osmanlılar gittikten sonra minareleri yıkılmış ve kiliseye dönüştürülmüş. Yeşil kubbesi, hilalin üzerine yerleştirilmiş haçı, yan yana duran islamî bezemeleri ve hristiyan freskleriyle bu yarı kilise yarı cami gibi görünen tarihî yapı, bugün Peç’in simgelerinden biri ve iki farklı kültürün barışçıl birlikteliğinin canlı bir örneği.

Aynı döneme tarihlenen ve orijinal minaresini koruyan “Yakovalı Hasan Paşa Camii” ise daha küçük bir yapı. Dört köşe bir temel üzerinde yükseliyor ve kubbesi tuğlayla örülü. Köşeli minaresi, üzerindeki ince oluklar nedeniyle narin görünüyor. Rakoczi sokağında yer alan ve Osmanlılardan sonra hastane olarak kullanılan cami en son 2000’li yıllarda restorasyondan geçmiş. Minyatürleri ve Kütahya çinileriyle bugün hem ibadet yeri, hem de Türk-Osmanlı El sanatları Müzesi. Ayakta kalabilmiş diğer Osmanlı eserleri arasında, Rokus Tepesi’nde bulunan İdris Baba Türbesi, Memi PaşaHamamı’nın kalıntıları ve birkaç tane de çeşme bulunuyor.

Kültür kenti

Peç sanatseverler ve müze tutkunları için gerçek bir cennet. Şehrin hayli canlı kültürel bir hayatı, binbir çeşit festivali ve çok sayıda müzesi ve sanat galerisi var. 2010 yılında İstanbul ve Essen ile birlikte Avrupa Kültür Başkenti seçilen Peç, Avrupa’nın en çekici şehirlerinden biri.

Şehrin ünlü meydanı Szechenyi’de, Belediye Sarayı, Belediye sanat galerisinin yer aldığı barok yapı ve göz kamaştıran porselenleriyle Zsolnay Çeşmesi de yer alıyor. Mücevherden farksız olan Zsolnay Çeşmesi şehrin sembollerinden. Yüzeyi seramiklerle süslü olan çeşmenin suyu, renkli boğa başları içinden akıyor. Çeşmenin dört köşesinde ise,

Zsolnay fabrikasının amblemleri ve şehrin armaları var. Zsolnay, Peç’te ağırlığı olan, saygın bir ailenin adı. 1853 yılında Vilmos Zsolnay tarafından kurulan Zsolnay fabrikası, seramikleri, porselenleri ve Ödön Lechner’in imzasını taşıyan çok renkli vernikli kiremitleri ile tanınıyor. Yepyeni bir stil yaratan Lechner, Macar “art nouveau” döneminin en etkileyici mimarı. Kaptalan Sokağı’ndaki Zsolnay Müzesi, halâ aktif olan bu fabrikanın tarihini anlatıyor. Zsolnay porselenleri benzersiz stilleri ve üretim tarzlarıyla ünlü. Kullanılan vernikleme yöntemleri ürünlere hoş bir yanar- döner hava veriyor. Zsolnay’ın bir başka buluşu da soğuğa dayanıklı seramik. Müzenin gotik tarzdaki binası şehrin en eskilerinden, 14.yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor. Zsolnay seramikleri Macaristan’da birçok binanın cephesini ve çatılarını süslüyor; gelin gibi süzülen Peç Merkez Postanesi gibi.

Szechenyi Meydanı’ndan kafe, restoran, pub ve müzelerle dolu Kiraly Caddesi’ne yürüdüğünüzde zarif binalar, mağazalar ve butiklerle karşılaşıyorsunuz. Art-nouveau tarzında yapılmış, göz alıcı bir girişe sahip Otel Palatinus ile alçak ve pastel renkli evlerin arasında, Barok stilin en güzel örneklerinden olan Ulusal Tiyatro’yu görmek lâzım. Ünlü çağdaş ressam Victor Vasarely’in müzeye dönüştürülen evi ve Csontvary Müzesi de burada.

Dört kulesi ve ilginç mavi tavanıyla Dom Meydanı’nda bulunan heybetli Peç Katedrali, şehrin en dikkat çekici yapılarından. 11.yüzyılda yangınla yok olan eski piskoposluk kilisesinin kalıntıları üzerine inşa edilmiş. 14- 15.yüzyıllarda Moğol akınlarından zarar gören kilise, Osmanlı döneminde cami olarak kullanılmış. Uzunca süre kütü bir halde kaldıktan sonra ciddi onarımlar geçiren yapı, Macaristan’da Roma sanatı örneklerinin en güzellerinden sayılıyor. Kossuth Meydanı’nda yer alan, Romantik stilde yapılmış Peç Sinagogu da şehrin önemli yapılarından. İç dekorasyonu Doğu geleneğinden gösterişli süslemeler taşıyor.

Katedral yakınlarındaki Janus Pannonius Sokağı ise asma kilitleriyle meşhur. Yüzlerce asma kilidin takılı olduğu duvarlar, sadakatin göstergesi. Aşık çiftler, aşkları bir ömür sürsün diye, üzerine isimlerini yazdıkları kilitleri duvara asıyorlar.

 

NEHİRLER ŞEHRİ
GYÖR

Tuna nehrinin kollarından “Mosoni Duna” ile “Raba” ve “Rabca” nehirlerinin buluştuğu yerde bulunan Györ, “Nehirler Şehri” olarak adlandırılıyor. Ama, Györ aynı zamanda festivallerin ve kültürel buluşmaların da şehri.

Győr, Macaristan’ın kuzey batısında, Budapeşte ile Viyana’nın tam ortasında yer alıyor. Avusturya sınırına 60 km uzaklıkta bulunan şehir, doğasının güzelliği yanında, kültürel ve mimarî zenginlikleriyle de ünlü.

Cumbalı Evler

Györ’ün çok iyi korunmuş olan eski şehir merkezi oldukça renkli bir yer. Büyük bir kısmı yaya bölgesi yapılmış. Avrupa Tarihi Anıtları Koruma Ödülü alan, sarı rengin baskın olduğu bu çok güzel barok merkezde dolaşmak gerçekten büyük keyif. Binaların köşe kısımlarında yer alan, genellikle dörtgen ve süslü püslü cumbalar hemen dikkat çekiyor. Daracık sokaklarında zaman yolculuğuna çıkacağınız Kaptalan Tepesi’ndeki eski çekirdek, şehrin en önemli ve tarihi binalarını, göz kamaştıran barok yapılarını barındırıyor: Katedral, Piskoposluk Sarayı, 13.yüzyıldan kalma gotik Doczy Şapeli ve Szent Laszlo’ya adanmış Hedervary Kapolna Şapeli burada. Geçmişi çok eskilere giden Katedral, 18-19.yüzyıllarda barok stilde yeniden yapılmış. Cephesi neo-klasik, ana giriş kapısı ise 1938 tarihli.

Macaristan’ın diğer bazı şehirlerinde olduğu gibi, Györ’de de şehrin ana meydanının adı “Szechenyi Ter”. Bakmaya doyum olmayan bu sempatik meydan Orta Çağdan beri var. Burada çoğu barok tarzda ve ulusal anıt statüsünde çok özel binalar bulunuyor: Janos Xantus Müzesi’nin yer aldığı görkemli Apatur Sarayı, Margit Kovacs’ın eserlerinin sergilendiği Kreszta Malikanesi, çok ilginç bir Ecza Müzesi, beyaz gövdesi ve yeşil kule başlıkları ile hayranlık uyandıran Aziz Ignac Kilisesi ve “Vastuskos Haz” diye adlandırılan “demir kütüklü ev”. Vastuskos Haz, bir köşesinde yer alan, üzerine çiviler çakılmış kütük nedeniyle bu adı taşıyor. Eski adetlere göre şehre gelen her zanaatkâr, buraya uğrayıp kütüğe bir çivi çakarmış. Binada çağdaş Macar sanatından örnekler ve Chagall, Picasso gibi sanatçıların resimleri sergileniyor.

Yanıkkale

Dunakapu Meydanı’nda, şehrin Türkler tarafından alınışını hatırlatan güzel bir çeşme var; şehrin amblemlerinden, hilâl üzerindeki demirden horozuyla çok ilginç. 16. yüzyılda, Osmanlı orduları Avrupa içlerine ilerlerken, Györ kalesinin kumandanı Kristof Lamberg, kaleyi tamamen yaktıktan sonra Türklere bırakmış. Bu yüzden, Osmanlı döneminde Györ’un adı “Yanıkkale” olmuş. Tabii, artık bu isim sadece tarihî belgelerde yer alıyor.

