Project Description

1. Sayı

Suudi Arabistan

DİPLOATLAS – KASIM 2007

1. Sayı

DiploAtlas

Kasım 2007

Merhaba,

Türkiye’deki diplomatik çevrelerin yakından tanıdığı DİPLOMAT dergisinin kardeş yayını olan DİPLOMAT ATLAS dergisi, elinizdeki ilk sayısıyla yayın hayatına başlamış bulunuyor.

Her sayısında değişik bir ülkeyi veya bir bölgeyi ele alacak olan DİPLOMAT ATLAS dergisinin bu ilk sayısında projektörlerimizi SUUDİ ARABİSTAN’ın üzerine çevirdik. Orta-Doğu’nun bu büyük ve güçlü ülkesini bir çok yönleriyle anlatmaya çalıştık. Aslında Suudi Arabistan Türkiye’de iyi tanındığı düşünülen bir ülke. Örneğin, her yıl binlerce vatandaşımız Hac vesilesiyle bu ülkeyi ziyaret ediyor. İş adamlarımız Suudi Arabistan ile ticarî faaliyetler sürdürüyorlar, Devlet düzeyinde ise iki ülke arasındaki sağlam diplomatik ilişkilerin süregelmekte olduğu biliniyor.

Ancak, genellikle zengin bir çöl ve petrol ülkesi olarak bilinen Suudi Arabistan’ın aynı zamanda tarım ürünleri de yetiştirip ihraç eden bir ülke olduğu, Dış ticaret hacmi bakımından dünya sıralamasında en başlarda yer aldığı, yoksul ülkelere en çok insani yardım yapan ülkelerden biri olduğu, afetlere maruz kalan bölgelere yapılan yardımlar konusunda ilk sıralarda bulunduğu ve modern mimarinin en cüretkar eserlerinin görüldüğü kentlere sahip olduğu, belki de zaman zaman gözden kaçabiliyor.

DİPLOMAT ATLAS’ın bu ilk sayısını hazırlarken, Ankara’daki Suudi Arabistan Büyükelçiliğinin yardımlarından çok yararlandık. Bizleri bir çok bilgi ile donatarak bu sayının hazırlanmasını sağladılar. Özellikle, Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçisi Dr. MOHAMMED R. AL – HUSSAINI’ye, verdiği destek için teşekkür borçluyuz.

DİPLOMAT ATLAS’ın okurlar tarafından beğenilen bir yayın olması en büyük dileğimizdir.


This special issue of “DIPLOMAT ATLAS” is published at a time where the relations between Turkey and Saudi Arabia witness a turning point in all fields and dimensions. The first visit of the Custodian of the Two Holy Mosques King Abdullah Bin Abdulaziz Al-Saud to Turkey from 8-11 August 2006 is considered a historical event. Local and international media described the visit as “historical turning point, not only on the bilateral relations between Saudi Arabia and Turkey, but also between Turkey and the whole Arab World.”

The second visit of King Abdullah to Ankara takes place from 9-10 November 2007, to reflect the extent of warm and cordial feelings that the leaders and people of the Kingdom maintain and cherish towards Turkey.

This issue, which is published in Turkish language for the first time, in coordination with the Ambassador of the Kingdom of Saudi Arabia to Turkey, Dr Mohammed Raja Al-Hussaini, shows in distinct photos, recent figures and words, the extent of progress and development in the Kingdom in all fields as well as the special relations between the Kingdom and Turkey.

Kaya Dorsan

Uzlaşmaya Dayalı Yönetim

Suudi Arabistan Krallığı, 75 yıllık tarihinde nüfus, sosyal yapı, teknoloji ve ekonomi alanlarında büyük bir dönüşüme sahne olmuştur. Bunların içerisinde en az bilineni ise siyasal sisteminin gelişimidir. Bugün, ülkenin uzlaşma ve müzakereye dayalı karar verme ve uygulama yapıları hiyerarşisinin en tepesindeki isim Suudi Arabistan’ın 6. kralı olan Kral Abdullah bin Abdülaziz el Suud’tur.

Suudi Arabistan’ın ilk bakanlar kurulu, ülkenin kurulduğu yıl olan 1932 yılında oluşturuldu ve bünyesinde Dış İşleri, Mali İşler ve Danışma Kurulu bakanlarını barındırıyordu. Petrolün bulunması, uluslararası toplumun talepleri ve hükümetin giderek karmaşıklaşan yapısı, bakanlık sayısının arttırılmasını zorunlu kıldı. Krallığın kurucusu Kral Abdülaziz’in son dönemlerinde yaptığı en önemli işlerden biri 1953 yılında bakanlar kuruluna ilişkin yeni bir kanun çıkarmasıydı. Böylece bir danışma kurulu şeklinde oluşturulmuş olan bu yapı, bir karar alma mekanizması haline getirildi. 1958 yılında çıkarılan bir kanun hükmünde kararname ile ise günümüzde hem teknokratları hem de prensleri içeren bu kurulun yasal ve yönetimsel görevleri ile işlevleri ortaya konuldu.

Yazılı bir anayasa yapılması üzerinde tartışmalar yaklaşık 30 yıl sürdü. Asıl ilerleme Kral Fahd’ın Temel Yönetim Kanunu’nu çıkardığı 1992 yılında kaydedildi. İslam hukukuna göre şekillenen Temel Yönetim Kanunu, devletin sorumluluklarını ve yönetici ile yönetilenler arasındaki ilişkiyi tanımlar. Aynı zamanda, diğer ülkelerin anayasaları gibi, bireylerin hak ve özgürlüklerini ve yargının bağımsızlığını onaylar ve hükümetin kurum ve kurallarını açıklar.

Suudi krallar her zaman din ve hukuk adamları, güvenilir yöneticiler, lider işadamları ile farklı kabilelere, kültürlere ve bölgelere özgü akımların temsilcileri gibi dönemin önde gelen isimlerine danışmışlardır. Günümüzde süre giden Ulusal Diyalog süreci de bu geleneğin bir devamı olarak düşünülebilir. Temel Yönetim Kanunu, adeta Şura Konseyi adı verilen eski yapıyı yeniden canlandırdı ve ona yeni roller yükledi. Toplumun her kesiminden seçilmiş kişilerden oluşan bu kurul günümüzde kanunları tartışma ve çıkarma yetkisine sahiptir. Ayrıca, 1992 yılında Krallığın 13 eyaleti için bölgesel hükümet sistemi kurumsallaştırıldı.

Kraliyet ailesi içerisinde kurallar ve koşullar uzlaşmaya dayanır. Bu durum özellikle yeni bir kral ya da veliaht seçileceği zaman geçerlidir. Yeni yönetici, uzlaşmanın ve bağlılığın yazılı olmayan, geleneksel kurallarına göre seçilir. Temel Yönetim Kanunu, yeni yöneticinin Kral Abdülaziz’in soyundan gelen erkekler arasından seçilmesini öngörür. 2006 tarihli bir kraliyet emrine göre ise; diğer şeylerin yanı sıra, veraset tartışmaları sırasında kraliyet ailesi üyelerinin nasıl temsil edileceğine ilişkin de düzenlemeler getiren bir bağlılık konseyi oluşturulacaktır.

Ülkede belediye meclis üyelerinin yarısını belirlemek üzere ilk siyasi seçimler 2005 yılında gerçekleştirildi. Bir sonraki seçimler 2009 yılında yapılacak ve görünüşe göre bu kez kadınlar da seçme ve seçilme hakkına sahip olacak. Suudi Arabistan’da kadınlar hali hazırda sanayi ve ticaret odaları seçimlerine katılabiliyor. Aynı zamanda ülkede bölgesel konseyler ve Şura konseyi için seçim yapma fikri de tartışılıyor. Şimdilik kesin olan tek şey var ki; o da Suudi siyasi sisteminin ülkenin ihtiyaçlarına göre zaman içinde gelişeceği…

DIŞ POLİTİKA
ILIMLI DİPLOMASİNİN GÜCÜ

Kral Abdülaziz El Suud tarafından 1932 yılında kurulan Suudi Arabistan Krallığının kuzeyinde Ürdün, Irak ve Kuveyt, doğusunda Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, güneyinde Umman ve Yemen, batısında ise Kızıldeniz yer alıyor.

Bu coğrafi özelliklerin yanında, dünyanın en önemli petrol rezervlerinden birine sahip olması, islamiyetin iki kutsal şehri olan Mekke ve Medine’nin bu ülkede yer alması ve yakın tarihinde yaşadıkları, Suudi Arabistan’ın dış politika çizgilerini belirleyen ana unsurları oluşturuyor.

Suudi Arabistan Krallığı, kurucu Kral Abdülaziz Al Suud döneminden beri, dış politikasını değişmeyen bazı temel ilkeler üzerine kurmuştur. Genel hatlarıyla, bu ilkeler, karşılıklı saygı, diğer ülkelerin iç işlerine karışmamak, iyi komşuluk ilişkileri, sorunların çözümünde şiddetten uzak durmak ve anlaşmazlıkların giderilmesi için uluslararası hukuk çerçevesinde barışçı diyalog yöntemini benimsemek gibi, etik değeri yüksek ilkelerdir.

Suudi Arabistan dış politikasının bir diğer özelliği de, insani sorunlar konusunda gösterilen hassasiyet ve herhangi bir afet veya felâket nedeniyle zarar görenlere yardım eli uzatmak kararlılığıdır. Birleşmiş Milletlerin kurucu üyelerinden olan Suudi Arabistan, İKÖ (İslam Konferans Örgütü), Arap Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler), IMF (Uluslararası Para Fonu), İslam Kalkınma Bankası gibi bir çok uluslararası örgütün de aktif üyesi konumunda. Ocak 1991’de başlayan birinci Körfez savaşında ABD öncülüğündeki müttefik kuvvetlere en büyük lojistik desteği Suudi Arabistan vermişti. İçinde bulunduğumuz dönemde de, dış politikası ABD ile olan ilişkilerine ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu’daki dengelere ve İsrail-Filistin sorununa odaklı olan Suudi Arabistan, bir yandan Ortadoğu’da Amerika’nın en önemli müttefiği olmayı sürdürürken, bir yandan da İsrail karşıtı düşüncelerin yaygın olduğu Arap ve İslam dünyasındaki liderliğini koruyor.

