Project Description
Mısır
DİPLOATLAS – MART 2011
DiploAtlas
Mart 2011
Merhaba,
DİPLOMAT ATLAS’ın bu sayısında mercek altına aldığımız Mısır, Arap dünyasının en önemli ülkelerinden biri. Orta Doğu’nun bu çok önemli ülkesi, geçtiğimiz günlerde, bir halk hareketinin başlamasıyla dünyanın gündeminde ilk sırada yer almıştı. Önce protesto gösterileri ile başlayan ve kısa sürede kitlesel bir harekete dönüşen eylemler artık amacına ulaşmış bulunuyor. Başkan Hüsnü Mübarek, halkın isteği doğrultusunda istifa ederek yönetimi “Yüksek Askeri Konsey”e devretti. Şimdi, Mısır’da, bir an önce demokratik düzene kavuşmak için büyük bir çaba sürdürülüyor. Programa göre, yaklaşık altı ay içinde, seçimler yapılmış ve ülkede yeni bir demokratik yaşam yerleşmiş olacak.
Mısır’ın Türkiye ile de tarihten gelen güçlü bağları var. Ülkemizde ataları yüzyıllarca Mısır’da yaşamış çok sayıdaki Türk ailesinin varlığı bir yana, Mısır’da da büyükbabası veya büyükannesi Türk olan çok sayıda Mısırlı aile bulunuyor. Son yıllarda, Mısır ile Türkiye arasında yaşanan ticari ve ekonomik ilişkilerin yoğunluğu da, hiç kuşkusuz iki ülkeyi yakınlaştıran diğer bir unsur.
Aslında, Mısır deyince akla iki farklı kavram geliyor: halâ bütün ihtişamıyla ayakta duran göz kamaştırıcı eski Mısır uygarlığı, ve günümüzdeki çağdaş, güçlü ve bölgesinin lider ülkesi olan Mısır. Her iki Mısır’ı da, iç sayfalarımızda okuyucularımıza tanıtmaya çalıştık.
Modern Kahire ve İskenderiye’nin yanında, son yılların gözde tatil beldesi Şarm el-Şeyh’i ve eski Mısır uygarlığının Nil nehri boyunca uzanan Karnak, Luksor ve Assuan gibi kentlerini iç sayfalarımızda okuyabilirsiniz. Ayrıca Süveyş kanalının ilginç hikâyesinin de ilgi çekeceğini umuyoruz.
Türkiye ile Mısır arasındaki turizm, aslında henüz beklenen düzeye ulaşabilmiş değil. İki ülke arasındaki uçak seferlerinin artmasına rağmen, turistik yolculukların yeterli olmadığı belirtiliyor. Mısır’ın Ankara’daki Büyükelçisi Abderahman Salaheldin de aynı görüşte. Kendisiyle yaptığımız mülâkat, ilginç unsurlar içeriyor. Örneğin, Türk ticari firmalarının Mısır’a duydukları ilginin giderek arttığını öğreniyoruz.
Türkiye ve Mısır, bölgelerinin temel direği olan ülkeler. Bu nedenle birbirlerini daha iyi tanımaları ve daha çok işbirliği halinde olmaları gerekiyor. Zaten o yola da girmişler. Yakın bir gelecekte, her iki ülkenin daha da yakın ilişkiler içinde oldukları görülürse, buna hiç de şaşırmamak gerekecek.
Kaya Dorsan
MISIR’DA HALK HAREKETİ BİR DEVİN UYANIŞI
25 Ocak 2011 tarihinde Mısır’da başlayan halk hareketi, 18 gün sonra Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in istifasıyla sonuçlandı. Bu şaşırtıcı gelişmenin ardından, şimdi Mısır’da demokrasiye geçiş dönemi başlamış bulunuyor.
25 Ocak – 11 Şubat 2011 tarihleri arasındaki 18 gün dünyanın en eski ulus devletlerinden ve en büyük uygarlıklarından biri olan Mısır’ın tarihinde oldukça kısa bir dönem olsa da, Ortadoğu’nun ve aslında tüm dünyanın en şaşırtıcı siyasi olaylarından biri olarak tarihe geçecektir. 25 Ocak tarihinde birkaç gösteri şeklinde ortaya çıkan protestolar, 4 Şubat’ta, Mısır’ı yeniden bölgesel ve küresel siyasetin gündemine taşıyan yüzbinlerce Mısırlı’nın, geniş siyasi ve ekonomik reformların derhal uygulanmasını talebiyle, Kahire’nin ünlü Tahrir (Özgürlük) Meydanı’nda toplanmasıyla doruğa ulaştı. Değişim, özgürlük ve sosyal adalet ilkelerini savunan milyonları biraraya getiren gösteriler çok geçmeden ülkenin en kuzeyindeki İskenderiye ve El-Ariş’ten, en güneyde, Sudan sınırına yakın Luxor’a kadar ülkenin tamamına yayıldı.
11 Şubat tarihinde de, milyonlarca Mısırlının protestoları nihayet amacına ulaştı ve Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek istifa ederek yönetimi Yüksek Askeri Konsey’e devretti. Ufukta görünen demokrasiye geçiş süreci nedeniyle derin bir soluk alan Mısırlılar bu durumu sevinç gösterileriyle kutladılar. Akıllara durgunluk veren bu birkaç gün içerisinde, Arap dünyasının bu güçlü ulusu yeni bir güven ve heyecan duygusu ile tanıştı ve ülkede geçtiğimiz yüzyılda hiç yaşanmamış olan bir özgürlük havası esmeye başladı.
Bazıları için ise Mısır’daki bu gelişmeler pek çok açıdan oldukça şaşırtıcıydı. Bazıları, İsrail’in güvenliğinden Batı’ya petrol akışının korunmasına ya da Batı karşıtı bir hükûmetin yönetime gelmesi korkusuna kadar bir çok nedenle mevcut rejimin korunması gerektiğini savundular. Mısır’daki olayları izlerken, pek çok kişi bölgedeki siyasi boşluğun demokratlar yerine diktatörler tarafından doldurulması gerektiği inancını yineledi. Diğerleri ise kaosun süreceğini iddia ettiler. Ancak, şu ana kadar bu tahminlerin tümü büyük ölçüde yanlış çıktı. Ulusal tarihlerinin bu önemli dönüm noktasında, sivil ve asker tüm Mısırlılar tam anlamıyla işleyen bir demokrasinin tesisi için birleşmiş durumdalar. Bu, yalnızca Mısır’ı değil aynı zamanda Arap dünyasının geri kalanını da etkileyecek kapsamlı siyasi değişiklikler için önemli bir fırsat.
Demokrasi’ye giden yol
Halkın talepleri doğrultusunda, Mısır Yüksek Askeri Konseyi sivil yönetime geçiş için altı aylık bir dönemde ve üç adımda uygulanacak bir program tasarlamış bulunuyor. Konsey, ilk olarak, birkaç hafta içerisinde halk oyuna sunulacak olan anayasa değişikliği paketini hazırlayacak seçkin hukukçuları bir araya getireceğini açıkladı. Aslında, Askeri Konseyin demokratik geçiş sürecini bu denli sahiplenmesinin süreçten en çok kuşku duyanları bile şaşırttığı söylenebilir. Ülkenin en saygın yargıçlarından Tarık el- Bishri’nin başkanlığındaki Anayasa Değişikliği Komitesi’ne, Mısır’daki demokratik dönüşümü engellediği düşünülen maddeleri değiştirme görevi verildi. Protestocuların da istekleri doğrultusunda, önce, cumhurbaşkanlığı adaylığını kolaylaştırmak, cumhurbaşkanlığı süresini 6 yıldan 4 yıla indirmek ve aynı kişinin arka arkaya en fazla iki kere cumhurbaşkanı olabilmesine imkân vermek amacıyla, Anayasanın 76. ve 77. maddeleri değiştirildi. Komite, ayrıca, seçimlerin hukuki denetiminden, Cumhurbaşkanının yetkilerini sınırlamaya yönelik pek çok düzenlemeye yönelik olarak başka maddelerin de değiştirilmesini önerdi. Önerilen değişiklikler arasında 100 üyeden oluşan bir kurucu meclisin yeni bir anayasa yapması da vardı. Cumhurbaşkanına sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması ya da terörizm ile ilgili bir davayı herhangi bir adli kuruma yönlendirme yetkisini veren 179. Madde Anayasadan tamamen çıkarıldı. Bu değişikliklere ilişkin halk oylamasının Mart ayının sonunda gerçekleştirilmesi bekleniyor.
Mısır Yüksek Askeri Konseyi, ikinci olarak, anayasa değişikliklerinin kabul edilmesini takip eden iki ay içerisinde genel seçimlerin yapılacağını açıkladı. Yüksek Askeri Konseyin açıkladığı üçüncü aşamaya göre, daha sonraki iki ay içerisinde de Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacak ve böylece geçiş süreci tamamlanmış olacak. Konsey demokratikleşme sürecine bağlılığını, şikayet konularına ilişkin somut adımlar atarak da kanıtlamış bulunuyor. Adı yolsuzluğa karışanların yargılanabilmesi için bazı adımlar atıldı bile. Yüzlerce şikayet başsavcılığa intikal ettirildi ve bu dosyalar halen etkin ve bağımsız bir yargı tarafından inceleniyor. Bu süreçte, şu ana kadar eski bakanları ve iktidar partisinin önde gelen bazı isimlerini içeren sansasyonel olaylar da ortaya çıkmış durumda.
Peki Mısır’ı gelecekte neler bekliyor? Çöküş veya aşırı uç korkularının aksine, Mısır’da demokrasinin ve kapsamlı bir siyasi sistemin giderek güçlendiğini görüyoruz. Uzmanlar gençlik hareketlerinin çok sayıda siyasi partinin ve soldan aşırı liberal kanada kadar tüm siyasi yelpazeyi kapsayan koalisyonlara yol açacağını tahmin ediyor. Halk hareketini başlatan güçlerin bizzat içinden çıkan bu partiler pek çok Mısırlı tarafından, “devlet destekli” yada “konrollü” muhalefet olarak görülen önceki partilerin aksine, Mısır halkının geniş ölçüde desteğini alacak gibi görünüyor.
Yurt dışından yorumlar
Bölge ülkelerinin ve tüm dünyanın Mısır’daki olayları dikkatle izlemesi şaşırtıcı değil. Mısır’daki halk hareketi pop şarkıcılarından siyasetçilere kadar dünyanın bir çok yerinden pek çok kişiye ilham kaynağı oldu. ABD Başkanı Barack Obama “Mısırlılar bize ilham verdi. Bunu da ancak adaletin şiddetle kazanılabileceği fikrinin doğru olmadığını ortaya koyarak yaptılar” dedi. İngiltere Başbakanı David Cameron “Mısırdaki halk hareketini okullarda ders olarak okutmalıyız” derken, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer “Mısır halkı yeryüzündeki en muhteşem insanlar… Nobel Barış ödülünü hakediyorlar” şeklinde konuştu. Mısır’daki olaylara tepkileri özetleyen bir diğer ifade de İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’ye ait: “Mısır’da yeni birşey yok. Mısırlılar her zamanki gibi tarih yazıyorlar.”
Nüfusu her 9 aylık sürede 1 milyon kadar artan Mısır, yaklaşık 85 milyonluk nüfusu ile Ortadoğu’da en büyük, Afrika kıtasında ise ikinci büyük nüfusa sahip ülke. Bir çok uluslararası ekonomik ve mali kuruluşun yaptığı tahminlere göre, Mısır ekonomisi, satınalma gücü bakımından 2012, ya da en geç 2014 yılında Afrika’nın en büyük ekonomisi haline gelecek. Mısır’ın, tıpkı Türkiye gibi, 2025 yılında dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alacağı konusunda bir fikir birliği var. Goldman Sachs tarafından hazırlanan bir rapora göre, Ortadoğu ülkelerinden yalnızca bu iki ülke 2050 yılında dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alabilecek. Mısır’ın Arap dünyası üzerindeki kültürel etkisi, hiç kuşkusuz, küresel barışa ve güvenliğe katkıda bulunabilme gücünü daha da arttıracaktır. Yeniden elde ettiği özgüveni, şimdi kurulmakta olan demokratik yönetim ile birleştirir ve küresel dünyayla bütünleşme yeteneğini sınırlayan eski sistemin etkisinden çıkarsa, Nil Nehri kıyılarında yaşayan bu çalışkan insanların yapabilecekleri şeyler sınır tanımaz. Evet, dev uyandı ve eskiden beri yaptığı gibi, yine harikalar yaratmaya devam edecek..