Varoshaza Meydanı’ndaki gösterişli Belediye binası ve Becsi Kapu’daki Karmelit Kilisesi de diğer görülmesi gereken yerler. Dunakapu’dan Becsi Kapu Meydanı’na uzanan sokakta yer alan ünlü katolik koleji Hittudomanyi Foiskola ise çok sayıda dini objenin ve renkli resimli el yazmalarının sergilendiği piskoposluk hazinesini barındırıyor.

Pannonhalma Manastırı

UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan ve üzüm bağlarıyla meşhur Pannonhalma Manastırı, Macaristan’ın en eski dini merkezlerinden ve Györ yakınlarında bulunuyor. Bu bin yıllık Benediktin Manastırı, çevresiyle birlikte her yıl 100,000 kişi tarafından ziyaret ediliyor. İlk keşişler buraya 996’da yerleşmişler ve ilk Macar okulunu kurmuşlar. Liseleri bugün bile ülkenin en meşhur okullarından. Kral Aziz İstvan 1002’de Macaristan’ın ayakta kalması için tarikat mensuplarından her gün dua etmelerini istemiş; keşişler de günümüze dek bu isteği yerine getirmişler. 300,000’i aşkın cilt barındıran kütüphanesi bugün en büyük Benediktin tarikatı koleksiyonu.

Györ, yılın tamamına yayılmış çeşitli uluslararası festivalleri ile ün yapmış bir kültür merkezi. Güleryüzlü halkı ve hareketli geceleri ile de keyifli bir yaşam adına her şeyi bulabileceğiniz bir şehir.

 

BÖLGENİN EN AÇIK
EKONOMİSİ

II. Dünya savaşı öncesinde ekonomisi tarıma dayalı olan Macaristan’da, savaşın ardından ağır sanayinin öne çıktığı sosyalist ekonomik düzen kurulmuştu. Bugün ise, 1990’lı yıllarda başlatılan serbest piyasa ekonomisi sanayi, ticaret, finans, lojistik ve tarım gibi bütün sektörlerde başarılı bir biçimde sürüyor.

Bir Avrupa Birliği ülkesi olan Macaristan’da, diğer AB ülkelerinde de olduğu gibi, serbest piyasa ekonomisi hüküm sürüyor. 20. yüzyılda, önce tarıma, sonra da ağır sanayiye dayalı farklı ekonomik sistemlerden geçen Macar ekonomisi,

1990’lı yıllarda tekrar köklü bir değişiklik yaparak liberal ekonomiye yönelmiş. Ekonomide gerçekleştirilen bu keskin dönüşün, ülkede bazı değişim ve uyum sorunlarına neden olduğu ve özellikle ilk yıllarda Macaristan’ın bir çok zorlukla baş etmek zorunda kaldığı biliniyor. 1990’lı yıllarda, Macar ekonomisine enflasyonla mücadele ve kamu harcamalarının dondurulması konuları damgasını vurmuştu. Ardından, liberalleşme, özelleştirme ve istikrarın sağlanması yönünde adımlar atıldı. Dış ticaretle ilgili idarî engellerin ortadan kaldırılmasıyla, doğrudan yabancı dış yatırımlar için uygun ortam yaratıldı. Bu arada, 1994’de Avrupa Birliği’ne yapılan üyelik başvurusunun ekonomiye dinamizm kazandırması da olumlu bir faktör oldu. Agresif özelleştirme politikaları yanında, Macar para birimi Forint konvertibl hale getirildi ve dövizle yapılan işlemler serbest bırakıldı. 2000’li yıllarda Macaristan eski Doğu bloku ülkeleri arasında geçiş sürecini ekonomik olarak en iyi atlatan ülke olarak görülüyordu. Ülke, 2004 yılında AB’ye tam üye olduktan sonra, hem yabancı yatırımcıların ilgi odağı oldu, hem de likidite girişleriyle hızlı bir ekonomik başarı yakaladı. Yabancı yatırımlar, özellikle finans alanında bir kurtarıcı gibi yetişirken, turizm de ekonominin önemli bir unsuruna dönüştü.

Bugünkü durum

Macar ekonomisi, günümüzde “orta boy” bir ekonomi sayılıyor. Burası, Orta Avrupa’da konuşlanmış “açık” bir ekonomi ve Avrupa Birliği’nin de bir parçası. Ülkenin en dikkat çekici özelliklerinden biri, Orta Avrupa’da, ulaştırma sektörü açısından önemli bir kavşak noktası olması.

Macaristan’da 31,000 km’yi aşkın bir karayolu şebekesi var. Bunun yaklaşık 1,200 km’sini otoyollar oluşturuyor. Bu yollar, aslında bölgedeki diğer ülkeleri de birbirine bağlayan yollar. Yani, Macaristan, 5 Avrupa karayoluna ve 3 uluslararası taşımacılık koridoruna ev sahipliği yapıyor. Ülkede, ayrıca, 3,000 km’si elektrikli olan, toplam 8,000 km uzunluğunda bir demiryolu şebekesi var. Havaalanı sayısı ise 5’i uluslararası olmak üzere 13.

Eskiden bir tarım ülkesi olan Macaristan’da, bu sektör artık ilk sırada olmasa da, halâ önemini koruyor. Macaristan, tarım ürünleri açısından kendi kendine yeterli bir ülke ve önemli bir tarım ürünleri ihracatçısı. Tarım’ın Milli Gelir’deki payı %4 civarında, ama ihracattaki payı %8’i buluyor. İklimi ve doğal yapısı tarıma çok elverişli olan ülke topraklarının en az yarısında tarımsal üretim devam ediyor. Önde gelen tarım ürünleri arasında mısır, buğday ve diğer tahıllar, patates, ayçiçeği ve meyve çeşitleri var. Ayrıca “paprika” diye bilinen çok kaliteli kırmızı biberleri ve ünlü Macar şaraplarını da bu listeye eklemek lâzım. Nüfusun yaklaşık %5’i tarım sektöründe çalışıyor.

20. yüzyılın ikinci yarısında bir ağır sanayi ürünleri ülkesi haline gelen Macaristan’da, daha sonra da bu alan önemini pek kaybetmemiş. Üstelik, ülke piyasa ekonomisine geçince, eski sanayi tesisleri yenilenmiş ve modern bir yapıya kavuşturulmuş. Bugün, çeşitli makinaların üretimi ağır sanayinin başını çekiyor, bunu da kimyasal ürünler ve ilaç sanayii izliyor. Ayrıca, enerji üretimi, otomobil fabrikaları ve gıda endüstrisi de diğer önde gelen sanayi konuları. Örneğin, gıda endüstrisi, tüm endüstriyel üretimlerin %12’sini, toplam ihracat gelirlerinin ise %11’ini sağlıyor.

Ama ülke ekonomisinin şampiyonu, hiç kuşkusuz, “hizmet sektörü”. Özellikle, son 15 yılda taşımacılık ve turizm konularında büyük gelişmeler kaydeden Macaristan ekonomisinde, hizmet sektörünün payı %60’lar seviyesinde. Ülkenin merkezi konumu, ulaşımda bir kavşak noktası olması, ucuz ve nitelikli işgücü imkânları ve ucuz işletme giderleri sayesinde, hizmet sektörünün geniş alanlara yayılarak büyüdüğü biliniyor.

Büyüme Umudu

Son yıllarda AB’de yaşanan ekonomik krizin olumsuz etkilerine rağmen, ekonomistler Macar ekonomisindeki büyümenin 2013 yılından itibaren yeniden hız kazanabileceği görüşündeler. Nitekim 2013’ün ilk çeyreğinde, Macaristan ekonomisi, Almanya ve İngiltere ile birlikte Avrupa Birliği içindeki en iyi üç ekonomiden biri oldu. Hükûmet bütçe açığını yüzde 3’ün altına çekmeyi hedefliyor. İç pazarı küçük olsa da, Macaristan Avrupa’ya ticaret ve yabancı yatırımlar yolu ile sıkı sıkıya bağlı olduğundan bölgesindeki en açık ekonomiye sahip ülke. İletişim, bankacılık, altyapı ve imalât sektörlerinin büyük bölümü yabancı yatırımcıların mülkiyetinde. Güçlü özel sektörün GSYİH içindeki payı %80 oranında.

Yatırımlara teşvik

Macaristan, ülkeye gelmek isteyen veya daha önce gemiş olup işlerini büyütmek isteyen yatırımcılar için avantajlı bir ülke. Çünkü, bir AB ülkesi olarak, yatırımcıların hem AB fonlarından yararlanmasını sağlıyor, hem de kendi teşvik fonlarını devreye sokuyor. Yatırımın yapılacağı bölgeye göre yüzde 50’ye kadar ulaşan teşvik yardımlarının bazıları kredi, bazıları da hibe şeklinde olabiliyor.