Ilımlılık ve Uzlaşı

1982’de Fahd’ın tahta çıkış döneminde İran devrimi, Afganistan işgali, İran-Irak savaşı, Lübnan iç savaşı ve Körfez savaşı bütün sıcaklığıyla gündemdeydi. Kral bu konularda hep tarafsız kalmaya çalıştı. Lübnan’da arabuluculuk rolü üstlendi. İran-Irak arasındaki çatışmalarda ülkesini anlaşmazlıkların dışında tutmayı başardı. Amerika ve Pakistan’la işbirliği yaparak, Sovyetler’in Afganistan’dan çıkarılması icin önemli miktarda maddi yardımda bulundu. Suudi Arabistan, günümüzde de, Terorizme karşı mücadele alanında Uluslararası İşbirliği konusuna geniş destek vermekte ve terorizmi kınamaktadır. 2005 yılında Riyad’da yapılan Uluslararası Terorizm ile Mücadele Konferansında, Kral Abdullah, terorizme karşı global işbirliğinin daha da arttırılması çağrısında bulunmuştur. Kısacası, Suudi Arabistan, hep barışçı, ılımlı ve uzlaşmaya dayanan bir siyaset izlemiştir.

Türkiye-Suudi Arabistan İlişkileri

8-11 ağustos 2006’da Suudi Arabistan Kralı Abdullah, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in davetlisi olarak Türkiye’yi resmen ziyaret etti. Bu, 40 yıl gibi çok uzun bir aradan sonra gerçekleşen ilk buluşmaydı. Daha önce, 1966’da Kral Faysal Türkiye’yi ziyaret etmişti.

Son dönemde Ortadoğu’da yaşananlar, bölge liderliğinin Mısır’dan Suudi Arabistan’a geçişi gibi gelişmeler ışığında ve sorunlara çözüm arayışları hedefiyle Türkiye ile Riyad arasında, uzun bir aradan
sonra doğan bir ivme, bir diyalog var. Her iki ülke, Irak ve Filistin’in geleceği gibi konularda ortak görüşe sahipler. Ancak, Suudi Arabistan’ın İran’ın bölgedeki etkisini azaltma hedefine Türkiye biraz temkinli yaklaşıyor.

Kral’ın bu ziyaretinden sonra, iki ülke arasındaki ilişkileri pekiştiren diğer bir gelişme, 2007 Şubat ayında, o zaman Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün bölgedeki son olayları değerlendirmek, sorunlara çözüm önerileri sunmak ve Türkiye’nin görüşleri hakkında bilgi vermek için, Suudi Arabistan’a sürpriz bir ziyaret yapması oldu. Üçüncü gelişme ise yine Şubat 2007’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 8. Cidde Ekonomik Forumu’na katılmak için yaptığı Suudi Arabistan ziyaretidir. Bu ziyaret sırasında yapılan görüşmelerde Filistin-İsrail sorununun çözümüne dair atılan diplomatik adımlar, Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunması ve Lübnan’da istikrarın sağlanması konuları üzerinde duruldu.

Suudi Arabistan’ın kurucu üye olduğu İslam Konferansı Örgütü’nün yönetici organı olan Daimi Sekretarya, Cidde bulunuyor. Genel Sekreter ise, 1 Ocak 2005’ten beri Türkiye’den Ekmeleddin İhsanoğlu. Bu da iki ülkeyi biraz daha yakınlaştıran bir faktör. Kral Fahd’in 2005 yılında ölümünden sonra yerine eskisinden çok değişik uluslararası politik koşullarda Kral Abdullah’ın gelişi ile ülkede yeni bir dönemin başladığı görülüyor. Daha demokratik ve daha modern bir Suudi Arabistan yönündeki iç ve dış taleplerin, yeni Kral’ın çağdaş yönetimi altında ülkeyi şekillendirmesi hiç de sürpriz olmayacak.

Suudi Arabistan Krallığı ve Filsitin Sorunu

Suudi Arabistan Krallığının Filistin sorununa yaklaşımı, en başından itibaren hep Filistin Halkının sorunlarını benimsemek. bunları bir yaşamsal mesele saymak ve çözüm için her türlü destek ve yardımda bulunmak şeklinde olmuştur Bu cerçevede Suudi Arabistan. 1935 Londra Konferansından bu yana, Filistin sorununu tartışan her uluslararası toplantıya katılmış ve Filistin halkının devlet kurma hakkının olduğunu savunarak, bölgede barış için uluslararası hukuk kurallarının uygulanmasının önemini dile getirmistir.

Suudi Arabistan’in bugünkü Kralı Abdullah Bin Abdülaziz, henüz Veliaht Prens oldugu2002 Şubat’ında barışın sağlanması amacıyla birtakım girişimlerde bulunmuştur. İsrail’e, komşu Arap devletleriyle ilişkilerini normal düzeye getirmesi karşılığında, Doğu Kudüs de dahil olmak üzere I967’de istila edilen toprakların geri verilmesini önermişti. Arap Birliği’ne üye devletler bir sonraki ay açıklanan “Beyrut Deklarasyonu” ile bu girişimi benimsediklerini ilan ettiler. Böylece bu girişim Arap görüşünün bir temel taşı haline geldi ve “Arap barış girişimi” olarak tanındı.

Daha sonra. Kral, Hamas ve El Fetih’i arabuluculuk görüşmelerine davet etti. Ancak. Hamas ve El-Fetihin 8 Şubat 2007’de imzaladıkları Mekke Anlaşması ile Filistin konusunda Önemli bir inisiyatif almış olan Suudi Arabistan. bu anlaşmanın ürünü olan Hamas liderliğindeki ulusal birlik hükümetinin devrilmesinden ve iki grup arasındaki kanlı çatismaların baş göstermesinden sonra, Dışişleri Bakanı aracılığıyla “Üzerlerine düşen arabuluculuk görevini yaptıklarını. artik tekrar böylesi bir işe girişmeyeceklerini, Suudi Arabistan’ın bundan sonraki adımlarının Arap Birliği çercevesinde olacağını” ifade etti.

2007 itibariyle Riyad. Filistin Hükümetinin, israil’e karşi yükümlü olduğu çift devletli çözüm planına yönelik sorumluluğunu yerine getirmesini istiyor. Hamas’a, Filistin Özerk Yönetiminin taahhütleri ile Oslo ve Madrid müzakerelerine bağlı kalmalarını ve Beyrut’ta uzlaşan Arap Barış Projesine uymalarını tavsiye ediyor.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud Al-Faysal’ın, 28 Eylül 2007 tarihinde BM’de yaptığı konuşmadan bölümler:

Orta Doğu

“Orta Doğu’da mevcut bulunan koşullar büyük tehlike arz etmektedir. İsrail’in Arap topraklarını işgali bütün bölgeyi bir çok krizin ortaya çıktığı bir alana dönüştürmekte, ayrıca Filistinlilerin dramatik acılar çekmesine ve radikalleşme ortamının yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Bu tehlikeli sonuçlardan kaçınmanın tek yolu Arap-İsrail barışının sağlanmasıdır.”

Irak

“Suudi Arabistan Krallığı her zaman Irak’ın bütünlüğünün güçlendirilmesi ile, bağımsızlığının ve egemenliğinin korunmasının önemini vurgulamış ve bunu yaparken de bu ülkenin iç işlerine karışmaktan daima kaçınmıştır. Irak’ta ulusal barışın bir an önce sağlanması ihtiyacı konusunda, önümüzdeki dönemde, giderek ağırlık kazanan bölgesel ve uluslararası fikir birliği belirleyici olacaktır. Ancak, Iraklı liderler ve Irak hükümeti de, ülkede ulusal barışa yönelik anayasal, yasal, siyasi, ve ekonomik gerekliliklerin yerine getirilmesinden sorumludurlar.”

Din

“Terörizmi savunan hiçbir gerçek din yoktur. Dünyanın büyük dinlerinin hepsi yüce değerleri ve barışı teşvik eder. Dolayısıyla bizler de herhangi bir dine mensup olan gerçek müminler çoğunluğunu küçük bir azınlığın bu tür eylemlerinden sorumlu tutmamalıyız.”

Terörizm

“Küresel terör kavramı hepimiz için tehdit oluşturmaktadır. Süregelen terörist eylemler bizlerin terörle mücadeledeki kararlılığımızı sınamaya devam etmektedir. Krallığımız, terörizmin hedefindeki ülkelerden birisi olarak, terörün her çeşidine defalarca karşı çıkmış ve terörle mücadelede somut başarılar elde etmiştir.”

Silahların kontrolü

“Savaş veya caydırma amaçlı da olsa, bazen terörist grupların eline de geçen kitle imha silahlarının küresel barış ve güvenliğe karşı oluşturduğu ciddi tehdidi göz ardı edemeyiz.”

SUUDİ ARABİSTAN – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ BÜYÜKELÇİ AL HUSSAINI: BİRLEŞEN ÇIKARLAR

Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz’in geçen yıl Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret, 40 yıl sonra bir Suudi Arabistan kralının ülkemize gerçekleştirdiği ilk ziyaretti. Kral, 9 Kasım tarihinde Türkiye’yi yeniden ziyaret edecek. Diplomat Atlas dergisi ekibi Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçisi Dr. Mohammed al-Hussaini ile bu iki ziyaretin açıkça ortaya koyduğu, ikili ilişkilerdeki ilerlemeler konusunu konuştu.

DİPLOMAT ATLAS: Kralın ülkemize gerçekleştireceği ziyarete ilişkin bize neler söyleyebilirsiniz?

DR. MOHAMMED R. AL – HUSSAINI: Bu ziyaretinde Kral’a, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud, ve kendisinin geçtiğimiz yılın Ağustos ayında Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette de olduğu gibi çok sayıda kraliyet mensubu, bakan ve görevli eşlik edecek. Kral Abdullah Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşecek. Ayrıca, iki ülkenin dışişleri bakanları arasında da görüşmeler yapılacak.

DİPLOMAT ATLAS: İkili ilişkiler geçtiğimiz yıl içerisinde nasıl bir gelişme gösterdi?

AL – HUSSAINI: Gerek yerel gerekse uluslararası medya, geçen yılki ziyareti sadece Suudi Arabistan’ın Türkiye ile ikili ilişkileri açısından değil, aynı zamanda Türkiye’nin tüm Arap dünyasıyla ilişkileri açısından da bir dönüm noktası olarak yorumladı. İki ülke arasında, Dışişleri Bakanları arasında bir diyalog mekanizması oluşturmak da dahil olmak üzere, toplam 6 anlaşma ve mutabakat zaptı imzalandı. Şu anda da 9 ayrı anlaşma ve mutabakat zaptının imzalanması bekleniyor. Karşılıklı ziyaretlerin çok sıklaştığı görülüyor. Örneğin, 21 Ekim’de, Kral Abdullah kendisine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan bir mesaj getiren Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ı kabul etti. Babacan ayrıca, Dışişleri Bakanımız ile bir saatten uzun süren bir görüşme gerçekleştirdi. Bakanlar ayrıca Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısında ve Kasım ayının başında İstanbul’da gerçekleştirilen G8 zirvesinde de bir araya geldiler.