BÜYÜKELÇİ ABDERAHMAN SALAHELDIN:
“İLİŞKİLERİMİZ YOĞUN
BİR DÖNEM YAŞIYOR”
Mısır’ın Ankara büyükelçisi, Abderahman Salaheldin, oldukça meşgul birisi. Mısır’da son dönemde yaşanan halk hareketi ve rejim değişikliğinin etkileri bir yana, Ortadoğu’da barışın iki temel direği olan Türkiye ve Mısır arasındaki siyasi istişarelerin yoğunluğu da sürüyor. Ayrıca, 2007 yılında yürürlüğe giren serbest ticaret anlaşmasından bu yana ekonomik ilişkiler de en yoğun dönemini yaşarken, tur operatörleri, yazarlar ve dizi senaristleri de yolları sık sık kesişen bu iki halk arasındaki bağları kuvvetlendirmek için çalışıyorlar. Diplomat Atlas Büyükelçi Salaheldin ile bu konuları ve ülkedeki son siyasi gelişmeleri görüştü…
DİPLOMAT ATLAS: Mısır ve Türkiye diplomatik olarak ne kadar yakın?
A. SALAHELDIN: Çok yakın ikili ilişkilerimiz var. Cumhurbaşkanı Gül geçtiğimiz yılın Temmuz ayında Mısır’a tarihi bir ziyaret gerçekleştirmişti, birkaç hafta önce yeni bir ziyarette bulunup, Mısır’ın yeni yönetimi ile görüştü. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da çok yakın bir tarihte Mısır’ı ziyaret edecek. Ayrıca, bölgesel konularda da işbirliği içerisindeyiz. Arap topraklarında İsrail’in 1967 yılında başlattığı işgalin acilen sona erdirilmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması konusunda mutabıkız. Ülkelerimiz kendi bölgelerinde öncü ülkeler ve bölgeleri ile diğer uygarlıklar arasında köprü vazifesi görüyorlar. Her iki ülke de komşularıyla iyi ilişkiler kurmayı seçiyor. Mısır, bu süreci 1979 yılında cesaret verici bir girişimle başlattı, Türkiye de “sıfır sorun” politikası ile aynı yolu izliyor.
Ayrıca, her iki ülke de nükleer silahsızlanmayı ve Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmış olmasını destekliyor. Bu, İran’dan İsrail’e kadar her ülke için geçerlidir. Irak’ın bütünlüğünün önemi konusunda aynı fikirdeyiz. Bu ülkenin iç karışıklıklarını yenme çabalarını ve uluslararası terörizmle mücadelesini destekliyoruz. Aşırı uçları kontrol altına almak gerektiği konusunda ve terörist faaliyetlerin hiçbir haklı nedeni olamayacağı hususunda da hemfikiriz.
DİPLOMAT ATLAS: Biraz da Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkilerden konuşalım. Ekonomik ve ticari ilişkiler ne durumda?
A. SALAHELDIN: Türkiye ve Mısır 2005 yılında bir serbest ticaret anlaşması yaptı, ancak bu anlaşma 2007 yılında yürürlüğe girebildi. O zamandan bu yana, ticaret hacmi 4 kat artarak $3.2 milyar dolara ulaştı. Ayrıca, Mısır’da tekstil, petrokimya, ilaç ve diğer pek çok alanda faaliyet gösteren 200’den fazla Türk şirketi var.
DİPLOMAT ATLAS: Türk şirketleri neden Mısır’da yatırım yapıyor?
A. SALAHELDIN: Serbest ticaret anlaşmasının yanında Mısır ayrıca vergi muafiyeti ve uygun fiyata arazi gibi pek çok kolaylık sağlıyor. Nitelikli işgücü ve enerji de Mısır’da Türkiye’dekinin altıda biri maliyetle elde edilebiliyor. Mısır’ın gittikçe güçlenen bir ekonomisi var ve özellikle ev tipi cihazlar gibi tüketici ürünlerinde çok hızlı büyüyen bir pazar. Ayrıca, ürünler pek çok Arap ve Afrika ülkesine vergiden muaf olarak ihraç edilebiliyor. Örneğin pek çok tekstil ve giyim firması mallarını “QIZ” (Nitelikli Sanayi Bölgeleri) anlaşması kapsamında ABD’ye ihraç edebiliyor.
DİPLOMAT ATLAS: Mısır’da faaliyet gösteren Türk şirketlerinden örnekler verebilir misiniz?
A. SALAHELDIN: Örneğin Şişecam bir cam fabrikası açıyor. İş Bankası Mısır’da bir şube açıyor, sanırım bunun devamı da gelecek. TEMSA, Mısır için ve Afrika ülkelerine ihracat için yolcu otobüsleri üretiyor. “COMESA” (Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarı), 150 milyonu aşan nüfusu ile giderek büyüyen bir pazar. TAV Kahire Havalimanında yeni bir terminal inşa etti. Aynı şekilde, Abalıoğlu Tekstil, Aksa Akrilik, Eroğlu Group, DNM, Betek Boya, Bossa, Çalık Enerji, Evyap, Kale Porselen, Kipaş Holding, Şahinler Holding, Taha Holding, Ülker ve Yaşar Holding’den de bahsedebilirim. STFA da oldukça aktif ve çok yakın bir tarihte Mısır’daki “Arap Müteahhitleri” firması ile marina inşaatı konusunda işbirliği yapmak ve İskenderiye limanı üzerinde çalışmalar yapmak için bir anlaşma imzaladı. Türk ve Mısırlı şirketler Irak’ta işbirliği yapmak konusunda da oldukça istekliler.
DİPLOMAT ATLAS: Sanırım Mısır ve Türkiye ulaşım ve enerji konularında da işbirliği içerisinde?
A. SALAHELDIN: Evet, Mersin ve İskenderiye arasında yolcu ve araçlara yönelik bir ro-ro taşımacılığı başlatılacak. Şu anda Türk kamyonlarının Mısır karayollarını kullanmaları ve Mısır kamyonlarının Türk karayollarını kullanmaları konusundaki anlaşmalar tamamlanmak üzere. Bu, hem yerel pazarlara, hem de Kuzey Afrika’dan Rusya’ya kadar bölgesel pazarlara taşımacılığı sağlayacak. Elektrik şebekelerimizi birbirine bağlamak konusunda son teknolojiyi kullanarak bazı çalışmalar yapıyoruz. Kim bilir, belki de yakın gelecekte Türkiye’nin elektrik ağı Uganda ve Etiyopya’nınkine bağlanabilecek ve zor zamanlarda birbirimize yardım edebileceğiz. Biz elektrik ağımızı hâlihazırda Ürdün ve Suriye ile birleştirmiş durumdayız.
DİPLOMAT ATLAS: Turizm gelişimi konusunda neler söyleyebilirsiniz?
A. SALAHELDIN: Turizm çift taraflı olarak gelişiyor. Daha birkaç yıl öncesine kadar iki ülke arasında haftada sadece bir uçuş vardı. Şu anda ise İstanbul ile Kahire arasında günde 4 uçuş, İskenderiye ve İstanbul arasında ise haftada 3 uçuş var. Yazın turist trafiğini karşılayabilmek için charter seferlerine de ihtiyaç olacak. Buna rağmen turist sayısı hala az. Mısır yılda 15 milyon turist ağırlıyor ve bu rakamın ancak 70.000’i Türk. Türkiye açısından da durum aşağı yukarı aynı. Ancak çok yakın tarihlerde turizm alanında 3 kat artış bekliyoruz.
DİPLOMAT ATLAS: Türkler Mısır’a Piramitleri görmek, Nil Nehrinde romantik geziler yapmak için gidiyor. Peki, Mısırlı turistler Türkiye’yi neden tercih ediyor?
A. SALAHELDIN: Mısırlılar filmlerde gördükleri İstanbul’u görmek ve tarihi yerlerini keşfetmek için, Türkiye’ye geliyorlar. Türkler, Anadolu’ya gelmeden çok önce, 9. ve 10. yüzyıllarda Mısır’a yerleştiler. 19. ve 20. yüzyıllarda Türkçe Mısırlı aydınlar arasında çok yaygın olarak konuşulurdu ve Resmi Gazete Türkçe ve Arapça basılıyordu. İstiklal Marşını yazan ve evi şimdi küçük bir müzeye çevrilmiş olan Mehmet Akif Ersoy gibi pek çok Türk şair ve yazar Mısır’da yaşadı.
DİPLOMAT ATLAS: Bu ortak mirasın hala canlı olduğuna inanıyor musunuz?
A. SALAHELDIN: Arapçaya çevrilen Türk televizyon dizileri Mısırlıların Türkiye hakkındaki farkındalığını arttırıyor. Aynı zamanda, Türk turistler ve Mısır’daki Türk işyerlerinde çalışan elemanlar bize Mısır’da kültürel olarak çok rahat olduklarını söylüyorlar. Ayrıca, yakın zamanda Nobel ödüllü yazar Necip Mahfuz’un eserlerinin Türkçeye çevrildiğini öğrendim. Büyükelçilik Türkçeye çevrilen Arap yazarların eserlerinden oluşan bir sergiyi destekleyecek. Orhan Pamuk’un da tüm eserleri Arapçaya çevrildi. Orhan Pamuk ile aynı yaşlarda olan bir Mısırlı olarak, onun İstanbul ile ilgili yazdıklarını okuyunca Kahire’de geçen kendi çocukluğumu ve gençliğimi okuyormuş gibi hissediyorum.
DİPLOMAT ATLAS: Son bir soru Sayın Büyükelçi, ülkenizdeki son durum ve 25 Ocak halk hareketi sonrasında, gelecekten beklentiler konusundaki değerlendirmeleriniz nelerdir?
A. SALAHELDIN: Mısır’ın durumunun uzun vadede son derece olumlu olacağından eminim. Mısır’ın şu anda güçlü ve refah dolu bir geleceğe doğru ilerlediğine işaret eden pek çok gösterge var. Anayasa Değişikliği Komitesi’nin yeniden düzenlediği sekiz madde cumhurbaşkanlığı adaylığını kolaylaştırdı ve cumhurbaşkanlığı süresini altı yıldan dört yıla indirdi. Ayrıca, aynı kişi arka arkaya en fazla iki kere cumhurbaşkanı olabilecek. Bu durum, hiç kuşkusuz ki, Mısır’da daha kapsayıcı ve şeffaf bir siyasi sisteme yol açacaktır. Siyasi istikrar, demokrasinin ve hukukun üstünlüğü de daha müreffeh bir ekonomik ortam sağlayacak. Bu da, Mısır’ın büyük yerel ve bölgesel pazarlarıyla ve çok çeşitli kaynaklarıyla birleştiğinde, Mısır’ın zaten gelişmekte olan pazar ekonomisini küresel alanda daha da güçlendirecektir. Yeni hükümetin yolsuzlukla mücadele ve şeffaflık konusundaki kararlı adımları da ülkedeki yatırım ortamını güçlendirerek bu duruma katkıda bulunacaktır. Ekonomik olarak güçlü, siyasi olarak demokratik ve istikrarlı olan bir Mısır da, Afrika’nın, Arap ve Müslüman dünyasının ve Ortadoğu’nun istikrarına çok önemli katkılar sağlayacaktır.
ANTİK ÇAĞLARDAN MODERN GÜNLERE
KAHİRE
Kahire Uluslararası Havaalanına indiğinizde, binlerce yıllık bir tarih ile kucaklaşacağınızı hissediyor ve Piramitleri olduğu kadar, Mehmet Ali Camiini ve Kahire Kulesini görecek olmanın da heyecanını yaşıyorsunuz.”
Dünyanın en eski kentlerinden biri olan Kahire, 969 yılında, Fatımi Halifesi Al- Muizz’in emri ile kurulmuş. Yani, 1000 yılı aşan bir tarihi geçmişi var. Aslında, Kahire, 640 yılında ünlü Arap komutan Amr ibn ül-Aas tarafından kurulan ve Afrika’daki ilk islâm kenti olan “Al Fustad” şehrinin kuzey yönündeki uzantısı. Eyyubi ve Memlûk dönemlerinde sonra Osmanlı yönetimi altına giren şehir, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ile başlayan Hidivlik dönemi ile modern çağlara ulaşırken görkemli islâm sanatının ve islâm mimarisinin de merkezi olmuş. Kahire’de, 600’den fazla anıtsal islâm eseri bulunuyor.