Ayrıca vergi indirimleri de var: 10 yıl boyunca, kurumlar vergisi yüzde 80 indirimli ödeniyor. İstihdam yaratıldığı için, tesis inşaatı için, eğitim düzenlemek için ya da ücret arttırımı için de ayrı ayrı destekler alabilmek mümkün.

Dengeli bir dış ticaret

Macaristan’ın dış ticareti dengeli bir görünüm sergiliyor. İhracat ve ithalatın ana sektörü olarak makine ve taşıma ekipmanları ön plânda. İthalatın %46’sı, ihracatın ise %53’ü bu sektörde gerçekleştiriliyor. AB ülkeleri Macaristan’ın ihracatında ortalama %78’lik, ithalatında ise %71’lik yer tutuyor. Almanya ülkenin en büyük ticaret ortağı. İhracatta ilk üç ülke Almanya, Romanya ve Slovakya. İthalatta ilk sıralar ise Almanya, Rusya ve Avusturya’ya ait. Macaristan’ın Türkiye’den ithalatı 514,4 milyon USD düzeyinde, ihracatı ise 1,56 milyar USD.

MACARİSTAN’DA VE TÜRKİYE’DE
Tarihten Kalan İzler

Macar ve Türk halklarının yüzyıllar öncesine dayanan ilişkileri, her iki ülkede çeşitli izler bırakarak bugünlere kadar gelmiş. Şimdi, her iki ülkede birbirinden kalan pek çok hatıra bulunuyor.

İstanbul’un fethi sırasında, Macar döküm ustası Urban’ın yaptığı dev topların Bizans surlarını dövmekte kullanıldığı pek çok yerde anlatılır. Her ne kadar bazı kaynaklar bunun doğru olmadığını, Urban Usta’nın toplarının etkisiz kaldığını söyleseler de, Urban Usta’nın adı tarihimize belki de Türk-Macar işbirliğinin öncüsü olarak girmiş bulunuyor.

Türkiye’de iz bırakmış Macarların yanında, Macaristan’da ismi unutulmayan Türklerin ve bıraktıkları eserlerin sayısı da bir hayli fazla. Aslına bakılırsa, bu bir ortak tarihî miras ve her iki ülke bu ortak mirası özenle koruma çabası içinde.

Macaristan’daki Türk Anıtları

Bir Bektaşi dedesi olan Gülbaba’nın Budapeşte’de bulunan türbesinin şöhretini hemen herkes duymuştur. Ama Macaristan’ın diğer kentlerinde de çeşitli Osmanlı eserleri var. Çoğu 1526-1686 yılları arasında inşa edilen ve bugün bulundukları yerlere renklilik katan bu eserlerden en önemlileri arasında Dunaföldvar kasabasındaki Türk kulesi, Erd şehrindeki Hamza Bey Camii minaresi, Balaton Gölü yakınlarındaki Szabadbattyan’daki Kula kulesi, ve Siklos’daki Malkoç Bey Camii sayılabilir. Peç şehri de Osmanlı eserleri açısından çok zengin: Gazi Kasım Paşa Camii, İdris Baba türbesi, Yakovalı Hasan Paşa Camii ve Memi Paşa hamamının kalıntıları burada. Zigetvar ise özelliği olan bir yer. Ali Paşa Camii’nin, Sultan Süleyman Camii’nin ve Macar-Türk Dostluk Parkı’nın bulunduğu Zigetvar, Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatını kaybettiği yer. Söylentilere göre Zigetvar kuşatması sırasında padişahın otağı bugün Dostluk Parkı’nın olduğu yerde kuruluymuş, öldüğünde bedeni İstanbul’a götürülmüş, ama iç organları ve kalbi yakındaki Turbek köyünde defnedilmiş.

Halâ faal olan dört Osmanlı hamamından ikisi olan Rudas ve Kiraly ise Budapeşte’de. Son Budin Beylerbeyi Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezar taşı, şehit düştüğü yere dikilmiş ve üzerine “Kahraman Düşman” yazılmış. Macarlar, düşmanına kahraman diyebilen bir halk. I.Dünya Savaşı sırasında Galiçya’da ve Macaristan’ın çeşitli bölgelerinde şehit düşen askerlerimizden 480’i, Budapeşte’deki Türk Şehitliği’nde yatıyor. Kale yakınlarında parmaklıkla çevrelenmiş bir de Osmanlı Akıncılar Mezarlığı var. Buda’da, kaleye doğru çıkan yeşil ve sevimli yürüyüş yolunun adı ise “Kemal Atatürk”.

Türkiye’de Macar Esintileri

Türk dünyasına katkıları olan Macarlardan bahsedilince akla hemen Ödön Szechenyi ve İbrahim Müteferrika geliyor. 48 yıl yönettiği İstanbul itfaiye teşkilatını ve ilk deniz itfaiyesini kuran Szechenyi Paşa çok önemli bir Macar aileden geliyor. Esir alınıp İstanbul’a getirilen Müteferrika ise ilk Osmanlı matbaasını kuran kişi. Bugün, İstanbul İtfaiye Müzesinde Szechenyi, Yalova Kağıt Müzesinde de Müteferrika hakkında güzel bilgilerin sergilendiğini belirtmeden geçmeyelim.

17-19.yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu, Habsburglar’a karşı sürdürdükleri Macar bağımsızlık hareketinin yenilgiye uğraması sonucu sürgüne giden üç önemli Macar şahsiyeti ve beraberindekileri misafir etmiş. Mültecilik yıllarını geçirdikleri şehirler bugün onları müze ve anı evlerle yaşatıyor: Tekirdağ’da Prens II.Rakoczi Anı Evi ve Sergi Salonu, İzmit’te İmre Thököly Anı Evi ve Kütahya’da Kossuth Müzesi.

Erdel Beyi Rakoczi, 1717’de Sultan III. Ahmed’in davetiyle Osmanlı topraklarına gelmiş ve Tekirdağ’a yerleşmiş. 1735 yılında orada ölen Prens önce İstanbul’a defnedilmiş, sonra da Macaristan’a nakledilmiş. Tekirdağ’da yaşadığı konak bugün müze olarak kullanılıyor. Şehirde ayrıca Rakoczi’nin adını taşıyan bir çeşme, bir cadde ve heykeli var. Rakoczi’nin danışmanı Mikes Kelemen ise “Türkiye Mektupları” adlı eseri ile ünlü ve onun adı da Tekirdağ’da bir sokağa verilmiş. Her yıl kutlanan Tekirdağ Macar Günü, Tekirdağ Macar Dostluk Derneği’nin önde gelen etkinliklerinden.

Transilvanya Prensi Kont İmre Thököly ise dört yılını İzmit’te geçirmiş ve 1705’te orada ölmüş. Ünlü Macar özgürlük savaşçısı Lajos Kossuth da 1850 yılında oldukça kalabalık bir grupla Türk topraklarına geçerek Kütahya’ya ulaşmış. Bir yıl yaşadığı iki katlı bina bugün “Kossuth Evi Müzesi” olarak anılıyor. Kossuth Macaristan’ın özerkliği temel alan yeni anayasa taslağını burada hazırlamış, ayrıca bir de Türkçe dilbilgisi kitabı yazmış.

Bir de, çeşitli zamanlarda Türkiye’ye gelmiş, bilgi birikimleriyle Türk toplumuna çok değerli katkılarda bulunmuş ama hakettikleri şöhreti kazanamamış olan Macarlar var. Örneğin, “Macarlı Miralay Abdullah Bey”. Miralay Abdullah Bey, Doğa Tarihi Müzesini kuran, Osmanlının ilk Zooloji kitabını yazan ve başarılı doktorlar yetiştiren bir bilim insanı. 1800 yılında Viyana’da, Karl Eduard Hammerschmidt adıyla doğmuş bir Erdel’li Macar. 1848’de Türkiye’ye iltica etmiş ve bilimsel çalışmalarını burada sürdürmüş. O, hem Kızılay’ın kurucularından, hem de cerrahinin ve anestezinin öncülerinden.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’ya gelip “Meteoroloji” yi kuran Prof.Dr. Antal Rethly de unutulmayacak bir isim. 1925 yılında Türkiye’ye gelen Rethly’ye çevresindekiler “Aksakallı havabakan” diye isim takmışlar. Rethly, o zor yıllarda Anadolu’nun çeşitli yerlerinde 135 meteoroloji istasyonu kurulmasını sağlamış.