DİPLOMAT ATLAS: İki ülkeyi yakınaştıran temel faktörler nelerdir?

AL – HUSSAINI: Türkiye ile birlikte, çıkarlarımızın her zaman olduğundan daha fazla çakıştığını görüyoruz. Bölgedeki gelişmeler ve sorunlar iki ülke arasında yakın ve samimi bir ilişkiyi zorunlu kılıyor. Barış konusunda da ortak çıkarlara sahibiz. Ben, şahsen ülkelerimizin bölgedeki sorunlar üze-
rinde önemli etkisi olabileceğine inanıyorum. Bölgenin güvenliği ve istikrarı için ülkelerimiz arasındaki işbirliği son derece önemlidir. Bunu biz de biliyoruz, Amerika Birleşik Devletleri de biliyor. Türkiye ile, Orta Doğu sorununun çözümü, terörle mücadele ve Irak konusundaki politikalarımız aynıdır.

DİPLOMAT ATLAS: Bu konuları biraz daha açabilir misiniz?

AL – HUSSAINI: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül geçenlerde Filistin sorununun bölgedeki tüm çatışmaların nedeni olduğunu ve bu sorun çözülmezse bölgede yaşanan trajedilerin devam edeceğini söyledi. Bu konuda biz de tamamen aynı şekilde düşünüyoruz. Ayrıca, hem Suudi Arabistan hem de Türkiye, Filistin sorununun diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğine ve Kudüs’ün başkent olduğu bağımsız bir Filistin devletine inanıyor.

DİPLOMAT ATLAS: Terörle mücadele konusunda neler yapılabilir?

AL – HUSSAINI: Ülkelerimiz, gerek kendi topraklarında gerekse de dış ülkelerde, diplomatlarının, vatandaşlarının ve çıkarlarının maruz kaldığı terör saldırılarından acı çekti. Aslında terörle mücadele için uluslararası bir çabaya ihtiyaç var, ancak terörizmin henüz uluslararası anlamda kabul gören bir tanımı yok. Biz terörizmin mali kaynakları ile ve silah ve teknoloji gibi imkanların kaçakçılık yoluyla teröristlerin eline geçmesine karşı mücadele etmeye çalışıyoruz. Son ziyaretinde Kral Abdullah’ın Sayın Cumhurbaşkanına söylediği gibi, bilgi alışverişi terörle mücadelede en temel unsurlardan biridir.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ve Suudi Arabistan Irak konusunda nasıl bir görüşe sahip?

AL – HUSSAINI: Filistin’deki gelişmeler gibi, Irak’taki gelişmeler de bölgenin tamamını etkiliyor. Hem Suudi Arabistan Krallığı, hem de Türkiye Cumhuriyeti Irak’la sınır komşusu. Irak konusunda iki ülkenin görüşleri de hemen hemen aynı. Biz birleşik, egemen ve bağımsız bir Irak’a inanıyoruz. Mezhepsel bölünmelere karşıyız. Tüm Iraklıların ülkenin ekonomik kaynaklarından eşit şekilde yararlanması gerektiğini düşünüyoruz. Suudi Arabistan ayrıca milislerin silahsızlandırılması gerektiğine, aksi taktirde sorunların sürüp gideceğine inanıyor. Türkiye’nin de bu düşünceyi paylaştığından eminim. Irak’a Komşu Ülkeler Toplantıları 2003 yılında Türkiye tarafından başlatıldı. Bu ülkelerin bir araya gelip görüşüyor olması son derece yararlı. Türkiye bölgedeki tüm ülkelerle iyi ilişkilere sahip, ayrıca iyi bir arabulucu.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ve Suudi Arabistan’ın aynı görüşleri paylaştığı diğer bölgesel konular nelerdir?

AL – HUSSAINI: İran’ın nükleer programı konusunda da, Orta Doğu’nun kitle imha silahlarının hiçbir türünü barındırmaması ve bu konuda çifte standartın olmaması gerektiği noktalarında aynı düşünceye sahibiz. İsrail’in nükleer silah geliştirmesine izin verirken İran’dan nükleer gücü sivil alanda kullanmamasını isteyemezsiniz. Yine Türkiye ile aynı olarak, uygarlıkların birbirlerini tamamladığını ve dolayısıyla aralarında çatışma değil diyalog olması gerektiğini düşünüyoruz. Bir büyükelçi olarak, Türkiye’nin “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini mükemmel bir şekilde uyguladığını görüyorum.

DİPLOMAT ATLAS: Bu ilke Suudi Arabistan’ın dış politikasında nasıl bir yere sahip?

AL – HUSSAINI: Dış politikamızın temel ilkelerinden biri diğer ülkelerin iç işlerine karışmamaktır. Bu da Türkiye ile ortak noktalarımızadan biri. Pek çok ülke böyle söyler ama, biz, bazı ülkelerin pek çok vesile ile bizim içişlerimize karışmasına rağmen, hiçbir zaman hiçbir ülkenin içişlerine karışmadık. İkinci bir nokta da, zenginlik bahşedilmiş bir ülkeyiz ve bu zenginliğimizi halkımızın refahı için ve diğer ülkelere yardım için kullandık. Son 20 ya da 30 yıl içerisinde gayri safi yurt içi hasılamızın %4’ünü herhangi bir kısıtlama ya da koşul olmaksızın ihtiyaç sahibi ülkelere yardım için kullandık. Körfez Savaşı sırasında Türkiye’ye de yardım ettik. O dönemde yaptığımız yardım 3 milyar doları bulmuştu. Üçüncü olarak, biz dünyada barış için çalışıyoruz. Örneğin, Darfur’daki ve Lübnan’daki muhalifler, Irak’taki çeşitli gruplar, Hamas ve Filistin Hükümeti, hepsi Suudi Arabistan’da buluşuyor. Son olarak, Somali’deki rakip güçler de ülkemizde biraraya geldi.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki ekonomik ilişkiler de siyasi ilişkiler kadar hızlı gelişme gösteriyor mu?

AL-HUSSAINI: Suudi Oger’in Türk Telekom’a yaptığı 5 milyar dolarlık yatırıma ilaveten Suudi Arabistan Ulusal Ticari Bankası da Türkiye Finans’ın hisselerinin %60’ını 1.08 milyar dolar karşılığında satın aldı. Yüksel firması, Suudi Arabistan’da 800 milyon dolarlık sözleşmelere sahip. Bunlar yalnızca birkaç örnek… Turizm ve diğer alanlarda da pek çok projeyi tartışıyoruz. Şu anda Türkiye’nin ilk on ticaret ortağından biri durumundayız. Bu yıl içerisinde 50.000’den fazla Suudi Arabistan vatandaşı turist olarak Türkiye’ye geldi. Fiyatlar uygun, ülke sakin ve güvenli. Dolayısıyla eminim ki bu rakam giderek daha da artacak.

DİPLOMAT ATLAS: Eğitim ve kültür bağları konusunda durum nasıl?

AL – HUSSAINI: Suudi Arabistan’da öğrenim gören 40 Türk öğrencimiz var. Benzer sayıda Suudi Arabistanlı öğrenciyi de eğitim almak üzere Türkiye’ye getirmeyi amaçlıyoruz. Bir kültür haftası planlıyoruz. Türkiye, önümüzdeki yıl Şubat ayında Riyad’ta, her yıl geleneksel olarak düzenlenen ve bu zamana kadar yalnızca Suudi Arabistan geleneklerinin kutlandığı Janadriya Folklor Festivalinin ilk yabancı katılımcısı olacak. Türkiye’de yaşam standardı yükseldikçe ve Suudi Arabistan’da yeni tesisler ve oteller inşa edildikçe, ülkemize Hac ve Umre için gelen Türk vatandaşlarının sayısı artıyor. Şu anda bu sayı yılda yaklaşık olarak 200.000. Geçen yıl, TRT’nin kendi ekipmanlarıyla Suudi Arabistan’dan doğrudan Türkiye’ye ve dünyanın çeşitli yerlerindeki Türkçe konuşan insanlara yayın yapmasına izin verildi. Bu bir ilkti. Kısacası son birkaç yıl içerisinde ilişkilerimiz geri çevrilemez yeni boyutlar kazandı.

DİPLOMAT ATLAS: Ankara’daki Suudi Arabistan Ulusal Günü resepsiyonlarına katılım yüksek oluyor, değil mi?

AL – HUSSAINI: Evet. Geçtiğimiz yıl 23 Eylül’de resepsiyonumuza pek çok eski bakanların yanısıra 4 görevdeki bakan da katıldı. Davetimize bu yıl, İçişleri, Tarım ve Köy İşleri, Maliye ve Dışişleri Bakanları katıldı. Daha önce bu kadar çok bakan ve üst düzey bürokratı aynı Ulusal Gün resepsiyonunda birarada görmemiştim. Bu Suudi Arabistan’a duyulan saygının, Krallığın politikalarının takdir edilmesinin ve Suudi Arabistan’la kurulan bağların bir göstergesidir.

DİPLOMAT ATLAS: İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisinin gelişen bu ilişkilerdeki payı nedir?

AL – HUSSAINI: Bence Türkiye’nin AKP yönetimindeki istikrarı çok yararlı oldu. Parti, bölgedeki tüm ülkelere açıldı. Lübnan ve Filistin’e yardımcı oldular. Suriye ile iyi ilişkileri var. PKK sorununa rağmen Irak yönetimi ile de ilişkileri iyi. Bölgeye açılmaya ve dengeli bir tutum sergilemeye çalışıyorlar. Bence bu noktada şu ana kadar başarılı da oldular.

DİPLOMAT ATLAS: Türkiye’de bazı insanlar Suudi Arabistan’a dostça yaklaşmıyor, değil mi?

AL – HUSSAINI: Medyada Araplarla ilişkilerin bozulmasını isteyen bazı çevreler var. Mükemmel değiliz, diğer ülkeler gibi bizim de sorunlarımız var. Ancak ister bireysel olarak, ister ülke çapında, ilişkilerinizde geçmişte yaşananlara saplanıp kalırsanız, sağlıklı ilişkiler kuramazsınız. Bunun üstesinden gelebiliriz.

DİPLOMAT ATLAS: Geçtiğimiz iki yılda kişisel olarak Türkiye ile ilgili ne gibi izlenimler edindiniz?