Kentte günlük yaşam
50 dereceyi aşabilen yakıcı güneş ışınlarından tam bunalmışken, akıp geçtiği topraklara hayat veren Nil nehri, bir kurtarıcı gibi geliyor. Kiralık deniz motoru ya da “feluka” adı verilen, buralara özgü küçük bir yelkenli ile yapacağınız nehir gezisiyle Kahire’de olmanın keyfini hissetmeye başlıyorsunuz. Akşamları Nil üzerindeki sabit ya da hareketli tekne-lokantalarda, suya yansıyan rengarenk ışıkların dansıyla birlikte yemeğinizi yiyebilirsiniz. Kahireliler öğleden sonra, şehri ikiye ayıran Nil’in Batı yakasına gölge düştüğünde kahve ve çay bahçelerine akın ediyor, gece ise Ümmü Gülsüm şarkılarının yankılandığı Doğu kıyısı boyunca gezintiye çıkıyorlar. Hava geceleri soğuk oluyor, sabahları ise kıyıları sis kaplıyor, sadece balıkçı teknelerinin sesini duyuyorsunuz. Nil’in Roda ve Cezire Adaları üst gelir grubunun oturduğu, yeşil, hoş ve sakin yerler. Cezire’de çok sayıda büyükelçilik, Kahire kulesi, iki gösterişli saray ve opera binası bulunuyor. Firavunlar döneminde Roda adası, eski Heliopolis’in bir parçasıymış. Roma döneminde yapılan kaleye islamiyet döneminde kuleler ve tersaneler eklenmiş. Manyal bahçeleri ve Al Manyal sarayı da görülmeye değer.
Kahire’de insanların canlılığına ve sükunetine şaşırıyorsunuz. Afrika kıtasının ve Orta-Doğu’nun bu en büyük şehrinin bakımlı bölgelerinde bahçe duvarlarından rengarenk çiçekler sarkıyor. Nil’in Batı yakası, Paris model alınarak inşa edilmiş. Geniş bulvarlar, parklar, çok sayıda yeşil alan ve modern binalar bu kesimde. Doğu kıyısında ise nüfus yoğun, sokaklar daracık. Yol kenarına örülmüş yüksek duvarların ardında gri ve damsız evler var. Yoksulluk ile zenginlik, şatafat ve geçmişin görkemi, bu masal dünyasında birbirine karışıyor. Bir yanda açık hava kasapları, işportacılar, kafalarında taşıdıkları bir tepsinin içindeki ekmekleri satanlar, diğer yanda ise lüks ve pahalı kulüpler… Her köşe başında vitrinlerine rengârenk meyvelerin dizildiği taze meyve suyu satıcıları görülüyor.
Kahire’nin en çarpıcı yanlarından biri de, yoğun daha doğrusu biraz da çılgın trafik düzeni. Sürücülerin kurallara pek uymadığı, araçların da pek bakımlı görülmediği bu trafik düzeninde, aslında anlaşılamaz bir iç düzen var. Dinmeyen korna sesleri eşliğinde akan trafikte öyle çok ciddi kazalar olmuyor, ufak tefek vuruk ya da çiziklere de zaten aldıran yok.
Kahire’de Nil nehrinin Batı yakası geçmişte firavunlara ev sahipliği yapmış, piramitler ise tarihe ve zamana meydan okumuş. Doğu yakası da müslüman, hristiyan ve musevi kültürlerine tanıklık etmiş. Şehir, Avrupa ile Asya arasında bir ticaret kavşağı ve İslam dünyasının önemli merkezlerinden biri olmuş.
Şehirdeki hazineler
“El Tahrir Meydanı” Kahire’nin merkezi, bütün yollar buraya çıkıyor. Zarif 19.yüzyıl mimarisinin izlerini taşıyan meydan, piramitlerden sonra turistler tarafından en çok ziyaret edilen yer, çünkü antik Mısır uygarlığının kalbi sayılan Mısır Müzesi burada. O döneme ait binlerce yıllık muhteşem ve eşsiz eserin bulunduğu müze, gerçekten insanın nefesini kesiyor. Müzeye girer girmez adeta nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Göz kamaştırıcı mumyalar, ahşap, bronz ve kireçtaşından objeler, firavun heykelleri, büstler, altın masklar, lahitler, çok değerli taşlardan takılar, tabletler, para, papirus, mezar odaları, kabartma hiyeroglifler gibi 100 binin üzerindeki objenin sadece bir bölümü sergileniyor. En rağbet gören bölümler Tutankamon’un hazineleri ve mezar odaları. En ünlü mumya ise, Musa Peygamberi kovalarken Kızıl Deniz’de boğulan II.Ramses’in mumyası.
Kahire’yi biraz yukarıdan seyredebilmek için, Kahire Kalesi’ne çıkmak gerekiyor. Kale, 12.yüzyılda Selahaddin Eyyubi tarafından, Haçlı seferlerine karşı koyabilmek için inşa ettirilmiş. 17. yüzyılda, dükkanlar, hamamlar ve daracık sokakları ile ikamet edilen bir alan haline gelmiş. Kalenin bulunduğu tepe kireçtaşından ve 75 m yüksekliğinde, buradan bütün şehri seyretmek mümkün. İçindeki yapılardan göz kamaştırıcı Mehmet Ali Paşa Camii, o dönem İstanbul’da baskın olan barok ve rokoko üslubunu taşıyor. Tam karşısındaki Sultan el-Nasır Muhammed Camii 14.yy başlarında, saltanat camii olarak yaptırılmış bir Memluk eseri. Süleyman Paşa Camii ise, Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış, Mısır’da Osmanlı stilindeki ilk cami.
180 metrelik Kahire Kulesi’nin günbatımı manzarası da hayli cazip. Hasır örgüdenmiş gibi görünen Kulenin ana girişinde yer alan devasa bir ağaç ve kökleri dikkat çekiyor. Sanki birkaç gövdeden oluşan salkım saçak bir ağaç.
Şehrin Eski Kahire denilen bölümünde ise, görülmeye değer Kıpti Mahallesi var. Kıptiler 4.yüzyılda Roma ve Bizans kiliselerinden ayrılmış olan hristiyan bir topluluk. Şu anda Mısır’daki sayıları 7 milyon kadar. Halen faal olan 5 kiliseleri var. Bunlardan Al Muallak kilisesi, muhtemelen Mısır’ın en eski kilisesi. Kiliselerin dışları gösterişli değil ama içleri çok zengin. Ama, asıl görülmesi gereken yer Kıpti Müzesi. 1910’da kurulan müze, Kıpti sanatı konusunda dünyanın en zengin müzesi. Özellikle dokumalar, ikonlar ve 300 ile 1000 yılları arasına ait el yazması eserler çok ilginç. Thomas incilinin tek nüshası da burada. Kahire’nin başlıca turistik merkezlerinden bir diğeri de, Ortadoğu’nun en büyük pazarlarından biri olan Han El- Halili. Mısır’a özgü hediyelik eşya almak için en uygun yer burası ama her şey pazarlığa tabii. Minik piramitler, sfenksler, papirüsler, üzerinde Mısır tanrıları olan cüzdanlar, deve desenli kilimler, baharat, sedef işlemeli kutular, yıllanmış haritalar.. Görüntü, zamanmekan içinde kaybolmak isteyen fotoğrafçıları delirtecek güzellikte, çok mistik. Piramitler kadar ünlü olan bu çarşı, “1001 Gece” masallarından çıkmış gibi. Baharat kokulu Han el Halili, eskiden Türk çarşısı olarak da bilinirmiş. Ünlü yazar Necib Mahfuz‘a Nobel ödülünü kazandıran Midak Sokağı da bu çarşıda. Çarşının en popüler ve özgün kahvehanesi “Fişevi” ya da Aynalı Kahve, 200 yaşında. Her zaman sanatçıların buluşma noktası olmuş ve hiç değişmemiş.
Sayısız Cami
Kahire’de kubbe ve minarelerin çokluğu ve güzelliği başınızı döndürüyor. Afrika’nın ve ülkenin ilk camii, 642 yılında Amr ibn ül-Aas tarafından Fustad’da yaptırılmış. Amr ibn ül-Aas Camii çok değişmiş olsa da hala tüm heybetiyle yerinde duruyor. Eyyubi döneminden kalan El-Hüseyin Camii ise Hz.Muhammed’in torunu Hüseyin’in türbesini barındırıyor. 970 yılında, Fatimiler döneminde yapılmış olan üç minareli El- Ezher Camii de Kahire’nin en kutsal mekanlarından. Bütün dünyanın tanıdığı El Ezher Üniversitesi, camiden hemen sonra inşa edilmiş. Başlangıçta sadece islam bilimi eğitimi yapılırken sonradan arap dili ve edebiyatı, kimya, astronomi, felsefe, tıp, mühendislik vb eklenmiş. Halen dünyada faaliyette olan en eski üniversitelerden. El-Hakim Camii de Fatımiler döneminden kalma. Minarelerden kuzeyde olanı silindir, batıdaki ise sekizgen. Daha geç bir dönemde taştan, kare planlı birer kaide ile çevrilerek sağlamlaştırılmış.
Bir de, muhteşem Ibn Tulun Camii var. Adı üstünde, Tulunoğulları döneminden. Evliya Çelebi, “Gören kale zanneder” diye anlattığı caminin mihrabının Hz.Muhammed’in tarifiyle yapıldığından ve Hz.Musa’nın koyunlarını burada otlattığından söz ediyor. Kare şeklinde, minaresi dört köşe, üç şerefeli ve özenle işlenmiş, orijinal halini koruyan ender camilerden.
Gize ve Piramitler
Nil’in doğu kıyısındaki Eski Kahire, 1979 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesinde. Burası aslında dünyanın en büyük Açık Hava Müzesi. Heliopolis ve Gize’yi de içine alarak büyümüş. Bu iki bölge, Mısır tarihinin iki uç dönemini temsil ediyor. Heliopolis 19.yüzyıldan sonra inşa edilmeye başlanmış, yemyeşil bir semt. Zengin Mısırlıların favori yerleşim ve eğlence mekanı. Kahire ile 20 km güneybatısındaki Gize’yi sadece Nil Nehri ayırıyor. Eski Kahire ile Gize, yüzyüze bakan iki şehir, taksiyle, dolmuşla gidilebiliyor, şehir merkezine 20-25 dakika uzaklıkta. Gize’nin ünü, şehre birkaç km uzaklıktaki üç büyük piramit (Keops, Kefren, Mikerinos) ve Sfenks’ten geliyor. Görkemli firavun mezarları olan piramitler, her zaman dünyanın ilgisini çekmiş. Antik Mısır’da, öldükten sonra yeniden hayata döneceklerine inanan firavunlara ait 1000’den fazla piramit olduğu söyleniyor. Ancak günümüze pek azı ulaşabilmiş. Piramitleri oluşturan tonlarca ağırlıktaki devasa taş blokların nasıl taşındığı ya da üstüste nasıl konduğu hala bilinemiyor. O günün koşulları ile yapımı yüzlerce yıl sürebilecek piramitlerin, 20-30 yılda tamamlanması inanılacak gibi değil.
Mısır Piramitlerinin en ünlüleri Gize Piramitleri, çünkü bunlar dünyadaki en büyük piramitler. M.Ö yaklaşık 2600 yıllarında aynı sülaleye mensup farklı nesiller tarafından, birkaç yüzyıl arayla, isimlerini aldıkları firavunlar tarafından yaptırılmışlar. Gize’nin üç piramidi Keops, Kefren ve Mikerinos’un dizilişi, Orion takım yıldızının izdüşümüne denk geliyor.
En büyük piramit olan Keops’un yüksekliği 146 metre. 19.yüzyıla dek dünyanın en yüksek yapısı burasıymış. Tabanı tam bir kare olan bu büyüleyici piramit dünyanın yedi harikasından biri. Taban çevresi yüksekliğin 2 katına bölününce pi (3.14) sayısını veriyormuş. “Kral odası” olarak adlandırılan bölümün, 25-85 ton arasındaki granit taşları Assuan’dan getirilmiş. Kraliçe odasının duvarındaki bir kanal ise, yalnızca, gökyüzündeki en parlak yıldız olan Sirius’u görecek biçimde tasarlanmış.