Unutulmaması gerekenlerden biri de, dünyaca ünlü Macar besteci Bela Bartok. Aynı zamanda bir müzik araştırmacısı da olan Bartok, 1936 yılında, Atatürk tarafından davet edilince, Adnan Saygun ile birlikte Çukurova bölgesinde Türk Halk müziği konusunda çalışmalar yapmış. Bugün, Osmaniyelilerin fahri hemşehrisi olan ünlü bestecinin adına Osmaniye’de bir kültür merkezi var. Bela Bartok’a tahsis edilen sergi salonunda ise çalışmaları sergileniyor.

1952-56 arası Macaristan’ı ziyaret eden şair Nazım Hikmet’in bu ülke için yazdığı muhteşem şiirlerden “Macar Toprağı” şu dizelerle başlıyor: “Merhaba Macar toprağı / sen bu yaz vakitleri / fırından yeni çıkmış ekmek gibisin / kabarık / yaldızlı, esmer / ve ekmek gibi sırlarınla dolu / ekmek gibi mübareksin”.

HAYATIN TADI
MACAR MÜZİĞİ

Macar müziği denince, tek bir ulusal müzik türünden değil, insanları adeta dans etmeye zorlayan canlı bir folklor müziğinden; dünyanın her tarafında keyifle dinlenen çigan müziğinden; ve Lizst gibi, Kodaly gibi, Bartok gibi dünya devlerinin renk kattığı klâsik müzikten söz etmek gerekiyor.

Macar toplumunda müzik ve dans her zaman çok önemli bir yere sahip olmuş, hani deyim yerindeyse, Macarların ruhu asırlardan beri hep müzikle beslenmiş. Araştırmacılar, bundan yüzyıllar önce Asya’dan Avrupa’nın merkezine göç etmiş olan Macar toplumunun, geçtiği yerlerdeki diğer toplumların müziğinden bir şeyler alarak geldiklerini ve bunu Avrupa müziği ile harmanlayıp bugünkü kendi özgün ve muhteşem müziklerini oluşturduklarını söylüyorlar. Gerçekten de, bugün dinlediğiniz bir Macar halk müziğinde, doğu’dan esintiler, ya da slav, yahudi veya roman ezgilerinden parçalar bulabirsiniz.

Macar Folklor Müziği

Geleneksel Macar halk müziğini 100,000’den fazla müzik parçası oluşturuyor. Bu konuda bir çok araştırma yapılmış, ama ünlü besteciler Bela Bartok ve Zoltan Kodaly’in bütün ülkeyi tarayarak yaptıkları araştırma belki de en kapsamlı olanı. Bartok ve Kodaly’nin duydukları her melodiyi kaydederek bu zengin müzikal mirası unutulmaktan kurtardıkları kesin.

Macar folklor müziğinin en büyük özelliklerinden biri, genellikle halk danslarının da bu müziğe eşlik etmesi. Geleneksel danslar bugün de Macaristan’da bütün popülerliğini koruyor. Aslında, çoğu zaman Macar folklor müziği insanı zaten dansa eden bir müzik. Ülkenin her yerinde bulunan ve “Tanchaz”, yani “Dans evi” denilen mekânlarda sabahlara kadar geleneksel müzik eşliğinde dans etmek mümkün. Tanchaz metodu, 2011 yılından bu yana, UNESCO’nun somut olmayan miras listesinde yer alıyor.

Her bölgenin kendine has yerel dansları olsa da, en yaygın olanlar “karikazo”, “legenyes” ve “czardas”. Karikazo sadece kadınlar, legenyes sadece erkekler tarafından yapılıyor, csardas ise çiftlerin dansı. Çiçeklerle bezeli elbiseler, kat kat ve kabarık etekler, süslü başlıklar, şapka, çizme ve yelekle yapılan halk dansları, bir renk bayramı gibi. 19. yüzyılda altın çağını yaşayan legenyes’in (“verbunkos” olarak da adlandırılıyor) simge ismi János Bihari. Zamanının en ünlü Çigan kemancısı olan Bihari nota bilmeyen bir dahi. Tekniği ve repertuarı Liszt’i de etkilemiş ve eserlerinde onun melodilerini kullanmasına neden olmuş.

Çigan müziği

Macaristan’ın yaygın sembollerinden biri olan Çigan müziği, kültürel bir karışıma ve müthiş bir enstrüman çeşitliliğine sahip. Aslında, 1000 yıl kadar önce, Hindistan’dan yola çıkıp, halâ göçebe olarak bir çok değişik ülkede varlığını sürdüren Roman topluluğuna mal edilen Çigan müziği, Macaristan’da çok farklı ve özgün bir karakter kazanmış. Gerçekten de, Balkanlarda duyulan Roman müziği, ya da İspanya’nın ünlü “Gypsy” melodileri, Macar Çigan müziğine hiç benzemiyor. Genellikle hiç bir akademik eğitim almamış olan müzisyenler tarafından yılların birikimi ve aile gelenekleriyle sürdürülen bu müzik türü, çok geniş bir repertuara sahip ve doğaçlama yapmaya da çok uygun.

Macar Çigan müziği yapanlar, klasik batı müziğinin ünlü melodilerine de repertuarlarında yer veriyorlar. Örneğin Brahms’tan veya Liszt’den parçalara her zaman rastlayabilirsiniz.

Dünya devleri

Macaristan, dünya klasik müziğinde çok önemli ve özel bir yere sahip. Ferenc Liszt Macar bestecilerin en büyüğü ve çağdaşları tarafından bütün zamanların en başarılı piyanisti olarak değerlendirilmiş. Orkestra şefi ve müzik öğretmeni de olan Liszt, günümüzde kendi adını taşıyan Macar Kraliyet Müzik Akademisi’nin de kurucusu. Senfonik şiiri hemen hemen bağımsız bir müzikal form haline getiren sanatçı, aralarında Wagner’in de olduğu pek çok ünlü besteciyi etkilemiş ama konservatuara girmek için geldiği Paris’te, yabancı olduğu gerekçesiyle okula alınmamış.

Piyano için “hayatım” diyen müzisyen, önceleri Chopin’i kendisine rakip olarak görse de sonradan çok iyi iki arkadaş olmuşlar. Chopin’in Paris’teki evinde, piyanonun yanındaki küçük bir masanın üzerinde duran tek resim Liszt’in fotoğrafıymış.

Wagner ise, Liszt ile ilk tanıştığında genç, henüz tanınmayan ve yoksul biriymiş. Zamanla bağları güçlenmiş ve iyi dost olmuşlar. Liszt’in büyük kızı Cosima, Wagner’le evlenmiş. 1847’de Padişah Abdülmecit’e Dolmabahçe Sarayı’nda bir konser vermiş olan Liszt, 1886 yılında Almanya’da ölmüş.

20.yüzyıl başlarında üç olağandışı Macar müzisyen daha görüyoruz: Ferenc Erkel, Zoltan Kodaly ve Bela Bartok. Macar milli operasının yaratıcısı Ferenc Erkel, Macar millî marşının da bestecisi.

Yakın arkadaş olan ve birlikte de çalışan Bartok ve Kodaly ise Karpat havzasının tamamında, geleneksel halk ezgilerini derlemek, kaydetmek, notaya dökmek için çalışıp durmuşlar; binlerce melodiyi ve türküyü gün yüzüne çıkarmışlar. Zoltan Kodaly, çocukların müzik eğitimi üzerine kendi adıyla anılan bir yöntem de geliştirmiş.

20.yüzyıl müzik dünyasının en büyüklerinden olan Bela Bartok, etno-müzikolojinin de kurucularından. Tamamen millî şeyler yaratmayı ve geleneksel müzik belleğini korumayı çok önemsemiş. 1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Bartok, Adnan Saygun ile birlikte Çukurova’da yerel müzikleri kaydetmiş, notaya dökmüş, Ankara Devlet Konservatuarı’nda Türk Halk Müziği arşivi oluşturulmasına da katkıda bulunmuş. Bugün, Osmaniye’de onun adını yaşatan bir sergi salonu ve müze bulunuyor. Ankara’da ise, Macaristan Büyükelçisinin İkâmetgâhında kendi piyanosu halâ duruyor ve kullanılıyor.

Yetenek ve Yaratıcılık

Genel olarak, Macarlar çok yetenekli ve yaratıcı bir toplum. Araştırmalar yapmayı ve yeni buluşlara imza atmayı seviyorlar. Buluşlarıyla bilime ve insanlığa yaptıkları katkılar sonucunda, birçok kez Nobel ödülü kazanmışlar.

Bugün hemen herkesin her gün kullandığı “tükenmez kalem” in bir Macar icadı olduğunu biliyor muydunuz? Ya da Macar bilim adamı Albert Szent-Györgi’nin her soğuk algınlığı yaşadığımızda kullandığımız “C Vitamini” ni bulduğu için Nobel ödülü kazandığını?