AL – HUSSAINI: Ziyaret ettiğim bazı üst düzey bürokratlar ve gazeteciler bana Suudi Arabistan büyükelçisi olarak Türkiye’de özel bir yerim olduğunu söylediler. Bundan gurur duydum. Burada kendimi evimde hissediyorum. Tatillerimi bile ailemle birlikte Bodrum, Antalya ya da Türkiye’nin bir başka tatil yöresinde geçiriyorum. Yurtdışına çıkma ihtiyacı hissetmiyorum. Aslında bu durum, bu meslekte sık görülen birşey değildir. Ayrıca, Türk insanının adaletsizliğe karşı gösterdiği hassasiyet de beni çok etkiledi. Örneğin, Türk insanı Filistin halkının gördüğü zulüm ve çektiği acılar konusunda çok hassas. Elbette Türk insanının çok gururlu ve milliyetçi – hatta belki biraz fazla milliyetçi – olduğunu da gözlemledim. Bu insanlar inançlarıyla gurur duyuyorlar ve aynı zamanda laikliğe ve özgürlüklerine de bağlılar. Gerçekten de,hem batıya hem de doğuya çok yakınlar.

MODERN VE KOZMOPOLİT : RİYAD

Suudi Arabistan’ın başkenti olan Riyad, tarihi Nejd bölgesinde, ünlü Hanife Vadisinin yakınındaki bir yaylada yer alıyor.

Riyad, daha 19. Yüzyılın başlarında, 1824 yılında, Suud hanedanının merkezi olarak seçilmişti. 1932 yılında Suudi Arabistan Krallığın kurulmasıyla, bu kez Krallığın başkenti oldu.

Çevresiyle birlikte 4 milyon nüfusu barındıran Riyad, bugün büyük bir hızla büyüyen modern bir kenttir. Öyle ki, yarım yüzyıldan daha az bir sürede, kent neredeyse yüz kat büyümüş, kent merkezindeki nüfus da 150 000’lerden 2 milyon’a yaklaşan bir düzeye erişmiştir. Riyad bugün de inançlı insanların liderliğinde bir refah ve uygarlık merkezi olarak büyümesini
ve gelişmesini güvenle sürdürüyor.

Kentte bütünüyle modern bir mimari hakimdir. Eski dönemlerden kalan mimari eser sayısı çok az olmakla birlikte, 19. yüzyıldan kalan Masmak Kalesi halâ bütün görkemiyle ayakta duruyor. 1930’lardan bu yana, elde edilen yüksek petrol gelirleri sayesinde, Riyad, modern ve görkemli yapıları, yeni otelleri, ileri teknolojiye sahip hastaneleri, gelişmiş okulları ve muhteşem otoyollarıyla üst düzeyde konfora sahip bir kent haline dönüşmüştür. Tabii ki, bu nedenle, eskiden sadece Nejd bölgesi halkının oturduğu Riyad, artık çok kozmopolit bir nüfusa sahiptir.

1985 yılında, bütün Hükümet Daireleri ve yabancı ülkelerin diplomatik temsilcilikleri Cidde’den Riyad’a taşınmış ve böylece Riyad tam bir Başkent kimliğine kavuşmuştur.

Riyad’ın dikkati çeken modern yapıları

Riyad TV Kulesi

1978-1981 yılları arasında yapılan bina 170m. yüksekliğindedir.

Al Faisaliyah Center

Burası Kingdom Center’den sonra Suudi Arabistan’ın ikinci büyük binasıdır. Binanın tepesinde altın renkli bir top vardır. Bir tükenmez kalem ucundan esinlenerek yapıldığı söylenen bu topun içinde bir restoran ve bir alışveriş merkezi bulunuyor.

Kingdom Center

Suudi Arabistan’ın en büyük yapısı.

Kentin turistik bölgeleri

Masmak Kalesi

Masmak Kalesi Krallığın tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Kale Hicri 1319 Şaban’ın beşi sabahında Kral Abdülaziz’in Riyad’ı ele geçirdiği savaşla özdeşleştirilir. Hicri 1400’de Riyad hükümeti kaleyi özel bir çalışma programı dahilinde onarıma aldı. Hicri 1416 ya da Miladi 1995 yılında da Masmak Kalesi Prince Salman bin Abdülaziz tarafından ziyarete açıldı. Kale yakınındaki görülecek yerler arasında Saray’ın Anıt sal Kapısı, Cami, Kuyu, Sarayın Kabul Salonu ve Gözetleme Kulesi var.

MÜZELER

Ulusal Müze

İki büyük binasıyla birlikte 28 bin metre karelik bir alanı kaplayan müzede çevreden toplanmış antika eserler, belgeler, el yazmaları, savaş araç gereçleri ve geleneksel eğitim araçlarının sergilenmesi yanında çeşitli modern belgeler de yer alıyor. Müzedeki eşyalar sekiz büyük salonda sergileniyor.

Kral Abdülaziz Askeri Müzesi

Havacılık ve Savunma Bakanlığına bağlı olan müzede her türden savaş araç gerecleri ve silahlar sergileniyor. Aynı zamanda Suudi Ordusunun tarihi gelişimi de müzede gösterilmiş.

Kral Fahad Ulusal Kütüphane Müzesi

Elyazması kitapları ve farklı madeni paralardan oluşmuş koleksiyonları nedeniyle ilginç bir müze. Müzede 10.000 kadar nadir eser bulunuyor.

Antik Eserler ve Folklor Müzesi

İki bölümden oluşan müzenin birinci bölümünde “antika” eserler bulunuyor. Diğer bölümde ise erkek ve kadın giysilerinden, eski silahlarda, seramik ve ender pullardan örnekler bulunuyor.

Jeoloji Müzesi

Kral Suud Üniversitesi, Bilimler Koleji Jeoloji Bölümü tarafından düzenlenen müzede krallığın sınırları içinde yapılan araştırmalardan elde edilmiş, ilginç taşlar, fosiller, farklı metaller ve diğer jeolojik buluntular sergileniyor.

ALIŞ VERİŞ – Al-Jazeera

Riyad’ın en büyük alışveriş merkezlerinden biri olan Al-Jazeera yaklaşık 22 bin metre karelik bir alan üzerine inşa edilmiş. Merkezde giysiler, ayakkabılar, hediyelik, elektrik ve elektronik eşyalar, ev tekstil ve aksesuarları, çantalar, oyuncaklar, parfümler ve aksesuarlar bulunuyor. Tesis içinde bir cami, bir çok restoran ve çocuklar için oyun alanları bulunuyor.

TİCARET VE SANAT MERKEZİ : CİDDE

Cidde, Suudi Arabistan’ın Kızıldeniz kıyısındaki en büyük yerleşim merkezi. Başkent Riyad’dan sonra ülkenin ikinci büyük, Mekke Bölgesi’nin de en büyük kenti. Yaklaşık 3.4 milyon nüfuslu olan bu kent, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın ticaret merkezi sayılıyor. Cidde, Ortadoğu ve batı Asya’nın en zengin kentlerinden biri olmanın yanı sıra, İslam’ın kutsal kenti Mekke’nin de ana giriş noktası konumunda bulunuyor.

Cidde adının ne anlama geldiği konusunda anlatılan iki açıklama var: Bunlardan birincisi “Cidde”nin “deniz kıyısı” anlamına geldiği ve Kızıldeniz’de Mekke’nin ana limanı olarak kullanılmasından ötürü kente bu ismin verildiği. İkinci açıklama ise “Cidde”nin “büyük anne” anlamında kullanıldığı yolıunda. Ciddeliler Hz. Havva’nın mezarının bu kentte bulunduğuna inanıyorlar ve kentin de adını bu efsaneden aldığını anlatıyorlar.

Cidde, bundan 2500 yıl kadar önce bir balıkçı köyü olarak kurulmuş. İ.S. 647’de üçüncü İslam halifesi Osman burasını hacıların Mekke’ye gidişlerini kolaylaştırmak için bir limana dönüştürmüş. XII. Yüzyılda Eyyubi İmparatorluğunun bir parçası olan Cidde, XIII. Yüzyılda Memluk Sultanlığının, XVI. Yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğunun eline geçmiş. Birinci Dünya savaşı sırasında Hicaz Şerif’i Ali bin Hüseyin’in kontrolüne geçen kent, Suudi hanedanının eline geçtiği 1924’den bu yana, Suudi Arabistan’ın en önemli şehirlerinden biri haline gelmiş bulunuyor.

Kentte, bugün eski Cidde’den fazla bir iz yok. Ancak yer yer eski dönemlerden kalma geleneksel mimarinin temsilcisi olan evlere rastlanıyor. Genç kuşakların bu tür yapılara büyük bir ilgi ve sempatisi var. Bu gençler Cidde’nin eskilerden bugüne ulaştırdığı küçük ama özgün kültür mirasını geleceğe taşımakta kararlı görünüyorlar.

Modern Cidde’de bugün bir uluslararası hava limanı ile yine uluslararası nitelikte bir deniz limanı bulunuyor. Cidde’nin ekonomik yaşamı büyük çoğunlukla ticarete dayanıyor. Dünyanın hemen bütün ünlü moda ve ticaret firmalarının temsilcilikleri ve satış departmanları Cidde’de var. Bütün bunlar Cidde’ye zenginlik getirmiş ve Ciddelilerin yaşam kalitesini dünya standartlarının üzerine çıkartmış. Ticari anlamda ilgi odağı haline gelen Cidde’ye dünyanın her yanından da insanlar çalışmak için geliyorlar.

Ticaretin yanı sıra Cidde’de kültürel ve sanatsal faaliyetler de yapılıyor. Öyle ki, bugün Cidde’deki meydanlarda alışılmışın dışında modern heykeller ve sanatsal yapılar bulunuyor. Cidde günümüzde, dünyadaki en büyük açık hava sanat galerisine sahip olmakla övünüyor. Cidde’ye eser kazandıran sanatçılar arasında Jean (Hans) Arp, César Baldaccini, Alexander Calder, Henry Moore, Joan Miro ve Victor Vasarely gibi isimler de bulunuyor: Bu isimlerin Cidde’ye kazandırdıkları eserler, İslam dinince insanın bir sanatsal figür olarak kullanımı günah sayıldığı için, genellikle nesneler ve doğal konular üzerinde yoğunlaşıyor.

Modern Cidde’de bugün uluslararası bir hava limanı ile yine uluslar arası deniz limanı bulunuyor. Bunlar: Kral Abdülaziz Uluslararası Havalimanı ile Cidde Limanı.