İkinci büyük piramit, muhtemelen Keops’un kardeşi olan Kefren’e ait. Kefren, 25 yıl hüküm sürmüş. İsmi, “Ra’ya benzeyen“ anlamına geliyor ve Büyük Gize Sfenksindeki yüzün Kefren’in yüzü olduğu sanılıyor. Mezar odasına dar ve karanlık koridorlar, sonu gelmeyen yokuşlardan inerek ulaşılıyor. Kefren piramitinin yüksekliği 143,5 metre ve en önemli özelliği piramidin en üst bölümündeki koruyucu kaplamaların bozulmadan günümüze kadar gelmesi.
Mikerinos ise, Gize piramitlerinin en küçüğü. Mikerinos’un, Kefren’in oğlu olduğu varsayılıyor. 18 yıl hüküm sürmüş. Piramidin yüksekliği ilk yapıldığında 66 metreymiş. Yapım aşamasındayken planının değiştirilip daha büyük inşa edildiği düşünülüyor. Piramidin ayağındaki tapınakta ağırlığı 200 tona ulaşan kaya blokları var.
Sfenks, genelde, kafası koç, kuş veya insan, gövdesi ise uzanan aslan şeklinde olan heykellere verilen ad. En büyük ve en ünlü olanı ise, Büyük Gize Sfenksi. Doğuya bakıyor; doğan güneşi ve firavun için yeniden dirilişi temsil ediyor. Yapıldığı zaman pençelerinin arasında kurban sunağı, alnında da dik duran bir kobra başı varmış; izi bugün de görülüyor. Dünyadaki en büyük yekpare taş heykel. Kumtaşından oyularak yapılmış; 73.5 metre uzunluğunda, 6 metre genişliğinde, 20 metre yüksekliğinde.
AKDENİZ’İN İNCİSİ
İSKENDERİYE
İskenderiye bir Orta-doğu kenti değil, tam bir Akdeniz kenti. Adını, kurucusu olan Büyük İskender’den alıyor. Yunan ve Roma medeniyetlerinden izler taşıyan şehir, kozmopolit havasıyla oldukça farklı ve özgün.
İskenderiye, M.Ö. 331 yılında Büyük İskender tarafından kurulmuş. 1000 yılı aşkın bir süre, Mısır’ın başkenti olmuş. Dünyanın yedi harikasından biri olan “İskenderiye Feneri” şehrin ününe ün katmış. Zamanında dünyanın en büyük kitaplığı olan “İskenderiye Kütüphanesi” burada kurulmuş, Roma İmparatoru Markus Antonius ile ünlü kraliçe Kleopatra’nın fırtınalı ilişkileri burada yaşanmış. Bizans döneminde Kipti Patrikliğinin merkezi olan İskenderiye, ortaçağda deniz ticaretinin önemli bir limanı olmuş. Ardından Osmanlı egemenliği, Fransız işgali ve İngilizlerin gelişine tanık olan kent, 1869’da Süveyş Kanalının açılışıyla daha da fazla önem kazanmış.
Modern İskenderiye
Bugünün İskenderiye’si yerleşimin yoğunlaştığı kıyı boyunca dizilen restoranları, sömürge döneminden kalma binaları, otelleri, palmiyeleri, yürüyüş parkurları ve parklarıyla canlı ve renkli bir şehir. Mısırlı zenginlerin yazlıkları çoğunlukla bu sahil şeridinde. Hafta sonları, halk kilometrelerce uzanan sahildeki şezlonglarda dinleniyor. Plajlar çay bahçeleriyle dolu. Kordon çok hareketli; ellerinde dondurmaları ile turlayanlar, ahşap süs eşyası satıcıları, denize nazır kahvelerde domino oynayan ya da gazetelerini okuyan yaşlılar.. Şehrin en hoş gezinti yerlerinden biri olan Anfuşi Mahallesi daracık sokakları, fayanslarla bezeli kahveleri, Akdeniz’in en leziz balıklarını tadacağınız lokantaları ile çok sempatik. Osmanlı camileri, kafesli cumbalı evler ve Yunan-Roma stili yapıların yarattığı mimari zenginlik mahalleye değişik bir hava veriyor. Barındırdığı tarihi güzellikler dışında rengarenk teknelerin salındığı kıyıda balıkçılar ve tersaneciler.
Anfuşi mahallesindeki Ebu’l Abbas Camii, Endülüs stili taş işçiliği, kubbeleri ve minareleri ile göz alıcı. Dört kubbesi, hepsi granitten 16 sütunu, Arap desenleriyle özenle süslenmiş ahşap kapı ve pencereleri ile şehrin en ünlü camii. Terbana Camii ise, Faslı zengin tüccar İbrahim Terbana tarafından yaptırılmış. Alt katında dükkanlar var, üst katı ibadete açık. Minaresi türünün tek örneği; Roma süslemeleriyle bezeli devasa iki granit sütun üzerinde.
Deniz kenarındaki küçük Saad Zaglul Meydanı şehrin merkezi gibi, özellikle bazı saatlerde çok işlek. Kleopatra döneminde meydanda heybetli dikilitaşlar varmış; şimdilerde çevresi otel, alışveriş merkezi, kafe ve restoranlarla çevrili. Kordonun batı tarafında ise Ras el-Tin (İncir burnu) yer alıyor. Burada, Mısır’ın en güzel ve en eski başkanlık saraylarından Ras el-Tin Sarayı var. Mısır’ın son kralı Faruk, krallığa son veren imzayı burada atmış. Kraliyet ailesinin bir diğer yazlık sarayı da kordonun diğer ucundaki Muntaza Sarayı.
İskenderiye Feneri
Dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri, liman girişindeki Faros adasındaymış. Tarihteki deniz fenerlerinin en yükseği olan yapı, bu yüzden kısaca Faros olarak anılırmış. Bugün de birçok dilde deniz feneri için bu kelime kullanılıyor. Kat kat kuleler şeklinde üç bölümden oluşan fener, MÖ 285-246 yılları arasında inşa edilmiş. Yüksekliği, kaidesi ile birlikte 135 metre civarındaymış. En tepesinde bulunan büyük bir ayna uzaklardan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyormuş. Bu kadar büyük bir aynayı kimin, nasıl yapabildiği hala bilinmiyor. Kare şeklindeki alt bölümünde yakıt deposu, makine odası ve çalışanların yatak odaları dahil yüzü aşkın oda varmış. Sekizgen orta bölümü, daire biçimli üst bölüm izliyormuş, en tepesinde de kimliği tespit edilemeyen 8 metrelik bronz bir tanrı heykeli varmış. Yakıt olarak zeytinyağı ve odun kullanılıyormuş. Fenerin içinde tepeye kadar çıkan taş rampa öyle genişmiş ki odun yüklü iki yük hayvanı rahatlıkla çıkabiliyormuş. Fenerin merceğinin Arşimed tarafından yapıldığı söyleniyor.
7. yüzyılda, Araplar başkenti Kahire‘ye taşıyınca, fenerin bakımı ihmal edilmiş, daha sonraki dönemlerde aralıklı olarak meydana gelen depremler nedeniyle de, 1300’lü yıllarda tamamen yıkılmış. Yerine, 1400’lü yıllarda Memlük Sultanı Kayıtbay tarafından Kayıtbay Kalesi inşa edilmiş.
Bugün, Faros Adası ile şehir, denizin doldurulmasıyla oluşturulan mendirekle birbirine bağlanmış durumda. Fenerden hiçbir iz kalmamış olmasına rağmen, her yıl milyonlarca kişi burayı ziyaret ediyor.
İskenderiye kütüphanesi
Antik çağlarda, İskenderiye kütüphanesi, dünyanın ilk büyük kütüphanesi olarak çok ünlüymüş. Her türlü konuda papirüs üzerine yazılı yaklaşık 700.000 eserin bulunduğu kütüphanede, papirüsler birbirine eklenerek ve bir sopaya sarılarak rulo yapılıyor, etiketlenip raflarda muhafaza ediliyormuş. Eski çağlarda Sokrat ve Arşimed gibi pek çok felsefeci ve bilim adamının burada araştırma yaptığı biliniyor. Aynı dönemlerde Bergama kütüphanesi de, İskenderiye ile yarışıyormuş.
İskenderiye Kütüphanesinin nasıl yok olduğu konusunda kesin bir bilgi yok. Gerçek olan şu ki, bugün Kütüphaneden geriye hiçbir şey kalmamış bulunuyor.
Ancak, UNESCO, 1987 yılında, eski İskenderiye kütüphanesine yaraşır yeni bir kütüphane oluşturmak için, eskisinin yerinde, yeni bir binanın yapımına başlamış. Şimdi, kordonda, Antik Mısır medeniyetini temsilen güneş şeklinde tasarlanan muhteşem bir yeni kütüphane var. 2002’de de hizmete giren binanın duvarlarında dünyadaki bütün alfabelerin harfleri bulunuyor. Kütüphanede, ana okuma salonu dışında, konferans salonu, üç müze, dört sanat galerisi, rasathane, el yazması restorasyon laboratuarı ve beş adet de araştırma enstitüsü yer alıyor.
BALIKLARLA DANS
ŞARM EL ŞEYH
Şarm el Şeyh, Sina Yarımadasının güney ucunda. Etrafı çölle çevrili olan bu sahil şehrinde, kış aylarında bile denize girmek mümkün. Masmavi bir deniz, mercan kayalıkları, çeşit çeşit kuşlar ve rengarenk balıklar, kısacası büyülü bir dünya sizi bekliyor.
Şarm el Şeyh, “Şeyhin Koyu” anlamına geliyor ve Arapçada “Şarmeşşeyh” diye telaffuz ediliyor. Ama halk arasındaki adı sadece “Şarm”. Burası, 20 yıl öncesine kadar, Sina yarımadasının güney ucunda küçük bir balıkçı kasabası iken, gizli güzellikleri fark edilince dünyanın dikkatini üzerine çekmiş. Muhteşem doğası, sualtı turizmine uygunluğu ve son yıllarda yapılan yatırımlar sayesinde de, kısa sürede gözde bir uluslararası tatil merkezi haline gelmiş. Bir yanı Kızıl Deniz, bir yanı da Sina çölü olan Şarm el Şeyh’de, kendinizi adeta doğal bir akvaryum olan Kızıl Deniz’in berrak sularına bırakabilirsiniz veya çölde 4×4 araçla safari ya da çöl kayağı yapabilirsiniz. Kongre turizmi için de çok uygun olan kentte, ayrıca lüks mağazalardan alışveriş yapma imkanları da bulunuyor.
Naama Koyu
Şarm el Şeyh kısa bir süre içinde gözde bir turizm beldesi haline dönüşünce, turistik tesisler kasabanın içinde değil, hemen bitişikteki “Naama” koyunda yoğunlaşmış. Böylece, kendiliğinden iki farklı mahalle oluşmuş: “Eski şehir” ve “Naama”.
Eski şehrin Eski Çarşı’sı biraz bizim Kapalı Çarşı gibi. Üstelik, her gece bir meydanda Arap müziği eşliğinde dans gösterileri yapılıyor. Yeni şehir Naama ise lüks mağazalarla dolu. Sahil şeridinde lüks oteller sıralanıyor, hemen arka tarafta da çöl var. Naama, eski şehirden daha kalabalık ve coşkulu bir bölge. Gecelerinizi dünya standartlarındaki cafe’lerde, bar, restoran, disko ya da gece kulüplerinde, kumarhanelerde, hatta dilerseniz tanura dansı eşliğinde “1001 gece” eğlenceleri ile geçirebilirsiniz. Yol kenarlarında sıralanan kahvelerde ise, minderlerin üzerinde dinlenerek çay veya Türk kahvesi içmek ve nargile tüttürmek mümkün.
Su altı cenneti
Şarm el Şeyh’e gelen turistlerin büyük bir bölümünü su altı meraklıları oluşturuyor. Kızıl Deniz’in bu konuda sunduğu imkânları zaten bilmeyen kalmadı. Yörede birçok dalış noktası var. Tiran Adası yakınlarındaki resifler ve Ras Muhammed Burnu en gözde yerler. Tiran Adasının karşısındaki Laguna ve bir gemi batığının bulunduğu Gordon mercan kayalıkları oldukça popüler. Resifin üst kısımları, yani su yüzüne yakın bölümler sert ve yumuşak mercanlarla kaplı. Mercanlar, tek hücreli deniz yosunlarıyla birlikte güvenli bir yaşam ortamı yaratıyorlar. Balıklar belli bir mesafeye kadar insanlardan korkmuyorlar, ama iyice yaklaştığınızda mercan kayalıklarının arasındaki yarıklara girip saklanıyorlar.