Yaptıkları araştırmalarla ve icatlarıyla bilime ve insanlığa katkılarda bulunmuş olan çok sayıda Macar bilim insanı var. Zaten, bu çalışmalar gözlerden kaçmamış ve bir çok Macar kökenli bilim adamı Nobel ile ödüllendirilmiş.

Nobel kazananlar

Nobel’e layık görülen ilk Macar Fülöp Lenard olmuş. Katot ışınları alanında yaptığı çalışmalarla, 1905 yılında Nobel Fizik ödülünü kazanmış. İkinci Nobel ödülü ise, 1914 yılında, Tıp dalında, Robert Barany’ye verilmiş.

1925 yılında Kimya dalında ödül kazanan Richard Zsigmondy ise sıvı karışımların heterojen yapısına dair çalışmaları ile tanınıyor. “C Vitamini” ni bulan Albert Szent- Györgyi de 1937 Nobel Tıp ödülünün sahibi. Szeged şehrindeki üniversitenin Tıp Fakültesi bugün onun adını taşıyor. 1943 yılında ise, György Hevesy Nobel Kimya ödülünü kazanan ikinci Macar olmuş. Radyoaktif izotopların kullanımı üzerinde çalışan Hevesy, Hafniyum elementini keşfedenlerden biri ve nükleer tıp dalının kurucularından olmakla da ünlü.

Nobel Tıp ödülünü üçüncü kez kazanan Macar olan György Bekesy, iç kulağın işitsel kısmının işlevi üzerine yaptığı araştırmalarla tanınıyor 1961 yılında ödülün sahibi olmuş. 1963 ve 1971 yıllarında ise, Nobel Fizik ödülleri Macarların. Önce Jenö Wigner nükleer fizik alanındaki çalışmalarıyla, sonra da, “Holografi” yi keşfeden Denes Gabor ödülleri kazanmışlar.

Ardından, peşpeşe iki Kimya ödülü geliyor: 1986 yılında, Janos Polanyi, 1994 yılında ise, hidrokarbür üretiminde devrim niteliğinde bir buluş yapan György Olah. Ama, 1994 yılında kazanılan bir Nobel ödülü daha var: Ekonomi ödülü, oyun kuramı alanındaki çalışmalarıyla tanınan Janos Harsanyi’ye verilmiş. 2000’li yılların Nobel ödüllüleri ise, 2002 yılında Nobel Edebiyat ödülünün sahibi olan İmre Kertesz ve 2004 Kimya ödülünü kazanan Abraham Hershko.

Mucitler ülkesi

Macaristan bir mucitler ülkesi; Nobel ödülü almasalar da çok önemli ve heyecan verici teknolojik buluşlara imza atanlar var. Örneğin, Leo Szilard atom araştırmalarıyla ünlü. Garip sorularla arkadaşlarının kafasını karıştırmayı pek sever ve politik kehanetleriyle tanınırmış. Bir otelde her zaman hazır bir bavulla yaşama alışkanlığı edinmiş. Zincirleme nükleer reaksiyon üzerine kafa yoran bu bilim adamı, nükleer enerjiyi askeri amaçlarla kullanmayı ilk geliştirenlerden. Amerika’nın Manhattan askeri araştırma projesinde çalışmaya başlamış ancak atom bombasının sadece caydırı amaçlarla kullanılması fikrinde olduğu için sorun yaşamış, başkaldırmış ve Avrupa’da Amerikalılarla rekabet edecek bir araştırma merkezi kurulmasına ön ayak olmuş.

Ede Teller ise hidrojen bombasının mucidi ve bu silahın ateşli savunucusu. Zor biri olan Teller, 80’li yıllarda Yıldız Savaşları programının da ana destekçilerinden olmuş; adını taşıyan bir göktaşı var. Todor Karman ise, havacılık ve uzay mühendisliği alanındaki katkılarıyla tanınıyor. I.Dünya savaşı sıralarında ilk helikopterlerden birinin de planlarını çizmiş, Ay ve Mars gezegenindeki kraterlere adı verilmiş.

Olağanüstü bir yetenek olan Janos Neumann, bilgisayarın yaratıcılarından. İki mercekli objektif ise, Jozsef Petzval tarafından bulunmuş. Elektrikli motor ve dinamonun mucidi de Anyos Jedlik. Karoly Zipernowsky de boş durmamış, iki meslektaşı Otto Blathy ve Miksa Deri ile birlikte elektrik transformatörünü bulmuş.

Tivadar Puskas telefon santralini icat etmiş. Söylentiye göre bütün dünyada kullanılan “alo” kelimesinin kaynağında o var; ilk denemesinde, Macarcada “duyuyorum” anlamına gelen “hallom” cevabını vermiş. Denemeyi izleyen yabancılar kelimeyi taklit edip tekrarlayınca uluslararası hale gelmiş. Donat Banki de karbüratörün mucidi. İlham kaynağının, ağzında su püskürten bir aparatla çiçek sularken gördüğü bir çiçek satıcısı olduğu söyleniyor.

Tükenmez kalemin yaratıcısı ise, gazeteci Laszlo Jozsef Biro. Nazi baskısı nedeniyle kaçtığı Arjantin’de, “mürekkep damlatmayan” kalemi üreten ilk fabrikanın açılması onun eseri. Zekâ ya da sabır küpü adını verdiğimiz ve 80’li yıllara damgasını vuran Rubik Küpü, mimar Ernö Rubik tarafından icat edilmiş. Bu sevimli mekanik bulmaca dünyanın en çok satılan oyuncağı; keşfinin 40. yıldönümü 2014’te kutlanacak.

Peter Karoly Goldmark ise renkli televizyonu geliştirmesi ve 1980’ler öncesinde müzik dinlenen her evde bulunan “uzunçalar”ların, yani 33’lük plakların yaratıcısı.

Matematikçi Frigyes Riesz fonksiyonel analizin kurucularından. Bugün kendi adıyla anılan teoremleri bulmuş. Yine dahi olarak adlandırılan Janos Bolyai, Öklid paralellik aksiyomunu kanıtlamış; üstelik benzer bir çalışmanın kendisinden önce yapıldığını bilmeden. Aralarında Çince ve Tibetçenin de bulunduğu dokuz dil biliyor ve çok iyi keman çalıyormuş. İstatistikçi Laszlo Kiss anket yöntemleri ve araçları konusunda önemli rol oynamış. Amerikan yönetiminin ilk resmi anket uzmanı ünvanına sahip ve birçok yeniliğe imza atmış.

Milyarder Charles Simonyi ise, Microsoft Word ve Excel programlarının geliştirilmesinde önemli rol oynamış bir bilgisayar yazılımcısı. Simonyi, uzaya iki kere giden ilk turist. Taşınabilir dosya sistemlerini oluşturmuş ve değişkenlerin isimlendirilmesiyle ilgili bir yöntem olan Macar Notasyonu’nu geliştirmiş.

Harikalar Diyarı

Macaristan’ın, Budapeşte dışındaki en popüler turizm merkezinin Balaton gölü ve civarı olduğu biliniyor. Ama, aslında ülkenin her köşesi farklı bir cazibeye sahip.

Macaristan küçük bir ülke olsa da, doğasının çekici özellikleri ve çok iyi korunmuş tarihî ve kültürel mirası sayesinde tam bir turizm cenneti. Ülkedeki 10 millî park, 38 koruma altına alınmış alan ve sayısız rezervde, kulaklarınızda kuş sesleri, su şırıltıları, saçlarınızı okşayan esintiler ya da teninizde hissettiğiniz güneşle, doğaya hayran kalmamak mümkün değil.

UNESCO, Macaristan’daki 8 yeri Dünya Mirası Listesine almış. Bunların hepsi gerçekten görülmeye değer ve hepsi de zaten dünyanın her tarafından gelen turistlerin ilgi odağı.

Dünya’ya miras

UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde tabii ki önce Budapeşte yer alıyor. Budapeşte deyince, Tuna nehri kıyıları, Buda Kalesi ve civarı ve ünlü Andrassy Caddesi de özellikle listeye dahil. Budapeşte, Dünya Mirası listesine 1987 yılında girmiş. Budapeşte gibi çok bilinen bir yer olmasa da, Cserhat tepeleri arasında, halâ Ortaçağ havası taşıyan birkaç yüz nüfuslu bir köy olan Hollokö de 1987 yılından beri Dünya Mirası listesinde. Bu küçük köydeki 50 kadar binanın çoğu tek katlı.

Kırma çatılı, oymalarla süslenmiş revaklarla çevrili, balkon ve pencereleri de çiçeklerle bezeli bu evlerin hepsi koruma altına alınmış ve Hollokö, içinde zamanda yolculuk yapıldığı hissini veren, çok sevimli bir müze-köy haline dönüştürülmüş.