CİDDE’NİN GÖZ ALICI KÖŞELERİ

Kral Fahd Çeşmesi

1980’de Guinness Rekorlar kitabına da giren bu çeşmenin fiskiyesinden çıkan su 312 metre yüksekliğe ulaşıyor.

NCB Kulesi:

Yapımı 1983 yılında biten binanın yüksekliği 235 m. Ve Suudi Arabistan’ın en yüksek binası.

IBD Kulesi:

İslam Kalkınma Bankası’nın bulunduğu bina.

TV Kulesi

2006-2007 arasında bitirilen binanın yüksekliği 250m.

Stadyumlar:

Cidde’de futbol en ilgi çeken spor ve kentte “6” futbol stadyumu ile “3” büyük futbol takımı bulunuyor. Bu takımlar şöyle: Al-İttihad, Al-Ahli, Al-Rabea.

GİZEMLİ VE MİSTİK : MEKKE

İslam dininin kutsal şehri olan ve her yıl milyonlarca müslümanı bir araya getiren Mekke Arap Yarımadası’nın batı kesiminde, Kızıldeniz’e yaklaşık 80 km uzaklıkta bulunuyor. Eski bir arap efsanesine göre, Adem ile Havva cennetten kovulduktan sonra, dünyaya indiklerinde, 200 yıl kadar ayrı yerlerde ve yalnız yaşamışlar. Daha sonra, Allah’ın verdiği izin sayesinde Arafat dağında buluşmuşlar ve dağın yakınındaki Mekke şehrinin temellerini atmışlar. Bu efsaneye göre, Mekke’nin dünyadaki ilk yerleşim yeri olduğuna inanılıyor. Müslümanların kıblesi olan Kabe ise, daha sonra Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından inşa edilmiş. İnşa sırasında kullanılan taşların ise 5 kutsal dağ olan Sina Dağı, Zeytin Dağı, Cebel-i Lübnan, Cudi Dağı ve daha yakındaki Hira Dağı’dan getirildiği söyleniyor. Eski dünya olarak bilinen Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kavşak noktası olan Hicaz bölgesindeki Mekke, hem son peygamber Hz. Muhammed’in, hem de İslâm dininin doğduğu yer olarak kutsal bir kent. Bu kutsal kentin bir de “Zemzem” adıyla bilinen ve şifalı olduğuna inanılan kutsal bir suyu var. Zemzem suyunun, Hz. İbrahim’in eşi Hz. Hacer tarafından keşfedildiği anlatılıyor. Yaygın bir inanışa göre, Zemzem suyu hem susuzluğu, hem de açlığı gideriyor, ayrıca hastalıklara da iyi geliyor. Bugün de, Hacca gidenler, Zemzem suyu içmeden ve yakınlarına getirmeden dönmüyorlar. Mekke, dinsel özelliklerinin yanında, eski çağlardan beri önemli bir ticaret merkezi olarak da bilinmektedir. Eskiden Kervanlarla Yemen ve Şam arasında ticareti sağlayan Mekkeliler, günümüzde Hac dolayısıyla kente gelenlere hizmet etmektedirler. Sadece Hac mevsiminde kente 100 milyon dolardan fazla para girdiği hesaplanmaktadır. Mekke’nin bir diğer önemli özelliği de, bu kutsal kente Müslüman olmayanların girmelerinin yasak olması. Gerek havaalanı terminalinde, gerekse de şehre giden yollardaki kontrol noktalarında yapılan sıkı denetimlerde, müslüman olmayanların kente gidişi engelleniyor. Bu durum bir giz perdesi yarattığı için, tabii bir çok gayrimüslimin merak duygusu ağır basıyor ve bazı Avrupalıların çeşitli yöntemlerle kente girmeyi denedikleri, hatta içlerinde başarılı olan bazı istisnaların da çıktığı söyleniyor.

HUZURLU VE SAKİN : MEDİNE

İslam’ın ikinci kutsal kenti olan Medine, Hicaz Bölgesi içinde bulunuyor. 1.300.000 nüfuslu olan Medine, aynı zamanda “peygamberin kenti” olarak da biliniyor. Çünkü, yaşamının önemli dönemlerini burada geçirmiş olan Hz. Muhammet’in mezarı da burada. bulunuyor. Medine, Mekke’den 338km. Kızıl Deniz’den de 193km. uzakta bulunuyor. Hicaz bölgesinin en verimli yeri olan Medine’de, kent oval bir biçime sahiptir ve güçlü duvarlarla çevrelenmiştir. Tarihi 12. yüzyıla kadar uzanan bu surların yüksekliği 9 ile10 metre arasında değişiyor. Yan kulelerle desteklenen surların dört büyük kapısı bulunuyor. Kentin surlarının dışında, batı ve güneyindeki dış mahallelerinde küçük evler, bahçeler ve ağaç dikim alanları bulunuyor. Bu kenar mahallelerinin de surları ve kapıları var. Peygamberin camii olarak bilinen Nabavi Mescidi kentin doğusunda yer alıyor.

Hz. Muhammet’in mezarından başka, kızı Fatima’nın, karısı Ayşe’nin, ilk halife Hz. Ebu Bekir’in ve ikinci halife Hz. Ömer’in mezarları da hep buradadır. Ayrıca İslam’ın ilk camisi olan Kuba Mescidi de Medine’dedir. 850 yılında burası bir yıldırımla tahrip olmuş ve ünlü mezarlar hemen hemen unutulmuştu. Ancak 892’de burası temizlenince mezarlar ortaya çıktı. Fakat 1257’de meydana gelen bir yangınla yine tahrip oldu. Bu kez 1487’de Memluk Sultanı Kayıtbay tarafından bütünüyle yeniden yapıldı.

Mekke’de olduğu gibi, Medine’ye de yalnız izin verilmiş Müslümanlar girebiliyor. Medine de her yıl Mekke gibi Müslüman hacı adayları tarafından ziyaret ediliyor. Günümüzde, kentin ekonomisi, bilgi temelli bir endüstriye odaklanmıştır. Bu da çok sayıda kişiye iş olanağı yaratmaktadır.

Suudi Arabistan’ın siyah hazinesi : PETROL

Suudi Arabistan Krallığı, dünyanın en büyük petrol üretim gücüne ve en geniş petrol rezervlerine sahip ülkesidir. Petrol ihracatı bakımından dünyada ilk sırada yer alan Suudi Arabistan, dünyada kullanılmakta olan tüm petrol rezervlerinin yüzde 25’ine sahiptir. Ülkede bundan sonra bulunması muhtemel petrol yataklarındaki rezervlerin ise, 200 milyar varil gibi dev boyutlarda olduğu tahmin edilmektedir.

Petrolün bulunmasına kadar ekonomisi Mekke ve Medine’yi ziyarete gelen hacılara ve hurma dışsatımına bağımlı olan Suudi Arabistan ekonomisi 1932 yılında petrol rezervlerinin kullanilmaya başlamasıyla hızla gelişerek, dünya ekonomisine tesir edecek seviyeye gelmiştir.

OPEC örgütünün en önemli üyesi olan ülkede, petrole paralel olarak, petro kimya endüstrisi de kurulmuştur ve petroldan ve petrol ürünlerinden elde edilen gelirler ülke ekonomisinin can damarını teşkil etmektedir.

Hükümet, petrolden elde edilen gelirleri Suudi Arabistan’ı çok yönlü bir sanayi ülkesine dönüştürmek için kullanmakta, üretimde çeşitliliği arttırmak için gerekli altyapıyı hazırlamaktadır. Ülkede devlet gelirlerinin yüzde 90’dan fazlası ham petrol ve petrol ürünleri gelirlerinden oluşmaktadır. Ülkedeki petrolün büyük bölümünü ARAMCO şirketi çıkarmaktadır. Suud ailesinin bu şirketteki payı ise 1973’te %25 iken, 1974’te %60’a, 1980’de de %100’e yükselmiştir.

Kuveyt ve Suudi Arabistan arasında yaklaşık 5836 km2lik bir tarafsız bölge mevcuttur. Bu alan, iki ülke tarafından 1966 yılında idari olarak paylaşılmıştır ve buradaki petrol yataklarından halen her iki ülke de faydalanmaktadır.

Basra Körfezi kıyısındaki Cubail il Kızıldeniz kıyısındaki Yanbu’da kurulan yeni ve büyük “Sanayi Kentleri”nde, enerji kaynağı olarak petrol yataklarından boruyla getirilen doğalgaz kullanılmaktadır.

Halen, Suudi Arabistan’da petrol üretiminin arttırılması için belirli programlar dahilinde yeni adımlar atılmakta, önemli çalışmalar sürdürülmektedir. Bu sayede, yerel istikrarsızlıklar nedeniyle petrol üretiminin kısıtlaması riskini ortadan kaldırmak ve petrolün bir silâh gibi kullanılmasını engellemek hedeflenmektedir.

EKONOMİ : PETROL FİYATLARINDAKİ SON PATLAMA MI ?

Suudi Arabistan şu anda petrol fiyatlarındaki üçüncü patlama dönemini yaşıyor. 2000’li yılların başından bu yana uluslararası ham petrol referans fiyatı yükseliyor. Hatta bu rakam 2005 ve 2007 yılları arasında birkaç kez tavan yaptı. Sebepler ise tartışmaya açık: yatırım ve arz azlığı, rafineri kapasitesindeki yetersizlik, aşırı talep, siyasi tartışmalar yada yalnızca spekülasyonlar…Ancak bir varil petrolün 75 dolar üzerinde fiyatlandırılmasının Suudi Arabistan üzerinde etkileri olduğu konusunda hiç şüphe yok… Suudi Arabistan Finans Ajansı yıllık raporuna göre, ithalat 2006 yılında ihracatın %200 üzerine çıkarak 787 milyar Suudi Arabistan Riyaline (210 milyar Amerikan doları) ulaştı. Cari hesap fazlası 357.7 milyar riyal yani yaklaşık 96 milyar Amerikan doları, diğer bir ifadeyle gayri safi yurt içi hasılanın %27’siydi. Sabit döviz kuru sistemi olmasaydı, riyal aşırı derecede yükselirdi. Düşük vergilendirme düzeyi ve yaygın sübvansiyonlara rağmen hükümet finansmanları da aynı şekilde hareketli. 2002 yılında dahi açık veren devlet bütçesi geçtiğimiz yıl gayri safi yurtiçi hasılanın %20’sine ulaştı. Ancak görünüşe göre 2007 rakamları biraz farklı olacak…

Harcamalar

Devlet, kamu kurumları, şirketler ve özel şahıslar yurt dışında gayri menkul, tahvil ve hisse senedi şeklinde sahip oldukları yüklü mal varlıklarına giderek yenilerini ekliyor. Buna rağmen piyasada dönen ciddi miktarda para var. Mesele bunun nasıl harcanacağı… Bu soruya yanıt bulmak da düşünüldüğü kadar kolay değil. Bu seferki fiyat patlamasını 1973 ve 1979/80’de yaşanan ilk iki patlamaya göre farklı kılan ise artık bu durumun sonsuza dek sürmeyeceği bilincinin yerleşmiş olması, zira aşırı iyimserlik daha önce Suudi Arabistan borsasını vurmuştu. Hisse senedi fiyatları 2005 yılında hızla yükseldikten sonra 2006 yılının başlarında birden düşmüştü. O günden bu yana da fiyatlar hala toparlanmaya çalışıyor. Suudi yetkililer, şu anda kullanımlarına açık olan kaynakların her zaman var olmayacağını gayet iyi biliyorlar. Suudi Arabistan’ın bu geniş kaynaklarına (dünya petrollerinin %22’si ve petrol gazının en az %5’i) sonsuza dek bel bağlayamayacağının farkındalar. Kaynaklar, önümüzde- ki yıllar için umut vaat etse bile yılda yaklaşık % 3.5 oranında büyüyen ve Suudi Arabistan krallığı vatandaşlarının yanı sıra çok sayıda yabancı işçiden oluşan ülke nüfusu için iş, refah yada mutluluğu garanti etmiyor.