Sina Yarımadası’nın en güney noktasındaki Ras Muhammed Burnu, dünyanın en büyük su altı milli parkı. Burası tüm akıntıların kesiştiği nokta. Bu durum birçok besin maddesinin, dolayısıyla da balıkların buraya gelmesini sağlıyor. Bu zengin biyoçeşitlilik, Ras Muhammed‘i, dünyadaki en güzel, en iyi dalış noktası yapıyor. Deniz renginin turkuazla çivit mavisi arasında dolaştığı milli parkta su öyle pırıl pırıl ki, insan kristal bir rüyada yüzüyormuş hissine kapılıyor. Ras Muhammed’de dalış yapanlar en çok Köpekbalığı ve Yolanda resiflerini beğeniyorlar. Dalgıçların girebileceği, küçük mağaralar da var. Akıntının fazla olduğu yerlerde büyük sürüler oluşturan barakudalar, yarasa balıkları, dev mürenler, deniz tavşanları, anemonlar, deniz atları, deniz yıldızları, aslan balıkları, vatozlar, süngerler, insan ölçülerinde deniz kaplumbağaları, Napolyon balıkları ve daha niceleri göze çarpıyor. Park, aynı zamanda leyleklerin uzun yolculuklarında da bir mola yeri. Yazın hava sıcaklığı 40-45 derece ama nem olmadığı için sıcak dayanılabilir dozda. Ras Muhammed milli parkı, mangrov ormanına da sahip. Ender rastlanan mangrovlar, tropik kıyılarda, tuzlu ya da acı sularda büyüyorlar. Destek kökleriyle değişik bir görüntüye sahip bu ağaçlar, tuzlu suyu damıtarak kullanılabilir hale getiriyor, kıyıları da erozyondan koruyor. Parkın içinde yer alan Magic Lake bir lagün gölü, yani açık denizden kum setiyle ayrılarak göl biçimini almış sığ bir koy. Deniz suyundan iki kat daha tuzlu olduğu için burada yüzmek, çok değişik duygular yaratıyor insanda.
Şarm el Şeyh’de dalmak için bir dalış ustası olmaya gerek yok. Maske, palet ve şnorkelle resiflerin üzerinde çok rahat dolaşılabiliyor. Zaten biyo-çeşitliliğin en yoğun olduğu kısım ilk 10 metre. Güzelliği tarif edilemeyen bu sualtı dünyası, dibi cam teknelerle de keşfedilebiliyor. Altınızdan akıp giden bu renkli hayatı seyretmek inanılmaz bir keyif. Arkanızdan atlayan bir balığın deniz yüzeyine çarparken çıkardığı sesi duymak, bacaklarınızın arasından geçişini hissetmek ya da dibe ulaştığınızda tanık olduklarınız, tarif edilemez bir deneyim. Tabii beraber yüzdüğünüz balıkların fotoğraflarını çekmek de…
Doğal yaşamın koruma altına alındığı bölgede mercan kayalıkları zarar görebileceği için gemilerin denize demir atmalari yasak. Ya birbirlerine, ya da önceden belirlenmiş şamandıralara bağlanıyorlar. Dalıcılar için de dalış eldiveni ve bıçağı kullanmak yasak. Bu hem denizdeki canlıları, hem de sualtından gelebilecek zararlara karşı dalıcıları koruyor. Bölgeden mercan parçası, deniz yıldızı ya da taş vs. gibi şeylerin başka yerlere götürülmesine de izin verilmiyor.
DÜNYAYI DEĞİŞTİREN KANAL
SÜVEYŞ KANALI
Afrika kıtasının Sina yarımadası ile kesiştiği yerde bulunan Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz’in Akdeniz’e açılan kapısı. Dünyanın en önemli su yollarından biri olan kanal, Mısır için de ulusal bir sembol.
Akdeniz’i Kızıl Deniz ile birleştiren Süveyş Kanalı, 1867 yılında hizmete açılmış. 190 km uzunluğundaki bu yapay su yolunun genişliği 280 ile 345 m arasında değişiyor, derinliği ise 22,5 metre. Kanalın Akdeniz’e ulaştığı yerde Port-Sait limanı, Kızıl Deniz tarafındaki ucunda ise, kanala adını veren Süveyş şehri var. Akdeniz kıyısındaki Port- Sait’ten kanala girip güneye doğru yol alındığında, önce Manzala gölünden geçiliyor. Burada iki gemi rahatça yanyana gelebiliyor ama diğer kısımlarda karşılıklı geçiş yer yer çok zor. Kanal daha sonra, orta bölümde İsmailiye şehri yakınlarındaki Timsah Gölüne ulaşıyor. Kanalın yönetim merkezi de burada. Ardından, Kızıl Deniz’e ulaşmak için sırayla Büyük Acı Göl, Küçük Acı Göl ve Tevfik Limanından geçiliyor.
Kanal, genişlediği göl bölgelerinde, sefer halindeki büyük tankerler için barınma imkanı da sağlıyor. Diğer kanallarla karşılaştırıldığında kaza oranı yok denecek kadar az. Gece ve gündüz geçiş yapılabiliyor. Trafik artışına ayak uydurmak için gerekli genişletme ve derinleştirme çalışmaları yapılarak seyahat süresi oldukça azaltılmış. Kanalın yapımında bu güne dek toplam 1,5 milyon işçinin çalıştığı tahmin ediliyor.
Ferdinand de Lesseps
Aslında, Akdeniz ile Kızıl Deniz arasında bir kanal açma fikri oldukça eski tarihlere dayanıyor. Antik Mısır döneminde, Nil deltasını Kızıl Deniz’e bağlayacak bir tatlı su kanalı kazılmış. Bu kanal, daha sonraki dönemlerde bazen onarılmış, bazen terk edilmiş, bazen de tekrar kazılmış. 7.yüzyılda, ünlü arap komutan Amr ibn ül-Aas bu su yolunu Nil Vadisinden Mekke’ye tahıl nakletmek için kullanmış. 8.yüzyılda ise, Halife Mansur, kanalı askeri sebeplerle kapatmış ve kullanılamaz hale getirmiş.
Kanal fikri, 19. yüzyılda, bir Fransız mühendis olan Ferdinand de Lesseps sayesinde yeniden ortaya çıkmış. Konuyu kişisel bir tutku haline getiren Lesseps’in 37 yıllık kişisel uğraşları sonucunda, kanal inşaatı 1859’da başlamış. Bölge çöl olduğundan yapım sırasında teknik güçlükler çıkmış, kazılar 10 yıl sürmüş. Kanalın trafiğe açılması ise 1869 yılına rastlıyor. Ferdinand de Lesseps’in vizyonu çok geniş birisi olduğu kesin. Gerçekten de, hizmete girmesinin ardından dünya tarihinde büyük sosyo-ekonomik değişimlere yol açan kanal, dünya ekonomisini ve ticaretini temelden etkilemiş. Ancak, İngilizler, Hindistan yolu üzerindeki bu stratejik güzergâhın Fransa tarafından kontrol edilmesinden endişe duydukları için, kanala şiddetle karşı çıkmışlar ve dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecid’e kanalın yapılmaması için baskı yapmışlar. 1882 yılında da, İngiliz askerleri kıyılara yerleşerek kanalın himayesini ele geçirmişler.
Mısır, Süveyş Kanalını 1956 yılında Cumhurbaşkanı Nasır kararıyla millileştirmiş. 1967 yılında ise, Altı Gün savaşı sırasında İsrail’in kanalın doğu kıyısını işgal etmesi üzerine, kanalı 8 yıl boyunca kapalı tutmuş.
Kanalın getirisi
Kanalın Mısır’a ekonomik yönden getirisi hayli çok. Ekonominin üçüncü döviz girdi kalemi. Açılışından bu yana 1 milyonu aşkın geminin ve 12 milyar tondan fazla yükün geçiş yaptığı kanal, 30.5 milyar Amerikan Doları gelir sağlamış. Kaza ya da başka bir nedenle kanalın kapanması, günde yaklaşık 7 milyon dolarlık kayba yol açıyor. 1870-1966 arasında yılda ortalama 500 gemi geçerken, bugün bu sayı 25.000’i aşmış bulunuyor. Bu artışın başlıca sebebi de petrol. Halen toplam dünya ticaretinin %14’ü Süveyş Kanalı üzerinden yapılıyor. Petrol nakliyatına ise %26 gibi bir oranla hizmet veriyor. Arap Yarımadasındaki limanlara ulaşan toplam yük ve kargonun ise %41’i buradan geçiyor.
İSTİKRARLI
BÜYÜME
Mısır, son çeyrek yüzyılda, her yıl ortalama yüzde 4,5-5 oranında istikrarlı bir ekonomik büyüme sağlamış. Bu başarının, planlı ekonomik reform çalışmaları ve serbest pazar ekonomisi uygulama stratejisi sayesinde sağlandığı belirtiliyor.
Eskiden merkezden yönetilen bir ekonomik sistemin uygulandığı Mısır’da, 2007 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri çerçevesinde, serbest pazar ekonomisine geçiş için gerekli düzenlemeler yapılmış ve ardından çıkartılan yasalarla ekonominin çehresi değişmeye başlamıştı. Ekonomik kalkınma çabalarının önündeki engelleri kaldırmayı amaçlayan önlemler arasında, vergi sisteminde, gümrük işlemleri konusunda, para politikalarında, ve özelleştirme alanında yapılan yenilikler önde geliyordu.
Sektörlerin payı
Mısır, geçmişte bir tarım ülkesi olarak bilinirdi. Tarım sektörü bugün de ülke ekonomisinde önemli bir yer tutuyor. Ancak, artık Mısır ekonomisinde ağırlık noktası Hizmet Sektöründe. Hizmet sektörü deyince de, Mısır’da ilk akla gelen Turizm oluyor. Gerçekten de, hem geniş istihdam sağlaması, hem de ülkeye önemli bir döviz girdisi sağlaması nedeniyle, turizmin Mısır ekonomisinin lokomotiflerinden biri olduğu söylenebilir. Örneğin, bu yıl ülkeye 15 milyon turist gelmesi bekleniyor.
Hizmet sektörünün diğer önemli dalları ise, bankacılık, ulaştırma ve iletişim alanları. 100’den fazla bankanın faaliyette olduğu ülkede, 15’den fazla yabancı bankanın da şubeleri bulunuyor. Ulaştırma alanında ise, Süveyş kanalının dünya çapındaki önemini hatırlamak bile yeterli. Ayrıca, Nil nehrinde yapılan taşımacılığın ve Egyptair Holding’in dünya çapında uyguladığı hava taşımacılığının önemini de belirtmek gerekiyor. Haberleşme konusunda ise, Kahire’nin basın ve Media açısından, tüm Arap dünyası için merkezi bir konumu var.
Sonuçta, Hizmet sektörü, Mısır ekonomisinin yaklaşık yüzde 50’sini oluşturuyor. Sanayi sektörünün ekonomideki payı ise yaklaşık yüzde 38. Ülkenin doğal kaynakları arasında, petrol, doğal gaz, fosfat, altın ve demir cevheri önde geliyor. Sanayi ürünleri arasında ise tekstil, elektrikli ve elektronik ev aletleri, başta suni gübre olmak üzere kimyasal ürünler, demir-çelik üretimi ve otomotiv endüstrisi büyük yer tutuyor. Kia, Peugeot ve Jeep gibi markaların bazı modelleri Mısır’da üretiliyor.
Tarım sektörünün ekonomideki payı ise yüzde 17 civarında. Ama, sağladığı istihdam oranı yaklaşık yüzde 34. Ülkede tarıma uygun arazi oranının düşük olmasına rağmen Nil’in bereketi sayesinde yılda 2-3 kez ürün alınabiliyor. Mısır eskiden bir pamuk üreticisi olarak bilinirdi. Pamuk yine önemli bir ürün ama eskisi kadar ihraç edilemiyor. Tarımda, buğday, mısır, şeker kamışı, meyve ve sebze ve pirinç üretimi de çok yaygın. Tabii, hurma ile narenciyeyi de unutmamak gerek.
Dış ticaret
Mısır’ın ihraç ürünleri arasında doğal gaz önde geliyor. Buna rağmen, Mısır, bütün diğer Arap ülkeleri içinde, petrole dayanmayan ürünleri en fazla ihraç edebilen ülke. Örneğin, Mısır’ın tekstil ürünleri ve hazır giyim, tıbbi ürünler, narenciye ve pirinç gibi önemli ihraç ürünleri var. Son yıllarda, bunlara çimento, seramik ve çelik gibi sanayi ürünleri de eklenmiş. Ülkede üretilmesine rağmen, ihtiyaca yeterli olmadığı için, buğday ve mısır gibi gıda ürünleri ise ithal ediliyor. Ayrıca makine ve teçhizat, akaryakıt, tıbbi ürünler, otomobil ve oto yedek parçaları da önde gelen ithalat kalemleri arasında.