Aggtelek Milli Parkı’nda bulunan ve UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan mağaralar ise, Macaristan’ın Slovakya ile birlikte paylaştığı iki milyon yıllık bir oluşum. Dantel gibi devasa sarkıtların yeraltında oluşturduğu bu farklı dünya tam 25 km uzunluğunda ve 712 mağaradan oluşuyor. Ayrıca ılıman iklim kuşağının en uzun aktif yeraltı nehrine sahip. Macaristan’da yer alan kısmı, Avrupa’nın en büyüklerinden olan Baradla Mağarası 17 km uzunluğunda. Masal dünyasından farksız sistem, solunum sıkıntısı çekenlerin derdine de derman oluyor.

Macaristan’ın batısındaki Pannonhalma Manastırı da, Dünya Mirası Listesine 1996’da girmiş. Adından belli olduğu gibi dinî bir yapı olan manastır, Benediktin rahipleri için 996 yılında inşa edilmiş. Yani, 1000 yılı aşan bir geçmişi var. Yaklaşık 250,000 kitaba sahip kütüphanesi ile ünlü.

Puszta adı verilen Macar stepleri ise, 1999’da Hortobagy Milli Parkı adıyla UNESCO Dünya Mirası listesine dahil olmuş. Atları, gri sığırları, ateş çiçekleri, kuşları ve tuzlu gölcükleri ile ülkenin en büyük milli parkı ve Orta Avrupa’nın koruma altındaki en büyük çayır alanı. Tisza nehri ve kollarıyla mükemmel bir ovaya dönüşmüş. Tulumbalı su kuyuları ve Macaristan’ın en uzun kara yolu taş köprüsü olan dokuz kemerli köprü yörenin sembolleri.

Hem doğa hem kültür açısından UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Fertö Gölü ve Tokaj-Hegyalja tarihi şarap bölgesi çok ilgi çeken yerlerden. Fertö bir su kuşları cenneti; göç döneminde su tavuğundan leyleğe, yaban ördeğine dek Avrupa’daki bütün kuş türleri buraya uğruyor. Avusturya-Macaristan sınırında bulunan Fertő, Orta Avupa’daki ikinci büyük step gölü. Sazlıklarla kaplı, tuzlu ve oldukça sığ. Daimi kıyısı yok, genişliği sürekli değişiyor, kışın da donuyor. Geçmişte birçok kez ortadan yok olmuş.

Avusturya sınırında, Fertö gölü yakınlarındaki Fertöd ise, göz kamaştırıcı Esterhazy Sarayı ile ünlü. Ülkenin bu en önemli barok yapısının ana kapıya uzanan, heykellerle süslü merdivenleri göz alıcı. Herbiri özenle dekore edilmiş 126 odasının tavanlarını seyrederken kendinizden geçebilirsiniz. Bahçeler Versailles Sarayı bahçelerinin kopyası. Bina, Macaristan’ın en zengin aristokrat ailesi Esterhazy’ler için yapılmış.

Romantik Balaton

Balaton, ülkenin ve Orta Avrupa’nın en büyük gölü. Plajları ve kaplıcalarıyla ünlü bu ince-uzun tatlı su gölü, denize kıyısı olmayan Macaristan’ın en çok turist çeken yerlerinden ve “Macar Denizi” olarak da anılıyor. Uzunluğu 78 km olan, genişliğiyse 1,5-15 kilometre arasında değişen göl, kış aylarında buz tutuyor. Nefes kesen güzelliğiyle “Romantik Göl” olarak adlandırılan Balaton, bazen fırtınalarla deliriyor ama genelde yelken sporu yapmaya çok elverişli. Derinliği 3-12 m olan gölde 40 çeşit balık yaşıyor; dolayısıyla bölgenin en meşhur yemeği paprikalı balık çorbası.

Gölün en gözde yerlerinden biri olan Tihany, Balaton’u keyifle izleyebileceğiniz bir yarımada. Tihany rezerviyse keşişlerin yaşadığı bazalt kayaları, lavanta tarlaları ve badem ağaçlarıyla ülkenin koruma altına alınan ilk bölgesi. Zala Nehri de Balaton Gölü’ne ulaşmadan önce bataklık bir alandan geçiyor. Yemyeşil adacıklarla bezeli, binlerce kuşa barınak olan, harikulâde görüntüye sahip bu kısma “Küçük Balaton” anlamına gelen Kis-Balaton deniyor.

Gölün yakın çevresi de ilginç köy ve kasabalarla dolu. Örneğin, Kapolnapuszta köyü ülkedeki tek manda rezervi. Nagyvazsony ise, kalesi ile meşhur. 15.yüzyılda şatoya dönüştürülmüş ve Kral tarafından, bir ulusal kahraman olan Pal Kinizsi’ye armağan edilmiş. Şatonun kulesinin yükseliği ise, 28 metre.

Şifa Kaynağı Göller

Yıl boyu balık kaynayan, ülkenin en büyük yapay gölü Tisza, harika plajlara, kampinglere, adacıklara, parklara, küçük koylara ve kaplıcalara sahip. Yelken, kayak, kızak gibi su sporları bütün Macar göllerinde keyifle yapılan bir uğraş. Dünyanın en büyük sıcak termal gölü Heviz, yılda 900’000 ziyaretçisi ile bir şifa kaynağı. 38 metre derinden saniyede 440 litrelik debiyle fışkıran sular, göl suyunun 48 saat içinde tamamen yenilenmesini sağlıyor. Az miktardaki radyoaktif özelliği bedeni gevşetiyor, romatizmaya iyi geliyor. İçilince hazmı kolaylaştırıyor, dip çamuru ise fizyoterapide kullanılıyor. Su sıcaklığı kışın bile 23-25 derece.

Macaristan’ın üçüncü büyük gölü Velence ise popüler bir tatil yöresi, “Güneşli Göl” olarak da anılıyor. Üçte biri sazlarla kaplı ve sığ. Çok sayıda plaja sahip olan, tekne gezintileri yapabileceğiniz bu sakin göl, kuşların doğal yaşam alanı. Mineral bakımından zengin suları balıkçılar için de ideal. Kışın donduğunda ise ayrı bir güzel.

Estergon ve Eğri

Macaristan’ın en büyük, Avrupa’nınsa üçüncü büyük katedraline ev sahipliği yapan Estergon’un Tuna manzarası görülmeye değer. Devasa yeşil kubbeli katedral dünyanın tek tuval üzerine yapılmış en büyük sunak tablosuna sahip. Katedralin en ilginç bölümü, kendisinden 300 yıl önce kızıl mermerden yapılmış olan Bakocz şapeli. Burası, Macaristan’da mükemmel halde korunmuş tek rönesans yapısı. Osmanlı kalesi ise Türklerin belleğinde özel bir yere sahip.

Türkçedeki adı “Eğri” olan Eger, Macaristan’ın en güzel barok şehirlerinden biri ve bin yıllık bir piskoposluk merkezi. Vaktiyle, Osmanlılarla ve Macarlar arasındaki en büyük çatışma Eğri Kalesi yakınlarında olmuş. Bu konuda, Geza Gardonyi’nin yazmış olduğu “Eğri Yıldızları” adlı eserin bu yıl Türkçe olarak çıktığını da belirtelim. Eğri, her sokak köşesini süsleyen ve hayranlık uyandıran yapıları, Türklere direnişiyle tanınan şatosu, katedrali ve 40 metrelik minaresiyle özel bir yer. Hayli zengin kütüphanesinde Macaristan’da 1473’te basılan ilk kitap bulunuyor. Ülkenin ilk astronomi müzesi Spekula Gözlemevi de burada. Çok kaliteli kırmızı şaraplara sahip Eğri’de yüzlerce yıllık kavları ziyaret edebilir ve Egri Bikaver şarabını tadabilirsiniz.

ZERAFETİN ADI
Herend Porselenleri

Macaristan’ın ünlü Herend porselenleri desenlerinin zerafeti ile tanınıyor. El yapımı bu porselenler dünyadaki bütün aristokratların gözdesi.
Herend porselenlerinin serüveni, 1826’da, Macaristan’ın batısında, Balaton gölü yakınlarındaki Herend köyünde başlamış. O yıl Vince Stingl tarafından kurulan fabrika, 1839’da Mor Fischer’e satılmış. Fischer’in yönetiminde üretilen kaliteli porselenler Viyana, New York, Paris gibi uluslararası sergilerde 24 büyük ödül ve altın madalya kazanmış. 19.yüzyıl ortalarında Habsburg Hanedanı ve Avrupalı aristokratlar fabrikanın devamlı müşterileriymiş.