Petrol ve Altyap

Suudi Arabistan için şimdi ciddi yatırımlar yapma zamanı… Ülkede “yatırım” kelimesi akla büyük hedefler getiriyor. Petrol ve petrol gazı yatırımının, günde, 12.5 milyon varil petrol üretme kapasitesini, yani tüm dünya pazarı ihtiyacının %15’ini karşılamayı hedefleniyor. Yedi rafineriden ikisi ıslah ediliyor. Beş yeni rafineri inşası da gündemde. Gayri menkul yatırımı sadece kulelerin, alışveriş merkezlerinin, otellerin ve Mekke’nin çehresini değiştirecek gökdelenlerin değil, aynı zamanda başkent Riyad için yeni bir finans merkezini ve Kızıl Deniz sahilindeki Kral Abdullah ekonomi kentini de içeren en az 4 yeni kentin inşasını da kapsıyor. Ulaşım yatırımı da yalnızca daha çok havalimanı ve yol değil; aynı zamanda son teknoloji ürünü hızlı trenleri ve Kızıl Denizi Riyad üzerinden Körfeze bağlayacak ve böylece Batı yarımküre sevkiyatları için gereken zamanı önemli ölçüde azaltacak bir kara köprüsü de dahil olmak üzere çeşitli demir yolu bağlantıları anlamına geliyor.

Sanayi

Suudi Arabistan’da sanayi neredeyse petrokimyasallarla eş anlamlı. Ülkede petro-kimya sanayii katlanarak büyüyor ve şu anda petrol dışı ihracatın çoğunu oluşturuyor. Suudi Arabistan Temel Sanayi Şirketi (SABIC), Ortadoğu’nun en büyük sanayi kuruluşu olmanın yanı sıra dünyanın en büyük petro- kimya şirketlerinden biri haline de geldi. Şirket, 2006’da 45 milyon ton kimyasal ve 4 milyon ton metal üretti. Petrokimyasallar, çelik, alüminyum ve çimento gibi ağır sanayi yatırımları da özel sektörün giderek artan rolüyle birlikte devam ediyor. Diğer yandan hükümet; otomobil parçaları, dayanıklı tüketim malları ve ambalajlama gibi emek-yoğun endüstrilerin yanı sıra madenciliği de teşvik etmeye çalışıyor. Ülkede inşaat malzemeleri, cam ve seramik, madeni eşya, makine, gıda, giyim ve tekstil, mobilya vs. üreten binlerce küçük özel işletme var. Sermaye için değilse de, kâr motivasyonunun doğru kararlara ilham vereceği ve uzun vadede rekabetçi girişimlere yol açacağı varsayıldığı için ülkede petrol ve petrol gazı endüstrisi dışında yabancı ve özel yatırıma kucak açılıyor.

Suudi Arabistan Krallığında yeni ekonomik şehirler

Suudi Arabistan Krallığı iki şerefli mescidin hizmetkarı Kral Abdullah Bin Abdülaziz’in döneminde 4 yeni iktisadi şehir inşa etmeyi karalaştırarak, yapımına başlamıştır. Suudi Arabistan Krallığı, bu planlarıyla anılan şehirleri, ülkenin hedeflerini gerçekleştirecek parlak zengin şehirler haline getirmek ve rekabet açısından dünyada ilk on ülkenin yanında yerini almak için çaba göstermektedir. Yapımı duyurulan 4 iktisadi şehirler için hedeflenen ve tahmin edilen mali tutar ve bu alanda gelecek on yıl içerisinde yapılacak olan yatırımların hacmi yaklaşık 280 milyar Riyal yani 74 milyar 666 milyon Amerikan dolarıdır. Bu proje gelecek on yıl içerisinde iki milyondan fazla kişiye iş imkanı sağlayacaktır.

İş Piyasası

Riyad, Cidde ve Dammam’da herkes iş piyasası hakkında konuşuyor. Hükümetin, özel sektörün ülkenin artan genç nüfusuna iş sağlaması gerektiği yönündeki ısrarı anlaşılabilir. Ancak eğitimleri Arapça ve din üzerine kurulu olan Suudi vatandaşlar, genellikle diğer Orta Doğu ülkelerinden, batıdan ya da Asya’dan gelen göçmen işçilere göre iş piyasasının gerektirdiği ölçüde kalifiye değiller. Daha pahalıya mal oluyorlar ve daha az çalışıyorlar. Ayrıca, devamlı yabancıların yaptığı zor ve kötü işleri yapmaya gönüllü değiller. Bu nedenle, özellikle teknik ve mesleki alanda daha fazla ve kaliteli eğitim sağlanması hükümetin önceliklerinden biri haline geldi. Ülkenin hem gelişmiş hem de gelişmemiş bölgelerinde yeni üniversiteler, yüksek okullar ve hastaneler açılması planlanıyor. Tüm bu yatırımları mümkün olan en kısa sürede bitirme planı Suudi Arabistan’ın yönetimsel kaynaklarını zorluyor ve malzemeler için aşırı talep doğuruyor. Hükümetin uzun vadeli politikasının aksine, başta inşaat sektöründe olmak üzere pek çok alanda giderek daha fazla insan gücüne ihtiyaç duyuluyor. Yabancı işçi sayısındaki artış ise konut piyasası üzerinde baskı oluşturuyor. Doların güçsüzlüğüyle birleşince bu durum son zamanlarda %1 dolaylarında gezinen enflasyonun yükselmesi tehdidini de gündeme getirdi. Buna rağmen Riyad, bu servetin mümkün olduğunca çoğunu harcamaya kararlı. Petrol fiyatlarında bir başka patlama yaşanmayabilir. Bu durum, ancak bugünkü gelirler akıllıca harcanırsa sorun oluşturmayacaktır.

Son yirmi yıl içerisinde Suudi Arabistan krallığının yapmış olduğu insani yardımlar

Suudi Arabistan Krallığı toplam milli gelirinden vermiş olduğu yardımlar bakımından dünyanın en önde gelen ülkelerinden birisidir. Şöyle ki, Suudi Arabistan Krallığının verdiği insani yardımların tutarı yaklaşık 245 milyon Riyal olup bu da 65 milyar 330 milyon Amerikan Dolarına tekabül etmektedir. Suudi Arabistan gelişmekte olan ülkelere geri almamak üzere yardımlar vererek kolay kredi imkanları sağlamıştır. Bu yardımlardan dünyada 70 ülke faydalanmaktadır, ayrıca Suudi Arabistan dünyanın bir çok ülkesinde çok sayıda cami, İslam Kültür Merkezleri, Okullar, Enstitüler, Üniversiteler, Hastaneler ve Sağlık merkezleri inşa etmiştir.

SEFERBERLİK GİBİ EĞİTİM

Eğitime çok önem verilen Suudi Arabistan’da, ilk ve orta öğretime devam eden öğrencilerin sayısı yaklaşık 5 milyon civarında. Ülkenin toplam nüfusunun 27 milyon olduğu göz önüne alındığında, bunun yüzde 20’leri aşan yüksek bir oran olduğu görülüyor. Kız ve erkek öğrencilerin sayısının birbirine eşit olması, eğitimde herhangi bir cinsiyet ayrımının olmadığının da göstergesi.

2007-2008 ders yılında eğitim veren okulların toplam sayısı 31 798. Bu okulların 14 923’ünde erkek öğrenciler eğitim görürken, 16 875 okulda da kız öğrencilere eğitim veriliyor. İlk ve orta öğretimde görev yapan öğretmenlerin sayısı ise, 199 062’si erkek, 226 281’i de kadın olmak üzere, toplam 425 343.

Yüksek öğrenim konusunda ise, ülkede bir çok yüksek okulun yanı sıra 12 adet Üniversite var. Ülkenin çeşitli yörelerindeki kentlere dağılmış olan bu üniversitelerin en eskisi, Riyad kentindeki “Kral Suud Üniversitesi”. Kral Suud Üniversitesi 1957 yılında kurulmuş. Bugün için, kız ve erkek 70 000 öğrenci bu üniversitede eğitim görüyor.

Kimisi kamuya ait olan, kimisi de vakıflar tarafından yönetilen özel kurum statüsünde bulunan diğer ünlü üniversiteler arasında ise, merkez kampusü Cidde’de olan “Kral Abdülaziz Üniversitesi, Rabigh kentindeki “Kral Abdullah Fen ve Teknoloji Üniversitesi”, Dammam kentinde hizmet veren “Kral Fahd Petrol ve Madencilik Üniversitesi” ve Medine’deki “Medine-i Münevvere İslam Üniversitesi” sıralanabilir.

SUUDİ KADINI İŞ BAŞINDA

Birçok doğu ülkesinde olduğu gibi, aslında “erkek-egemen” geleneklerin hüküm sürdüğü Suudi Arabistan’da, kadınlar, özellikle son yıllarda kalkınmanın dinamik gücü haline geliyorlar. 23 milyon nüfuslu ülkede üniversite öğrencilerinin yüzde 60’ı kadın ve üniversite mezunu olan Suudi kadınların yüzde 70’i çalışma iş yaşamının içindeler.