Mısır’ın dış ticaret partnerleri arasında ABD ve İtalya önde geliyor. 2009 yılında, ülkenin yaptığı ihracatın yüzde 8’i ABD’ye, yüzde 7,3’ü de İtalya’ya yönelik olmuş. İspanya, Hindistan ve Suudi Arabistan sıralamada yer alan diğer ülkeler. Mısır’ın ithalat yaptığı ülkeler arasında, ABD yine ilk sırada. 2009 yılında toplam ithalatın yüzde 10’u ABD’den yapılmış. İkinci sırayı yüzde 9,6 ile Çin alıyor. Türkiye ise, yaklaşık yüzde 5 oranındaki payıyla 5inci sırada.
MISIR’IN PARLAYAN YILDIZI
EGYPTAIR
Mısır’ın dünyaca ünlü havayolu firması olan EGYPTAIR, tam 79 yıllık bir marka. Bugün, 71 uçaktan oluşan filosuyla 51 ülkeye sefer yapan EGYPTAIR’in Kahire ile İstanbul arasında da her gün karşılıklı iki uçuşu var.
Mısır’ın ulusal havayolu şirketi olan EGYPTAIR, 1932 yılında kurulmuş. Bir başka deyişle, Egyptair, Orta-Doğu’nun ve Afrika’nın ilk havayolu firması. Kuruluşundan bugüne kadar geçen 79 yıl boyunca kazandığı deneyimlerle sürekli büyüyen ve uluslararası alanda saygın bir yer edinen kuruluş, “Uluslararası Hava Taşımacılığı Birliği”nin (IATA) ilk üyelerinden olma özelliğine de sahip bulunuyor.
“Star Alliance” üyesi
İlk kurulduğu yıllarda, yurt dışında sadece birkaç bölgesel noktaya uçuş gerçekleştiren Egyptair, bugün 51 ülkedeki 100’den fazla varış noktasına ulaşan dünya çapında bir havayolu firması. Ayrıca, 2008 yılında üyesi olduğu “Star Alliance” sayesinde, yolcularının 181 değişik ülkedeki 1160 varış noktasına ulaşmasına imkân sağlıyor. Kahire Uluslararası Havaalanının 3 no.lu Terminalindeki “Star Alliance” salonunun sahibi ve işletmecisi olan firma, yolcularını burada ağırlıyor ve özel hizmetler sunuyor.
Holding
Egyptair, 2002 yılında, 9 şirketten oluşan bir Holding haline dönüşmüş. Holdingde yer alan şirketlerden “Egyptair Express” sadece ülke içinde uçuşlar gerçekleştiren bir firma. Her biri 76 yolcu taşıyan 12 adet jet uçağı var. Holdingin diğer bir alt kuruluşu ise, kargo taşımacılığı yapan “Egyptair Cargo”. Bölgedeki en eski kargo taşıyıcılarından biri olan firmanın, Kahire, İskenderiye ve Luksor havaalanlarında depolama ve gümrükleme hizmetleri veren tesisleri bulunuyor.
Holdingi oluşturan diğer şirketler arasında, uçuş sırasında yolculara başta yemek ikramı olmak üzere çeşitli hizmetler verilmesini sağlayan ve 18 uluslararası havayoluna da servis yapan “Egyptair In-Flight Services” ve uçak bakım ve onarımı konusunda uzmanlaşmış “Egyptair Maintenance & Engineering” şirketleri de bulunuyor. Mısır’daki 14 havaalanında ise yer hizmetleri “Egyptair Ground Services” tarafından sağlanıyor. Yılda 25 milyon yolcunun ve 185.000 ton kargonun geçtiği bu alanlarda, 220 havayolu şirketine hizmet veren şirket, Orta-Doğu ve Afrika’nın, bu konuda uzmanlaşmış ilk firması olarak biliniyor. Havaalanlarındaki vergisiz satış yapan alışveriş mağazaları ise, “Egyptair Tourism & Duty Free” isimli şirket tarafından işletiliyor. Şirketin turizm alanında faaliyet gösteren kolu ise “Karnak” adını taşıyor. Holdingin ayrıca, hem kendi çalışanlarına, hem de başkalarına hizmet veren bir sağlık kuruluşu, ve bir de çalışanların üniformaları ya da uçaklarda kullanılan servis malzemeleri gibi ihtiyaçları tedarik eden bir şirketi daha var.
Kısacası, eğer bir gün yolunuz Mısır’dan geçerse, siz bazen farkında olmasanız bile, Egyptair Holding size bir çok alanda hizmetler verecek ve inanın, bundan çok mutluluk duyacak.
YAŞAMIN KAYNAĞI
NİL NEHRİ
Mısır’ın yaşam kaynağı ve varlık nedeni olan Nil Nehrinin büyülü bir dünyası var. Efsaneleri kuşaktan kuşağa taşınmış, adına kurbanlar verilmiş. İnsanlık tarihinin ilk büyük uygarlığına ev sahipliği yapmış.
Nil nehri, dünyanın en uzun akarsuyu. Uzunluğu yaklaşık 6.700 km. Uzaklardan taşıdığı mineral zengini kırmızı, ince bir örtüyü geçtiği yerlere yayarak, verimliliği getirmiş, özellikle de Mısır’a tarih boyunca hayat vermiş.
Nil’in üç ana kolu var: Beyaz Nil, Mavi Nil ve Atbera. Beyaz Nil, Burundi‘de Göller bölgesinden doğup Tanzanya, Ruanda ve Uganda sınırlarını oluşturarak Victoria Gölü’ne dökülüyor ve Sudan üzerinden ilerliyor. Mavi Nil ise, Etyopya’da doğuyor ve o da Sudan’a geçerek, Hartum’da Beyaz Nil ile birleşiyor. Bundan sonra, adı sadece Nil olarak anılan nehir son büyük kolu Atbera ile de birleşerek, güney Mısır’daki Nasır Gölüne ulaşıyor. Ardından, Assuan Barajını aşan Nil, kuzeye doğru yoluna devam edip, geniş Nil Deltası’nı oluşturarak Akdeniz’e dökülüyor. Yaşam genellikle nehrin doğu yakasında akarken, ölüm tapınakları ve mezarlar, güneşin battığı sol kıyısında yer alıyor.
Ebu Simbel Tapınakları
Nil nehrinin Sudan’dan Mısır’a ulaştığı Nasır gölü kıyısında Ebu Simbel tapınakları karşınıza çıkıyor. II.Ramses, akıllardan silinemeyecek bu eserle, hem Mısır’ın düşmanları karşısında ne kadar güçlü olduğunu, hem de karısına duyduğu aşkı göstermek istemiş. Girişte 20 metrelik dört heykeli var. Bütün aile aynı görüntüde; firavun, annesi, eşi Nefertari ve çocuklar. Heykeller, yüzlerini doğuya dönmüşler. Tavanı sütunlar üzerinde duran ve “Hipostil” diye adlandırılan salondaki sütunlarda Ramses, tanrılara adak sunarken görülüyor. “Küçük tapınak” ise, Tanrıça Hathor ile Kraliçe Nefertari’ye sunulmuş; bir kraliçeye adanan ilk dini yapı bu. Cephede, firavunu ve kraliçeyi temsil eden 6 büyük heykel mevcut. Aslında, Assuan barajı inşa edilirken tapınakların yeri değiştirilmiş. Orijinalinin aynısı olan, yapay bir sarp kayalık oluşturulmuş ve tonlarca ağırlıktaki binlerce parça eski yerinden sökülüp, burada tekrar bir araya getirilmiş.
Assuan
Nil, Nasır gölünü geçtikten sonra, Assuan’a geliyor. 250 bin nüfuslu Assuan şehri, bir zamanlar altın, fildişi ve baharat yolları üzerindeymiş. Bugün de çarşı ve pazarları gece-gündüz ışıl ışıl. Nübyelilerin ünlü içeceği karkade çayı burada çok yaygın. Bu şirin şehirde feluka gezintisi yapmayı, çok farklı bir kültürel kimliğe sahip Nübye dansçılarını seyretmeyi ve son derece etkileyici Nübye Müzesi’ne uğramayı ihmal etmemek lazım. Yorgunluğunuzu atacağınız Ketchener Adasındaki Botanik Bahçesi de bir başka çekim merkezi. Nehir kenarındaki caddede “Old Cataract Hotel” var; Agatha Christie, “Nil’de Ölüm” romanını burada kaleme almış. Elefantos Adasındaki tapınak harabelerinin tam karşısındaki otel, eskiden kraliyet sarayıymış. Yakınlardaki Kıpti Manastırı Aziz Simeon’un kalıntılarına yürüyerek gidilebiliyor. Ülkenin en kaliteli antik granit taş ocakları da burada. Tonlarca ağırlıktaki yekpare taşlar ağaç tomruklar üzerinde yuvarlanarak Nil kıyısına getiriliyor ve büyük teknelerle taşınıyormuş. Boylu boyunca yerde uzanan “Tamamlanmamış Dikilitaş”, ocağın en ilginç objesi. Yontulma sırasında yanlış bir hattan kırıldığı için kullanılamamış; uzunluğu 42 metre. Filae Adasındaki, güzelliği ile dikkat çeken Filae Tapınağı, Tanrıça İsis onuruna yapılmış. Yapının duvarları, Tanrıça Hathor’u neşelendirmek için dans ve müzik sahneleriyle bezenmiş. Assuan Barajı yapılırken su altında kalınca, taş taş sökülerek yeni yerine taşınmış. Dünyanın en büyük barajlarından olan Assuan, Mısır için hayati önem taşıyor.
Luksor’un Güneyi
Assuan ile Luksor arasında yer alan Edfu’da, Tanrı Horus’a adanmış Edfu Tapınağı var. Mısır’ın bu ikinci büyük tapınağı, çok iyi korunmuş durumda. Yaklaşık 2000 yıl toprak altında kalmış. Horus’u bir şahin olarak gösteren granit heykel, tapınağın girişini koruyor. Tapınak yazıtlarını kopyalama işleminin 20 yılda bile tamamlanamayacağı söyleniyor. Hemen yakındaki Kavm Umbu (ya da Kom Ombo) Tapınağı yan yana iki yapıdan oluşuyor; biri iyilik tanrısı Horus’a, diğeri de timsah tanrı Sobek’e adanmış. Eskiden Nil’de binlerce timsah yaşarmış, onları kızdırmamak için her yıl bir timsah seçilip, krallar gibi hizmet edilirmiş. Tapınakta üç timsahın mumyası var. Tapınak, sağlık merkezi olarak da kullanılmış. Duvarlardan birinde tarihin ilk doğum sahneleri resmedilmiş. Hemen yanında da eski Mısırlı cerrahların kullandıkları bisturi, makas türünden tıbbi aletlerin resimleri bulunuyor.
Luksor ve Karnak
Tarihin en büyük ve benzersiz tapınak kompleksinin yer aldığı 400 bin nüfuslu Luksor, eski Mısır başkentlerinin en uzun ömürlü olanı. Burası, belki de dünyanın en büyük açık hava müzesi. Luksor ve hemen 2,5 km uzağındaki Karnak tapınakları, bugünkü modern Luksor kenti ile ilginç bir birliktelik oluşturuyor. Nil kıyısında uzanan ağaçlık bir caddede gezebilir, turist teknelerine ve faytonlara buradan binebilirsiniz. Hemen yanıbaşınızda, ihtişamlı Luksor Tapınağı’nı göreceksiniz. II.Ramses‘in zaferlerine ait tasvir ve yazılarla süslü tapınağın girişinde sağlı sollu, tahtta oturan iki Ramses heykeli ve bir eşi de Paris’te bulunan dikilitaş yer alıyor. Osiris heykelleri ve dev sütunlar göz kamaştırıcı.
Amon tapınağı Karnak‘ta dolaşmak ise, sütunlar ormanına dalmak gibi. Tüyleriniz diken diken oluyor ve kendinizi küçücük hissediyorsunuz. Dünyanın en büyük tapınak kompleksi olan Karnak, aslında bitmemiş bir tapınak. Her firavun kendinden öncekilere yenilerini ekleyince görkemli bir yapıya dönüşmüş. Mısır tarihi ve mitolojisi üzerine paha biçilmez bilgiler veriyor. “Hipostil” salonda, yükseklikleri 15-23 m olan tonlarca ağırlıktaki 134 sütun var. Sanki gökyüzüne ulaşmaya çalışıyorlar.