Herend ürünleri, bugün müzelerde ve özel koleksiyonlarda yer alıyor. Özelleştirildikten sonra daha üretken hale gelen fabrika, 60 ülkeye ihracat yapıyor. Mükemmel işçiliği nedeniyle “Porselenin Kraliçesi” olarak adlandırılan Herend, beyazlığı, şeffaflığı ve duruluğu ile göz kamaştıran bir ürün. Bütün figürler ve boyama işlemleri el yapımı ve eski yöntemler uygulanıyor; gelenekler özenle korunduğu için de kalite hiç değişmiyor.

Modellerin en tanınanı “Viktoria”, çünkü İngiltere Kraliçesi Victoria, bu modeli Windsor şatosu için sipariş etmiş. Herend o yıllardan beri İngiliz Kraliyet ailesi sofrasının değişmez markası. En meşhur serilerden biri de “Rothschild Serisi”. 19.yüzyılda, Rothschild’lerin satın aldıkları av figürlü Herend Porselenleri o günden bu yana ailenin adını taşıyor. Çin motifli “Herend Classic” ve bol çiçekli “Apponyi”, diğer ünlü seriler.

Herend’in üç yıllık okulunda, el yapımı porselende dünya lideri olan bu ürüne değer katan tasarımcılar ve ressamlar özenle yetiştiriliyor. Süslemelerde doğadan esinleniliyor; ince ince işlenmiş kuşlar, çiçekler, kelebekler, şelâleler ya da Çin desenleri, iç açıcı bir hava yaratıyor. Doğanın tüm renklerini görebileceğiniz porselenler inanılmaz bir canlılığa sahip. İlk üretimin yapıldığı fabrika, 1964 yılında restore edilerek müze haline getirilmiş. Rengârenk müzede 187 yıldır üretilen binlerce ürün titizlikle sergileniyor.

SOFRANIN YILDIZLARI:
GULAŞ, PAPRİKA VE TOKAY

Dünyaca ünlü “gulaş”, Macarların millî yemeği ve ülkenin her yerinde sofraları süslüyor. “Paprika” ise, bir çok Macar yemeğinin vazgeçilmez baharatı; her yemeğe lezzet katıyor. Bu yemeklere de, en iyi “Tokay” (Tokaji) şarabı eşlik ediyor.

Macar mutfağı, çeşitli et yemeklerine, mevsim sebze ve meyvelerine, süt ürünlerine ve taze ekmeğe çok yer veren zengin bir gelenek sergiliyor. Aslında, Macar mutfağının gelişim süreci, Macarların uzun tarihleri kadar eski. Önceleri, göçebe Macar kabilelerinin kısıtlı imkânlarına göre şekillenen yemek geleneği, 9.yüzyıl sonlarında Macarların Karpat havzasına yerleşmelerinin ardından komşu halklardan gelen yeniliklerle tanışmış ve giderek bugünkü çeşit zenginliğine ulaşmış.

Tencere yemekleri

Macar mutfağında tencere yemeklerinin özel bir yeri var. Zaten, tencere, bakraç ve kazan gibi yemek pişirme gereçleri, göçler sırasında Asya’dan buralara kadar Macarlarla birlikte gelen malzemeler arasında bulunuyor. Çünkü, bunlar hayatı kolaylaştıran aletler: et, sebze, baharat gibi çeşitli malzemeyi içine koyduğunuz tencereyi, bakraçı ya da kazanı, açık havada yaktığınız ateşin üzerine koyuyorsunuz, birkaç saat sonra yemeğiniz hazır.

Örneğin, ünlü Macar yemeği “gulaş” bu geleneğin ürünü. Genellikle, içinde et ve sebze oluyor, paprika ve başka baharatlarla da lezzeti arttırılıyor. Gulaş için, dana, koyun veya domuz eti kullanılabilir ama en hakikisi sığır etinden yapılıyor. Sebze olarak da havuç, kereviz ve patates eklenmeli. Paprika ve soğan mutlaka olacak; ayrıca sarmısak ya da başka aromatik otlar eklemek isteğe bağlı. Pişirme sırasında biraz sirke eklemek de adetten, ama bazıları şarap koymayı tercih ediyor.

Gulaş, küçük değişikliklerle ülkenin her bölgesinde yapılıyor. Bazı farklılıklar ise yeni bir marka gibi ün kazanmış. Örneğin, içine makarna ve patates koymak yerine, pirinç ve lahana konularak yapılana “Csango Gulaşı” deniyor. “Likocsi Gulaşı” ise, domuz etinden yapılan ve içinde makarna ve patates yerine sadece şehriye olanı. En bilinen bir başkası da, “Szekely Gulaşı”: içinde patates yok, lahana ve ekşi krema var. “Birkagulaş” ise koyun etinden yapılıyor ve kırmızı şarap ekleniyor.

Elbette ki, Macar yemekleri ülkedeki gulaş çeşitleri ile sınırlı değil. Bir çoğu Türk damak tadına hiç de yabancı olmayan pek çok yemek, Macar sofralarından eksik olmuyor. Mesela, nefis bir kıymalı lahana sarması, biber dolması, etli-sebzeli güveç ya da bildiğimiz kapuska, her an karşımıza çıkabilir.

Ama pek aşina olmadığımız yeni lezzetler denemek istiyorsanız, örneğin “Fözelek” ile başlayabilirsiniz. Fözelek, bir nevi sebzeli güveç. Sulu yemek sayılıyor ama aslında pelte kıvamında oluyor. Çeşitli sebzelerin kısık ateşte bir arada pişirilmesi, içine de paprika, soğan, sarmısak ve sirke gibi lezzet verici maddeler katılması şeklinde yapılıyor, köfte veya sosis eşliğinde servis ediliyor. “Pörkölt” ise gulaş’a benziyor ama içinde bol paprika var, patates yok.

Av etlerinin ve balık yemeklerinin de revaçta olduğu Macaristan’ın en ünlü balık çorbası “Halaszle”ye bol acı paprika ekleniyor. “Husleves” ise, sebzeli ve tavuk etli bir çorba. Başta Viyana usulü Şnitzel olmak üzere, Orta Avrupa’ya has bir çok yemeği Macaristan’da da bulmak mümkün. Genellikle sofrada ekmek çok önemli. Ekmeğin buradaki adı “Kenyer”; mutlaka taze olmalı. Ay çöreği ya da krep gibi un mamulleri de çok seviliyor ama en popüler olanının adı, tıpkı Türkiye’deki gibi: “Poğaça”.

Paprika

Macar mutfağına özel bir lezzet veren “paprika”, aslında herkesin bildiği kırmızı biber. Amerika’nın keşfinden sonra, İspanyollar tarafından Avrupa’ya getirilmiş. 16.yüzyıldan beri Avrupa Saraylarında ve seçkin mutfaklarda kullanıldığı biliniyor. Zaten, Macaristan’a da saray mutfakları aracılığıyla girmiş. Önceleri, sadece elit sınıflar tarafından tüketilirken, 19.yüzyılda bütün ülkeye yayılmış, bütün mutfakların gözdesi olmuş.

Kelime anlamı “bibercik” olan Paprika, pişmiş yemeğin üzerine ekilen bir baharat olarak kullanılmıyor. Sıcak ayçiçeği yağına veya hayvansal yağların içine konuluyor ve yemek pişerken aroması her yanı sarıyor. Ama dikkatli olmak lâzım, eğer çok sıcak yağda uzun süre kalırsa, tadı çok acı olabilir.

Bugün, Szeged ve Kalocsa, paprikanın üretim merkezi sayılıyor. Üretimde bir yandan geleneksel yöntemlerin kullanılmasına özen gösterilirken, bir yandan modern makinalar da kullanılıyor. Paprikaların acılık dereceleri hep aynı düzeyde değil. Tatlı paprikadan, çok acı olana kadar çeşitli ürünler var. Renkleri de değişebiliyor. Koyu kırmızı paprika en acı olanı ama, sarı paprika da gözlerinizi yaşartabilir.

Macar şarapları

Macaristan’da şarap kültürü eski bir gelenek. Karpat havzasındaki şarap bölgelerinde, dünyanın en özgün ve kaliteli şarapları üretiliyor. Şarap meraklısı olup da ünlü Tokay (Tokaji) şarabını duymamış olan var mıdır? Bu meyve aromalı, tatlı beyaz şarabın yanında, kırmızı Eğri Bikaver’in (Boğa Kanı) ünü de sınırları aşmış bulunuyor.