Kadınların eğitim görerek ve mesleki deneyim kazanarak, sosyal bir değişim yarattıkları Suudi Arabistan’da geçen yıllarda bir kadının pilot lisansı alması dikkat çekici olmuştu. Üniversitelerde öğretim görevlisi olan, gazetecilik yapan, televizyon programları sunan kadınların yanı sıra, bazıları da kendi isimlerine firmalar kurup işkadını oluyorlar ve başarılı birer kariyer çizgisi sergiliyorlar.

İş yaşamındaki kadınların mesleki dağılımlarına bakıldığında, eğitim alanının ağırlık kazandığı ve Suudi kadınların daha çok öğretmenlik mesleğinde yoğunlaştıkları görülüyor. Suudi Arabistan’da bütün kanunlar her iki cinse de fark gözetmeksizin uyguland ı ğ ı için, yönetmeliklerde her türlü ayr ı mc ı uygulama yasaklanmış. Bu yüzden kadın ve erkek bütün çalışanlar, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde olduğu gibi, benzer haklara sahipler. Suudi Arabistan’da kadınlar mülk edinme, kontrat imzalama, ticaret yapma, kendi işini yürütme gibi haklara sahip. İş kadınları, Suudi Ticaret Odasının faal ü y e l e r i arasında yer alıyor. Örn e ğ i n Cidde Ticaret ve Sanayi Odası’nın son seçimlerinde, kadınlar, 12 kişilik Yönetim Kurulundaki 2 sandalyeyi kazandılar. Suudi kadınlar Krallıkta 23 binden fazla işe sahiptirler ve bu da toplam rakamın %20’sine denk gelmektedir.

Suudi Arabistan’da yakın dönemde kadının rolünün artmasının en güzel örneklerinden biri 2000 yılının Ekim ayında Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’na (UNF-PA) Genel Müdür olarak atanan Thoraya Obaid. Arap kadınlarının gururu olan Obaid, aynı zamanda Birleşmiş Milletler’de de Genel Sekreter Yardımcısı.

2004 yılında 10 Suudi işkadını yıllık Cidde Ekonomi Forumuna katılmıştı. Sonraki yıllarda da bu foruma katılan ve konuşmacı olan Suudi kadınların sayısı artmış bulunuyor. Ortadoğu’nun en önemli düşünce kuruluşu olarak kabul edilen Cidde Ekonomik Forumu’nun açılış konuşmasını yapan etkili iş kadını Lubna el-Olayan Suudi kadınlar için reform çağrısı yaparak 21’inci yüzyıl için devletin
ve özel sektörün birlikte çalışması gerektiğine, bu sayede hem erkekler, hem de kadınlar için daha fazla iş olanağı yaratılabileceğine dikkat çekmişti.

Yine 2004 yılında düzenlenen Suudi Gazeteciler Konseyi’nin ilk üyelerinin seçiminde iki bayan gazeteci Nawal Rashid Al-Rasid ve Nahid Saeed Bashatah, seçilerek 9 kişilik kurulda yer almaya hak kazanmıştı.

2005’in Aralık ayında ise, bir bayan mühendis, Uluslararası Mühendisler Kurulunun 10 kişilik yönetim kuruluna üye seçilerek, uluslararası alanda erkeklerin egemen olduğu bu iş kolunda etkileyici bir başarıya imza atmıştı.

Sessiz ve derinden bir mücadeleyle iş dünyasındaki yerlerini alan kadınlar artık Suudi Arabistan’ın dinamik gücü olarak iş dünyasında birçok başarıya imza atıyorlar.

SPOR

Dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi, Suudi Arabistan’da da gençler arasında en popular olan spor, futbol. Sayıları fazla olmasa da, her büyük kentin bir futbol takımı ve her mahallede de halı sahalar var. Suudi Arabistan Millî Futbol Takımı, Asya’nın en başarılı takımlarından. Taraftarlar onları “Şahinler” veya “Yeşiller” diye adlandırıyor. En çok milli olan oyuncuları Muhammed El Deayea, en çok gol atan futbolcu ise Macid Abdullah. FIFA’ya 1959 yılında üye olan Suudi Arabistan, 1998’da FIFA Dünya Gençler Futbol Şampiyonasına ev sahipliği yaptı. Nisan 2005’te de İslam Olimpiyat Oyunlarını düzenledi.

Suudi Arabistan’ın en büyük spor kulübü olan El İttihad, futbolun yanında basketbol, voleybol ve yüzme gibi branşlarda da faaliyet gösteriyor. Popüler ve iddialı bir kulüp olan El İttihad, Asya’nın Real Madrid’i olarak kabul ediliyor. Suudi 1. Ligi’nde “Cidde Kaplanları” olarak bilinen El-İttihad’ın logosu ise “1 numara”. Asya Şampiyonlar Ligi’nde 2004 ve 2005 yılında şampiyon olan El-İttihad, petrol gelirleri sayesinde zengin imkânlara sahip bir kulüp.

Geçmişte, El-İttihad’ın formasını giyenler arasında çok ünlü sporcular görülüyor: İtalya Milli Takımı çalıştırıcısı Roberto Donadoni, 1994 Dünya Kupası şampiyonu Brezilyalı Bebeto, İnter’den Sierra Leone’li Muhammed Kallon, Meksikalı ünlü golcü Jared Broggetti, kısa bir dönem Gençlerbirliği’nin de formasını giyen Nijeryalı Tjjani Babangida bu ünlülerden bazıları.

DEVE GÜREŞLERİNDEN AT YARIŞLARINA

Eski bir Arap geleneği olan deve güreş ve yarışları, günümüzde yerini ilgiyle izlenen ve görkemli yarış alanlarında yapılan at yarışlarına bırakmış. Suudi Araplar için at oldukça önemli. Değerleri milyon dolara varan Arap atları… At yarışlarında, Türk jokeyler de çok rağbet görüyor. Bazıları Suudi Arabistan’da sürekli yaşarken, bazıları da sezonluk kiralanıyor.

Suudi Arabistan toprakları, deve ve cins atların asıl vatanı. Dünyanın en güzel atları burada yetişiyor. Nejd bölgesi, at ve deve bakımından en zengin bölge. Bu arada Yozgat’ın Mehmetbeyli köyünde yaşayan 48 yaşındaki Asiye Satış, Suudi Arabistan Kralı Abdullah da dahil olmak üzere, birçok ünlünün atlarını yetiştiren “kadın seyis” olarak tanınıyor. Yörenin geniş otlakları ve çok uygun iklim koşulları yanında, Mehmetbeyli köyündeki toprağın yumuşaklığı, tayların tırnaklarının güçlenmesini sağlıyor. Tırnakları kırılmadan sağlıklı gelişen atlar da yarışlarda iyi dereceler elde ediyorlar. Hamile atlar doğumlarına sayılı günler kalana kadar, yeni doğan yavru taylar ise bir buçuk yaşına kadar bu çiftlikte bakılıyor.

Elbette ki, Suudi Arabistan’da spor sadece futbol ve at yarışlarıyla sınırlı değil. Geleneksel sporlar arasında Şahin yetiştirerek avlanmanın ülkenin en önemli popüler sporları arasında olduğunu belirtmek gerek. Modern sporlar içinde ise atletizm, basketbol, voleybol, hentbol, masa tenisi ve bisiklet gibi dallarda da uluslararası yarışmalara katılan ve başarılı sonuçlar elde eden bir çok Suudi sporcu bulunuyor.

ARAP ATLARI

Arap Atı, zekâsı, sadakati ve dayanıklılığı ile bilinen bir at cinsidir. Kökeni İlk Çağ’a kadar dayanır.

Efsaneye göre Arap cinsinin dişisini Hz. Muhammed seçmiştir. Çölde uzun bir seyahatten sonra susayan kervandaki hayvanların sadakatini ve dayanıklılığını ölçmek için bir su kaynağının yakınına kadar sürdüğü hayvanları geri çağırmış, bu çağrıya yalnızca beş tane dişi at karşılık vermiş. Suyu bırakarak sahiplerine geri dönecek kadar sadık olmaları sebebiyle bu beş at, el-Hamse, yani beş olarak adlandırılmış. Bu atların, beş Arap atı türünün ataları olduğu söylenir. Bir diğer efsanede Hz. Süleyman’a dayanmaktadır.

Günümüzde hemen hemen bütün yarış atlarında Arap atı kanı bulunur. Arap atı, genetik potansiyeli nedeniyle Endülüs atı, Kırma, American Quarter, Morgan, Amerikan bineği, Appoloosa, Oldenburg ve Trakehner gibi birçok sıcakkanlı at cinsine de genlerini vermiştir. Binek atlar dışında Parcheron ve Midilli’de de Arap atı geni görülür. Biçimli başları ve yüksek kuyrukları sayesinde diğer türlerden kolayca ayırt edilirler.

Özellikleri

Arap atının, profilden bakıldığında V şeklinde bir kafası, geniş alnı, küçük burnu, geniş burun delikleri vardır. Birçok Arap atının gözlerinin arasında, bedevilerin jibbah dedikleri, sıcak havada nefes almayı kolaylaştıran bir çıkıntı vardır. Boynu da oldukça geniştir. Altı yerine beş bel omuru bulunduğu için sırtı diğer cinslere göre daha küçüktür. Buna rağmen ağır binicileri kolaylıkla taşıyabilir. Bir diğer önemli özellikleri de doğal olarak kalkık duran kuyruklarıdır.

Arap atları çok büyük değildir. Uluslararası otoritelere göre Arap atı için ideal boy 14,1 ila 15,1 el uzunluğu arasındadır. Biniciler genelde büyük atlara ilgi duydukları için hep daha geniş atlar kullanılarak genelde 16 ele yakın uzunlukta Arap atları elde edilmiştir.

Arap atlarının tüy renkleri (don) değişse de derileri hep siyahtır. Siyah deri güneş ışınlarına karşı koruma sağlar. Göğüs ve ayakları çok kaslıdır.

Çok dayanıklı olan Arap atı, yüksek süzülebilme kabiliyeti ile iyi yol tutuşu sağlar. Dengesi iyidir ve hızlı kalkış yeteneği vardır. Savaş atlarında olması gereken özelliklerin tümüne sahiptir.

Karakter

Arap atları yüzyıllardır çöllerde insanlarla yakın ilişki içinde olmuşlardır. Savaşlarda başarılı olan atlar bazen evlerde misafir edilmiştir. Çocuklarla olan iyi ilişkileri nedeniyle 18 yaş altındaki çocukların binmesine izin verilen tek çeşittir.