Luksor’un Kuzeyi
Luksor’un hemen kuzeyinde ve Nil’in batı kıyısında Krallar Vadisi yer alıyor. Burası aslında bir firavun mezarlığı bölgesi. Dünya arkeoloji tarihinin en muhteşem buluntusu olan Tutankamon‘ un, gerçek bir hazine olan mezarı burada. Muhteşem kabartmalarla süslü VI.Ramses ve I.Seti mezarları, Horemheb’in pembe granit lahdi ve duvarlarında 700’den fazla tanrı figürü bulunan III.Tutmosis’in mezarı mutlaka görülmeli. Nil, Luksor’u geçtikten sonra, Kina kasabasına geliyor. Nehrin sol kıyısında, Dendera Tapınağı var. Bu çok iyi korunmuş yapı, Kleopatra’nın tanrıçalara tapınmak için geldiği bir yer. Tavanında tanrıça Nut’un gökyüzüne yolculuğu resmedilmiş. Çölün ve Nil vadisinin harika manzarasını gören terasa çıkmayı ihmal etmemek gerek. Dendera’nın daha kuzeyinde de Abidos bulunuyor. Burası da, tanrı Osiris’e adanmış önemli bir mezarlık. Alanın en önemli tapınağı ise, I.Seti’ye ait. 7 rakamının özel bir anlam taşıdığı bu yapıda 7 giriş kapısı ve firavun ayinlerini resmeden kabartmalarla süslü 7 sunağa uzanan 7 geçit var. “L” şeklindeki mimari planın başka bir örneğinin olmadığı söyleniyor.
Yolun sonu
Kuzeye doğru yoluna devam eden Nil, daha sonra Kahire’ye ulaşıyor ve başkentin en büyük cazibe merkezlerinden biri oluyor. Kahire’den sonra ise, Nil Deltası başlıyor. Delta içinde birkaç kola ayrılan nehir, İskenderiye ile Port-Sait arasındaki birkaç farklı noktadan Akdeniz’e dökülüyor.
ESKİ MISIR’DA
TANRILAR
VE FİRAVUNLAR
Eski Mısır uygarlığında, çok tanrılı bir inanç sistemi vardı. Araştırmalar, eski Mısır’da 2000 dolayında tanrı isminin mevcut olduğunu gösteriyor. Mısır tanrıları doğal güçleri temsil eden üstün varlıklar olarak algılanıyordu. Antik dönemden kalma anıtlarda, tapınaklarda ve mezarlarda tanrılara duyulan bağlılık, saygı ve ölümden sonra da bir yaşam olduğuna duyulan inanç açıkça görülüyor.
Eski Mısırlılar, tanrılarla iyi ilişkiler kurmak ve onları onurlandırmak için şarkılar söylemiş, yiyecek ve değerli hediyeler sunmuşlar. Tanrıların büyük bir kısmı belli bir bölgenin tanrısı ve hemen hepsi birbiriyle akraba. Evlenip çoluk çocuk sahibi olan, savaşan, ölen, duyguları olan tanrılar bunlar. Ama, aynı zamanda görünmez yaratıklar. Haklarında anlatılan efsaneler, yüzyıllar boyunca insanları eğitmiş, ahlâk kurallarının topluma yerleşmesini sağlamış.
Önemli tanrılar
Eski Mısır’ın en ünlü tanrısı olan Amon, “Tanrıların Kralı” olarak da biliniyor. Amon, kendi kendini yaratmış, yani annesi ve babası yok. Genellikle Ra ile birleştirilip Amon-Ra olarak anılıyor. İnsanlar onu çok sevmişler ve saygı duymuşlar. Ünlü Karnak tapınağı ona adanmış. Ra ise, güneş tanrısı. Her sabah ateşlerin içinden tekrar doğuyormuş. Güneşin her doğuşu, Ra’nın “karanlık güçler” karşısındaki zaferi anlamına gelirmiş. Şahin başlı olarak tasvir edilmiş.
Toprağa suyunu ve meyvelerini veren tanrı Geb ise, yere uzanmış, yeşil ve siyah tenli bir adam olarak resmedilmiş. Kötülerin ruhlarını tutar, cennete çıkarmazmış. Geb’in 4 çocuğu olmuş: Osiris, Set, İsis ve Neftis. Yer altı ve ölüm tanrısı olan Osiris, kızkardeşi İsis ile evlenmiş, diğer erkek kardeşi Set tarafından da öldürülmüş. Set, kötü bir tanrı olarak biliniyor. O zaten “kaos” tanrısı. Her türlü düzensizliğin sebebi olarak görülmüş.
İsis ise sevilen bir tanrıça. Anneliği, doğurganlığı, tedaviyi ve verimliliği temsil ediyor. Bir de büyücülüğü. Evrenin en büyük büyücüsü olarak şöhret yapmış. Bir çift boynuzun arasında güneş diski bulunan akbaba şeklinde şapka giymiş bir kadın olarak gösteriliyor. Tanrıça İsis’i oğlu Horus‘u kucağında emzirirken gösteren çok sayıda heykel ve resim var. Şefkatli ve koruyucu anne olarak tanrılar ile insan arasında bağlantı noktası olmuş. Set’in paramparça edip Nil nehrine attığı kocası Osiris’i büyüleri sayesinde hayata döndürmüş.
Oğul Horus da en önemli ve en eski tanrılardan. Babasını öldüren hain amcası Set‘ten intikamını almış ve tüm firavunların koruyucusu olmuş. Cennetin hükümdarı sayılırmış. Bu şahin başlı tanrının sağ gözü güneş, sol gözü ay olarak algılanmış.
Ünlü Firavunlar
Antik Mısır’da firavunlar da neredeyse tanrılar kadar önemli. Zaten, hükümdar olmanın yanı sıra tanrısal özelliklere de sahip oldukları düşünülürmüş. Ünlü firavunlardan bazılarına bir göz atalım:
II.Ramses, birçok tarihçiye göre, İsrail oğullarına eziyet eden ve Musa peygamber ile mücadele eden firavun. Musa, asası ile Kızıl Denizi ikiye bölüp açılan yoldan kölelerle geçerken, onları kovalayan Ramses ve adamları denizin kapanması ile boğulmuş. Ramses, her canlının kendinden korkmasını isteyen savaşçı bir firavun. Bir dağın içini oydurtarak, koskoca Ebu Simbel tapınağını 2 yılda yaptırmış. Ramses, 60 yıllık hükümdarlıktan sonra, 90’lı yaşlarında ölmüş. Dünyanın en büyük sütunlu tapınağı olan Karnak da onun eseri.
9 yaşında Firavun olan Tutankamon ise, Akhenaton’un oğlu. 19 yaşında başına aldığı bir darbe ile ölmüş. Mezarı korunarak çıkarılan tek Firavun olduğu için önem taşıyor. Mumyası Krallar vadisinde, Luksor şehrinde. İki odadan oluşan mezarının ilk odasında bir at arabası, tahtı ve hayattayken kullandığı paha biçilemez eşyalar bulunmuş. Bunların en değerlisi üstü taşlarla bezeli altın maskesi. Mühürlü kocaman bir tahta lahit içinde mükemmel işçiliğiyle som altından, 120 kg ağırlıkta bir tabutu var. Duvarlarda, eşi Ankesenamon ile bağlılıklarını resmeden figürler mevcut.
Tutankamon’un babası Akhenaton, ünlü Nefertiti‘ nin eşi. Mısır firavunları, çok tanrılı din yoluyla kendilerini de tanrılaştırıp halktan mutlak itaat isterlerken, Akhenaton, tek bir yaratıcıya inanmış ve çok tanrılı Mısır dinini yasaklayarak tek tanrılı Aten dinini kurmuş. Ancak, ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan Amon Rahipleri ve onları destekleyen bazı askerlerin baskısına maruz kalmış ve zehirlenerek öldürülmüş. Ölümünden sonra kurduğu din de çökmüş.
Kraliçe Nefertiti, Tutankamon’un da üvey annesi. Politik ve dini açıdan döneminin en güçlü kadınlarından biri. Büstü en çok kopyalanan eski Mısır eseri, güzelliği ise bir efsane.
Hayatı ve ölümü pek çok edebiyat, tiyatro, müzik, resim, sinema eserine konu olan İskenderiye doğumlu Kleopatra ise antik dönemin son kraliçesi. Tahta 18 yaşında çıkmış. Kardeşi tarafından iktidardan uzaklaştırılıp sürgüne yollanmış ama, iktidara geri dönüşü Roma imparatoru Sezar ile kolkola olmuş. Bu hırslı ve cesur Kraliçe, Sezar öldürülünce umutsuzluğa kapılsa da Roma imparatorluğunun ikiye bölünmesi ile önünde yeni bir kapı açılmış. Doğu Roma imparatoru Markus Antonius, Kleopatra’ya delice aşık olmuş. Bir süre Tarsus’ta yaşamışlar. Çok zeki olan ve iyi bir eğitim alan Kraliçenin, dokuz dil bildiği söyleniyor. Kleopatra öldüğünde 39 yaşındaymış. Ölümü Ptolemais hanedanının ve aynı zamanda da Firavun döneminin sonu olmuş.
DÜNYACA ÜNLÜ
İSİMLER
Mısır binlerce yıllık bir kültür ve sanat birikimine sahip. Firavunlar döneminin uygarlığından sonra, Helenistik dönem ve Hristiyanlık da ülkede izler bırakmış. Ama bugün, Mısır’ın kültür ve sanat yaşamında Arap ve İslâm kimliği en belirgin unsuru oluşturuyor.
Mısır’ın binlerce yıldır süregelen zengin bir kültür ve sanat hayatı var. Bu zengin birikimin yıllar boyunca ürettiği eserler, bugün bile somut bir biçimde görülebiliyor. Eski çağlardan kalan bu eserlere, günümüzün Mısırlı kültür, sanat ve bilim adamları da yeni eserler ekliyorlar.
Nobel ödüllü yazar
Çağdaş Mısır edebiyatı, Arap dünyasının en zengin edebiyatlarından. Muhammed Hüseyin Heykel, ilk modern Arapça romanı yazan yazar olarak niteleniyor. “Zeynep” isimli bu roman, 1913 yılında yayınlanmış. “Fransız Mecnun” isimli eserin yazarı Taha Hüseyin, “Doğunun serçesi” lâkabıyla anılan Tevfik El- Hakim ve 1988 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Necip Mahfuz çağdaş edebiyatın en önemli isimleri.
Necip Mahfuz, Nobel ödülü kazanan ilk müslüman ve tek Arap yazar. Bugüne dek 17 eseri sinemaya uyarlanmış. «Awlad Haratina» (Cebelavi Sokağının Çocukları) en sansasyonel kitabı. 1956 yılında yayınlanan 1500 sayfalık “Kahire Üçlemesi” adlı dev eserle, daha sonraki yıllarda yazdığı “Şeker Sokağı”, “Akhenaten” ve son eseri “Yedinci Cennet” de en önemli eserleri arasında sayılıyor. 1994 yılında Kahire’deki evinin önünde bıçaklı bir saldırıya uğrayan yazar, 2006’da, 95 yaşında vefat etmiş.
Mısır’ın Nobel ödülü sahibi bir de bilim adamı var. Ahmed Zewail, bu ödülü 1999 yılında, kimya dalında kazanmış. Çağdaş Arap şiirinin öncüsü Abbas El-Akad, hiciv ustası İbrahim Abdül Kadir El-Mazini, ve “Şairlerin Prensi” diye anılan Ahmet Şevki de ünlü Mısırlı aydınlar arasında öne çıkan diğer isimler.
“Şark yıldızı”
Sadece Mısır’da değil, bütün Arap dünyasında bir efsane olan ses sanatçısı Ümmü Gülsüm, ölümünden 36 yıl sonra, halâ klasik müziğin gelmiş geçmiş en büyük divası olarak saygı görüyor. Henüz genç bir şarkıcıyken “Şark yıldızı” olarak isim yapmış ve en ünlü besteciler ona şarkı yapmak için birbirleriyle yarışmışlar. Ünlü şair Ahmed Rami’nin Ümmü Gülsüm için 137 şarkı yazdığı söyleniyor. Onun şarkı söyleyeceği saatlerde, Arap ülkeleri liderleri konuşma yapmaz, sokaklar boşalır, halk radyoların başına koşarmış. 1975 yılında öldüğünde, cenazesine 4.5 milyon kişi katılmış.