Macaristan’da başlıca 7 şarap bölgesi var. Bu bölgeler ayrıca 27 alt bölgeye bölünmüş. Balaton gölünü çevreleyen “Balaton Şarap Bölgesi”, Budapeşte yakınlarındaki “Etyek” alt bölgesi, ülkenin kuzeyindeki “Eğri (Eger) Şarap bölgesi” ve tabii ki, kuzey- doğudaki “Tokay Şarap Bölgesi”, en güzel şarapların üretildiği alanlar.

Bu şarap ülkesinde, doğal olarak, şarap festivalleri de hiç eksik olmuyor. Her yıl düzenlenen yaklaşık 14 kadar festivale yerli ve yabancı turistler neşe içinde katılıyorlar. Yıllık festivallerin biri küçük Sopron kentinde; biri, Türkçe adı Eğri olan Eger’de; ikisi Macar şarapçılığının merkezi sayılan Tokaji’de; diğerleri ise başkent Budapeşte’de gerçekleşiyor.

SAĞLAM BİR
EĞİTİM SİSTEMİ

Macaristan’da eğitim sisteminin geçmişi kraliyet kurumlarına dayanıyor; akademik altyapısı son derece sağlam. Bu küçücük ülkede, yüksek kalitede eğitim veren 29 üniversite ile çok sayıda yüksek okula dağılmış yaklaşık 400,000 öğrenci var.

Macaristan, ötedenberi eğitime çok önem veren, insanlarının kaliteli bireyler olması için çaba harcayan bir ülke olarak biliniyor. Bu nedenle, eğitim sistemi her zaman plânlı, programlı bir şekilde yürütülmüş. Ama, 1990’lı yıllarda ülkenin yaşadığı siyasî ve sosyal değişikliklerin ardından, eğitim sistemi güncel koşullara uyacak biçimde yeniden yapılandırılmış.

Eğitim, Macaristan’da sadece Devlet eliyle yürütülen bir sektör değil. Devletin yanında, yerel yönetimler, azınlık yönetimleri, vakıflar, kiliseler ve gerçek kişiler de okullar açıp eğitim yapabiliyorlar. Devlet, verimliliği arttırmak amacıyla, zaman zaman bu okullara maddi yardım sağlıyor.

Üniversite öncesi

Macaristan’da, 5-16 yaş arasındaki çocuklar için, eğitim zorunlu. Küçük öğrenciler, ilkokul öncesinde “ana okulu”na gidiyorlar. İlkokul dönemi ise, genel olarak 8 yıl. İlkokuldan sonra, öğrenciler isterlerse genel liselere, isterlerse de meslek okullarına yönelebilirler. Sistemde, Meslek Okulları da ikiye ayrılmış durumda. Bazılarından mezun olanlar isterlerse öğrenimlerini Üniversite’de sürdürme hakkına sahip olurken, diğerlerini bitirenler doğrudan iş hayatına atılıyor.

Adında da belli olduğu gibi, Meslek okullarının amacı öğrencilerini meslek sahibi yapmak ve bir an önce topluma kazandırmak. “Gimnazium” adı verilen genel liseler ise, öğrencilerini çeşitli bilgilerle donatıp, üniversiteye hazırlıyor. Bu çeşitli bilgiler arasında, her öğrenciye iki yabancı dil öğretmek da var.

Yüksek öğretim

Macaristan’da “Yüksek Öğretim” deyince, Üniversiteler ve “Kolej” diye adlandırılan Yüksek Okullar anlaşılıyor. Üniversiteler ile Kolej’lerin büyük bir kısmı devlete ait. Ama, sayıları çok az da olsa, kiliselere ait olanlar ve özel Kolej’ler de var. Hatta, bazı yabancı eğitim kurumlarının da Macaristan’da tesisleri bulunuyor. Ülkede, toplam 72 Üniversite veKolej yüksek öğretim kurumlarını oluştururken, bunların içinde 176 fakülte yer alıyor.

Bu okullar, ülkenin her yanına dağılmış olsa da, en iyilerinin ve en donanımlı araştırma laboratuarlarının çoğu Budapeşte’de. Örneğin, ülkenin en prestijli okulu sayılan Lorand Eötvös Üniversitesi, 1770 yılından bu yana Budapeşte’de eğitim veriyor. Aslında, 1635’de Kardinal Pazmany tarafından, Nagyszombat kasabasında kurulmuş, ama 1770-1780 yılları arasında, Kraliçe Maria- Theresa’nın emriyle Budapeşte’ye taşınmış. Bugün 8 fakültesi, 1800 öğretim elemanı ve 30,000 öğrencisi var. Macaristan’daki tek Türkoloji fakültesi de bu üniversitede ve Avrupa’nın en iyilerinden biri sayılıyor.

Kütüphanesi çok değerli belgelere sahip: 4 yüzyıl boyunca toplanan tam 1,6 milyon doküman! Mezunları arasında Nobel ödüllü bilim insanları ve pek çok ünlü politikacı bulunuyor. Bugünkü Cumhurbaşkanı Janos Ader ve Başbakan Viktor Orban da bu okuldan.

Tuna kıyısında, neo-rönesans tarzı heybetli bir binaya sahip olan Budapeşte Corvinus Üniversitesi de ekonomi ve sosyal bilimler konusunda uzmanlaşmış. 1920 yılında kurulan okulda 6 fakülte bulunuyor ve bu fakültelerde 18,000 öğrenci eğitim görüyor.

1782’de kurulan Budapeşte Teknoloji ve Ekonomi Üniversitesi ise yetiştirdiği mühendislerle meşhur. Mezunları arasında 4 Nobel ödüllü bilim adamı var. Yaklaşık 14,000 öğrencisinin 800’ü yabancı ve 50 farklı ülkeden gelmişler. Bu dünya çapındaki okulda, eğitim Macarca ve İngilizce olarak veriliyor.

Budapeşte dışında ülkenin diğer şehirlerinde de oldukça önemli üniversiteler var: Debrecen, Gödöllö, Györ, Kaposvar, Miskolc, Pecs, Sopron, Szeged ve Veszprem Üniversiteleri.

Yaklaşık 35,000 öğrencisi olan Debrecen Üniversitesi’nin ana binası Macaristan’ın en güzel yapılarından sayılıyor. Okul ayrıca ülkenin en büyük ikinci kütüphanesine sahip. Sopron’daki Batı Macaristan Üniversitesi ile kuzey Macaristan’daki Miskolc Üniversitesi’nin temeli, 1735’te Selmecbanya’da (bugün Slovakya’da) kurulan Madencilik ve Metalurji Endüstrisi Okulu’na dayanıyor.

Pecs Üniversitesi ise Macaristan’ın en eski üniversitesi; ilk olarak 1367 yılında kurulmuş. Yetkin araştırma ve eğitim aktiviteleri ile ülkenin en değerli yüksek öğretim kurumlarından biri ve toplam öğrenci sayısı 25.000 civarında. 1872’de kurulan Szeged Üniversitesi de çok itibarlı bir öğrenim kurumu. Özellikle, kütüphanesi Avrupa’nın sayılı kütüphanelerinden olmakla ünlü. 12 fakültesi olan üniversitenin Tıp ve Eczacılık fakülteleri çok rağbet görüyor. İngilizce dilindeki bu fakültelerde bir çok Türk öğrencinin eğitim görmekte olduğunu ve ülkede okuyan Türk öğrenci sayısının her yıl arttığını da belirtmeden geçmeyelim.

Tarih Kokan Binalar

Budapeşte’de çeşitli dallarda eğitim veren çok ünlü okullar da var: Bartok, Erkel, Ligeti gibi ünlülerin yetiştiği Ferenc Liszt Müzik Üniversitesi, Macaristan’ın en ünlü okulu. Liszt, kurucularından biri ve ilk başkanı olduğu bu okulda 10 yıl ders vermiş, bir süre de üniversitenin bugün “Eski Akademi” olarak anılan binasının birinci katında yaşamış.

Özel üniversiteler içinde uluslararası düzeyde adından söz ettirenler ise, eğitim dili Almanca olan Budapeşte Gyula Andrassy Alman Üniversitesi ile Macar kökenli ünlü Amerikalı milyarder Soros tarafından 1991’de kurulan Orta Avrupa Üniversitesi.

Ülkedeki araştırma kurumları arasında, 1825’de kurulmuş olan Macaristan Bilimler Akademisi ilk sırada geliyor. Her Macar bilim insanı için, Akademi’de görev almak bir gurur kaynağı. Sosyal bilimlerde kalitesiyle ön plana çıkan kurum, bir çok sosyolog, dilbilimci, tarihçi, psikolog, psikanalist ve ekonomist yetiştirmiş. Ama Macaristan özellikle, önemli teknolojik buluşlara imza atmış fizikçileri, kimyagerleri ve matematikçileriyle tanınıyor.

Sayfalar