Arap atlarının çoğu zeki, çevresiyle iyi ilişkili ve hassastır. Kolay öğrenirler, sahiplerinden sevgi gördükleri zaman buna çok iyi karşılık verirler. Bu özellikleri onları hem evcil hem vahşi yapar. Çünkü düzensiz veya gereğinden fazla tekrarlanan eğitim Arap atlarını çok hırçınlaştırabilir.

Arap atı, hızlarıyla bilinen cinslerin bulunduğu sıcak kanlı atlar sınıfına girer. Eğitiminin zor olduğunu düşünenlerin, bunun kendi davranışlarından kaynaklandığını bilmesi gerekir, çünkü Arap atı, sahibinin davranışına çok hızlı cevap veren, hassas bir cinstir. Yanlış yetiştirilen Arap atları, kamuoyunda olumsuz bir imaj bırakmıştır.

Renkler

Safkan Arap atları gri, fındık rengi veya kırmızıdır. Birçok Arap atının beyaz gibi görünmesine rağmen, bu aslında gri tüy renginin doğal bir özelliğidir. Birçok Arap atı doğduğunda fındık rengi veya kırmızıdır. Mevsim, yaş gibi koşullara bağlı olarak tüy renkleri değişse de derileri hep siyahtır. Beyaz Arap atları aslında gridir.

At sahiplerinin, iyi atın aynı zamanda güzel renkte olmasını da istemeleri, Arap atının renklerine yüklenen anlamların sadece küçük bir parçasını oluşturur. Bedevi kültüründe her rengin, her tonun bir anlamı, sosyal statü üzerine etkisi vardır. Örneğin siyah Arap atları zor bulunduklarından, sahipleri zengin veya şanslı insanlar olarak bilinir. Üzerindeki en küçük bir beyaz benek Arap atının değerini düşürür, safkan olmadığı anlamına gelir.

Gövdesinde fındık renginin farklı tonlarını bulunduran kayıtlı çok az Arap atı vardır ve hâlâ tartışma konusudurlar. Bu atlardan birçoğunun renk değiştirerek aslında gerçek Arap atı renklerinden biri olduğu görülmüştür. Bu durum en çok gri tüy renginde görülür.

Tarihi

Arap atı dünyanın en eski ırkı veya en eski ırklarından biridir. Günümüzdeki oryantal kökenli Arap atları, Arabistan Yarımadası’nda bulunan MÖ 2500’lü yıllardan kalma mağara resimlerindeki at figürleriyle aynıdır. Benzer yapıdaki at figürlerine bütün Anadolu, Kafkaslar ve Mezopotamya’daki mağara resimlerinde de rastlanır.

Arap atının atalarının nerede yaşadığı hâlâ tartışma konusudur. Çoğu uzman Güneybatı Arabistan veya Kuzey Mezopotamya üzerinde yoğunlaşır. Arap atının ilk evcilleştirilmesi devenin kullanılmaya başlanmasıyla aynı dönemlere rastlar. Çölde yaşamaya uygun yapıdaki bu atlar kısa sürede çok tutulmuş, sağlıklı damızlıklar kullanılarak geleceğe yatırım yapılmıştır.

Arap atı ırkı geliştikçe Bedeviler atlarının ırk kayıtlarını dilden dile aktararak kaydetmeye başladılar. Her aile ve kabilenin atlarının geçmişi, geldikleri dişi at gibi özellikleri hep kayıt altındaydı.

“Arap atı” isminin geçtiği en eski yazılı kaynak MS 1330 yılına aittir. Irkının en kaliteli atları asil olarak bilinirdi ve asil olmayan atların asillerle çiftleştirilmesi yasaktı. Bu atların dişileri daha değerliydi.

Bedeviler zamanla farklı özelliklerde alt ırklar ürettiler. İlk beş çeşit Arap atı Küheylan, Seglavi, Abiyan, Hamdani ve Hadban idi.

Başlarında zırhlarıyla savaşan güçlü Arap atları Eski Mısır, Mezopotamya, Roma İmparatorluğu ve Eski Yunan sanat eserlerinde sıkça görülür. En ünlü Arap atlarından biri Büyük İskender’in Bucephalus isimli atıdır.

İslam dünyasında Arap atları

622 yılındaki hicretle beraber İslam dünyası Arap atlarıyla tanışmıştır. 630’lu yıllarda müslüman toplumlar Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ya doğru genişleme çabasına girdi. Bu genişleme 711 yılında İspanya ‘ya kadar vararak 720’de bütün İspanya Yarımadası’nı kapladı. Arap ve Ortadoğu kökenli akıncıların atları en güçlü Avrupa kökenli atları ezip geçtiler. Endülüs atı bu sırada ortaya çıkmıştır. Amerika kıtasını keşfedenler de beraberlerinde Osmanlı İmparatorluğu sayesinde tanıştıkları Arap atlarını götürmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında yükselerek Ortadoğu’nun çoğunu kontrol altına aldı. Arap atlarinı savaştan ticarete birçok alanda kullandılar ve Avrupa’ya da tanıttılar.

Avrupa’da Arap atları

Müslümanların yaptığı fetihler ve Osmanlı, Arap atının Avrupa’ya gelişinin tek sebebi değildir. 1095’te başlayan Haçlı seferleriyle Filistin’i işgal eden Avrupalılar geriye ganimet olarak Arap atlarıyla
döndüler.

15. yüzyılın başlarında ateşli silahların keşfiyle şövalyeler ve onları taşıyan zırhlı Arap atları birleşimi ortaya çıktı.

Arap atlarının Avrupa’ya girişinin en kalabalık örneklerinden biri de Osmanlı İmparatorluğu’nun 1522 yılında Macaristan’a 300.000 atlı asker göndermesidir. 1529’da Viyana’ya ulaşan Türkler Polonyalı ve Macar güçler tarafından önlendiğinde ele geçirilen atlar Avrupa’daki en kaliteli Arap atlarının temelini oluşturmuştur. Daha sonra İngiliz, Rus, Polonya gibi ülkelerin kralları sömürge döneminde çölden Arap atları getirterek özellikle kendi ahırlarına katmışlardır.

SUUDİ SANATI

Suudi Arabistan çok köklü ve zengin bir tarihi-kültürel mirasa sahip. Ülkede, İran, Asya ve Osmanlı etkisi ile yapılmış görkemli kaleler, saraylar, hanlar, camiler ve hamamlar yapılmış. Osmanlı döneminde geçen 400 yıl boyunca da manevi ve sanat değeri yüksek olan eserler ortaya çıkmış. Ancak bu eserlerin önemli bir kısmı bugüne kadar ulaşamamış. Dünyanın bir çok bölgesinde olduğu gibi, Suudi Arabistan’da da bazı mimari yapıtlar, modern yaşam tarzına ve şehir düzenine hızlı geçiş sırasında kaybolmuşlar. Ancak, Suudi Arabistan’da bugün modern mimarlık sanatının en güzel örneklerini görmek mümkün. Ülkede bir yandan modern mimari alanında inanılmaz bir atılım gerçekleşirken, bir yandan da, sanat değeri yüksek eski eserlerin ve mimari mirasın korunmasına yönelik yoğun çabalar harcanıyor. Bu sayede, bazı bölgeleri, öz kimliğin korunması yönünde hoş bir gelecek bekliyor; Hanife Vadisi gibi

Geleneksel Suudi mimarisinin karakteristik özelliklerini ‘baraha’lı, ‘sabat’lı, avlulu, işlemeli ve çatı katlı ‘zugag’lar oluşturuyor. İç bölgelerde kerpiçten, kıyı bölgelerde ise mercan taşından kalın çamur duvarlar, palmiye ağacından yapılmış zemin döşemeleri ve çamurla kaplı dış yüzeyler oldukça yaygın. ‘Badgirler’, dekoratif sıvalı pencereler ve duvarlar, ‘müşrabiyeler’ ve ‘ravşanlar’, renkli yelpaze şeklindeki pencereler, sofistike mazgallı siperler ve değişik tiplerdeki kemerler, mimari bir zenginlik oluşturuyor.

Resim ve heykelin İslâm dininde günah sayılması nedeniyle, bu iki sanat dalı Batılı anlamda bir gelişme göstermemiştir. Ancak, diğer Müslüman ülkelerde de olduğu gibi, bunların yerini minyatür sanatı ile süsleme ve hat sanatları almış bulunuyor.

Kur’an harfleri çevresinde oluşmuş bir güzel yazı sanatı olan hat sanatı, bu harflerin VI. ve X.yüzyıllar arasında geçirdiği uzunca bir gelişme döneminden sonra ortaya çıkmış, İslam dininin bilime verdiği özel önemin de etkisiyle, çok sayıda kâtip yetişmiş, yazı da doğal olarak büyük aşamalar göstererek önemli bir sanat kolu haline gelmiştir. Modern resim sanatı ise, günümüzde ülkede başarıyla uygulanan bir sanat dalıdır. Eğitimli ve yetenekli ressamların ürettikleri modern eserler uluslararası alanda da övgü almaktadır.

Sinemaya gelince.. Hayfa El Mansur, ilk ve tek kadın Suudi yönetmen konumunda bulunuyor. 2003 yılında çektiği “Gölgesiz Kadınlar” belgeseliyle hayli ilgi toplamış ve eleştirmenler arasında tartışmalara neden olmuş. Suudi Arabistan’da sinemaya ilgi yoğun bir ilgi var ancak filmler sinema sa- lonlarında değil evlerde seyrediliyor. Bu yüzden de insanlar harıl harıl film kiralıyorlar. Sinema sanayinin henüz yeterince gelişmemiş olduğu ülkede, çok az sayıda film yönetmeni bulunuyor. El Mansur, tahmin edilenin aksine Suudi Arabistan’da kadın yönetmen olmanın erkek yönetmen olmaktan daha avantajlı bir durum olduğunu düşünüyor. 2006 yılında, dinde aşırılığı ve kadınların ezilmesini hicveden bir komedi olarak yapılan “Keyf el Hal” (Nasılsın?) isimli film, Suudi Arabistan sermayesiyle çekilen ilk sinema filmi olmuş ve komşu Bahreyn’de de gösterime girmiş.

Suudi Arabistan’da müzik alanında da geleneksel beğeniler ön plâna çıkıyor. Prodüksiyon şirketleri ve stüdyolar, geleneksel/klasik Arap müziği üretmeyi tercih ediyorlar. Konserler de daha ziyade ünlü Arap müzisyenler için düzenleniyor.

Sayfalar