Abdül Halim Hafız da, 1950-1970 arası Ortadoğu’nun en popüler bir diğer ses sanatçısı. “Nil’in Sinatrası” ya da “Esmer bülbül” olarak anılırmış. Babası bir Dürzü Prensi olan ud virtüözü Ferid Al Atraş ise, hüzünlü stili ve tok sesi ile yine Arap dünyasının önemli isimlerinden. Bugünlerde ise, Amr Diab, satış rekorları kırıyor.
Sinema
Mısır’ın önemli bir sinema geleneği de var. Hamamdan bozma bir yapıyla ilk kez İskenderiye’de başlayan sinema serüveninde, daha 1917’de salon sayısı 80’nin üzerine çıkmış. 1930’larda ünlü şarkıcılarla müzikal komediler çekilmiş. Mısır sineması, birbiri ardına çevrilen filmlerle kısa sürede bütün Ortadoğu’yu sarmış. Bugün biraz sessizliğe bürünmüş olsa da, 40’lı ve 50’li yıllarda her sene 100’ün üzerinde film yapılıyormuş. Sinema denince akla gelen ilk isimler Yusuf Şahin ve Ömer Şerif. Şahin’in Merkez Garı filmi, onu 20.yy’ın en büyük sinemacıları arasına yerleştirmiş. 2008’de ölen İskenderiyeli yönetmen, 40 film ve belgeselle uluslararası bir üne sahip.
Dünyaca ünlü aktör Ömer Şerif ise, Altın Küre ve Sezar ödülleri sahibi. “Doktor Jivago” filmi ile dünyanın hayranlığını kazanan oyuncu 60’ın üzerinde filmde oynamış.
SEBZELERİN
KRALLIĞI
Mısır mutfağında her türlü sebze çok yaygın kullanılıyor. Arap, Afrika ve Osmanlı özelliklerinin harmanlandığı bu lezzetler, Türk damak tadına da çok uygun.
Mısır mutfağı kendine has özellikleri olan, oldukça seçkin bir mutfak. Ülke coğrafyasının koşulları nedeniyle, çok eski çağlardan beri bitkisel ürünler hep ön planda olmuş. Gize Piramitleri civarında yapılan kazılarda, ekmek, soğan ve sert buğday gibi bitkisel maddelere rastlanmış. İskeletlerin diş yapıları incelendiğinde ise, bunların vejetaryen kişilere ait olduğu düşünülüyor. Nil’in suladığı bereketli topraklarda yapılan tarımın Mısırlılara sunduğu bitkisel ürünler, bugün de sofralarda baş köşeyi tutuyor.
Bakla ve nohut
Mısırlıların kahvaltı sofrasında ekmek, tereyağı, reçel, bal, peynir, yumurta, ful diye anılan bakla ezmesi ve mücver tarzında bir bakla köftesi olan tameya bulunuyor, yanında da süt veya çay içiliyor. Aslında ful ve tameya her öğüne uyan milli Mısır yemekleri. Bir başka milli yemek ise, makarna, kızarmış soğan, un, nohut, mercimek ve pirinçle yapılan kuşeri. Çok doyurucu bir yemek. Diğer Arap ülkelerinde de çok popüler olan humus, yani nohut ezmesi, ve falafel, yani nohut köftesi, Mısır’da da çok yaygın. Zaten bakla ve nohut Mısır mutfağının temel maddelerinden. Ayrıca, hemen her yemekte tahin ve başta karabiber, kimyon, nane, kişniş, tarçın olmak üzere baharat, ve dereotu, sarmısak, soğan, maydanoz gibi ürünler var.
Akşam yemeği genellikle geç bir saatte yeniyor. Çorba tüketimi de oldukça yaygın. Mercimek çorbası ve bir tür etli sebze çorbası olan melukya Mısırlıların favorisi. Balık çorbası ise kıyı kesimlerde tercih ediliyor. Mısır mutfağının bir özelliği de, nefis mezelerin bolluğu. Ful ve tameya’nın yanında, çevre ülkelerde de çok rastlanan tabule salatası ve bildiğimiz patlıcan salatasının Mısır versiyonu olan Babaganuş’un pek revaçta olduğu söylenebilir. Babaganuş, patlıcan ezmesine sarmısak, limon suyu ve tahin eklenerek yapılıyor. Ayrıca, yaprak sarması ve kalavi adı verilen ızgarada pişmiş böbrek de unutulmamalı.
Ana yemekler konusunda ise, “çevirme”den mülhem, “şavarma” adıyla anılan döner, şiş-kebap, güvercin ya da bıldırcın dolması ve bamyalı et öne çıkıyor. Izgara ya da fırında kızartılan etler, aromalı ot ve baharatlarla terbiyelenip pilav ya da patates kızartması ile servis ediliyor. Tabii, milli yemek kuşeri’yi de tekrar belirtelim.
Balıklar, İskenderiye başta olmak üzere, daha çok sahil bölgelerinde tüketiliyor. Akdeniz’e has balıkların yanı sıra, Mavi yengeç, İskenderiye karidesi, Kızıl Deniz ıstakozu, kalamar ve mürekkep balığı çok lezzetli. Nil’den az balık çıksa da Nasır Gölünün sazanları pek makbul. Balıklar genellikle ızgarada pişmiş olarak tercih ediliyor.
Şerbetli Tatlılar
Mısırlılar, baklava ve künefe gibi şerbetli tatlılara düşkünler. Atayıf da bir tür kadayıf, içinde kaymak var, yerken ballı şerbete batırılıyor. Güllacı andıran Ummu’ali ise, yufka, şeker, çekirdeksiz kuru üzüm, fındık, şam fıstığı, badem, hindistan cevizi ve süt ile yapılıyor. Gül suyu ve şam fıstığı eklenmiş sütlaç’ın buradaki adı: muhallebi. Unlu ve irmikli tatlılar da sevilerek yeniyor, basbusa gibi.
Mısır ayrıca, meyvesi bol bir ülke; bizde olanlar dışında mango, guava ve hurma gibi çeşitler de var. Ülkede meyve suyu da çok içiliyor. Hele meyve suyu kokteyli içmenin törensel havası görmeye değer. Günlük yaşamda Türk kahvesinin yeri de az değil, ama içine kakule konularak içiliyor.
AFRİKA
ŞAMPİYONLARI
Bir çok ülkede olduğu gibi, Mısır’da da futbol en popüler spor ve Mısır’ın başarılı milli takımı, 2010 yılının Afrika şampiyonu. Zaten, Mısır, Afrika Milletler Kupasını en çok kazanan takım. 1957 yılından bu yana, tam 7 kez kupayı evine götürmüş. Ayrıca 1 ikinciliği ve 3 de üçüncülüğü var.
Futbolun en popüler spor olduğu Mısır’da milli futbol takımı da çok başarılı sonuçlar alıyor. FİFA’nın dünya sıralamasında, Ocak 2011 itibarıyla 10. sırada yer alan Mısır, gerçekten de, Afrika kıtasının en güçlü takımlarından biri. Bu güne kadar 7 kez Afrika Milletler kupasını kazanan Mısır, 1934 ve 1990 yıllarında, iki kez de Dünya Kupası Finallerine katılmış.
Mısır’ın futboldaki başarıları elbette ki Milli Takım ile sınırlı değil. Kulüp takımları da bir çok başarıya imza atıyorlar. Örneğin, ülkenin en popüler kulübü olan “El Ahly” Afrika Şampiyonlar Ligi’ni 6 kez kazanmış. Bir Kahire kulübü olan El Ahly, Afrika Kupasını da 4 kez kazandığı gibi, Mısır Liginde tam 35 kez şampiyon olmuş, 35 kez de Mısır kupasını kazanmış. Bir diğer Kahire takımı olan “El Zamalek” ise, Afrika Şampiyonlar Ligi’ni 5 kez, Afrika Kupasını 1 kez, ve Mısır Lig şampiyonluğunu da 11 kez kazanmış olan önemli bir takım. Ülkedeki diğer büyük kulüpler ise, İsmailiye şehrinin takımı olan ve 1 kez Afrika Şampiyonlar Ligi, 3 kez de Mısır Lig şampiyonluğu kazanan “Ismaily”, İskenderiye’nin en büyük takımı “El Ittihad el Iskandary” ve Port-Said şehrinin takımı olan “El Masry”
Tanıdık futbolcular
Mısır’a bu başarıları kazandıran Hossam Hassan geliyor. 1985-2006 yılları arasında 169 kez milli olan ve 69 gol kaydeden Hossam Hassan, Mısır futbolunun en golcü oyuncusu. Ama Mısır milli takım formasını en çok giymiş olan futbolcu o değil. En çok milli olma rekoru, Türkiye’de de çok iyi tanınan bir oyuncuya; Kocaelispor, Denizlispor, Gençlerbirliği ve Beşiktaş’ın eski oyuncusu Ahmed Hassan’a ait. Mısır milli takım antrenörü Hassan Shehata’nın öğrencisi olan Ahmed Hassan, tam 175 kez Mısır formasını giymiş ve bu maçlarda 32 gol atmış.
Yıllarca Gençlerbirliği’nde oynadıktan sonra, geçen sezon Eskişehirspor’a geçen Abdel Zaher El Sakka da 110 kez Mısır milli takımında yer almış ve 4 de gol atmış olan bir defans oyuncusu. Halen Rizespor’da oynayan Ayman Abdelaziz de 25 kez formasını giydiği Mısır milli takımında 3 gol atmış. Geçen yıl Kayserispor’da oynayan Mohammed Shawky ise 66 kez milli ve 5 gol sahibi. Kısa bir süre için Trabzon’a gelen Sayed Moawad ve Ankaragücü’nün eski kalecisi Sherif Ekramy de Türk sporseverlerinin yakından tanıdığı diğer Mısırlı futbolcular.
Diğer sporlar
Mısır, 1912 yılından beri Olimpiyatlara katılıyor. Bugüne kadar 24 adet Olimpiyat madalyası kazanmış. Bunlardan 7’si altın, 7’si gümüş, 10’u da bronz. En çok madalyanın Halter’de elde edildiği görülüyor. Zaten, ülkeye ilk altın madalyayı da, 1928 Olimpiyatlarında halterci El Sayed Nosseir kazandırmış. Aynı olimpiyatlarda ikinci altın madalya da güreşçi Ibrahim Moustafa’dan gelmiş. Anwar Mesbah ile Khadr El Touni ise, 1936 Berlin Olimpiyatlarında, Mahmoud Fayad ve Ibrahim Shams ise 1948 Londra Olimpiyatlarında altın madalya kazanan diğer halterciler. Mısır’ın en yeni Olimpiyat şampiyonu ise, 2004’de Atina’dan altın madalya getiren Greko-Romen’ci Karam Gaber. Mısır’ın güçlü olduğu bir diğer spor dalı da hentbol. Dünya Şampiyonalarında bir çok kez 6. ya da 7. sıralarda yer alan Mısır, tam 5 kez de Afrika Milletler Şampiyonu olmuş. Yine bir takım sporu olan basketbol da ülkede çok popüler. Bu dalda da Mısır’ın, 4 Afrika Şampiyonluğu bulunuyor.
Bireysel sporlarda ise, tenis ve “squash” oldukça rağbette. Özellikle “squash” dalında Amr Shabana’dan söz etmemek olmaz. 1979 doğumlu olan bu profesyonel sporcu, tam 4 kez Dünya Açık Turnuvasını kazanmış ve 2006 yılında, dünya sıralamasında 1. sıraya yükselmiş, 3 yıl boyunca da bu yerini korumuş.. Katıldığı turnuvalarda 26 şampiyonluk elde eden Shabana, şu anda dünya sıralamasında 5. sırada yer alıyor.
Bir de dağcı Omar Samra’dan söz edelim. Samra, Everest’in zirvesine çıkan ilk Mısırlı. 2007 yılında, 3 dağcı arkadaşıyla yola çıkan Samra’nın tırmanışı 9 hafta sürmüş. Henüz 16 yaşındayken, İsviçre Alplerindeki tepelere tırmanarak dağcılık sporuna başlayan Samra, oldukça deneyimli bir sporcu. “Mısır bayrağını dünyanın en yüksek tepesine dikmek, hep aklımda olan bir şeydi” diyor.